“TÜRKİYE’DE YAŞANAN KURAKLIK VE ETKİLERİ"

MERKEZ
20.01.2007
 

  "TÜRKİYE‘DE YAŞANAN KURAKLIK VE ETKİLERİ"

20 Ocak 2007

 

Türkiye, 2006 yılı Aralık Ayı‘nı, normalin ¼‘ü oranında yağış alarak geçirdi. Toprakta nem eksikliği yaratan bu durum, 2007 yılında özellikle serin iklim tahıllarında (buğday, arpa, çavdar ve yulaf) verim ve üretim kayıplarının ortaya çıkacağına işaret ediyor...

Türkiye‘nin uzun yıllar yağış ortalaması değerlerine göre, Aralık Ayı yağış normali 97.2 mm.dir.  Buna karşılık Türkiye, 2005 yılı Aralık Ayı‘nda 61.7 mm, 2006 yılı Aralık Ayı‘nda ise 26.1 mm. yağış almıştır. Başka bir deyişle, 2006 yılı Aralık ayında, Türkiye normalinden % 73.1 oranda daha az yağış kaydedilmiştir.

Serin iklim tahılları, yıllık yağış ortalaması 450 mm. düzeyinde olan alanlarda, ek bir sulama yapılmaksızın yetiştirilebilir. Bununla birlikte, yıllık yağışın aylar itibariyle dağılımının da düzenli olması istenir. Yağış rejiminde ortaya çıkan normal dışı gelişmeler, verim ve üretim üzerinde sınırlayıcı etkiler yapar.

Türkiye‘de, Kasım ve Aralık aylarında, kışlık buğday ekimi yapılmaktadır. Yazlık buğday ekimi ise, erken ilkbahar döneminde söz konusu olmaktadır.

Tohumlar toprağa ekildikten sonra; sırasıyla çimlenme - kardeşlenme - sapa kalkma - başaklanma ve olgunlaşma dönemi yaşamaktadırlar. Bunlardan özellikle ilk üç dönemde uygun miktarda yağışın alınması beklenir. Sonraki iki dönemde ise, yağışın özellikle kalite üzerinde olumsuz etkileri söz konusu olmaktadır.

Trakya - Çukurova - İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri, Türkiye‘nin önemli tahıl üretim merkezleridir. Bunlardan, Trakya hariç tüm bölgelerde, önemli oranda yağış azlığı söz konusudur. Özellikle Adana, Hatay, Konya, Ankara ve Şanlıurfa illerinde Kasım ve Aralık aylarında yaşanan ve Ocak Ayı‘nın ilk 20 günlük döneminde de devam eden kuraklık, kışlık buğday ekiminde çimlenme kapasitesini önemli ölçüde etkilemiştir. 20 milyon tonluk toplam buğday üretiminde Konya‘nın 1.8, Adana‘nın 1.2, Şanlıurfa‘nın 1.2 milyon ton, Ankara‘nın 900 bin ve Hatay‘ın 400 bin ton paya sahip oldukları düşünüldüğünde, sorunun ciddiyeti ortaya çıkmaktadır. Bazı illerde üreticinin, kışlık ekim yaptığı tarlasını yeniden sürdüğü gözlemlenmektedir.

Bu çerçevede, yaklaşık 20 milyon ton buğday, 9 milyon ton arpa, 300 bin ton yulaf ve 200 bin ton çavdar üretiminin İç Anadolu, Çukurova ve Güneydoğu‘nun Batısı‘nda gerçekleştirilen bölümü için; Çukurova‘da %30, İç ve Güneydoğu Anadolu‘da %10 olmak üzere ortalama % 20‘lere varan bir üretim düşüşünü öngörmek ve buna göre önlem geliştirmek zorunluluğu bulunmaktadır.

Türkiye İstatistik Kurumu, buğday üretiminde 2005 yılı 21.5 milyon ton olarak açıkladığı üretim tahminini, 2006 yılı birinci ve ikinci tahmininde sırasıyla 20.5 ve 20 milyon ton olarak revize etmiştir. İyimser bir tahminle, kışlık buğday ekiminde yaşanan kuraklık sorunu nedeniyle üretim düşüşünün 1 milyon tonla sınırlı olacağı varsayıldığında, bunun genel ekonomiye olumsuz etkisinin 400 milyon YTL düzeyinde gerçekleşeceği beklenebilir.

Bununla birlikte, kışlık ekim için önümüzdeki dönemdeki olası kar yağışlarının ve bunun yanında yazlık ekim de dahil olmak üzere olası bahar yağışlarının, verim ve üretim üzerinde belirleyici etki yapacağını not etmek gerekmektedir.

Verim ve üretimdeki geriye gidişler, şüphesiz en çok yoksul tahıl üreticisini olumsuz etkileyecektir. Bunun yanında, dönemin özelliklerini "fırsat" sayacak bazı sektörel süreçler konusunda dikkatli olmak zorunluluğu bulunmaktadır.

