GIDA HATTI: DÜNYA GIDA GÜNÜ: DÜNYAYI BESLEYEN KAHRAMANLARA SAYGI DURUŞU!- 16 EKİM 2020
16 Ekim Dünya Gıda Günü için bu yılın temasını, “Büyütelim, Besleyelim; Hep Birlikte Sürdürelim” olarak belirleyen FAO, dayanışma ve işbirliğinin önemine dikkat çekiyor.
16 Ekim, dünya üzerindeki yetersiz beslenen ve aç insanların acısına dikkat çekmek, farkındalığı yaymak ve açlık felaketine karşı insanları harekete geçirmek amacı ile her yıl BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün ( FAO ) 1945’teki kuruluşunun yıldönümü olarak 150’den fazla ülkede “Dünya Gıda Günü” olarak kutlanıyor.
FAO’nun kuruluşunun 75. Yıldönümünün de kutlanacağı Dünya Gıda Günü’nün bu yılki teması, “Büyütelim, Besleyelim; Hep Birlikte Sürdürelim” olarak belirlendi.
TMMOB’un teması; “Pandemi Sürecinde Gıda ve Tarım Politikaları”
16 Ekim Dünya Gıda Günü dolayısıyla TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Başkanı Yaşar Üzümcü, Kimya Mühendisleri Odası Başkanı Ali Uğurlu ve Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Baki Remzi Suiçmez, ortak bir açıklama yaptılar.
Dünya Gıda Günü için geçmişten günümüze belirlenen temalar çerçevesinde dünya ölçeğinde henüz ciddi bir başarıdan söz etmenin mümkün olmadığı vurgulanan açıklamada, Gıda, Kimya ve Ziraat Mühendisleri Odaları olarak bu yılın temasının “Pandemi Sürecinde Gıda ve Tarım Politikaları” şeklinde belirlendiği belirtildi.
Koronavirüs (Covid-19) salgınının insanların sağlık hakkı kadar, yeterli ve dengeli beslenme ile bağışıklık sisteminin güçlenerek sağlıklı yaşayabilmesi için temiz su ile yeterli ve sağlıklı gıdaya erişiminin gerekliliğini bir kez daha gösterdiği dile getirilen açıklamada, şunlar kaydedildi:
“Gıda güvencesi, Gıda egemenliği, Gıda güvenliği”
“Salgın döneminde en fazla gündeme gelen kavramlar gıda egemenliği, gıda güvencesi ve gıda güvenliği olmuştur. Gıdanın bulunabilirliği, gıdaya ulaşılabilirlik, gıdanın kalitesi ve güvenliğini kapsayan “gıda güvencesi”; herkesin yeterli, güvenli ve sağlıklı gıdaya kolayca ve sürdürülebilir bir şekilde ulaşma hakkıdır. Kamu sağlığının korunabilmesi adına zorunlu olan “gıda güvenliği”; erişilen gıdanın fiziksel, kimyasal ve biyolojik her türlü zararlanmalardan uzak, sağlıklı ve vücuda yarayışlı olma halidir. “Gıda egemenliği” ise; halkların ekolojik ve sürdürülebilir yöntemlerle üretilen, sağlıklı, kültürel olarak uygun gıdalara sahip olma ve kendi gıda, tarım sistemlerini ve tarım politikalarını belirleyebilme hakkına sahip olmalarıdır.
Yaşamakta olduğumuz iklim değişikliği, su kaynaklarının kirlenmesi, ormanların, sulak alanların ve ekosistemlerin tahrip edilmesi, tarım alanları ve meraların amaç dışı kullanılması, yoğun girdi kullanımına dayalı endüstriyel tarım, artan nüfus gibi sorunlar yakın gelecekte su krizine, toprak kıtlığına ve dolayısıyla gıda krizine neden olacaktır. Pandemi süreci, yaşanan sorunları daha da artırmış ve yaşanan krizleri derinleştirmiştir.
Dünyada ve de ülkemizde gıda ve tarımda yaşanan sorunların temel nedeni, sermayenin çıkarlarını insanlığın ortak çıkarlarının üstünde gören küresel kapitalist sistem, tarım ve gıda üretimi ile tedarikindeki tekelleşmedir. Bugün itibariyle, hemen her alanda olduğu gibi gıda ve tarım alanında da sayısı onu geçmeyen çok uluslu şirketler dünya piyasasına hâkim durumdadır. Yaşanan sorunlar bölgesel değil, tüm dünyayı ilgilendiren sorunlardır ve çözümü için tüm ülkeler birlikte hareket etmek zorundadır.
135 milyon kişi gıda güvencesi açısından krizde!
