8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ
TMMOB ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI İSTANBUL ŞUBESİ
BASIN AÇIKLAMASI
08 Mart 2021
BASINA VE KAMUOYUNA
8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ
Kadınlar, anaerkil ilkel toplumlar döneminden sonra binlerce yıldır değişen her toplumsal düzen içinde, emek sömürüsüne ilaveten, cinsiyetlerinden kaynaklı baskı ve sömürüye maruz kalmışlardır.
Köleci toplumda ortaya çıkan emeğin köleleştirilmesiyle birlikte kadın emekçinin ek olarak kadın olmaktan kaynaklanan katmerli sömürülmesi süreci, sonraki sınıflı toplumların tamamında aslı aynı olmak kaydıyla, uygulama biçimleri değişerek devam etmiştir. Bu süreç; üretim süreçlerine ataerkil anlayışın hakim olmasıyla başlamış, temel olarak, erkekler eliyle yürütülmeye devam etmektedir.
Kadın, tarihin her döneminde; doğayı, insanı ve toplumu şekillendiren, benzersiz, doğurgan bir güç olmuştur. Belki de bu nedenle; erkek egemen sistemler tarafından ve onun biçimlendirdiği anlayışın temsilcileri tarafından; sömürü, baskı ve şiddet gördü, bu anlayışın geliştirdiği normlar üzerinden prangalandı, mücadele alanları kısıtlandı. Bu durum günümüzde de devam ettirilmektedir.
Çernişevski, Nasıl Yapmalı isimli kitabında; “Tabiat tarafından kadına verilen muhakeme gücü ne kadar doğru ve güçlü kavrayışlıdır. Ve bu muhakeme gücü onu reddeden, ezen, boğan bir toplum tarafından kullanılmadan duruyor. Eğer kadının zekası kenara atılmamış, yok edilmemiş, fakat tersine etkin olabilmiş olsaydı insanlık tarihi on misli hızlı gelişirdi.” diyerek kadının ve toplumsal biçimlenmedeki kadın etkisinin erkek egemen anlayış tarafından neden etkisiz kılınmaya çalışıldığını da göstermektedir.
Kadınlar tarih boyunca haklı davalarının tanıklıklarını yapmaya devam ederken, bir yandan da mücadelelerinden vazgeçmemişlerdir. Zira mücadele süreçleriyle beraber özellikle son iki yüz yılda kadın sorunu dünyanın gündemine taşınmıştır.
Kadınlar, köle ayaklanmalarından, Paris Barikatlarına, Ekim Devrimi’nden, Vietnam ve Küba’ya, Kurtuluş Savaşı’ndan, kadınların seçme seçilme hakkına, yerel ve uluslararası kadın örgütlerinin mücadelerine kadar, her dönemde doğa ve toplum için vazgeçilmez olan, özgürlük ve eşitlik savaşını yapmaya devam ertmişlerdir. Bu uğurda, ülkemizde ve dünyada ödenen bedeller ve mücadele mirası, günümüz koşullarında da rehberliklerini sürdüren en değerli birikimlerdir.
8 Mart 1857’de Newyork’da bir tekstil fabrikası’nda, Amerikalı dokuma işçisi kadınların, çalışma saatlerinin düşürülmesi ve ücretlerinin yükseltilmesi talepleriyle gerçekleştirdikleri greve karşı çok şiddetli ve vahşi bir karşılık verilmiştir. Grevin kırılmasını engellemek için fabrikayı terk etmeyen kadınlar, saldırı beklentisine karşı barikatlar kurmuşlar, barikatlar ve fabrika ateşe verilerek, yakılmış ve katledilmişlerdir. 40 bin kadının katıldığı grevin sonunda 129 kadın emekçi yanarak can vermiştir.1856’da Avustralya’da başlayan işçi mücadeleleri, 1 Mayıs 1886’da Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun genel grev kararına karşı yapılan saldırı ile yaşanan ölümlerin anma günü olan 1 Mayıs İşçi ve Emekçilerin Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü gibi, “Dünya Kadınlar Günü” de, uzun yıllar süren II. Enternasyonal’in 1910 yılında Kopenhag’da yapılan bir konferansında Clara Zetkin, Aleksandra Kollantai ve Rosa Luxemburg’un verdiği teklifle 8 Mart günü; dokuma işçisi kadınların mücadelesinin anısına Dünya Kadınlar Günü olarak ilan edilmiştir. Bu karardan 11 yıl sonar, 1921 yılında Moskova’da toplanan III. Enternasyonal’in bir başka konferansında bu günün, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak anılmasına karar verilmiştir.
