17 AĞUSTOS BASIN AÇIKLAMASI

İZMİR ŞUBE ( )
19.08.2011 (Son Güncelleme: 20.08.2011 12:22:07)

BİR DOĞA OLAYI OLAN DEPREM AFETE DÖNÜŞMESİN!..

BASINA VE KAMUOYUNA

                                                                                        16.08.2011

 

                BİR DOĞA OLAYI OLAN DEPREM AFETE DÖNÜŞMESİN!..

 

17 Ağustos 1999 toplumsal hafızalarımızda büyük acılarla ve belki de en çok "çaresizlik duygusuyla" anılan bir tarih olarak yerini aldı. Deprem sırasında ve sonrasında yaşananlar, bir doğa olayı olan depremin bir afete nasıl dönüşebileceğini hepimize çok acı bir şekilde gösterdi.

Deprem sorunu, her oluşan yıkıcı depremden sonra, ülke gündemine "fay", "fay‘ın nereden ve ne zaman kırılacağı" ve "depremin büyüklüğü" tartışmaları gibi depremin gerçek boyutunu "maskeleyerek" gelmekte, bir süre sonra unutulmaktadır. Her yeni bir deprem olduğunda bu senaryo kendini tekrarlamaktadır.

17 Ağustos depreminin üzerinden 12 yıl geçmesine rağmen, mühendis, mimar ve şehir plancılarının ülkemizin deprem tehlikesi ve riski konusunda sürekli yinelediği uyarılar siyasal iktidarlarca dikkate alınmamıştır.

TMMOB düzenlediği Kongre ve Sempozyumlarda bilim insanlarının görüşlerinin yönetmeliklere yön vermesi için çalıştı, yapı denetim mekanizmasının daha etkin bir şekilde hayata geçirilmesi için öneriler sundu. Büyük Japonya depremini yerinde inceleyerek çıkarılan sonuçları Türkiye kamuoyuyla paylaştı. Depremin değil yanlış politikaların ve uygulamaların kayıplara neden olduğunu her fırsatta dile getirmekle birlikte son 4 yıldır depremin yıldönümünde konuyu görünür kılmak için Depreme Duyarlılık Yürüyüşleri düzenledi. Tüm bu çalışmalar, yürütme erkini ellerinde tutanlarca sadece seyredildi.

•·    Mevcut yapı stokunun durumu gerçekçi bir şekilde analiz edilmediği için, ne kadarının deprem yönetmeliği, mevzuat ve standartlara  uygun olduğu bir muamma olarak kaldı ve bu nedenle de güçlendirme, onarım ya da yeniden inşa gibi çalışmalar yetersiz kalmaya mahkûm edildi.

•·    Türkiye‘nin yeni konut inşa sürecinde önemli bir yere sahip olan TOKİ ve kamu kurumlarına ait binalar yapı denetim mekanizmasının dışında tutuldu.

•·    Kaçak yapılaşmayı önleyici tedbirler alınmadı.

•·    Sorunlar çığ gibi büyürken depreme karşı önlem alması gerekenler, rant alanları yaratan Kentsel Dönüşüm projelerine yöneldiler, mevcut konutların güvenli olmadığını, iki yeni şehir projesi adı altında insanları "yeni kentlere" yönlendirerek, aslında itiraf ettiler.

Oysa deprem hep orada bir doğa olayı olarak sürekli bir şekilde kendisini hatırlatmaya devam ediyor. Sadece 2011 yılı içerisinde Simav, Tekirdağ ve Elazığ gibi kentlerimizde gündelik hayatı sekteye uğratan depremler yaşandı ve depreme hazırlıklı olunmadığı Simav depreminin ardından 3 ay geçmesine rağmen insanlarımızın hala çadırlarda yaşıyor olduğu gerçeğiyle bir kez daha ortaya konulmuş oldu.

17 Ağustos depreminin üzerinden 12 yıl geçtikten sonra geç de olsa, TMMOB‘nin yıllardır gerekliliğini vurguladığı  "Ulusal Deprem Strateji ve Eylem Planı"nın hazırlanmış olması olumlu bir adımdır. Ancak Ulusal Deprem Strateji ve Eylem Planı"nın hazırlanmasından çok hayata geçirilmesi son derece önemlidir. Bu nedenle planda yer alan eksikliklerin giderilmesi, planın uygulanmasının önündeki engellerin ortadan kaldırılması anlamına gelecektir. Eğer "Ulusal Deprem Strateji ve Eylem Planı" kâğıt üzerinde kalan bir plan olmayacaksa,  içerdiği görev dağılımı belirsizliğinin giderilmesi, hangi işin hangi kurumlarca üstlenileceğine açıklık getirilmesi şarttır.