Pandemi süreci tüm dünyada yeterli gıdayı üretmenin ve güvenli gıdaya ulaşmanın önemini daha da artırmıştır. Koronavirüs salgını küresel düzeyde uygulanan tarım ve gıda politikalarının değişmemesi halinde dünyada bir gıda kıtlığı ve gıda krizi yaşanacağını açıkça göstermiştir. Covid-19 salgın sürecinde gıda ihracatındaki kısıtlamalardan dolayı tedarik zincirinin bozulması nedeniyle, başta en yoksul ve kırılgan ülkeler olmak üzere, tarımda dışa bağımlı hale gelmiş ülkelerde gıda güvensizliği tehdidiyle karşı karşıya kalınmasıdır.
FAO`nun da içinde yer aldığı Küresel Gıda Krizleri Ağı`nın açıkladığı 2020 yılı raporunda; 55 ülkede 135 milyon kişinin gıda güvencesi açısından kriz düzeyinde ya da daha kötü durumda olduğu, Covid-19 salgınının da etkisiyle daha ciddi sıkıntılar yaşanabileceğini, Koronavirüs salgınının gıda ticareti ve piyasalar üzerindeki etkilerinin hafifletilmesine ilişkin olarak ülkelerin gıda tedariki, küresel gıda ticareti ve gıda güvenliği üzerine ayrıca özen göstermeleri gerektiği vurgulanmıştır. Umarız gelinen bu noktada, dışa bağımlı olmayan sürdürülebilir tarım ve gıda üretimi ile ülkelerin gıda egemenliğinin önemi bir kez daha anlaşılmıştır.
Yüzde 8,5 açlık sınırında yaşıyor!
Gıda güvencesinin sağlanamadığı bir dünyada, adil ve demokratik bir düzen içinde yaşayabilmek hayal olacaktır. Bugün dünyada 800 milyonun üzerinde insan yani her 9 kişiden biri yatağa aç girmektedir. Ülkemizde ise insanlarımızın %22`si yeterli gıdaya ulaşamamakta %8,5`u ise açlık sınırında yaşamaktadır. İnsanlık için kâbus olan bu yokluğu ve yoksulluğu yenmek için sorumluluk almak hepimizin ortak toplumsal görevidir. Unutulmamalıdır ki, dünya üzerinde üretilen tarım ve gıda ürünleri 7,5 milyarı geçen dünya nüfusunu beslemeye yetecek miktardadır. Eğer dünyada açlık varsa bu yetersiz bitkisel ve hayvansal ürünler ve gıda arzından değil, adil olmayan gelir ve gıda dağılımından kaynaklanmaktadır.
Yaşanan küresel salgın, dünya genelinde kamunun rolünün, özel sektöre bağlı serbest piyasa ekonomisinin, küresel ticaret kurallarının ve uluslararası ilişkilerin yeniden sorgulanmasına yol açmıştır. Pandemi yasakları nedeniyle mevsimlik işçi temininde ve gıdaya erişimde yaşanan ciddi aksaklıkların salgından daha tehlikeli sonuçlar doğurabilecek olması tüm ülkelerin tarım politikalarını yeniden gözden geçirmelerini zorunlu kılmıştır. Pandemi sürecinde ülkeler kendi üretimlerini ve stoklarını artırmaya çalışmakta, sınırlarını kapatmakta, ihracat yasakları koymakta, dış ticaret hacmi daralmakta, korumacılık önlemleri artmaktadır. Ülkemizde ise söylem dışında maalesef yerli üretimi ve üreticiyi korumaya yönelik somut politikalar uygulamaya konulmamaktadır.
“Ekonomik kriz, tarım ve gıda üretimini olumsuz etkileyecek”
Ülkemiz açısından yakın gelecekte yaşanacak en önemli sorun alanlarında biri, şu an yaşanan ekonomik krizin tarım ve gıda üretimine yapacağı olumsuz etkiler olacaktır. Ülkemizin tarımsal üretiminde yaşanan yapısal sorunlara kalıcı çözümler bulunmadan, Covid 19 salgınıyla beraber bunlara her geçen gün yenilerinin eklenmesi, sorunları dışalımcı politikalarla çözmeye yönelik kolaycı yaklaşımların hız kesmeden devam etmesi, gübre, mazot, tohum, zirai ilaç ve yem gibi dışarıya bağımlı temel girdi fiyatlarının artan döviz fiyatlarıyla daha da pahalılaşması, uzun vadeli yeterli destekler yerine kısa vadeli ve geç ödenen yetersiz destekler nedeniyle çiftçimizin önünü görememesi gibi haklı gerekçelerle ile kâr elde edemeyen çiftçilerimizin üretmekten vazgeçmesi ve üretim alanını terk etmesi, ülkemizin yaşanan gerçekleridir.