Türkiye`de 8 Mart ilk kez 1921 yılında, Uluslararası Kadın Konferansı’nın etkisiyle iki kız kardeş Rahime Selimova ve Cemile Nuşirvanova`nın girişimi ile gerçekleştirildi. Bu tarihten sonra yıllar boyunca tekrar kutlama düzenlenmesine izin verilmedi. 1975 yılının "Birleşmiş Milletler Kadın On Yılı" ilan edilmesi üzerine, Türkiye’de de aynı yıl "Kadın Yılı Kongresi" yapılmış ve yıllar sonra, yeniden 8 Mart meydanlarda kutlanabilmiştir. bu gelişmede o dönem faaliyetini sürdüren İlerici Kadınlar Derneği’nin çalışmaları da etkili olmuştur.
1977 yılında; Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 8 Mart’ı "Kadın Hakları ve Dünya Barışı Günü" olarak ilan etmiş, böylece 8 Mart, bütün Dünya’da kadınların mücadele ve dayanışmasının kutlandığı gün olmuştur.
O günlerden bugünlere kadınların mücadelesi genişleyerek, çeşitlenerek ama asla azalmadan devam etmiştir. Bizler, ZMO’lu kadınlar, mensubu olduğumuz meslek alanında, kadın sorunlarını bütün sıcaklığıyla hissetmeye devam ediyoruz. Biliyoruz ki mühendislik, bilim ve teknolojiyi insanla buluşturan bir meslektir. Bizim mühendislik alanımız olan Ziraat, Su Ürünleri, Balıkçılık ve Tütün Teknolojisi ve Su Bilimleri Mühendisliği salt beden ve kas gücüyle yapılan bir meslek değil, bilgi ve tecrübenin fiziksel becerilerle harmanlandığı bir meslek dalıdır. Bizler önce insan, sonra kadın ve sonra mühendisleriz.
Kadınlar, tarım kültürünün başladığı tarihten bu güne tarımsal üretimin en önemli unsuru olmuştur. Avcı toplayıcılıktan yerleşik yaşama geçişle birlikte tarımsal üretimin başlamasında kadın emeğinin yeri büyüktür. Günümüzde de tarımsal üretimde kadın emeği daha fazladır. Ülkemizde de oransal olarak kadınların en fazla istihdam edildiği sektör tarım sektörüdür.
Toplumsal refahın artması ve ülke geneline yayılması için iş gücü piyasalarında kadın istihdamının artması ve bununla birlikte istihdam ve çalışma koşulları, ücretlendirme, sosyal güvenlik gibi konularda erkeklerle eşit koşulların paylaşılması çok önemlidir. Ülkelerin gelişmişlik durumlarına bakıldığında kadın istihdamının fazla ve toplam gelirden aldığı payın yüksek olduğu ülkelerde refah seviyesinin, kadınların iş yaşamında daha az olduğu ve gayri safi milli hasıladan düşük pay aldığı ülkelere göre çok daha yüksek olduğu görülmektedir.
Tarım ürünleri ve gıda üretiminde ev içi ve dışı rolleri yerine getiren kadınların, kırsalda yaşam koşullarının iyileştirilmesi, kayıt dışılık ve sosyal güvenlikten yoksun olma gibi sorunlarının çözülmesi gereklidir.
Hane halkı iş gücü araştırmaları 2018 yılı Haziran ayı rakamlarına göre; tarımda çalışan 5 milyon 624 bin kişinin % 45.8’i yani 2 milyon 576 binini kadınların oluşturduğu görülmektedir. Tarımda çalışan toplam nüfusun %47.4’ü olan 2 milyon 633 bin kişi ücretsiz aile işçisi konumunda ve bu rakamın %76,6’sı olan 2 milyon 17 bin kişisi kadındır. Sonuç olarak tarımda çalışan kadınların %78.3’ü ücretsiz aile işçisi durumundadır.
