“AÇILIM” NİYETİ OLAN ŞEKER FABRİKALARINI ÖZELLEŞTİRMEZ!
Kısa süre öncesine kadar DTP‘li milletvekilleri ile el dahi sıkışmayan Başbakan, önce bir "Kürt Açılımı" kavramını ortaya attı, daha sonra bu girişim "Demokratik Açılım"a dönüştü. Ancak "açılım" sözcüğünün ne anlama geldiğini ve neler yapılacağını bugüne dek açıklayabilen de çıkmadı. Çünkü bir açılım yapmak için öncelikle doğu ve güneydoğunun en önemli sorunlarının neler olduğunu bilmek gerekiyor.
TÜİK‘in verilerine göre ülke genelinde yaklaşık beş vatandaşımızdan biri (%18,56), kentlerimizde her on kişiden biri (%10,61), kırsal alanda ise her üç vatandaşımızdan biri (%32,18) yoksuldur. Ailesindeki kişi sayısı yedi ve üzerinde olan kırsal alanda ise her iki kişiden biri (%50,26) yoksuldur.
Türkiye‘de nüfusun yaklaşık %25‘i kırsal alanda yaşarken, bu oran Güneydoğu Anadolu Bölgemizde %34, Doğu Anadolu Bölgemizde ise %47‘ye yükselmektedir. Bu bölgelerimizde kırsal nüfusu en kalabalık iller arasında Siirt (%40,3), Adıyaman (%43,6), Şanlıurfa ve Mardin (%43,7), Ağrı (%50,1), Kars (%58,2), Muş (%65,8) ve Ardahan‘ı (%67,5) sayabiliriz. Çocuk sayısı açısından ailelerin kalabalıklığı dikkate alındığında ise ülkemizin en yoksul insanlarının bu iki bölgemizde bulunduğunu net bir şekilde söyleyebiliriz. Yoksulluk bu bölgelerin en önemli sorunudur.
Doğu Anadolu Projesi kapsamında bölgedeki beş üniversite (Atatürk, Fırat, İnönü, Kafkas ve Yüzüncüyıl Üniversiteleri) tarafından hazırlanmış ve Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) tarafından 2000 yılında yayımlanmış "Tarım" raporunda;
- Bölge ekonomisinin diğer bölgelere göre daha geri olduğu,
- Birkaç il dışında bölgenin tarım ağırlıklı bir ekonomiye sahip olduğu,
- Bölgeyi kalkındırmanın yolunun öncelikle tarımdan geçtiği,
- Bölgede birkaç il dışında hammadde azlığı-kişisel gelirin düşüklüğü ve bölgesel pazarın darlığı-ulaşımdaki güçlükler nedeniyle sanayinin gelişemediği,
- Birçok ilin ekonomisinin daha ziyade kamu görevlilerinin aldıkları maaş ve ücretlere dayanır hale geldiği,
- Bazı illerin ekonomilerinin kamu kesimiyle ayakta kalabildiği,
- Bölgedeki kamu harcamalarının azalmasının bölge ekonomisini daha da daraltacağı gibi önemli saptamalar yer almaktadır.
Bu tespitlere göre ülke genelinde uygulanan kimi politikalar doğu ve güneydoğuyu doğrudan etkilemektedir. Bölge üniversiteleri, memur ve işçi ücretlerinin bu yörelerin ekonomisine katkısının büyük olduğunu belirttiğine göre, enflasyonun altında gerçekleşen maaş zamları bu yörelerimize oldukça olumsuz bir şekilde yansımaktadır. Ayrıca, bu bölgelerimiz cezalandırmak üzere sürülmüş memur yatağı olmaktan çıkarılmalıdır.