 

TMMOB‘nin uzmanlıklarından faydalanılması gerekmektedir. TMMOB ve uzman odalarının eylem planında ilgili kuruluşlar olarak yerini alması planın bilimsel bir yolla hayata geçirilmesine katkı sunacaktır. Planda "Meslek odalarının Afete Hazırlık, Müdahale ve zarar azaltma ile ilgili mevcut çalışmalarının değerlendirilmesi ve işbirliği imkânlarının geliştirilmesi" şeklinde yeni bir eylem tanımlamasına gidilmesi mümkündür. Böylelikle TMMOB‘nin yaptığı çalışmalardan da afet öncesi, anı ve sonrasında daha etkili bir şekilde yararlanılmış olunabilecektir.

Şimdi siyasi iktidar, ya "Ulusal Deprem Strateji ve Eylem Planı"ndaki eksiklikleri gidererek, TMMOB ve bağlı Odaları planın oluşturulma sürecine dâhil ederek uygulamaya yönelecek, ya da bu plan da tıpkı geçmiş çalışmalar ile aynı kaderi paylaşıp tozlu raflarda yerini alacaktır.

"Deprem Bölgeleri Haritası"na göre, yurdumuzun %92‘sinin deprem bölgesi içerisinde yer aldığı, nüfusumuzun %95‘inin deprem tehlikesi altında yaşadığı ve ayrıca büyük sanayi merkezlerinin %98‘i ve barajlarımızın %93‘ünün deprem bölgesinde bulunduğu bilinmektedir. Son 60 yıl içerisinde depremlerde, sayısı altmış bine ulaşan vatandaşımız hayatını kaybetmiş, yüz yirmi bini aşkın kişi yaralanmıştır. Yaklaşık olarak 420.000 bina yıkılmış veya ağır hasar görmüştür. Sonuç: Türkiye, depremle bir arada yaşamaya mecbur bir ülkedir.

Buna rağmen İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin gibi fazla göç alan şehirlerimizde konutların %40‘ı kaçak ya da ruhsatsızdır. Yapı kullanma ruhsatları dikkate alındığında bu oran %67 ye çıkmaktadır. Bina stokunun%10‘unun yenilenmesi, %30‘unun onarılması gerekecektir. Konutların %40‘ı ise oturulabilir değildir.

Bilime ve mühendisliğe, akla ve uygarlığa aykırı olarak siyasal iktidarlarca uygulanan rant politikaları nedeniyle, ülkemiz sadece bir "deprem ülkesi" değil bir "afet ülkesi" olmuştur. Bunun ekonomik sonucu olarak her yıl GSMH‘nın ortalama %3 ile %7‘si afet zararlarını karşılamaya harcanmaktadır.

Gerçekte hepsi birer doğa olayı olan deprem, heyelan, çığ ve kaya düşmesi, su baskını vb. olaylar;

● Bilinçsizce verilmiş yer seçimi kararları,

● Mühendislik verilerinden yoksun imar planları,

● Düşük standartlarda ve mühendislik hizmeti görmemiş yapı üretimi,

● Kısaca ranta dayalı, hızlı, düşük nitelikli, tasarımsız ve plansız kentleşme ve sosyoekonomik politikalar sonucu afete, yani insani ve ekonomik yıkıma dönüşmektedir.

Bu iktidar döneminde de ülkemizin deprem tehlike ve riskinin büyüklüğüyle orantılı politikalar ve programlar geliştirilmemiştir ve geliştirilmesi yönünde bir iradenin olduğu da görülmemektedir. Siyasal İktidar, nedense imar yasasını, afetler yasasını, yerel yönetimler yasasını hala düzenleyememiştir.

Depremle oluşacak  hasar, zarar ve can kayıplarının azaltılmasının bilinen tek yolu, mühendis, mimar ve şehir plancılarının ortak katkı ve çabalarıyla yer seçiminden başlayarak yerleşim alanlarını planlanmak, depreme dayanıklı yapılar tasarlamak ve üretmektir. Bunun için, deprem öncesi, sırası ve sonrasında yapılacak çalışmalarda kamu yararı ve ülke çıkarı doğrultusunda ulusal bir deprem politikası belirlenerek ciddi programlar oluşturulmalı ve daha da önemlisi bunlar yaşama geçirilmelidir.

Değerli Basın Mensupları,

Her 17 Ağustosta söylediklerimiz ve yazdıklarımızın artık sona ermesini, siyasal iktidarlarca ve yerel yönetimlerce dikkate alınmasını istiyoruz. Bu ülkenin insanlarına karşı sorumluluğu olan biz mühendis ve mimarların, yaşanacak deprem felaketlerinde meydana gelebilecek can ve mal kayıplarını en aza indirecek bilgi ve birikimlerine önem verilmesini, dikkate alınmasını istiyor ve bıkmadan dile getiriyoruz. TMMOB ve bağlı odaları 17 Ağustos acılarının benzerlerinin yaşanmaması için bu konudaki haklı ve inançlı tavrını ayni kararlılıkla sürdürecektir.

Depremlerin ve doğa olaylarının "afet" olarak yaşanması ülkemizin ve halkımızın yazgısı olamaz! Olmamalıdır!

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

 

TÜRK MÜHENDİS VE MİMAR ODALARI BİRLİĞİ

İZMİR İL KOORDİNASYON KURULU

 

Okunma Sayısı: 828