Tarımda işveren kadın sayısı 3 bin, ücretli çalışan kadın sayısı 261 binde kalmaktadır.
Türkiye’deki sosyo - kültürel faktörler yani toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümü üzerinde şekillenen cinsiyet rolleri çerçevesinde kadınlar, genelde ev işleri ve çocuk bakımından sorumlu görülmektedir. Kadın ev içi sorumlulukları iş gücü piyasasına çıkmasını, iş aramasını büyük ölçüde engellemektedir. Kadından öncelikle ev hanımı – anne olması beklenmektedir. Kırda kadınlar gündelik işlerin bir uzantısı olarak tarımsal üretime ücretsiz aile iş gücü olarak katılmaktadır. Bütün bu nitelemeler kırsal alandaki kadın sorunlarının ele alınmasını, tartışılmasını ve çözüme yönelik adımlar atılması ile stratejiler belirlenmesini gerekli kılmaktadır.
Kırsalda ve tarımda çalışan kadınlara yönelik örgütlenme başta olmak üzere, pozitif ayrımcılık içeren politikalar oluşturulmalı bu yönde yapısal dönüşüm sağlanmalıdır. Kırsalda yaşayan ve çalışan kadınların ücretsiz ve sosyal güvenlikten yoksun koşulları hukuken düzenlenmeli, yaşam standartlarının yükseltilmesini sağlayacak sosyal ve ekonomik koşulların iyileştirilmesi sağlanmalıdır.
Tüm dünyada kadınların iş gücüne katılımı ve istihdam oranları artarken Türkiye de benzer bir artış yoktur. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından yayınlanan 2017 raporu verilerine göre; kadınların iş gücüne katılımında , İzlanda yüzde 78,7 ile ilk sırayı alırken, yüzde 70 ile İsveç, yüzde 67,1 ile Norveç ikinci ve üçüncü sıraları almışlar, Türkiye ise %33,6 ile en son sırada kalmıştır. Bu veriler göstermektedir ki kadınların iş gücüne katılım oranı yükselen ülkelerin kişi başı milli gelirleri ve refah düzeyleride artmaktadır.
31 Aaralık 2020, TUİK nüfus verilerine göre; Türkiye’de toplam nüfus; 83 milyon 614 bin 362 kişidir. Erkek nüfus 41 milyon 915 bin 985 kişi olurken, kadın nüfus 41 milyon 698 bin 377 kişi olmuştur. Diğer bir ifadeyle toplam nüfusun %50,1`ini erkekler, %49,9`unu ise kadınlar oluşturdu. İl ve ilçe merkezlerinde yaşayanların oranı, % 93 olmuş, belde ve köylerde yaşayanların oranı %7,2`den %7`ye düşmüştür.
TÜİK Ağustos 2020 iş gücü istatistiklerine toplam istihdam oranı yüzde 43,9 olmuş, erkekler yüzde 61,3 kadınlar ise yüzde 27 oranında istihdan olmuştur. Tarım sektörünün toplam istihdamda ki payı yüzde 16, kadın ve erkek istihdamı sırasıyla yüzde 20,7 ile yüzde 14 olmuştur. Türkiye kadın istihdamında tarım, hizmetler sektöründen sonra (yüzde 62,7) ikinci sırayı almaktadır.
Kırsal alanda kadın emek yoğunluğu sadece tarımsal üretimde değil, aynı zamanda hane içinde de çok yüksektir. Hane içinde ücretsiz aile işçisi konumunda olan kadın ve genç kızlar ağır bir iş yüküne sahiptirler. Kadınlar; ev işlerinin yanı sıra tarla, bağ – bahçe işleri, odun taşıma, ekmek yapma, hayvan bakımı gibi yüksek efor gerektiren ve bir hayli zaman alan işler de yapmaktadırlar. Kentlerde istihdam olmuş kadınların emek-ücretleri ile karşılaştırıldığında kırsalda kadın emeğinin ücreti karşılaştırılamayacak kadar düşüktür.
