5.EGE TARIM,SERA VE HAYVANCILIK FUARINA KATILDIK.

5.EGE TARIM,SERA VE HAYVANCILIK FUARINA KATILDIK.
DENİZLİ
02.03.2009

26 Şubat -01 Mart 2009 tarihleri arasında ilimizde düzenlenen 5.Ege Tarım,Sera ve Hayvancılık Fuarına katılım sağladık.

 

Şube olarak açtığımız standta,Şubemizin Tarımla ilgili öneri ve görüşlerini içeren 12 bin adet bildiri ile birlikte TMMOB‘nin Nasıl Bir Kent,Nasıl Bir Yerel Yönetim Raporuda önerileride katılımcılara dağıtıldı.Ayrıca yerel televizyonlarada değişik konularda Şube başkanımız tarafından demeçler verildi.Yoğun ziyaretçinin ziyaret ettiği standdımızda dağıtılan bildirilerin bazıları aşağıdadır.

HAYVANCILIKTA İTHALATA HAYIR!

 

 

   Bugün ülkemizde,dünyadaki gelişmeler karşısında,ülkemiz koşullarına yada ülkemiz gerçeğine uygun,ulusal bir hayvancılık politikası izlenmemektedir.

   Ülkemiz de izlenen politika,ABD ve AB‘nin elinde üretim fazlası damızlık hayvanlarının dış alımına olanak tanıyan,bu amaçla da kendi ülke gerçeğine uygun olmayan desteklemeler ve anlayışlar şeklindedir.

   Zira bugün ülkemiz kendine  uygun damızlık kültür ırkı yetiştiriciliğini desteklemeyen bir tutum ve anlayış söz konusudur.

    Geçmişte ithalatla ülkemize getirilen yaklaşık 280 bin damızlık hayvanın,temel altyapı sorunları çözülmediğinden,bu anlayışın sürdürebilirliğinin olanağı bulunmadığından,kasaplara gönderilerek,kesilip yenildi.Bugün yine aynı yanlışlıklar maalesef göz  göre  göre yapılmak istenmektedir.

    Türkiye, öncelikle kendi insanının gereksinimi olan et ve süt üretimini,kendi koşullarına uygun,kendi damızlık hayvancılık yetiştiriciliğini geliştirmek ve  desteklemekle karşılamak zorundadır.

    Bu anlamda, kendi yapısal sorunlarını da çözmek noktasında politika izlemelidir .Maalesef izlenen politikalar ABD ve AB‘nin damızlık hayvan yetiştiricilerine hizmet etmekten başka bir şey değildir.Bu politikaların geçmişte yaşandığı gibi, sürdürülebilirliği de yoktur.

    Şu unutulmamalı ki Türkiye‘nin küçükbaş hayvan üretimi dışında AB ve ABD ile rekabet etme şansı, bugünkü gelişmeler karşısında yoktur.

     Rekabet şansımız olan başta koyun eti ve sütü olmak üzere,kendi potansiyelini  harekete geçiren,destekleyen,halkının temel protein ve süt kaynağı olan ,yine kendi ekolojisine  uygun  küçükbaş hayvan yetiştiriciliğini bu alanda temel almalıdır.Yine bu amaca uygun bilim ve teknolojiyi devreye koyarak,üretici örgütlenmesini sağlamak zorundadır.Ayrıca ulusal ıslah programlarını da hayata geçirmek zorundadır.

     Ayrıca Türkiye için uygun olan 40-50 başlık, aile tipi kooperatifçilik yapılandırılmasına da yanan yetiştiricilik esas alınmalıdır.

     Türkiye için dev sığırcılık işletmeleri uygun değildir.Bu amaca hizmet edecek olan gebe düve ithalatından da derhal vazgeçilmelidir.Aksi taktirde zaten zor durumunda olan küçük ve orta ölçekli işletmelerin kapanması kaçınılmaz olacaktır.

     Yine gebe düve ithalatı aynı zamanda BSE(Deli Dana Hastalığı)açısından bulaşık olma olasılığının yüksekliğinden, gerek ülke hayvancılığımızın geleceği ve gerekse ülkemiz insanının sağlığı açısından büyük riskler içermektedir.Hatta ileride bu açıdan ithal edilen tüm hayvanların öldürülmesi bile olasıdır.Bunları çok yakın geçmişte, başta AB olmak üzere birçok ülkede yaşadık.