Bu bağlamda, bahar dönemi özellikleri görülmeden, tahıl ürünlerinde "üretim yetersizliği" öne sürülerek gümrük vergisi oranlarının düşürülmesini isteyenlerin, aslında iç - dış piyasa fiyat marjından yararlanmak isteyenler olduğu bilinmeli ve şu ortamda bir gümrük indirimine gidilmemelidir.

Bunun yanında, 1 kg. ekmek maliyeti içinde buğday fiyatlarının % 30‘dan daha az paya sahip olduğu gerçeğinden hareketle, ekmek fiyatlarına yönelik olası zam talepleri de, gerçekçi olmaması nedeniyle reddedilmelidir.

Mevsim normallerine göre kaydedilen yüksek sıcaklık ve düşük yağış değerleri, tahıllar dışında Çukurova‘da karnabahar, soğan ve patates gibi ürünlerin üretimini de tehdit etmektedir.

Ayrıca erik, kiraz, kayısı, şeftali gibi sert çekirdekli meyveler ve narenciye, zeytin ve üzümde, ağaç ve asmaların kışlama evresini yeterince yaşayamamaları, verim ve kaliteyi olumsuz etkileyebilecektir. Genel olarak ağaçların "yalancı bahar" etkisiyle çiçek açmaları, arkasından gelecek soğuklarla don olasılığı ve bundan dolayı ortaya çıkabilecek zararları da artırmaktadır.         

Dünya genelinde görülen küresel ısınma süreci, kuşkusuz Türkiye‘yi de tehdit etmektedir. Türkiye bu gerçekle yüzleşmek, uygun önlemleri zamanında almak zorundadır.

Türkiye‘de 2006 yılının Ekim - Aralık dönemi uzun yıllar yağış ortalaması 224 mm. iken, 2006 yılı Ekim - Aralık döneminde 199.1 mm. yağış kaydedilmiştir. Bu durum, dönemin başında kaydedilen aşırı yağış - sel sonrasında, özellikle Kasım Ayı‘nın başından itibaren ortaya çıkan kurak döneme işaret etmektedir.

Türkiye‘de, teknik ve ekonomik ölçütlere göre sulanabilir 8.5 milyon hektar tarım alanının, ancak 4.5 milyon hektarı sulanabilmektedir. Başka bir deyişle, 4 milyon hektar alan, su beklemektedir. Türkiye, önümüzdeki 10 yıllık dönemde, her yıl 400 bin hektar sulama yatırımı gerçekleştirerek, toprağını su ile buluşturmalıdır.

Buna karşılık, yılda ancak 35 - 40 bin hektar sulama yatırımı yapılabilmekte, bu alandaki uzman kuruluş Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü kapatılmakta, sulama yönetimi "kederine" terk edilmekte, tarım toprakları amaç dışı kullanılmaktadır. 

Bu yatırım hızı ile gidilirse, sulama yatırımlarının tamamlanabilmesi için, 100 yıla  yakın bir süreye gereksinim vardır...

Yatırım eksikliği yanında, mevcut yatırımların gerçekleştirilmesinde de ciddi sorunlar bulunmaktadır. GAP Bölgesi‘nde 35 bin hektar alan, yanlış sulama teknikleri nedeniyle tuzlulaşma ve çoraklaşma sürecini yaşamaktadır. Derin su kuyularından yapılan yer altı suyu çekimleri, Konya Ovası‘nı hızla çoraklaştırmaktadır.

Bu bağlamda, yer altı suyuna yüklenen su temini yanında, açık kanallarda taşınan su ile yapılan "vahşi sulama" yöntemlerinden derhal vazgeçilmeli, damla sulama başta olmak üzere, suyu tasarruflu kullanan, toprakta tuzlulaşma - alkalileşme - çoraklaşma sorunu yaratmayan çağdaş teknikler uygulanmalıdır.

Su mülkiyeti ve işletmeciliğinde, üreticiye, suyu kullanan ve yöneten bir nitelik kazandırılmalı, "su hizmetlerinin özelleştirilmesi" uygulamalarından vazgeçilmeli, kamu yararı su politikalarının odağına oturtulmalıdır.

Atıksu ve kuraklık yönetimi yanında, yeni dönemin koşullarına uygun tarımsal araştırma - yayım ve danışmanlık hizmetleri kurgulanmalı ve etkinlikle uygulanmalıdır.

Küresel ısınmayı tetikleyen fosil yakıtlar yerine, tarımsal ürünlerden elde edilen biyoyakıtların (biyodizel ve biyobenzin), öncelikle tarım ve iş makinelerinde olmak üzere kullanımı yaygınlaştırılmalıdır. 

Doğayı ve çevreyi sömürerek tüketen endüstriyel tarım uygulamaları yerine, doğayla ve tüketiciyle dost tarım teknikleri uygulanmalıdır.

Tarım bir kültürdür. İnsan ve doğa, bu kültürün ayrılmaz parçalarıdırlar...

 

Dr. Gökhan GÜNAYDIN

Başkan

Okunma Sayısı: 20021