Üniversiteler tarafından bölgeyi kalkındırmanın en önemli yolu olarak tarım sektörü gösterilmektedir. Oysa ülkemizde tarım, 1980‘den bu yana uygulanan neoliberal politikalar sonucu sürekli gerilemiştir. Kırsal nüfusu, dolayısıyla tarım nüfusu oldukça yüksek bu bölgelerimiz tarım politikalarından doğrudan etkilenmektedir. TÜİK‘in verilerine göre Doğu Anadolu Bölgemizde, AKP‘nin iktidar olduğu 2002-2008 yılları arasında baklagil üretimi %35, endüstriyel bitkiler üretimi %40, tahıl üretimi %25, yağlı tohum üretimi %30, yumru bitkiler üretimi %35 gerilemiştir. Güneydoğu Anadolu Bölgemizde de aynı ürünler için sırasıyla %25, %9, %12, %13 ve %43 gerileme olmuştur. Doğu Anadolu Bölgemizde 1990‘lara göre büyükbaş hayvan sayımızda %7, küçükbaş hayvan sayımızda da %35 gerileme görülmektedir. 2002-2008 yılları arasında ise büyükbaş hayvan sayımız hemen hemen aynı sayıda kalırken küçükbaş hayvan sayımızda %9‘luk bir gerileme yaşanmıştır. Güneydoğu Anadolu Bölgemizde ise 1990‘lı yıllara göre büyükbaş hayvan sayımızda %10, küçükbaş hayvan sayımızda ise %30‘luk bir gerileme görülmektedir. 2002-2008 yılları arasında ise büyükbaş ve küçükbaş hayvan sayıları neredeyse sabit kalmıştır. Tarım ve Köyişleri Bakanı her fırsatta tarımsal desteklerin, özellikle de hayvancılık desteklerinin AKP iktidarı zamanında oldukça fazla arttırıldığını her fırsatta söylemektedir. Ancak doğu ve güneydoğudaki bitkisel ve hayvansal üretim verilerindeki gerilemeler tarımsal desteklerin son derece yetersiz olduğunu göstermektedir. Üretimdeki gerileme tarım politikalarıyla yakından alakalıdır ve bölgenin yoksulluğunun önemli nedenlerinden biridir. Diğer yandan tarımsal üretimin azlığı, sanayiye yeterli hammadde üretilememesine ve sanayinin geri kalmasına neden olmaktadır.
Ülkemizin batısına yönelik uygulanan kimi politikalar da doğu ve güneydoğuyu doğrudan etkilemektedir. Önceki Maliye Bakanımızın tabiriyle ülkemizdeki her şeyi "babalar gibi" satıyoruz. Koca koca bakanlarımız da bizlere özelleştirmeleri "sattığımız şeyleri çuvala koyup da kendi ülkelerine mi götürüyorlar" gibi gerçek dışı söylemlerle anlatıyorlar. Doğru! Örneğin Telekom hiçbir çuvala sığmaz, hele sırtta hiç taşınmaz. Zaten giden de bunlar değil! Bu kurumlardan elde edilen gelirler o şirketlerin ülkelerdeki halklarının refahı için "çuvallarda" gitmektedir. Konuyu doğu ve güneydoğu açısından irdelersek, AKP hükümeti batıdaki şeker fabrikalarını, kazancı yüksek fabrikaları zaman zaman satışa çıkarmaktadır. Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ‘nin (TŞFAŞ) elinde doğudan batıya 25 adet şeker fabrikası vardır. Bu fabrikalardan kazananlar zarar edenleri dengelemekte ve toplamda şeker fabrikaları kar etmektedir. Bu bağlamda TŞFAŞ 2008 yılında 3 milyar 193 milyon TL kar etmiştir. Şayet batı ve orta Anadolu‘daki kar eden şeker fabrikalarını satarsak, TŞFAŞ zarar etmeye başlar, doğudaki zarar eden fabrikalarını kimse almaz ve kısa süre sonra onlar da kapanır.