Tarım alanlarının, tarımsal üretimin, çiftçi sayısının, kırsal alan nüfusunun sürekli düştüğü bu süreçte, en büyük pay aracılara ve sözleşmeli tarımla çiftçiyi taşeronu olarak kullanan büyük şirketler, market zincirleri ile ithalatçı firmalara gitmektedir. Gıda enflasyonu kavramıyla yaratılan algı yönetimi sürecinde tarımsal girdi fiyatları enflasyonun üstünde, tarımsal ürünlerin tarladaki fiyatı enflasyonun altında, marketteki fiyatı ise enflasyonun üstünde kalmakta, üreten çiftçi para kazanamamakta, tüketiciler ise pahalı gıda tüketmektedir. Bu durum, ülkemizi önümüzdeki süreçte ciddi anlamda gıda güvencesi ve gıda tedariki sorunuyla karşı karşıya getirecektir.
“Gıda sektörü çalışanlarının sağlığı güvenceye alınmalı”
Salgın, afetler ve olağan dışı durumlarda toplumun temel ihtiyaçlarını karşılamak adına çalışması gereken sektörlerden biri de gıda sektörüdür. Gıda sektörü emekçileri kısıtlamalara rağmen üretime devam etmek zorunda kalan bir alanın çalışanlarıdır. Bu dönemde temel ihtiyaç kategorisinde yer alan gıdanın “güvenilir gıda” zincirinde arzını sürdürebilmek ve sektör çalışanlarının sağlığının güvencesini sağlamak toplumsal bir görevdir.
Son yıllarda gıda güvenliği alanındaki dikkat çekici gelişmelere rağmen, gıda kaynaklı hastalıkların küresel boyutu hala kabul edilemez düzeydedir. Dünya`da her yıl yaklaşık 600 milyon kişi -ki bu her on kişiden birine denk gelmektedir- hijyenik olmayan gıdaları tükettikten sonra hastalanmakta ve bu grup içerisinden 420.000`i yaşamını yitirmektedir. Sadece bu rakam, gıda güvenliğinin yaşamımızın ne kadar değerli bir parçasını oluşturduğunu daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. Güvenilir gıda, yalnızca daha iyi sağlık ve gıda güvenliği için değil, aynı zamanda geçim kaynakları, ekonomik gelişme, ticaret ve her ülkenin uluslararası itibarı için giderek daha çok önem taşımaya başlamıştır.
Lüks tüketim alışkanlığı ve gıda israfı!
Çağımız hastalığı olan aşırı ve lüks tüketim alışkanlığı, gıdaya adil ulaşmanın önündeki en büyük engellerden biri olup, bu alışkanlık gıdada israfı da beraberinde getirmektedir. Yılda yaklaşık 1,3 milyar ton gıda çöpe giderek heba olurken, sadece bu tüketilmeyen ya da tüketilemeyen ve çöp olarak son bulan üretim fazlasıyla bile açlık çeken 821 milyon insanı doyurabilmek mümkündür. Gıda kaybı ve israfının ülke ekonomilerindeki büyük yükü pandemi sürecinde artmış ve gıdaya erişim imkanını daha da kısıtlamıştır.
Bir zamanlar kendi kendisine yeten ülke olarak övündüğümüz ülkemiz, gıda ve tarım alanında büyük oranda dışa bağımlı hale gelmiştir. Özellikle 1980`li yıllardan sonra uygulanan dış odaklara bağımlı, desteklerin kaldırılması ve azaltılmasına, dışalıma, özelleştirmelere dayalı tarım politikalarının ülkemizde kronikleşen tarım ve gıda sektörü sorunlarını günümüzde de çözemediği ortadadır. Bu olumsuz gidişe dur demek zorundayız. Her koşulda üretmeye devam etmek, üretimi ve üretenleri desteklemek zorundayız.
“Kamucu Tarım ve Gıda Politikaları yaşama geçirilmeli”
Ülkemizde derinleşerek yaşanan ekonomi, sağlık ve gıda krizinden kurtulabilmek için ithalat kolaycılığına dayalı neoliberal ekonomi politikaları yerine üretim ekonomisini, sermayenin öncelikleri yerine kamusal çıkarları, kamu harcamalarında lüks ve savurganlığa dayalı yönetim anlayışı yerine tasarrufları, gündelik politikalar yerine planlı kalkınmayı önceleyen “Kamucu Tarım ve Gıda Politikaları” ivedilikle yaşama geçirilmelidir.