Türkiye de mevsimlik tarım işçiliğinin varlığı, kapitalizmin kırsal alanda gelişmesi ile birlikte izlenebilir. Çukurova da pamuk üretimi ile başlayan mevsimlik işçi göçü, bugün tüm ülkede neredeyse bütün ürünlerin hasat dönemlerini içine alacak şekilde devam etmektedir. Ailece göç eden kadın-erkek mevsimlik işçiler arasında göç edilen yerdeki çalışma koşulları nedeniyle cinsiyete dayalı iş bölümü, daha da kesin hale gelmektedir. Çalışma sürecine çocuklarda dahil oldukları için kadınlar, erkekler, kız ve erkek çocukları arasında ücret farklılıkları oluşmakta her yaşta cinsiyete göre ücretlendirme yapılmaktadır. Mevsimlik çalışma için göç edilen yerdeki zorlu toplumsal, ekonomik, çevresel, barınma, hijyen ve beslenme koşulları karşısında çalışmakla beraber kadının ev içi işleri de yapmaya devam etmesi karşılıksız emek olmaya devam etmektedir. Mevsimlik, geçici ve gündelikçi tarım işçisi kadınlar, tarlalarda 12 – 14 saat çalıştıktan sonra çadır temizliği, su temini, çocuk ve yaşlı bakımı, yemek, bulaşık vb. işler ile de ilgilenmektedirler. Kadınların tarlalarda ve barınma mekanlarında çalışmaları nedeniyle çocuk bakımları da kız çocuklarına ya da yaşlı kadınlar tarafından yapılmaktadır. Ayrıca kırsalda ki kadın işçiler de tacize maruz kaldıklarını sıkça dile getirir olmuştur.
Kadın ve erkeklerin ücret eşitsizliğine tarım sektöründe bakıldığında TUİK’in 2019 Tarımsal İşletmeler(hane halkı) ücret yapısı araştırması sonucuna göre;
Mevsimlik erkek işçi ücretleri 94 TL olurken kadın işçilerin günlük ücretleri ise 79 TL olmuştur.
Sürekli tarım işçilerine ödenen aylık ücret, erkek işçiler için 2 486 TL olurken, kadın işçiler için 2 041 TL olmuştur.
Seçilmiş faaliyet türüne göre mevsimlik işçilere ödenen günlük ücretlerde de kadın işçiler erkeklerden düşük ücret almaktadır.
Türkiye tarımında kadın emeğinin çok büyük ölçüde kayıt dışı olması, kadınların, genellikle ücretsiz aile işçisi olması ve karşılaştıkları bunca soruna karşın kayıtlı kadın emeğinin ücretlendirilmesinde ki cinsiyet eşitsizliğinin katlanarak uygulanması tarım kesiminde kadın sorununun daha derin olduğunun açık göstergesidir.
Kırsal kesimde yaşayan pek çok kadının mülk edinme ve miras hukukunda var olan hakları, babaları, eşleri veya erkek kardeşleri tarafından kullanılmaktadır. Kadının araziler üzerinde söz, karar ve kullanım hake erkekler tarafından yönetilmektedir. Çiftçi birliklerine üye olma veya kredi kaynaklarından yararlanma koşulları taşıyor olmaları dışında, arazilerin tapularını ellerinde bulunduranlar, kocaları, erkek kardeşleri ve babalarıdır. Araziler üzerindeki sahiplik haklarının hukuken yada fiilen erkekler üzerinde görülmesine rağmen bu arazilere sahip çıkan, sınırlarını bilen, büyük oranda yöneten ve imar eden çoğunlukla kadınlardır.
Kadınların iş gücüne aktif katılımlarının önündeki engeller kaldırılarak, güçlenmelerinin sağlanması ve kadın girişimciliğini destekleyen politikalar uygulamak ekonomik büyümeye katkı sağlamakla beraber çinsiyet eşitsizliğinin yarattığı toplumsal sorunların giderilmesinde önemli bir parametredir.
Kadın girişimciliğinin önemi üç temel nedene dayandırılabilir.
Birincisi; girişimcilik, kalkınma sürecinde önemli rol oynar. Sadece erkek girişimcilere dikkat edilmesi, nüfusun yarısının ekonomik büyüme potansiyelinin göz ardı edilmesi demektir.