      İthal edilecek hayvanlar,genç düve alacağından da,BSE‘nin varlığı tespit edilemeyecektir.Bu hastalık belirtileri sığırlarda en erken 20 ayda doğumdan sonra ortaya çıkıyor.Zaten hastalığın kuluçka dönemi de çok uzun,en az 5-6 yıl gibi.

     Sonuç olarak,AB ve ABD‘nin açık pazarı alınmamak için,hayvancılığımızın ve dolayısıyla insanlarımızın geleceğini karartmamak için,halkımızın yeterli,dengeli ve sağlıklı et ve süt gereksinimi için derhal gebe düve ithalatından vazgeçilmelidir.Bir avuç insanın rant elde etme anlayışına hizmet eden bu uygulamalardan vazgeçilmelidir.Zira yarın çok geç olacaktır.Siyasi iktidar yüzünü,bu ülkenin gerçeğine çevirmelidir.

KÜRESEL KRİZ VE TARIMDA YAPILMASI GEREKENLER

  

   A-KRİZİN TARIMA OLASI ETKİLERİ

 

Geçen yıl kuraklığa bağlı gıda krizi daha atlatılmadan şimdi de daha yıkıcı bir küresel kriz ile karşı karşıyayız.          

-    Doların artmasına bağlı olarak dışarıdan ithal edilen girdi fiyatları artacak (mazot, gübre, ilaç, yem hammaddesi). Gelecekte tarıma verilen destek azalacak.

-    Desteklerin azalması, girdi fiyatların yükselmesine bağlı olarak bazı temel ürünlerde üretim azalacak. Gıda dış alımı daha da artacak.

-      Kentlere göç hızlanacak

-     Boş bırakılan arazi miktarı daha da artacak. Küçük üretici topraklarını satmak zorunda kalacak.

-     Tüketiciler çok daha yüksek fiyattan gıda tüketmek zorunda kalacaklar.

-      Her geçen gün gıdada açık Pazar haline gelinecek.

-      Tarıma tarım dışı kesimden sermaye girişi sonucu, Tarımda şirketleşme artacak

-      Yeterli gelire sahip olmayan geniş halk kesimleri yeterli gıdaya ulaşamayacaklardır.

-      Kentlere göç işsizlik, altyapı ve güvenlik sorunlarını doğuracaktır.

-     Toprakların yabancılara satışı ve tüm tarımsal KİT‘ler özelleştirilmesiyle birlikte tarımsal sanayi kuruluşları da yabancılaşmaya başlayacaktır.

-       Üreticilerimizin bankalara borçlanmaları daha da artacaktır.

-    Siyasi iktidar kriz bahanesi ile varolan destekleri daha da kesecek, dolaylı vergileri daha da arttıracak, daha fazla zam yapacaktır.

-      Üretim girdilerine destek ortadan kalkacak.

-      Halkımızın tükettiği temel ürünlerde ciddi üretim düşüşleri yaşanacak. Açıkta yurtdışından ithal edilecek.

-       Dış pazarda talep daralmasına bağlı olarak, tarım ürünleri ihracatımızda ciddi düşüşler görülebilecek.

-       Yoksul halkın temel gıda ürünlerine ulaşımında çok zorluklar yaşanacak.

-       Sanayide tıkanma işsizliği arttıracak.

-       Krizin faturası dar gelirliye yıkılacak.

-       Küçük çiftçinin tasfiye olması kaçınılmaz olacak.

 

 

   B-TARIMDA KRİZE KARŞI NELER YAPILMALI?

  

-Tarımsal girdilerden alınan KDV hızla düşürülmeli.

-Tarım topraklarının yabancılarca ya da yabancı ortak denetimli bankalar tarafından alınmasını engelleyici yasalar derhal çıkartılmalı.

-Çiftçi tarımsal amaçlı kooperatiflerde hızla örgütlenmeli.

-Örgütlenmeler, köy temelli yerine ilçe düzeyinde olmalı. Ürünler bunlar tarafından işlenmeli ve pazarlanmalı. Çiftçiler küçük bireysel çıkarlar için ürünleri aracılara satmamalı.