Öncelikle gıda egemenliği, gıda güvenliği ve gıda güvencesi ülkemiz gündemindeki yerini almalı, parçacı bölgesel projeler yerine ülke düzeyinde “Tarımsal Üretim Seferberliği” ilan edilmelidir. Tarımsal kamu yönetimi güçlendirilmeli, tarım ve gıda sektörü tümüyle özel sektörün inisiyatifine bırakılmamalı, üretici ve tüketicilerin üretim, ürün işleme, ürün satış, satın alma ve eğitim konularında güçlenmesi için kooperatifleşmesi desteklenmelidir. Tarım sektörüne yönelik kısa, orta ve uzun vadeli tarımda yapısal sorunları gideren planlamalar yapılmalı, büyük ovalar dahil verimli tarım arazilerimizi koruyacak şekilde ülke düzeyinde “Arazi Kullanım Planlaması” yaşama geçirilmelidir. Kendimize yeter üretim için korunan ve sulanan tarım arazilerimizde üretim miktarı artışı, ürün çeşitliliği, üretim sürekliliğini sağlayacak ve Tarım Kanunu`na göre belirlenen zamanında ödenecek somut desteklerle yönlendirilecek “Tarımsal Üretim Planlaması”na geçilmelidir.
Dünya çiftçileri ile rekabet ortamı oluşturmak için üretim ortamı iyileştirilmeli, mevcut destekler artırılmalı, girdi maliyetleri düşürülmeli, ucuz kredi olanakları oluşturulmalı, ürün ve girdi destekleri üretime ve üretene verilmelidir. Girdi temininde KDV muafiyetleri ivedilikle sağlanmalıdır. Hayvancılığın gelişmesi sağlanarak, üreticinin gelir artışı yanında, vatandaşın sağlıklı et, süt ve süt ürünleri tüketmesi için kalıcı özel önlemler alınmalıdır. Ar-Ge çalışmalarına ciddi yatırım yapılarak yerli girdi ve teknoloji üretimine yönelik çalışmalar hızlandırılmalıdır. Tarımsal hammadde, girdi ve ürün dışalımı kısıtlanmalı, dışsatım olanakları artırılmalıdır. Doğru ve yeterli beslenmede gıda çeşitliliğinin önemi algılanmalı, bu kapsamda küçük aile işletmeleri, yerli çiftçi, yerel tarım ve yerli üretimi destekleyici politikalar uygulanmalıdır.
Özetle; çiftçilerimizin tarım ürünlerini üretebileceği olanakların güçlendirilerek yerli ve yeterli üretime geçilmeli, tüketicilerimizin de bu gıdalara uygun fiyatta sürdürülebilir bir şekilde ulaşması sağlanmalıdır.
“Merdiven altı üretim, stokçuluk, fahiş fiyatlar denetlenmeli”
Gıda denetimi sisteminin bütünüyle ele alınıp yaşanan sorunların uygun koşullar oluşturularak kamu denetiminde ivedilikle çözülmesi gerekmektedir. Mevcut yasal düzenlemelerde gerekli değişiklikler gecikmeksizin yapılmalı, insan sağlığını olumsuz etkileyecek gıda faaliyetinde bulunanlar “insan yaşamına kastetmek” hükmü doğrultusunda değerlendirilmeli ve cezai müeyyideler buna göre belirlenmelidir.
Kamu sağlığını gözetmeyen merdiven altı ve riskli katkı ve kalıntılar taşıyan gıda ham maddeleri ile yapılan üretim, stokçuluk ve fahiş fiyatlar, doğru, etkin ve hızlı şekilde denetlenmeli, gerekli ve yeterli cezalar verilmelidir. Gıda işletmelerinde “istihdamı zorunlu personel” olarak gıda denetçisi görevi yapan Ziraat Mühendisleri, Gıda Mühendisleri, Kimya Mühendisleri dahil gıda konusunda öğrenim görmüş ilgili kişilerin yetki ve sorumlulukları açıkça düzenlenmeli, güvenilir gıda temininde toplumsal sorumlulukla birlikte bilimsel çalışmalarının önü açılmalıdır.
Gıda denetimleri, özerk, bağımsız ve bilimsel esaslara göre yeterli gıda denetçisi ve uygun alt yapı hizmetleriyle uygulanmalı, bu faaliyetler Bakanlık ile iş birliği içinde ilgili Meslek Odalarınca etkin ve eşzamanlı denetlenmelidir. Kamusal gıda denetimine yönelik kamu personel sayısı artırılmalıdır. Üretim sonrası nakliye ve depolama uluslararası standartlara uygun yapılmalı, tüketicilerin gıda okuryazarlığının geliştirilmesi için, okul öncesi eğitim başta olmak üzere ilk ve orta öğretim müfredatına gıda güvenliğiyle ilgili dersler konulmalı, kamu spotları gibi yayınlar ile halk bilgilendirilmelidir.
