SÖZLEŞMELİ MODEL TARIMIN SORUNLARINI ÇÖZEMEZ

İZMİR ŞUBE ( )
31.08.2020 (Son Güncelleme: 11.09.2020 13:11:26)

Şubemiz tarafından son dönemde domates üreticilerinin yaşadığı sıkıntılar ve sözleşmeli tarımın getirdiği olumsuzluklar üzerine Kınık’ın Dündarlı köyünde, köy muhtarı Ahmet Kanat’ın domates tarlası önünde, Bergama ve Kınık Ziraat Odaları, İzmir Milletvekili Mahir Polat, CHP Bergama ve Kınık İlçe Başkanları, Bergama Belediyesi’nden meclis üyeleri, İzmir Büyükşehir Belediyesi Bakırçay Yerel Hizmetler Müdürü ve üreticilerin katılımıyla basın açıklaması gerçekleştirdik.

Son günlerde domateste üretici eline geçen fiyatların maliyetleri karşılayamayacak düzeye inmesiyle gündeme gelen sözleşmeli tarım konusu aslında ülkemizde yeteri kadar tartışılmadan neredeyse tarımın ve üreticinin tek kurtuluş reçetesi olarak sunulmaktadır. Bu nedenle meselenin tek bir üründe yaşanan soruna indirgenmeden daha genel çerçevede sözleşmeli tarım ve onun tarım-gıda sistemi açısından anlamı üzerinden gündeme getirilmesi gerekmektedir. Tarımın küresel ekonomi-politik zemini üzerinden bir değerlendirme yapıldığında, içinde bulunduğumuz dönem neoliberal politikaların ve şirketlerin hakimiyetini ifade eden 3. Gıda Rejimi olarak adlandırılmaktadır ve Türkiye de bu rejimin bir parçasıdır.

Sözleşmeli tarım yeni bir olgu değildir. Ülkemizde ilk sözleşmeli üretim şeker pancarı üretimi için kooperatif ortağı olan çiftçilerle yapılan sözleşmeye ve üretilen pancarın kooperatif veya kamu fabrikalarında işlenmesine dayanmaktadır. Bu kapsamda geçmişi çok daha gerilere gitmesine rağmen sözleşmeli tarım ilk defa 1996-2000 yıllarını kapsayan 7. Beş Yıllık Kalkınma Planında kendisine yer bulmuştur. Ayrıca 2006 yılında çıkarılan Tarım Kanunu’nda da tarım sektöründe sözleşmeli üretimin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması hedefi yer almıştır. En son gıdada üretimden tüketime arz zincirinin dijital ortama taşınması amacıyla hazırlanan Dijital Tarım Pazarı (DİTAP) uygulamasının sözleşmeli tarımı yaygınlaştırmak için atılan bir adım olduğu ifade edilmiştir. Dolayısıyla belli bir tarihselliği olan sözleşmeli tarımın 1980 öncesi ve sonrasında tarım politikaları açısından ifade ettiği anlam ve yerine getirdiği işlevler farklılaşmaktadır. Geçmişte tarım politikalarının yönlendirilmesinde istisna diyebileceğimiz bir model günümüz politikalarının belirlenmesinde esası oluşturmaya başlamıştır.

Bu değişimin ve eksen kaymasının temel nedeni, 1980 sonrası ekonomi politikalarında ithal ikâmecilikten ihracat hedefli bir politikaya geçilmesidir. Genel ekonomi politikasına ilişkin bu değişim tarımdaki yansımasını özellikle 2000’li yılların başından itibaren hissettirmiştir. Bu kapsamda yurtiçi tüketim ve kullanım açısından stratejik diyebileceğimiz ürünler yerine uluslararası pazarlarda kendisine yer bulabilecek katma değeri yüksek ürünlere öncelik verilmeye başlanmıştır. Bu ürünler içinde işlenmeye uygun meyve ve sebzeler başı çekmektedir. Dolayısıyla geçmiş yıllara göre kamu eliyle fiyat müdahalelerinin ve destekleme alımlarının büyük oranda azaldığı, buna bağlı olarak piyasaya bağlı belirsizliklerin arttığı bir ortamda, kendi ürününü işleme ve pazarlama imkânı bulamayan çiftçiler için sözleşmeli tarım modeliyle üretim yapmak söz konusu belirsizlikleri en aza indirmek adına bir seçenek haline gelmiştir. Bu yönüyle sözleşmeli tarım tabiri yerindeyse çiftçilere ölümü gösterip sıtmaya razı etmenin bir aracı haline dönüşmüştür.