-Girdiler de kooperatifler aracılığıyla sağlanmalı.

-Çiftçi borçlanmasına dikkat etmeli. Aldığı borçları üretim için kullanmalı.

-AKP hükümetinin dışa bağımlı yeni-liberal politikalarına çiftçiler karşı çıkmalı; yerel ve genel seçimlerde uygulanan seçim ekonomisine kanmamalı.

-Yerli malı kullanımı özendirilmeli.

-Gümrük Birliği anlaşması derhal feshedilmeli.

-İthalata dayalı ekonomiden vazgeçilmeli.

-Tarıma ayrılacak kaynaklar, en azından Tarım Kanunu‘nda belirtildiği gibi, GSMH‘nın %1‘inden aşağı olmamalı.

-Ulusal çıkarlar adına üretim ve istihdama yönelik ulusal politikalar acilen oluşturulmalı.

-İç talebe yönelik olarak emek yoğun sektörler tekrar geri kazanılmalı.

-İthalata bağımlılık azaltılmalı.

-Tasarruflar ulusal yatırımlara yönlendirilmeli.

-Sıcak paranın giriş ve çıkışları kontrol altına alınmalı.

-Geleneksel ihracatçı yapılar devreye sokulmalı.

-Tasarrufların finansal spekülatif hareketlerde kullanılması caydırılmalı.

-Hayvancılığa verilen destekler arttırılmalı.

-Karlı ve kazançlı kurumların haraç-mezat satılarak özelleştirilmerinden derhal vazgeçilmeli.

-Başta fındık olmak üzere temel ürünlerimiz için Türkiye borsası oluşturulmalı.

-Üreticilerimizin ürettiklerini doğrudan tüketiciye sunumu sağlanmalı.

-Merkez Bankası ulusal çıkarlar adına ekonomiye müdahale etmeli.

-AB ile görüşmeler gözden geçirilmeli.

-IMF dayatmalarına mutlaka hayır denmeli.

  

KÜRESEL KRİZ,TARIM VE 2009 YILI BÜTÇESİ

 

 

 

2009 yılı bütçesi 31.12.2008 tarihinde Resmi Gazete de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Siyasi iktidar 2006 yılında çıkardığı 5488 Sayılı  Tarım ,Kanunu ile tarıma aktarılacak kaynağın GSMH‘nın %1 ‘inden az alamayacağını taahhüt etmişti

            2002 yılında bu oran %0,65 iken,2009 yılı bütçesinde bu rakam başlangıçta %0,49 idi.Ancak daha sonra IMF‘nın isteği doğrultusunda bu rakam %0,44 indirildi.Buda rakam olarak ta 4.95milyar TL.

            Eğer Tarım Kanunu‘nun hükümlerine uyulsaydı;bu rakamın 2009 yılı bütçesinde en az 11 milyar TL olması gerekiyordu.Ki bu rakam bile tarımımızın alt yapı sorunlarının çözülebilmesi ve uluslar arası rekabet edilebilirliğinin sağlanması için yeterli olmayıp,en az bütçenin %2 ‘inden az olmaması lazım gelirdi.Bu yaklaşımlar bu rakamda 22 milyar TL olmalıydı.Göz göre göre yasa ihlali var.Yasalara uygulamak,yasaya aykırı hareket etmek bildiğimiz kadarıyla suç teşkil ediyor.Peki bu yasaya aykırı hareket etmek suç teşkil etmiyormu?Bunun cezası yokmu?

            Konunun bir başka yönü ise tarımsal desteklerin,çiftçi alacaklarının zamanında ödenmemesi,Çiftçi bankadan aldığı kredi borcunu ,faizini ödemediği zaman hemen olağanüstü faiz işletiliyor ve yasal işlem başlatılarak cezalandırılıyor.Fakat çiftçinin alacaklarına gelince zamanında ödeme yapılmadığı için,gecikmelerden dolayı ek bir ödeme yapılmıyor.Yani çifçinin borcuna faiz işliyor ama alacağına işlemiyor.Tam bir keyfi durum söz konusu.

            Hükümet kendi çıkardığı  yasa hükümlerine bile uymamış,üreticilerimizin2009 yılı için yaklaşık 6 milyar TL‘ni  resmen gasp etmiştir.

