AB VE TÜRK TARIMI - CNBC-E BUSINESS
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik müzakerelerinde en çok başını ağrıtacak konulardan biri olarak tarım alanındaki uyum süreci gösteriliyor.
Türkiye‘nin 1959 yılından bu yana süren Avrupa Birliği macerasının AB‘ye tam üyelikle sonuçlanması, birlik mevzuatına tam uyum sağlamaktan geçiyor. Uyum gereken çetin konuların başında ise "tarım" geliyor. AB, tarımı öylesine önemsiyor ki, yaklaşık 80 bin sayfalık AB mevzuatının yarısına yakınını tarım ve ilgili konular oluşturuyor. Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Şahap Kavcıoğlu da tarımın AB için ne ifade ettiğini ekonomik cepheden şöyle ifade ediyor: "AB bütçesine bakıldığında, sektörel olarak en büyük pay yaklaşık yüzde 45 ile tarıma ayrılmış durumda."
Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, "Türkiye‘nin tarım politikalarındaki yetki alanının olası bir AB üyeliği durumunda uluslararası düzleme terk edileceğine" dikkat çekiyor. Türkiye‘nin Ortak Tarım Politikası‘na (OTP) tam uyum sağlaması için büyük değişik ve fedakarlıklar yapması gerekiyor. Ne adına? Bunu yanıtlamak için kısmen bize benzetilen Polonya örneği veriliyor. Polonyalılar AB politikalarını uyguladılar ancak şimdi büyük bir işsizlikle karşı karşıyalar. Örneğin, verimliliği artırmak için küçük işletmelerin ortadan kalkması ve üretimin makineleşmiş olması gerektiği önerisi sıkça gündeme geliyor. Ancak bu durumda boşta kalacak milyonlarca vasıfsız tarım işsizinin ne olacağı konusu, doğru dürüst hiçbir çalışmada yer almıyor.
Tarım destekleri, AB‘ye uyum sürecinde veya bu süreçten bağımsız olarak ileride en çok başını ağrıtacak konulardan birisini oluşturacak gibi görünüyor. Dünya Bankası‘na sunulan bir rapora göre tarım destekleri konusunda tartışma yaşanan kilit mallar şöyle sıralanıyor: "Şeker, süt ürünleri, pirinç, yerfıstığı, sebze-meyve, buğday, deniz ürünleri, pamuk ve kahve." Raporun en çarpıcı yanı ise kazanan ya da kaybedecek olan ülke ve üreticilerin bu dokuz ana kalem mala destek verecek politikalar sonucu belirleneceğini vurguluyor olması... Oysa Türkiye hem bütün bu ürünlerde, hem de genel olarak tarım destekleri konusunda ciddi sorunlarla karşı karşıya.
Çünkü AB mevzuatının yönelimi, gelişmiş üye ülkelerin geçmişte kendi üreticilerine sağlayarak tarım altyapılarını bugünkü noktaya taşımalarına imkan veren büyük desteklerin, bugün ne eski ve yeni AB üyelerinde ne de üye adayı Türkiye‘de sağlanmasına izin vermiyor. Bu noktada Türkiye‘nin tarımdaki sorunlarına çözüm bulması, AB ile uyum sürecinde sıkıntı yaratmadan kendi başına bulabileceği kendine özgü politikalar geliştirmesine bağlı.
Uzmanlar, Türkiye‘de yaygın olan aile işletmelerinin bir yandan kendilerini geliştirirken, bir yandan da kooperatifleşme ve benzeri yöntemlerle ölçüt büyütmeye çalışması gerektiğini vurguluyor.
Kooperatiflerin, ortak makina parkı oluşturmaları, girdi alımında birlikte hareket ederek maliyet düşürmeleri öneriliyor.
Pazarlama aşamasında da birlikte hareket etmenin getireceği pazarlık gücü avantajına da dikkat çekiliyor. Giderek ekolojik (organik) tarım ve seracılığın yaygınlaştırılması da önerilenler arasında.
ORTAK TARIM POLİTİKASINA UYUM
AB‘nin Ortak Tarım Politikası (OTP) ilk oluşturulduğu yıllarda topluluğu temel ürünlerde "kendine yeterli" bir düzeye yükseltmeyi hedefliyordu. OTP bunu sağladı ancak AB bu kez de fazla üretim nedeniyle aşırı stok sorunuyla karşı karşıya kaldı. Stokların eritilmesi için dış pazarlarda ABD ile adeta bir destekleme savaşına girildi.
1992‘de OTP‘nin en köklü reformlarından birisi yapıldı. Burada amaç fazla üretim kapasitesini geri çekmek, topluluk stoklarını eriterek bunun bütçe üzerindeki yükünü azaltmak, böylece topluluğu güçlendirmekti. Böylece üretim alanlarını boş bırakan üreticiye "doğrudan ödeme" yapılmaya başlandı. Daha sonra bu "doğrudan ödeme" uygulaması, bu ödemelerden yararlanmak isteyenlerin topraklarında "iyi tarım" yapmak ve "çevresel" değerlere saygı göstermek zorunda olması biçimine dönüştürüldü.
Aşağı yukarı aynı dönemde OTP kapsamında Türk çiftçisine de Doğrudan Gelir Desteği (DGD) verilmeye başlandı. Ancak bu destek AB‘deki gibi Birlik bütçesinden değil, Türk hükümetleri tarafından ama Dünya Bankası‘ndan sağlanan kaynakla karşılandı. Sınırlı ürün dışında temel tarım ürünlerinde ne stok fazlası, ne küresel pazar savaşı kaygısı, ne de bir çevre derdi olmadığı gerekçesiyle Türk hükümetleri DGD konusunda eleştirilere uğradı: "Üretene değil, üretmeyene destek olunuyor, Türk çiftçisi tembelleştiriliyor." Uygulama zaman zaman aynı mantıkla, Türkiye‘nin çeşitli tarım ürünlerinde ithalatçı pozisyonuna sürüklenmesinin suçlusu ilan ediliyor. Bu eleştirilerin haklılığını ortaya koyarcasına hükümet 2007‘den itibaren DGD‘ye son verildiğini duyurdu.
AB ülkelerinin de OTP‘yi pek fazla sürdürme şansı bulunmadığına dikkat çeken uzmanlar bunu şöyle gerekçelendiriyor: OTP dünyanın en korumacı politikası. AB içinde tarım üreticisi olan ve olmayan ülkeler arasında bile bir sürtüşmeye yol açıyor. Bu nedenle Türkiye‘nin tarımla ilgili olarak AB karşısında atacağı adımları, OTP‘nin değişebileceği ihtimalini gözeterek atması öneriliyor. Tarım alanında AB ile uyumun yolunu tarıma dayalı sanayinin geliştirilmesine bağlayanlar da az değil.