Açlık ve yoksullukla mücadele gıda emperyalizmine karşı verilecek mücadeleden geçmektedir.”
“Açlık sorunu devam ediyor”
Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Bayraktar da açıklamasında, “Büyütelim, besleyelim, hep birlikte sürdürelim” temasının yeterli ve sürdürülebilir gıda üretimine vurgu yaptığını belirterek, “FAO’nun Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenmenin Durumu raporuna göre; 2019 yılında yaklaşık 690 milyon insanın yetersiz beslendiği, kronik açlık çektiği tahmin ediliyor. Yani dünyadaki her on kişiden biri açlık çekiyor. Yine 3 milyar kişi de sağlıklı beslenemiyor. Hatta raporda koronavirüs pandemisinin 2020’nin sonu itibariyle dünya genelinde 130 milyon kişiyi daha kronik açlığa sürükleyebileceği belirtilmektedir” dedi.
Dünyada açlık sorununun devam ettiğini, hatta aç insan sayısının hedeflenen şekilde azalmadığının altını çizen Bayraktar, “BM’ye üye 193 ülke oy birliğiyle 2030’a kadar açlığın sona erdirilmesini hedeflemiş bulunuyor. Özellikle yoksullar ve çocuklar başta olmak üzere herkesin bütün yıl boyunca güvenli, besleyici ve yeterli miktarda besine erişimini güvence altına alınması önemli bir hedeftir. Ancak bu hedefe ulaşmak için yeterli çalışmalının yapılmadığı da bir gerçektir” diye konuştu.
“Açlığa son vermek için gıda israfının önüne geçilmeli”
Dünyada herkese yetecek kadar gıda üretilmesine rağmen açlık çeken insan sayısının bir türlü azalmadığını ifade eden Bayraktar, şöyle devam etti:
“Dünyada yaşanan açlığı yok etmek için üretilen gıdanın dengeli dağıtılması ve israfın en aza indirilmesi büyük önem taşımaktadır. Her sene dünyadaki gıdanın yüzde 14’ü satış aşamasına ulaşamadan kaybedilmekte ve yaşanan gıda kaybı yıllık 400 milyar dolara mal olmaktadır.
Türkiye’de her yıl yaklaşık 19 milyon ton gıda israfı yapılmakta, bu neredeyse ürettiğimiz gıdanın beşte biri oranına denk gelmektedir. Türkiye’deki gıda kaybı düzeyi yüzde 40 civarındadır. Açlığa son vermek için gıda israfının önüne geçmeliyiz.”
“Tarım ve Gıda Sektörü durursa, hayat durur”
Sağlıklı ve yeterli gıdaya ulaşmasının her bireyin en temel hakkı olduğunu vurgulayan Bayraktar, gıda üretiminin temelini oluşturan tarım sektörünün öneminin koronavirüs pandemisinde daha net görüldüğünü belirtti.
Bayraktar, Türkiye’nin salgınla mücadele sırasında gıda güvenliği açısından başarılı bir tablo çizdiğini, üretimin kesintisiz sürdüğünü, gıda ürünlerinin aksama yaşamadan tüketici ile buluşturulduğunu ifade etti.
Bu dönemde, her ülkenin kendi tarımını korumak ve sürdürmek için tedbirler aldığını, ülkelerin önceliğinin gıda güvenliğini sağlamak olduğunu vurgulayan Bayraktar, “Bu süreçte üretimi ile hayati bir rol üstlenen tarım ve gıda sektörü durursa, ülkemizde hayat durur. Üretimin aksamadan sürdürülebilmesi için gerekli tedbirler alınmalıdır” ifadelerini kullandı.
TVHB’den Dünya Gıda Günü açıklaması
Türk Veteriner Hekimleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı Ali Eroğlu da, 16 Ekim Dünya Gıda Günü dolayısıyla basın açıklaması gerçekleştirdi.
Günümüzde bir yandan sağlıklı, güvenilir ve yeterli gıdaya ulaşmadaki çarpıklıklar, adil olmayan paylaşımlar sonucunda açlık ve açlıktan kaynaklanan hastalıklar ve ölümler devam ederken, diğer yandan da sosyal doku hırpalanarak değerlerin yozlaşması ve kaybolması yaşandığını belirten Eroğlu, şöyle devam etti:
“Bu durum COVID-19 Pandemisi ile daha da derinleşerek insanlığı tehdit eder boyuta ulaşmıştır.