           

1980‘de nüfusumuz 44 milyon.Bugün 72 milyon.Aradan geçen 28 yılda artan nüfusta 28 milyon.Her yıl nüfusumuz yaklaşık 1 milyon artmış.Bugünkü artış hızıyla nüfusumuzun yakın gelecekte 100 milyon olması ve de daha sonrada bu düzeyde seyretmesi beklenmekte.Yaklaşık 30 milyon insanımızı gelecekte beslemek zorunda kalacağız.

            Tarımın halihazırda ulusal gelire katkısı %11,istihdama katkısı da her geçen gün azalarak %27‘ler düzeyinde.TÜİK verilerine göre bugün tarımda 6 milyon 375 bin kişi çalışıyor.Bu nüfusun %88.2‘nin hiçbir sağlık güvenceleri yok.122 bin kişi de mevsimlik işçi.

            Her yıl yaklaşık 800-900 bin kişi tarımda üretim süreçlerinden kopup,kent varoşlarına yerleşmekte.Bunların büyük kısmı,artan girdi fiyatları nedeni ile kazanamayan küçük çiftçiler.

            Son bir yılda tarımdaki girdi fiyatlarında %80 ile %180 arasında artış olmuştur.Bu durumda küçük üreticilerimiz tarlalarını boş bırakmaktadır.Bugün için Denizli  de ortalama gübre satışlarında %60‘lara varan azalma vardır.Bu durum ileride halkın beslenmesinde temel olan gıda ürünlerinde ciddi rekolte kayıplarını da beraberinde getirecektir.Türk üreticisi dünyada en pahalı mazotu tüketen ülkelerden 4.sırada.Oysa üreticinin ürünlerinin satış fiyatları bundan 3-4 yıl önceki fiyatlar düzeyinde.Yine tüketicilerin tükettiği ürün fiyatları üreticinin elinden çıkış fiyatının neredeyse 4-5 katı.Bu küçük üreticimiz kazanamadığını,tüketicimizin de çok daha pahalı tükettiğini göstermekte.

 

            Bugün AKP iktidarı,sadece mazota uyguladığı yüksek KDV ile tarıma ayırdığı kaynağı tekrar geri almaktadır.

            Tekel‘in alkol bölümü yabancı BAT şirketine 2.5 yıllık karı karşılığı satıldı.Şimdi sırada TİGEM‘lerin ve satılmayan Şeker Fabrikaları var.Yine meclis gündeminde 2B arazilerinin satışı var.Daha sonraları akarsularımızın özelleştirilmesi gündeme gelecek.

            Tüm özelleştirmelerden elde edilecek gelirinde zira hükümetin,bütçe açıklarını kapatmasında kullanılacağı açıklanmakta.

 

Bugün AB ‘i varolan bütçesinin yarısını tarıma destek olarak veriyor.Yine ABD‘de 25 bin pamuk üreticisine 3.5 milyar dolar destek aktarıyor.Ve de bırakın varolan destekleri kesmeyi, üstelik hergeçen yıl arttırıyorlar.Çünkü geleceğin en önemli sektörlerin tarım ve gıda olacağını biliyorlar.Bize söyledikleri ise "size gerekenleri biz üretiriz,sizde bizden alırsınız"olmaktadır..

            Bugün bankaların neredeyse yarısından fazlası yabancıların eline geçmiştir.Ve de üreticiye kredi verme yarışındalar.Her geçen gün üreticimiz daha da borçlanmakta.Üreticilerimizin üretim araçları ve toprakları her geçen gün ipotek altına alınmakta,tefecilik her geçen gün artmaktadır.

            Yine her geçen günde bankalar icra takibi yapmakta.Öyle görünüyor ki,tarım topraklarımız bu şekilde yabancıların eline geçmesi kaçınılmaz olacak

 

2008 yılı sonu itibari ile tarımdaki dış ticaret açığımız 3 milyar TL civarında olmuştur.Bu dışarıya sattığımız tarım ürünleri tutarıdan 3 milyar TL daha fazla tarım ürünü aldığımızı göstermektedir.