Durum böyle iken TŞFAŞ‘ye ait Çarşamba, Çorum, Kastamonu, Kırşehir, Turhal ve Yozgat fabrikalarının özelleştirilme ihalesi 11 Eylül 2009 tarihinde başlatılmış olup, son teklif verme tarihi ise 19 Kasım 2009‘dur. TŞFAŞ‘nin 2008 yılında ürettiği 1.160.700 ton şekerin %22‘sini üretmiş olan bu fabrikaların ve süreç içerisinde de diğer fabrikaların özelleştirilmesi Doğu Anadolu Bölgemizde yer alan 8 adet şeker fabrikasının (Malatya, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Muş, Kars, Ağrı ve Erciş) birer ikişer kapanmasına yol açacaktır. 2008 yılı şeker üretiminin %15‘ini sağlayan bu fabrikalar, TŞFAŞ‘nin şeker fabrikalarında çalışan toplam işçi sayısının da %30‘unun istihdamını sağlamaktadır. Doğudaki şeker fabrikalarının kapanması, önemli bir istihdam kaybının yanında şeker pancarı tarımının bu bölgemizde gerilemesi anlamına da gelmektedir. Şeker pancarı çiftçiye diğer ürünlere oranla daha fazla kazandırır ve kendinden sonraki ürünlere verimli bir toprak bırakır. Şeker pancarı tarımının sona ermesi bu avantajı da bitirir. Yakın zamanda yaşadığımız TEKEL‘in sigara fabrikalarının özelleştirilmesi, bu bölgelerdeki sigara fabrikalarının kapanmasına neden olmuştur. Ülkemizde bir zamanlar 300 bin ton tütün üretilirken günümüzde üretim 100 bin tonun altına düşmüştür.
Bölge üniversitelerine göre doğu ve güneydoğu ekonomileri açısından diğer bir önemli konu kamu yatırımlarıdır. Bu kapsamda hemen akla, en büyük kamu yatırımı diyebileceğimiz GAP gelmektedir. Büyük bölümü sulama yatırımlarından oluşan tarımsal yatırımların kamu yatırımları içindeki payı 1996‘da %11,7‘den 2003‘te %9,2‘ye, 2008‘de ise %8,5‘e gerilemiştir. Ülkemizde 1998-2002 yılları arasında yılda 65 bin hektar (bir hektar on bin metrekaredir) alan sulamaya açılırken bu miktar 2003-2007 yılları arasında 50 bin hektara gerilemiştir. DSİ‘nin sulama yatırımları içinde GAP‘a ayrılan pay 2002 yılında %21 iken 2007 yılında %10‘a gerilemiştir. GAP kapsamında sulanabilecek arazi miktarı 1 milyon 800 bin hektardır. Bugüne kadar bu alanın ancak 287 bin hektarlık (%16) kısmı sulanabilmiştir. GAP‘ta hala su bekleyen yaklaşık 1 milyon 500 bin hektar arazi mevcuttur. Bir dekar (bir dekar bin metrekaredir) arazinin sulamaya açılmasının ilave getirisi 2008 yılı fiyatlarıyla 600 TL‘dir. Bu veri üzerinden GAP‘ta henüz sulamaya açılmamış yaklaşık 1,5 milyon hektarlık arazi nedeniyle bölge yılda 9 milyar TL (6 milyar dolar) ilave getiriden mahrum kalmaktadır. Ülke genelinde sulama olanağı olduğu halde henüz sulamaya açılmamış yaklaşık 3,5 milyon hektar arazi olduğu dikkate alındığında bu kaybın 21 milyar TL‘ye (14 milyar dolar) ulaştığı görülmektedir. Birkaç milyar dolar için Türkiye‘nin IMF ve DB ile yaptığı anlaşmalar sonucu verdiği tavizler düşünülürse, sulama yatırımlarının öncelikle tamamlanmasının gerekliliği ortaya çıkmaktadır.