Dünyada, her 9 insandan biri yetersiz beslenmekte, her gün açlığa bağlı nedenlerle yaklaşık 25 bin kişi hayatını kaybetmekte, yine her yıl yaklaşık 600 milyon insan güvenilir olmayan gıda tüketimi nedeniyle hastalanmaktadır. Afrika’da çocukların açlıktan ve 10 liralık antibiyotik ilaçları alamadıkları için ölmeleri acı vericidir. Durum bu iken; çeşitli uluslararası kuruluşlar yaşanan pandemi ile bu rakamların %20 civarında artacağını rapor etmektedir.
Yetersiz beslenme ve obezitenin küresel maliyeti 3,5 trilyon dolar
Açlıkla mücadelede; gıda üretiminin arttırılmasının yanında israfın ve obezitenin önlenmesi de büyük önem arz etmektedir.
Yetersiz ve niteliksiz beslenme, mikro besin elementlerinin yetersizliği gibi beslenme sorunlarının neden olduğu sağlık harcamaları ile obezite ve aşırı kilonun da küresel ekonomi üzerindeki yükünün yıllık olarak 3,5 trilyon ABD doları düzeyinde olduğu tahmin edilmektedir.
Dünya Bankası raporunda israf edilen gıdanın açlıktan ölen insanların 15 katını besleyecek miktarda olduğu bilgisi yer almaktadır. Türkiye’de 1 yıl içinde yaklaşık olarak 1,7 milyar ekmek çöpe atılırken, 214 milyar liralık gıda israfı yapılmaktadır.
Gıda güvenliğinin teminatı ve sağlıklı nesiller için nüfus artışları da dikkate alınarak herkes için erişilebilir, bugünden daha adil ve verimli gıda üretim ve paylaşım sisteminin oluşturulması kaçınılmazdır.
“İsabetli gıda politikalarına ihtiyaç var”
Türk Veteriner Hekimleri Birliği olarak belirtmek isteriz ki;
Gıdanın ve geleceğinin gerçekçi ve doğru analizlere, isabetli gıda politikalarına ihtiyacı vardır. Aksi takdirde kutlanacak nice gıda günleri meseleyi çözemeyecektir.
TÜİK’e göre, Türkiye nüfusunun 2030’da 93,3 milyon, 2040’da 100,3 milyon olması beklenmektedir. Bu nüfusun yeterli ve güvenli gıdaya erişiminin planlamalarına bugünden başlanmalıdır.
Dışarıya bağımlılığın önüne geçilebilmesi, gıdada yeterli üretim ve sürdürülebilirlik için; üretici, yetiştirici, tüketici, sanayici, sivil toplum ve meslek örgütleri, üniversiteler, sektör kuruluşları ve kamu yönetimi işbirliği ile Gıda Güvenliği Politikaları oluşturulmalıdır. Üretenden kopuk, üretenin korunamadığı bir uygulamanın başarılı olması mümkün değildir.
“Cumhurbaşkanlığına bağlı Hastalık Kontrol ve İzleme Merkezi kurulmalı”
Sağlıklı bir toplum ancak sağlıklı bir çevre, sağlıklı hayvanlar ve güvenilir gıdalar ile mümkün olabilmektedir. Bu nedenle veteriner hekimler ile insan hekimleri ve çevre sağlığı konusunda yetkin meslek gruplarının iş birliği içinde çalışması gerekir.
Ülkesel ve küresel olayların değerlendirildiği, erken uyarı, erken teşhis ve erken ve hızlı reaksiyon gösterebilme alt yapısına ve uzman bilgisine sahip, doğrudan Cumhurbaşkanlığına bağlı Hastalık Kontrol ve İzleme Merkezi’nin kurularak, Tek Sağlık uygulanmasının başlatılması zorunlu hale gelmiştir.
Her insanın yeterli ve dengeli beslenme hakkı olduğuna inanıyor, gıda dağıtımının adil olduğu bir yeni sistemin hayata geçirilmesi suretiyle gelecekte hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği, tüm insanların sağlıklı ve yeterli gıdaya ulaşabildiği bir Dünya ve Türkiye olsun istiyoruz.
“Kahramanlarımızı koruyalım!”
Tarım ve Gıda Etiği Derneği (TARGET) Yönetim Kurulu’nun açıklamasında da, Covid-19 salgınının; her konuda değerlerin, uygulamaların, politikaların ve günlük alışkanlıkların gözden geçirilmesine, önceliklerin değişmesine neden olduğu ve olmaya devam ettiğinin altı çizildi.