Yine 2009 yılı bütçe ödeneklerinden 57.5 milyar TL faiz giderleri olarak ayrılmıştır Bu ülkemizin,bir ayda ödediği faiz iç  borcu tutarını,ülkemizin nüfusunun %27‘nin yaşadığı tarım kesimi için bir yılda ancak ayırdığını göstermektedir.Başka bir deyişle Türk Tarımına 2009 yılı için,bir ayda ödediğimiz iç borç faizi  kadar kaynak ayrılmıştır.

Ayrılan kaynak miktarı,AKP hükümetinin Tarımı gözden çıkardığını göstermektedir

Önümüzdeki süreçlerde ülkemizde en acımasız şekilde yaşayacağımız küresel kapitalizmin bugünkü krizine karşı tarım ve hayvancılık sektörleri gibi halkımıza aş ve  istihdam sağlayan sektörlere,bırakın varolan desteklerin kesilmesini,yukarı da da belirttiğimiz gibi,hergeçen gün yoksullaşan ve bu gidişle de daha da yoksullaşacak olan insanlarımızın gıda güvenliğimiz sağlanması için desteklerin arttırılması bir zorunluluktur.

 

Özetle 2009 yılı bütçesi yatırım,üretim ve istihdamı hedeflemeyen,borç faizi ödeme bütçesidir.

  

              Uzmanlar, 2009 yılında krizin derinleşeceğini ifade ederek "2009 bütçesi daha adil, daha sosyal bir bütçe olmalı" görüşünde birleşmektedirler. Oysa, Hükümetin bütçeyi hazırlarken sermaye gruplarının işini kolaylaştırmayı hedeflediği, diğer kesimleri hesaba katmadığı görülmektedir.

2009 Bütçesi "Mali disiplin" adı altında bir faiz ve borç ödeme bütçesidir. Borçlar; büyük ölçüde emekçilerin sırtına yüklenmiş gelir vergisi, dolaylı vergiler ve kamusal değerlerin satıp savılması yoluyla ödenmektedir. Hükümetin çok övündüğü özelleştirme gelirleri borç ve faize harcanacağına istihdam yaratmak için kullanılsaydı bugün 300 bin yurttaşımız iş sahibi, bir milyonu aşan yurttaşımız aş sahibi olacaktı.

Çalışanlarımızı yoksulluğa, açlığa, halkı kamu hizmetlerinden yoksunluğa terk eden, sosyal devleti tümüyle ortadan kaldırmayı amaçlayan bu bütçe geri çekilmeli, yerine başta emek örgütleri olmak üzere toplumun örgütlü kesimleriyle birlikte hazırlanacak halk için bütçe yürürlüğe konulmalıdır

 

.

                                     UNUTMA!

YARINLARIMIZI KARARTMAMAK BİZİM ELİMİZDE...

  

  

  

Bugün tüm dünya  ekonomilerini sarsan bir küresel mali krizle karşı karşıyayız.Merkez ülkelerinde bile çok derinden etkileyen bu kriz,ülkemiz ekonomisini çok yakında çok daha derinden etkilenmesi  kaçınılmaz görünmektedir

Evet,2001 krizinden sonra ülkemizde estirilen bahar havası,bu krizle birlikte yerini uzun sürecek kara günlere bırakmıştır.Balon patlamış,takke düşmüş kel görünmüştür.Artık kralın çıplak olduğunu herkes görmektedir.

AKP iktidarı,reel faizlerin küresel piyasalarda % 3-4 düzeylerinde olduğu dönemlerde bile,uluslar arası finans sermayeye %10‘ların üzerinde,dolar bazında ise %20 leri aşan  faiz oranları ile Türkiye‘yi yabancı sermaye için tam bir cennete dönüştürmüştür.

2001 krizinden sonra Türkiye ekonomisinin işleyişi,ucuz dövizle dışarıdan  ucuz aramalı ithal et,bunları ucuz iş gücü ile montajla,dayanıklı tüketim malları haline getir ve bunları dışarıya sat şeklinde olmuştur.Başka bir deyişle ihracatımız ithalata bağımlı hale getirilmiştir.İthalatta,sıcak para,dış borçlanma ve özelleştirmeler ile finanse edilmiştir.

İşte Türkiye bugün,küresel krize çok yüksek cari açık yakalanan dünyada en riskli ülkelerin başında geçmektedir.