İkincisi; kadınların öncülük ettiği mikro ve küçük işletmelerin hane gelirine katkısı ve kadınların sağlık, beslenme ve eğitim harcamalarına dönük seçiciliği, sağlıklı bir aile ve toplum oluşturmada önemli bir etkidir.
Üçüncüsü; girişimci kadınların artması, iş gücü piyasalarında cinsiyet eşitliğini teşvik etmek açısından önemlidir. Kadın girişimciliğinin arttırılması sadece kadın işverenlerin sayısının değil, aynı zamanda iş gücü piyasasındaki kadın çalışanların sayısını da arttırmaktadır.
Kooperatifler sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmak için gerekli olan çevre ve insan odaklı, bütüncül bir yaklaşımı sağlamak açısından önemli araçlardır.
Türkiye de kadın kooperatifçiliği 2000’lerin başlarında ön plana çıkmaya başlamıştır. 2001 yılında Kadınlarla Dayanışma Vakfı (KADAV) Kocaeli’nde Gölcük Şirinköy prefabrik bölgesinde kadın kooperatifi kurulmasına öncülük etmiştir. Profesyonel mum ve ev tekstili üretim tesislerine sahip 36 kadın kendi ürettikleri ürünün satın alma, ürün tasarım geliştirme, pazarlama birimlerini de yürüttüler. 2 yıl aktif olan kooperatif, prefabrik bölgesinin ortadan kaldırılması sonrasında kapandı. Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı’da (KEDV) halen sürdürdüğü kadın kooperatifleşmesi destek programını 2000’lerde başlattı.
2015 yılında Türkiye de 101 kadın kooperatifinin deneyimine dayalı kapsamlı bir araştırma sonucunda kadın kooperatiflerinin kurulma nedenleri;
*Kadınlara iş sağlamak
*Kadınların sosyal açıdan güçlendirmek
*Kadınların ortak sorunlarına çözüm bulmak
*Çocuk bakım hizmetleri sağlamak(kreş)
*Ortakların örgütlenmesini ve güçlenmesini sağlamak
*Topluma hizmet sağlamak
*Topluma ürün sağlamak ‘dır.
Kooperatifler, yeni bir medeniyetin oluşumunda stratejik bir görev alabilirler ve 21. yüzyılın kronik sorunlarının çözümünde anahtar rol üstlenebilirler.
Sonuçta; Türkiye, AB’nin kadın – erkek eşitliğini hedefleyen sözleşme ve düzenlemelerine taraf olmuş, toplumsal cinsiyet eşitliğini temel politikalarına dahil etmeyi taahhüt etmiş bir ülkedir. İlgili yasal düzenlemelere, kadın – erkek eşitliği için önemli adımlar atılmış olsa da sosyo-kültürel erkek egemen bakışın giderilmesi için kırsal kesim başta olmak üzere ülke genelinde köktenci bir politika geliştirilmemektedir. Kadın istihdamına yönelik belirgin bir kamu politikası gündeminden ve kadın sorunlarına bütüncül bir çözüm arayışından söz etmek mümkün değildir. Kadın istihdamına sadece iş bulma biçiminde bakmak ve kırsalda yaşayan kadını, içinde bulunduğu öznel koşullarda ele almak, sorunları çözmemektedir, Statüsü yüksek, kendine yetebilen, üretebilen, sosyal güvenlik kapsamında olan kadın istihdamının yaratılması, eşit işe eşit ücret uygulaması ile erkek istihdamının yoğun olduğu meslek ve iş alanlarına kadınların da girmelerini sağlayarak, kamusal olanaklardan fiilen eşit yararlanmayı sağlayarak ancak çözünden bahsedilebilir.
Modernleşme, sanayileşme, seçme-seçilme eşit oy hakkı, taraf olunan anlaşmalar, sözleşmeler vb. gelişmelere karşın tarihin en güçlü sömürüsü olan kadın sömürüsü varlığını korumaya devam etmektedir; bu nedenle kadınların her alanda gerçek eşitlik istekleri ve mücadeleleri sürecektir.
