14 EKİM TMMOB MİTİNGİ BASIN AÇIKLAMASI
14 Ekim 2006 tarihinde Ankara’da yapılacak TMMOB mitingi hazırlıkları bağlamında İstanbul İl Koordinasyon Kurulu’nun programı çerçevesinde 12 Ekim 2006 tarihinde Taksim gezi parkı önünde “Tarım Sektörümüz, Topraklarımız ve Gıda Güvenliğimiz İçin Yürüyoruz” konulu bir basın açıklaması yaptık. Etkinliğin devamında halkımıza bildiri dağıttık.
BASINA VE KAMUOYUNA
TARIM SEKTÖRÜMÜZ, TOPRAKLARIMIZ VE GIDA GÜVENLİĞİMİZ İÇİN YÜRÜYORUZ!
1980 yılında uygulamaya konan neoliberal politikalar sonucunda tarım sektörümüz gerilemeye başlamış, günümüzde ise IMF ve Dünya Bankası (DB) kaynaklı tavsiyelerle çöküş sürecine girmiştir. IMF’nin öngörüleri, DB anlaşmaları ile uygulamaya konan “Tarım Reformu” sonucu 1999-2002 yılları aralığında;
· Tarımsal GSMH 27 milyar dolardan 22 milyar dolara gerilemiş,
· Çiftçiler yıllık net 4 milyar dolar zarara uğramış,
· Gübre ve zirai mücadele ilacı kullanımı %25-30 azalmış,
· Tarım ürünleri fiyatı %40 düşmüş, tarım kredisi kullanan çiftçiler gelirdeki düşmeye bağlı olarak borçlarını ödeyememiş,
· Çiftçimiz 450 bin hektar araziyi ekmekten vazgeçmiş,
· Tüm destekler kaldırılarak yerine konan Doğrudan Gelir Desteği (DGD) çiftçilerin net gelir kaybının ancak %35-45’ini karşılayabilmiştir.
Türkiye, sorunlarla yüklü tarım sektörüne yılda 2 milyar euro destek sağlarken, aşkın üretim kapasitesine sahip ve tek sorunu ürettiklerine pazar bulmak olan AB, tarımına yılda 42 milyar euro aktarmaktadır. Buna karşın AB, kendi uyguladığı Ortak Tarım Politikası yerine Türkiye’ye, tarım sektörünü çökerten IMF ve DB kaynaklı politikalara devam etmesini önermektedir.
Uygulanan politikalara dayanma gücü kalmayan çiftçimiz artık topraklarını terk etmeye başlamıştır. İstihdamda tarımın payı 2000 yılında %37’den, 2006 yılında %28’lere düşmüştür. Sürekli tarımdaki nüfusu azaltmak söylemiyle, uyguladıkları politikalarla kırsal alandaki insanlarımızı topraklarından zorla kopartarak şehirlere göçe zorlayan yöneticilerimize şu gerçeği belirtmek istiyoruz; Türkiye’nin kırsal alan nüfusu AB kırsalının altına inmiştir.
Kırdan kente kontrolsüz göç, sağlıksız kentlerin oluşmasına yol açmakta, tarım arazileri üzerinde ve su havzalarında gecekondu ilçeleri oluşmaktadır. Kendi su havzalarına sahip çıkmayan İstanbul, ormanlık alanları tahrip ederek Düzce’nin Melen Çayı’nı döşediği borularla getirmeye çalışmıştır. Ancak, kendi suyuna sahip çıkmayana kim su verir ki? Haklı olarak Melen halkı suyuna sahip çıkmış ve vermemiştir. Ücretsiz eğitim ve sağlık için harcanabilecek bu paralar toprağın altına gömülmüştür. Göç dalgalarından en çok etkilenen büyük kentlerimizin özellikle yağışı yüksek verimli tarım arazilerinin bulunduğu bölgelerde yer alması, bitki bitecek topraklarda beton bitmesine neden olmaktadır. Çiftçimizin terk ettiği araziler ise boş kalmakta, tarımsal üretimimiz düşmektedir.
Yılda 3 kez ürün alınabilen, polikültür tarım yapılan, tohumluk üretilen verimli tarım işletmelerimiz turizm bölgesi ilan edilmek ya da tasfiye edilmek suretiyle yapılaşmaya açılmak istenmektedir. Bu zihniyete en güzel cevabı Bursa 2. İdare Mahkemesi vermiş ve toprağı korumanın bir ulusun onuru olduğunu vurgulamıştır. Bursa’nın Orhangazi ilçesinde 1. sınıf tarım arazileri üzerinde kurulu bulunan Cargill’e karşı yıllardır diğer demokratik kitle örgütleri ile verdiğimiz mücadele sonucunda yargı, faaliyetinin durdurulması yönünde karar vermiştir.