Türkiye‘nin 2003 yılında toplam dış borcu 130 milyar dolar iken,2008 yılı sonu itibariyle de 290 milyar dolara yaklaşmıştır.Bu artış oranı,Cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne kadar yapılan tüm borçlanmalardan bile fazladır.Üstelik bu borçların büyük bir kısmıda,yerli bankaların yüksek faiz oranlarından kaçarak,ucuz dövizle borçlanan ülkemizin reel sektörüne aittir.Dolayısıyla gelecekte en büyük darbeyi reel sektörümüz yiyecektir.Şöyle i krizle birlikte ekonomimizde durgunluk kaçınılmaz olacak,büyüme oranı negatiflere inecek,özellikle küçük ve orta boy işletmelerin iflasları yaşanacaktır.

Ülkemiz de 2001lerde işsizlik oranı %5-6 düzeyinde iken,bugüne kadar izlenegelen politikalar sonucunda hızla artarak resmi verilere göre  % 13‘ler düzeyine çıkmıştır.Oysa bu oran tarafsız ekonomistlerce %20 leri aştığı bildirilmektedir.Yaşanacak krizle birlikte işsizliğin çok daha artacağı kaçınılmaz görünmektedir.

Özetle Türk ekonomisi bugün için tam bir iflasın içindedir.IMF ile "yapısal reformlar" adı altında yapılan tüm anlaşmaların sonsuz çok yüksek cari açık ve işsizlik olmuştur.

Durum böyle iken:

            Başbakan Erdoğan dünyada yaşanan ekonomik krizin Türkiye‘yi etkilemeyeceği konusunda sık sık açıklamalarda bulunuyor ve "Kriz bizi teğet geçecek, krizden Türkiye karlı çıkacak, Hamdolsun iyiyiz" diyor.

           

            Ekonomik kriz Türkiye‘yi teğet mi geçiyor? Bir bakalım;

            • Ekonominin lokomotifi olan inşaat, tekstil ve otomotiv gibi sektörler zor durumda. Sanayi üretimi son 7 yılın en kötü göstergelerine sahip.

            • Tarım sektörü can çekişiyor.Türkiye, artık tarım ürünleri ithalatçısı bir ülke durumuna geldi.

  

•·                   En az 20  milyon insanımız 20 doların altında bir parayla karnını doyurmaya çalışıyor.İşsizlik çığ gibi büyüyor.1999 da 9 milyon olan tarımda ki istihdam,bu yıl 5,6 milyona düştü.Bu kadar insan,şehirlerin varoşlarına yığıldı ve yoksullaştırılıp bağımlılaştırılarak,her türlü istisnalara açık AKP‘nin yeni bir siyaset projesi haline dönüştürüldü.

  

  

  

             

            • Dış borçlarının ödenmesini garanti altına almak isteyen Uluslararası Para Fonu (IMF), Osmanlı Devleti dönemindeki gibi Ekonomik Üst Kurulu öneriyor. Başına yabancıları getirecekmiş.

            • Yaratılan yoksullukla mücadele için yeni iş olanakları yaratma yerine, kömür, erzak hatta dayanıklı ev eşyası yardımları, sosyal devlet adına yapılıyor. Sadaka kültürü toplumda egemen oldu.

            • Yabancıların ve işbirlikçilerin denetiminde olan medya, evlendirme, para kazandırma, yemek hazırlama ve diğer yarışma programlarıyla insanlarımızı uyutma görevini yapıyor.

            Kısaca, Başbakan Erdoğan‘ın açıklamalarının aksine ekonomik kriz, Türkiye‘ye teğet geçmiyor, delip geçiyor.

 

 

Kapitalist sistem, tıkandığı zamanlarda devletin ekonomiye müdahale etmesini ister, aslında devletin çalışan kesimlerden topladığı vergileri daha yüksek düzeyde şirketlere aktarmasını talep eder. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği ülkelerinde ekonomiyi kurtarma programlarının arkasındaki gerçek budur. Bir yandan şirketlere taze kaynak aktarılır, bir yandan da sisteme başkaldırılmasını önlemek için tüketimi canlandıracak önlemlere başvurulur.

Kapitalizm, sisteme bağlı üçüncü dünya ülkelerinde daha acımasızdır. IMF ve Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütleri aracılığıyla bu ülkelerin ürettikleri mal ve hizmetleri en ucuz maliyetle kendilerine aktarır. Bu ülkelerin egemen sınıfları da onlarla işbirliği içindedir.