Bu dönemde gıdanın vazgeçilmezliğinin bir kez daha anlaşıldığını belirtilen açıklamada, şöyle denildi:
“Salgın sürecinde sınırların kapatılmasının, insan hareketlerinin sınırlandırılmasının tarım ve gıda sistemine yönelik olası olumsuz sonuçlarının fikri dahi, tüm insanlığı korkutmaya yetti.
Dünyada üretilen gıda miktarının tüm dünya nüfusunu beslemeye yeterli olduğu, ancak dağılımda eşitsizlikler olduğu uzun yıllardır bilinmekteydi. Dünyanın bir kısmı obezite ile mücadele ederken, her gün binlerce ton gıda israf edilir ya da kaybedilirken, diğer bir kısmında insanlar açlıkla mücadele ediyor. FAO güncel verilerine göre dünya üzerinde 2 milyardan fazla insan düzenli bir biçimde güvenli ve besleyici gıdaya ulaşamıyor! Salgın süreci bu yaranın daha da derinleşmesine neden oluyor.
“Sıfır açlık hedefi ile aramız açılıyor!”
Açlıkla mücadelede bir türlü ulaşılamayan “sıfır açlık” hedefi ile aramız gittikçe açılıyor.
Artık yeni bir şeyler yapma zamanıdır. Her zaman olduğu gibi salgın döneminde de kahramanca üreten ve toplumu besleyen tarım ve gıda üreticilerini korumak ve kollamak zamanıdır. Bunun yolu tarım/gıda sistemine herhangi bir ekonomik faaliyet olarak bakmamaktan geçmektedir.
Özellikle çok daha kırılgan bir yapıda olan küçük üreticilerin, aile çiftliklerinin üretkenliklerini sürdürmelerini sağlamak durumundayız. Üreticimizi ithalatla eğitmek yerine, üzerinde üretim yaptıkları toprakta, çiftlikte mutlu olmalarını; ürünlerinin pazarda hak ettiği fiyatlarla tüketici ile güvenli bir biçimde buluşmasını sağlamak, yerel üretimi ve tüketimi özendirmek zorundayız. Tarım ve gıda sistemine etik değerleri odağa alan, daha adil, daha paylaşımcı ve dayanışmacı, emeğe ve doğaya saygılı yeni bir dünya görüşü ile yaklaşmalıyız.
Yarın çok geç olabilir. Kahramanlarımızı korumak zorundayız!”
“Gıdaya erişim sorunu var”
Buğday Derneği’nin açıklamasında da, Dünya Gıda Günü’nde, her yıl olduğu gibi bu yıl da açlık, obezite, gıda israfı ve sağlıklı gıdaya erişim sorunlarının gündemde olduğuna vurgu yapıldı.
“Ancak bu kez bir fark var: Söz konusu sorunların derinleşmesine neden olan Koronavirüs (Covid-19) salgını, çoğumuzun gıda güvenliği meselesini yeniden değerlendirmesini sağlıyor” denilen açıklamada, şunlar kaydedildi:
“Salgın koşullarında sağlıklı gıdaya erişme konusunda çaba gösterenler, yerel üretim ve tüketimin sunduğu imkânlar ile birlikte gerçek ihtiyaçlarını belirlemenin, üretici-tüketici ortaklıklarının ve küçük çiftçilerin gıdanın sürdürülebilirliği için öneminin farkına varıyor.
Gıda güvenliğinin sağlanabilmesinin önündeki başlıca engellerden biri, tarım ve gıda sistemlerinin bütüncül bir değerlendirmeyle ele alınmaması. Bir yanda insan faaliyetlerinin neden olduğu çevre kirliliği ve iklim krizi, sağlıklı gıda üretimini tehdit ediyor; diğer yanda kimyasallara, yoğun üretime ve kıtalar arası gıda alışverişine sırtını dayamış endüstriyel tarım sistemi, çevre kirliliği ve iklim krizini tetikliyor. Öte yandan sözde gıda üretimini artırmak için sağlığımızı ve biyolojik çeşitliliği tehdit eden kimyasallar kullanılıyor, buna karşılık tarladan sofraya devasa bir gıda israfı sorunu yaşanıyor.