2011 yılında İstanbul’da imzalandığı için “İstanbul Sözleşmesi” olarak da isimlendirilen “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”. kadına şiddete ve ev içi şiddete karşı önlem, koruma, kovuşturma ve kadının ekonomik olarak güçlendirilmesi gerektiğinden söz eder ve hükümetlere bu konuda politikalar üretmelerini söyler. Bu bağlamda Türkiye’nin attığı ilk adım, 6284 sayılı koruma kanunu olmuştur. Avrupa Birliği’ne girme hedefleri ile beraber ilk imzacısı olmakla övünen iktidar, bugün, yürürlükten kaldırmaya çalışmaktadır.
İstanbul Sözleşmesine muhalefet edenlerle ittifak ihtiyacı duyan iktidar kadınları, işçileri, gençleri ve LGBTİQ+ bireyleri yani neredeyse herkesi karşılarına aldılar. Kadınların Birlik, Dayanışma ve Mücadeleleri edinilmiş hakların savunacak ve elbette kaybetmeyecekti, ülkenin dört bir yanından harekete geçtiler. İstanbul Sözleşmesi’ni bilen bilmeyen herkese anlattılar. “İstanbul Sözleşmesi’ne dokunursanız, karşınızda bizi bulursunuz” dediler ve kazandılar.
Bu mücadelelere ragmen, 2020 yılında erkekler tarafından 300 kadın öldürüldü, 171 kadın şüpheli şekilde ölü bulundu. Kadın cinayetlerini durdurmak için hiçbirşey yapmayan yetkililer, artan şüpheli kadın ölüm verilerini dikkate almayarak görmezden geldiler. Cezasızlık, ceza indirimleri, ölüm nedenlerini saptırma halen devam edilmektedir.
Birleşmiş Milletler Kadın Komisyonu’nu, dünya genelinde koronavirüs sürecinin kadına yönelik şiddete etkisine ilişkin hazırlamış olduğu raporda; dünya genelinde 15-49 yaş arası 243 milyon kadın ve kız çocuğunun son 12 ay içinde hem cinsel hem de fiziksel şiddete maruz kaldığı, güvenlik, sağlık ve ekonomi alanındaki kaygılar ve endişeler nedeniyle şiddetin daha da körüklendiği ifade ediliyor.
COVİD 19 pandemisi sürecinde şiddetin sosyal ve ekonomik maliyeti düşünüldüğünde; mağdurlara sunulacak hizmetlerin kısıtlanması da ciddi bir sorun olarak karşımızda duruyor. İşletmelerin, fabrikaların kapanması birçok kadının işsiz kalmasına ya da ücretsiz-yıllık izne gönderilmesine neden oldu. Kadınların çoğu güvencesiz, düşük ücretli, yarı zamanlı ya da kayıt dışı çalıştırılıyor. Dolayısıyla gelir güvenliği ve sosyal korumaya çok az sahip olan ya da olmayan kadınlar, kriz zamanlarında normalden çok daha az korunabiliyorlar. Raporda, salgın krizi sonrasında sosyo-ekonomik eşitsizliklerin, işsizliğin, ekonomik sıkıntıların ve güvensizliğin artacağı da vurgulanıyor.
Ülkemizde ve dünyanın dört bir yanında kadınlar; toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, erkek şiddetine, tecavüze, tacize, savaşa, ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı kadın dayanışmasının taşlarını örmeye devam ediyor, seslerini yükseltiyorlar. Talepleri yükseltmeye, haklarının takipçisi olmaya devam edecekler.
Gelişen teknoloji, yaşam kalitesinin yükselmesi ve eğitim seviyelerinin artmasıyla artık kadınlar, politikadan sanata her alanda bulunmakta, konumlarını başarılı bir şekilde temsil etmektedirler.
Ve biz, Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Kadın Komisyonu olarak, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününde her günkinden daha yüksek sesle, tüm kadınlar, kadın meslektaşlarımız ve kırsalda yaşıyan kır emekçisi sessiz kadınların sesi olmak için “Haklarımızdan vazgeçmiyoruz ve İstanbul Sözleşmesine sahip çıkıyoruz” diyoruz…
Kadın ve erkeğin eşit olduğu, sömürünün baskının olmadığı, daha iyi bir gelecek; birlik ve mücadele kültürümüzün ışığında mümkün olacaktır. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınları Birlik, Dayanışma ve Mücadele Günü kutlu olsun…
Ziraat Mühendisleri Odası
İstanbul Şubesi
Kadın Komisyonu