 

 IMF ile yapılan anlaşmalarla ile ekonomimiz tam bir IMF‘nin denetim ve gözetimine terkedilmiştir.Yaklaşık on yıldır uygulanan politikalarla ülkemiz,uluslar arası finans sektörü için çok yüksek reel faiz ödemiştir.Bu süreçte uygulanan düşük kur politikaları ile tam bir ithalat patlaması yaşamıştır.Ama AKP iktidarı ekonomimizin bu yönünü sürekli görmezlikten gelerek,kamuoyuna hep dış ticaret rakamlarını göstererek ekonomimizin iyi yolda olduğunu söyleyerek bahar havası yaşatmaya çalışmıştır.Bu arada değerli Türk lirasının kredi faizlerinden kaçmak isteyen şirketlerde,ucuz dövize yönelmiş ve sonuçta dış borçlarıda çok artmıştır.

Bu kriz piyasa ekonomisinin kendi kendini dengeye getireceği,denetleyebileceği,kendi kendine istikrarlı bir büyüme,kaynakların kullanımında ve dağıtımında verimlilik sağlayacağı ezberini bozmuştur.ekonomiye devletin müdahalesinin ekonomide yeri olmadığı,özelleştirmeyi,esnekleştirmeyi,sermayenin önündeki tüm engellerin kaldırılması gerekli olduğu,küreselleşmeye ayak uydurulmasının bir zorunluluk olduğu söyleminin tamamen yanlış olduğunu göstermiştir.Başka bir deyişle gelinen bugünkü nokta,serbest piyasa ekonomisinin,aslında uluslar arası finans sermayesinin ve çok uluslu şirketlerin ideoloji olduğu gerçeğini tüm çıplaklığı ile göstermiştir.

Bugüne kadar IMF‘nin dayatmalarını emir kabul ederek,harfiyen yerine getiren AKP iktidarı,halkımızın dini,etnik ve bölgesel ayrıcalıklarını kullanarak,emirindeki medya ile,sürekli toz pembe tablo çizerek,gerçekleri halktan gizlemek adına,söz konusu politikaları uygulaya gelmiştir.Bu tutum ve davranışlarını yakında IMF ile yapacağı yeni anlaşmalarla ve borç faizi ödemeye göre oluşturulan 2009 bütçesi ile de sürdürmeye devam edeceğini göstermiştir.

Evet,2009 bütçesine  bakıldığında,borç faizi ödemesi adına kurgulama bu bütçede,sadece iç borç faizi ödemesine ayrılan kaynak,yatırım ve dolayısıyla istihdam için ayrılan kaynağın nerdeyse beş katı büyüklüğündedir.

Krizin yıkıcı etkilerinin faturasını yine çalışanlara ödettirilecektir.Mevcut bağımlılık ilişkileri içinde,borç faizi ödemek adına,daha fazla dış borç alınacak,geri kalan tüm kamusal kaynaklar özelleştirme adına yerli-yabancı bakılmaksızın satılacak,bundan öte de yapılacak zamlar,arttırılacak dolaylı vergilerle finanse edilecektir.Ayrıca daha zor koşullarda gelecek her türlü dış dayatmaları da kabul etmek zorunda kalacaktır.

 

Artık ülkemiz gerek varolan sorunları,gerekse krizin yansımalarına bağlı olarak daha da derinleşecek ve artacak sorunlarına karşı,her alanda,dışarıya kaynak aktaran değil,ulusal kaynaklarımızı insanımız adına harekete geçiren,yatırım,üretim ve istihdamı hedefleyen herkes için yaşanılabilir bir ülke yaratmak için,bugüne kadar uygulanagelen politikalarını gözden geçirmek,değiştirmek zorundadır.

Bu anlamda da öncelikle

  

-AB ile yapılan ve tek yanlı ipoteğe dönüşen Gümrük Birliği anlaşması derhal iptal edilmeli.

-Kamu kaynaklarının,bütçe açıklarını kapatma adına satılarak özelleştirilmesine ve yabancılaştırılmasına son verilmeli.Satılan kritik varlıklar tekrar kamulaştırılmalı ve amacına uygun işlevlendirilmelidir.