Ülkemizde yılda 5 milyon ton tehlikeli atık ortaya çıkarken, İzmit’te bulunan tek tehlikeli atık bertaraf tesisi İZAYDAŞ yılda sadece 35 bin ton kapasiteye sahiptir. Yani bir yılda ortaya çıkan atığı yok etmek için 143 yıl gerekmektedir. Peki bertaraf edilemeyen bu atıklar nerede? Çok az bir kısmı Nisan ayında İstanbul’un ve ülkemizin çeşitli yerlerinde toprak altında variller içinde gömülü bulundu. Büyük bölümü ise akarsularımız, göllerimiz ve denizlerimizde dolaşmakta ve bu sularla temasta bulunan gıda maddelerinin içinde bizlere kanserojen madde olarak geri dönmektedir. Yılda 780 bin tonla en fazla tehlikeli atık üreten İstanbul’un Çevre Düzeni Planı tamamlandı. Planda bu konu ile ilgili hiçbir karar yok. Diğer bir sorun da bu atıkların İZAYDAŞ’ta bertarafının çözüm olmadığıdır. Atıklar, yanma sonucu dioksin denen kalıcı organik kirleticilere dönüşmekte ve özellikle hayvansal gıdalar ve su ile kanserojen madde olarak bünyemize girmektedirler.
Tamamıyla özel sektörün hakimiyetine geçen gübre ve tarım ilacı sektörü, devletin küçültülmesi adı altında büyük oranda denetimsiz kalmıştır. Bu maddelerin gelişigüzel kullanılması toprak ve su kaynaklarımızın kirlenmesine yol açmakta ve gıda güvenliği sorununu gündeme getirmektedir.
Bugünlerde Meclisimizde Tohumculuk Yasa Tasarısı görüşülüyor. Çiftçimizin binlerce yıldır en doğal hakkı olan tohum elde etme ve onları satma hakkı elinden alınmak, tohum şirketlerine dolayısıyla çok uluslu şirketlere mahkum edilmek istenilmektedir. Üç yıldır Mecliste bekleyen Biyogüvenlik Yasa Tasarısı ile yapılamayan bu tasarı ile yapılmak, genetiği değiştirilmiş tohumların ülkemize sokularak tarımsal üretimde kullanılmasının önü açılmak istenilmektedir. Herhangi bir şirketle bağlantısı olmayan, kamu yararı için çalışan bilim insanları, genetiği değiştirilmiş gıdaların insan ve çevre sağlığı açısından risklerini haykırırken, bu sorunları dile getirerek kamuoyunu bilgilendiren Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan GÜNAYDIN, oyununu bozduğu kimi çevrelerin çirkin üsluplu saldırılarına maruz kalmaktadır. Bebeklerimizin mamasına kadar girmiş Genetiği Değiştirilmiş Gıdalara hayır diyoruz. Herhangi bir yasal zorunluluk olmadığından bu gıdalar analiz dahi edilmeden serbestçe ülkemize girmektedir. Söz konusu tasarıların üreticinin ve halkımızın çıkarlarından yana, gıda güvenliğini sağlayacak şekilde yeniden revize edilmelerini talep ediyoruz.
Çok uluslu şirketlerin ülkemizde sağladığı şeker pancarı ve tütün başarısından sonra sıra şimdi de üretiminde dünya lideri olduğumuz fındığı baltalamaya geldi. 8 milyar dolarlık tarım ürünleri ihracatımızın 2 milyar dolarlık kısmını tek başına sağlayan fındık üreticimizle örgütlü kurumu Fiskobirlik arasındaki bağ hükümet tarafından koparılmak istenmiş, kg maliyeti 3.5 YTL olan fındık piyasada 2.5-3.0 YTL’ye satılmaya mahkum edilmiştir. DB tarım kooperatifleri ile birliklerin işlevsizleştirilmesini istemektedir. Çünkü küçük çiftçi ile tarımımızı bu kurumlar ayakta tutmaktadır.
Ülkemizin kalkınmasını tarım ve sanayi sektörü ile üreterek sağlamak yerine, gelir getiren KİT’lerimiz ve topraklarımız yabancılara satılmaktadır. Toprak satışlarında kağıt üzerinde yabancı isimler gözükmese de özellikle Güneydoğu’da ailesini bile geçindirebilecek durumu olmayan kişilerin bir gecede 500-1000 dönümlük arazileri satın aldıkları görülmektedir. Kimlerin finansman desteği ile kim adına bu toprakların alındığının saptanması gerekmektedir, zira İsrail’in bu şekilde kurulduğunu bir kez daha vurgulamak isteriz.
Tarım sektörü bu denli umursamaz bir zihniyet tarafından yönetilen sözde tarım ülkesi Türkiye’de doğal olarak en üst düzeyde işsiz kesimi de ziraat mühendisleri oluşturmaktadır.
Köylüyle şehirliyi birbirine düşman eden, IMF’ye yüzünü üreticiye sırtını dönen, fındık yerine ülke topraklarını pazarlayan zihniyetle kalkınamayacağımızı belirtiyor ve ekliyoruz; “TARIM ARAZİLERİNİN YOK OLMASINA, KİRLENMESİNE, GENETİK TOHUM VE GIDALARIN ÜLKEMİZE SOKULMASINA, ÇİFTÇİMİZİ ÜRETİMDEN, TARLASINDAN KOPARAN, İŞSİZ VE YOKSUL BIRAKAN POLİTİKALARA KARŞI DURMAK İÇİN” 14 Ekim 2006 günü Ankara’da buluşuyoruz!
“Bir Başka Dünya, Bir Başka Türkiye, Bir Başka Yaşam Mümkün” diyen tüm halkımızı ve basınımızı Ankara’da bizlere destek vermeye davet ediyoruz.
TÜRK MÜHENDİS VE MİMAR ODALARI BİRLİĞİ
İSTANBUL İL KOORDİNASYON KURULU