“3 milyon ton tarım zehiri; toprağı, suyu, havamızı kirletiyor”
FAO verilerine göre, her yıl dünyada kullanılan 3 milyon ton tarım zehiri, toprağı, suyu ve havayı kirletip sağlığımızı tehdit ederken, yaşanan gıda kaybının parasal bedeli, yıllık 400 milyar dolar. Söz konusu gıda kaybı ve israfı, küresel sera gazı salımının yüzde 8’ini oluşturuyor. Sağlığımıza ve doğal varlıklara ödettiği bedel ise hesaplanmıyor. Bu gizli maliyetlerle üretilen gıdanın yaklaşık 1,3 milyar tonu ise çöpe gidiyor. Bir başka deyişle çöpe giden gıdalar yüzünden sağlık sorunları artıyor, biyoçeşitlilik azalıyor, iklim krizi derinleşiyor, emekler heba oluyor, kırsalın refahı düşüyor.
Covid-19 salgını öncesinde açlıkla mücadele edenlerin sayısı 820 milyonu geçmişken, salgınla birlikte gıdaya erişimde yaşanan aksaklıklar bu sayıda yüzde 12-14 oranında artışa neden oldu. FAO’ya göre, salgın en çok tedarik zincirini etkiledi ve bu da mevcut endüstriyel gıda zincirini sorgulama gerekliliğine işaret ediyor.”
Dünya’nın Gıda’sı için önemli veriler!
- ETC Group’un “Bizi Kim Doyuracak” araştırmasına göre, küçük çiftçiler dünyadaki gıdanın yüzde 70’ini üretiyor. Buna karşın kaynakların sadece yüzde 25’ini kullanıyor. Endüstriyel gıda üreticileri ise kaynakların yüzde 75’ini kullanıp, gıdanın yüzde 30’undan azını üretiyor.
- BM’nin 2017 tarihli Genel Kurulu’nda sunulan rapora göre, prensipte dünyaya yetecek kadar gıda üretiliyor ama adaletsiz üretim ve dağıtım sistemleri nedeniyle, ihtiyacı olanların gıdaya erişimini kısıtlayan ciddi engeller oluşuyor. İronik olarak, gıda güvenliği sorunu yaşayanların büyük kısmı, özellikle düşük gelirli ülkelerde geçimlik tarımla uğraşan çiftçiler.
- Gelişmekte olan ve sanayileşmiş ülkelerde daha fazla gıda israf ediliyor. Sahra Altı Afrika, Güney Afrika ve Güneydoğu Asya’da kişi başına düşen atık yılda 6-11 kilo iken, Avrupa ve Kuzey Amerika’da tüketiciler tarafından kişi başına düşen gıda atıklarının yılda 95-115 kilo olduğu tahmin ediliyor. Kaynak: FAO
-
Türkiye’de gıda kayıp ve israfı
- Türkiye’de bir yılda yetişen 49 milyon ton meyve, sebzenin yüzde 25-40’ı heba oluyor. Türkiye’de yılda israf edilen gıda miktarı ise 26 milyon ton. Bunun parasal karşılığı 214 milyar lira, çevresel maliyeti ise bilinmiyor. Kaynak: Türkiye İsrafı Önleme Vakfı
- Salgından önce FAO tarafından yaptırılan araştırmalar, Sahra Altı Afrika’da meyve ve sebzeler için tarla içi kayıpların yüzde 50’ye kadar çıktığını tahmin ediyor; bu, dünyadaki en yüksek oran. Tahıllar ve bakliyat için, tarla içi kayıplar yüzde 18’e kadar çıkıyor ve bu, Asya’nın bazı bölgelerindekiler ile birlikte dünyadaki en yüksek seviye.
- Ticaret Bakanlığı’nın Türkiye İsraf Raporunda (2018), tüketicilerin %5,4’ünün kalan yemekleri attığı, satın alınan gıdanın %23’ünün ise tüketilmeden çöpe atıldığı belirtiliyor. Alışverişe liste yaparak gidenlerin oranı %31. Başka bir çalışmaya göre ise hanehalkı en çok meyve ve sebzeleri (%42), daha sonra ise süt ve süt ürünlerini (%41) çöpe atıyor.
- TÜİK verilerine göre tarım sektöründe istihdam edilen kişi sayısı 2002’de 7 milyon 458 bin kişiyken, 2020 Şubat ayı itibarıyla 4 milyon 157 bin kişiye geriledi. Bu da son 18 yılda 3 milyon 301 bin daha az tarım çalışanı anlamına geliyor. TÜİK verileri, tarım sektöründe istihdam edilen kişi sayısının yüzde 44 azaldığını ortaya koyuyor. Türkiye’de 2002’de 26 milyon 579 bin hektar olan tarım arazisi 2019’de 23 milyon 94 bin hektara kadar düştü. Buna göre tarım alanları 18 senede yüzde 12,3 azaldı.
Haber kaynağına ulaşmak için lütfen TIKLAYINIZ.