-Devletin ekonomiye,insanımız çıkarları adına,müdahale etmesi,bu amaçla işlevlendirilmesi.Kaynakların kullanımı ve yönlendirilmesinde,doğru bir planlamaya geçilmesi bir zorunluluktur.

-Küresel finans sermayenin emrindeki IMF,DB,DTÖ‘ nü   dayatmalarına hayır denmeli.Bu konuda gerekli önlemler alınarak,radikal kararlar alınmalıdır.

-Ara mal üreten KOBİ‘ler davete desteklenmeli.İthalata bağlı ihracat anlayışından vazgeçilmeli.Ayrıca her türlü sıcak para giriş çıkışları denetim ve kontrol altına alınmalıdır.Merkez Bankası da,ulusal çıkarlar adına ekonomiye müdahale eder hale dönüştürülmelidir.

-Bugün cari açığı fazla olan ülkeler,kriz karşısında istihdam arttırıcı politikaları ortaya koymaya başlamışlardır.Bizimde IMF‘nin ekonomimizi yönlendirici ve darltıcı etkilei için IMF reçeteleri ret edilmeli.İşsizlikle mücadele ana amaç olmalı.Ekonomimizin kontrolü,bu amaçla devlerin kontrolü altına alınmak.

-Esnek istihdam ve işten çıkarılmışları kolaylaştıran hükümler gözden geçirilmeli,işten çıkarmalar askıya alınmalıdır.Gerekiyorsa özel girişimcilere vergi indirimi şeklinde sağlanacak desteklerle,işten çıkarma şarta bağlanmalı Ayrıca özel sektörün kayıt dışılığı mutlaka önlenmelidir.

-Borsa ve döviz işlemleri üzerine düşükte olsa yaygın bir vergi konulmalıdır.Tasarrufların spekütalif hareketlere değil ,yatırıma yönetilmesi gereklidir.

-Merkez Bankası,dövizin net fiyatını hedef alan ve TL‘nin aşırı değerlendirilmesini önleyecek şekilde müdahalede bulunmalıdır.

-Yine yabancı sermaye giriş-çıkışları,yurtdışından borçlanma ve sıcak para hareketlerinden ek vergi önlemleri ile sınırlandırılmalı,yabancı sermayenin kısa vadeli çıkar adına girişleri caydırılmalıdır.

-Dış borçların ödenmesi yeni ve daha uzun vadeli yapıya dönüştürmelidir.

-Ulusal sermayenin yukarıda da belirtildiği gibi mutlaka ithalata bağımlılığı azaltılmalı.Kısa vadede,Merkez Bankasının enflasyonu belli bir oranda tutuma uygulamalarından vazgeçilmedir.

-Türkiye hızla geleneksel  ihracatı yapıları devreye sokmalıdır.

-Tarım ve hayvancılık desteklenmeli.Daha fazla kaynak aktarılmalıdır.

-Yine iç talebe yönelik,emek yoğun sektörler geri kazanılmalıdır.

  

Artık bu oyunun hep böyle oynanmaması, kervanın hep böyle gitmemesi için mutlaka bu tek yanlı ipoteğe dönüşmüş politikalardan vazgeçilerek, mutlaka ülkemiz çıkarları adına, ülkemizin kaynaklarını yatırım, üretim ve istihdamı hedefleyen bir anlayışla harekete geçiren, ulusal tarım politikalarının uygulanması zorunluluktur. Bunun içinde  ulusal iktidarlara ve onun arkasında halk desteğine gereksinim vardır.,Oynanan bu oyunda   her zaman kazananlar, bu oyunun kurallarını koyan ve bizim gibi ülkelere bu oyunu oynamayı dayatan bir avuç küresel sermaye ile bundan nemalanmaya çalışan yerli uzantıları olmaktadır. Ve de bu oyun böyle sürdükçe, her zaman kaybedecek olan, geniş halk kesimleri olacaktır

Zira dün yapılanlar bugünümüzü karartırken,bugün yapılanlarda geleceğimizi karartacaktır.

  

  

  

  

  

  

                                                                       TMMOB Ziraat Müh. Odası

                                                                          Denizli Şubesi

 

Okunma Sayısı: 804
Fotoğraf Galerisi