Günümüzde sözleşmeli tarım; sanayici açısından istediği zamanda, istediği kalitede, istediği fiyattan hammaddeye ulaşmanın en etkili yolu olarak görülürken; çiftçi açısından pazarı garantilemenin ve kimi zaman girdi temin etmenin en kolay yolu olarak tarif edilmekte ve bir kazan-kazan ilişkisine vurgu yapılmaktadır. Buna karşılık son günlerde domateste üretici eline geçen fiyatların, dönem öncesi sözleşmeyle belirlenen fiyatların ve maliyetlerin altına düşmesi ilişkinin hiç de bir kazan-kazan ilişkisi olmadığını göstermiştir. Üretim maliyetlerinin ortalama 45 kuruş olduğu, dönem öncesinde 55 kuruştan sözleşmelerin yapıldığı ortamda üretici eline geçen fiyatların 30-35 kuruşa kadar düştüğü dile getirilmektedir. Türkiye’de özel sektör kanalıyla sözleşmeli üretimin ilk uygulaması salçalık domateste olmuştur. Sözleşmeli tarımın özel sektör ayağında tarihsel açıdan en eski geçmişe sahip bir üründe bugün yaşananlar, sıkıntının köklerinin çok derinlerde ve yapısal bir sorun olduğunu da ortaya koymaktadır.

Bu süreçte özellikle üzerinde durulan başlıklardan birisi sözleşme koşullarıdır. Firma ve çiftçi arasında yapılan sözleşmelerin firma lehine tek taraflı olduğu yıllardır gündeme getirilmektedir. Bu durum örgütlü ve kurumsal yapılar olarak ifade edebileceğimiz şirketlerle; örgütsüz ve büyük bir bölümü küçük ölçekli aile tarımı yapan çiftçileri karşılaştırdığımızda hiç de şaşırtıcı değildir. Firmalar ve çiftçiler arasında piyasayla ilgili her türlü bilgiye ulaşma anlamında da genellikle firmalar lehine işleyen bir asimetri bulunmaktadır. Bu bilgi asimetrisi sayesinde piyasadaki her türlü gelişmelere karşı firmalar çiftçilere göre çok daha kolay aksiyon alarak çıkarlarını koruyabilmektedir. Böylesi eşitsiz bir yapıda gerçekleştirilen sözleşmeli tarım; firmaların arazi için herhangi bir ödeme yapmadan, işçi istihdam etmeden, doğa kaynaklı risk ve belirsizlikler ile iş kazalarının doğuracağı sorumluluğu çiftçiye transfer ederek, düşük maliyetlerle istediği en iyi hammaddeye ulaşmaya çalıştığı; çiftçinin ise bir anlamda kendi tarlasında her türlü güvenceden yoksun işçiye dönüştüğü bir hal almaktadır.

Bu eşitsiz yapıyı kırmanın yolu olarak ortaya konulan önerilerin başında çiftçilerin kooperatifleşmesi gelmektedir. Ancak burada asıl sorulması gereken soru nasıl bir kooperatifleşme sorusudur. Zira yurt dışında da örnekleri olan sendika benzeri “pazarlık kooperatifi” adı altında gidilecek örgütlenmeler belki bugünkü noktadan daha iyi bir duruma işaret eder ancak sorunlara kalıcı çözüm getirmede yetersiz kalacaklardır. Bu çerçevede dikey bütünleşmeyi sağlamış; yani girdi temininden başlayarak, üretimi, işlemeyi, paketlemeyi ve pazarlamayı yapabilecek kapasitede, evrensel kooperatifçilik ilkeleriyle uyumlu bir örgütlenmenin hedeflenmesi gerekmektedir. Kamucu politikalarla ve kurumlarla desteklenmiş, dikey bütünleşmenin sağlandığı, demokratik bir kooperatifçilik sisteminde bugün yaşadığımız sorunların en az düzeye indirilebileceği söylenebilir.

Türkiye’de ve tüm dünyada tarım-gıda sistemindeki kırılganlıkları su yüzüne çıkartan pandemi süreci birçok alanda olduğu gibi tarımda da 1980 sonrası terk edilen kamusal politikaların ve temelini yerelden alan demokratik ve kamucu bir kalkınma anlayışının ne kadar önemli olduğunu hepimize hatırlatmıştır. Domateste yaşananlar, bir kez daha piyasanın insafına terk edilen çiftçilerin mağdur olduğunu göstermiştir. Yaşanan bu ve benzeri mağduriyetlerin sonucu her geçen yıl üretimden kopan çiftçi sayımız artmaktadır. Çiftçi Kayıt Sistemi- ÇKS’ye kayıtlı çiftçi sayısı 2002 yılında 2 milyon 588 bin iken, 2019 yılında 2 milyon 83 bine ve Ağustos 2020 itibariyle de 1 milyon 803 bine düşmüştür. Bu tablo ilerleyen yıllarda sadece çiftçilerin değil ülkedeki herkesin gıda güvencesinin risk altında olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla vakit kaybetmeden neoliberal ideoloji kapsamında geliştirilen politikalardan uzaklaşarak; sosyal, ekonomik ve ekolojik açıdan çok daha sağlıklı bir tarımsal yapı vadeden Gıda Egemenliğine dayalı politikaların geliştirilmesine odaklanılmalıdır.

ZMO İzmir Şubesi

Okunma Sayısı: 256