Tüm bu hataların sonuçları doğu ve güneydoğuda daha fazla hissedilmekte ve bu bölgelerimizden büyük göçler yaşanmaktadır. Ülkemizin en zengin su kaynaklarının bulunduğu (Dicle, Fırat, Çoruh ve Aras nehirleri) bu bölgelerimizden, su kaynaklarının en az düzeyde bulunduğu Marmara Bölgesine, özellikle de İstanbul‘a göç yaşanmaktadır. Sonuçta buralarda tarım arazileri üzerinde gecekondulaşma, su havzası işgalleri, su kaynaklarının kirlenmesi gibi olumsuzluklar çığ gibi büyümektedir. Dere yatakları üzerinde kurulan mahallelerde yaşanan sellere ise son derece haksız olarak "doğal afet" yakıştırmaları yapılmaktadır.
İş bulamadıkları için göç eden insanlar gittikleri illerdeki işsizlik sorununun daha da büyümesine yol açmaktadır. Bu olumsuzluklara karşı mücadele etmesi gereken hükümet ise İş Yasası‘ndaki Özel İstihdam Büroları açılımına yeni tavizler ekleyerek köle işçiliğin önünü açmakta, bu insanların muhtaçlığını sermayenin lehine çevirmektedir.
Ülkemizde hiç toprağı bulunmayan tarım işletmelerinin en fazla Güneydoğu Anadolu Bölgemizde yoğunlaştığı dikkate alındığında toprak reformu özellikle bu bölgemiz için önemli bir açılım olacaktır. Bir zamanlar tohum, gübre, ilaç dağıtımının üzerlerinden yapılarak güçlendirilen ağalık sistemi ortadan kaldırılmadıkça yöredeki insanların refahını artıracak uygulamalarda başarılı olma şansı oldukça azalacaktır. Gerek doğuda gerekse güneydoğuda tarlalarının çok parçalı olması da arazi toplulaştırma uygulamalarının en kısa sürede yapılmasını zorunlu hale getirmektedir. Buna karşın ülke genelinde kırsal alanda yol, içme suyu, sulama, arazi toplulaştırma işlerini başarıyla yürüten Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü 2005 yılında hiçte hak etmediği AKP hükümetinin suçlamalarıyla kapatılmıştır.
Sonuç olarak; doğu ve güneydoğunun en önemli sorunlarının başında yoksulluk gelmektedir. Nüfusun önemli bir bölümünün kırsalda yaşaması nedeniyle 1980‘lerden bu yana önem verilmeyen tarım politikaları yeniden gözden geçirilmelidir. Bu kapsamda gerileyen bitkisel ve hayvansal üretim, istihdamı da artırıcı yönde tekrar tesis edilmelidir. Tarımsal üretimin geliştirilmesi sanayinin hammadde olanaklarının artmasını ve yeni istihdam sahalarının oluşmasını sağlayacaktır. Tarımsal KİT‘ler ülkemizin dengeli kalkınması anlamında yurdumuzun dört bir köşesine inşa edilmişlerdir. Bu nedenle şeker fabrikalarının doğuda ve güneydoğuda istihdamı ve tarımı destekleyebilmesi için batıdaki fabrikaların özelleştirilmemesi gerekir. Güneydoğu ekonomisine olan katkıyı artırabilmek için GAP‘ın sulama yatırımları hızla tamamlanmalı; doğuda ise ekonomik olarak sulamaya elverişli arazilerin yoğunlukla bulunduğu Erzurum, Ağrı, Kars, Malatya ve Muş‘taki araziler en kısa sürede suyla buluşturulmalıdır. Bölgedeki ağalık sistemine son verilmeli, toprak reformu zaman kaybetmeksizin yapılmalı ve arazi toplulaştırma yatırımları bir an önce gerçekleştirilerek üretim maliyetleri düşürülmelidir.
Bu aksaklıklar giderilmeden doğu ve güneydoğu ile ilgili olarak kalıcı ve başarılı bir "açılım" yapılması mümkün değildir.
Ahmet ATALIK
Başkan
(Yönetim Kurulu Adına)