AKARSULAR BOŞA AKAR MI? - KARASABAN

İSTANBUL
09.04.2010
 

Ahmet ATALIK

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası

İstanbul Şube Başkanı 

Türkiye‘nin enerji açığını kapatabilmek amacıyla son yıllarda akarsularımızın kullanım hakkı, üzerlerinde enerji üretim tesisleri kurmak amacıyla şirketlere devredilmeye başlandı. Özel sektör yaklaşık 1700 hidroelektrik santral kurmak istiyor. Asıl amacı sularımızın ticarileştirilmesi olan bu davranışı haklı ve güzel göstermek amacıyla Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu her fırsatta boşa akan suların değerlendirildiğini söylemektedir. Bu noktada "akarsular boşa mı akıyor, akan suyun ne gibi işlevleri bulunmaktadır" konularını değerlendirmeye çalışacağız.

Uluslararası Nehirler Ağı akarsuları vücudumuzdaki damarlara, suyu da vücudumuza hayat veren kanımıza benzetmektedir. Kan dolaşımımızdaki herhangi bir aksamanın vücudumuzda yarattığı sıkıntı gibi akarsuların önüne konan engellerin ve adına can suyu denen son derece yetersiz bir suyun akış yatağına verilmesinin ne gibi sıkıntılar oluşturabileceğine bir bakalım.

Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Su Havzaları, Kullanımı ve Yönetimi Özel İhtisas Komisyonu Raporu‘nda açıkça belirtildiği üzere büyük yatırımlar yapılarak tesis edilen barajlar akarsu ve yüzey akışlarının taşıdığı toprak materyali ile planlanan ekonomik ömürlerinden daha kısa sürede dolmakta ve işlevlerini yitirmektedir. Genelde ekonomik ömrü 50 yıl olarak belirlenen bazı barajların erozyon etkisiyle planlanmış ölü hacimlerinin 15-20 yılda (Karamanlı 13, Altınapa 10, Kartalkaya 19, Kemer 22 yıl) dolduğu görülmektedir.

Fırat üzerinde tesis edilen Keban Barajı‘na her yıl en az 32 milyon ton toprak taşınmış ve tesis tarihi olan 1974 yılından 1999 yılına kadar toplam 800 milyon ton toprak baraj tabanına yığılmıştır.

DSİ ve EİEİ tarafından bazı istasyonlarda yapılan ölçümlere göre;

•-          Dicle Nehri-Cizre 26,7 milyon ton/yıl,

•-          Fırat-Dutluca 16,8 milyon ton/yıl,

•-          Kızılırmak-İnözü 15,7 milyon ton/yıl,

•-          Murat-Palu 15,1 milyon ton/yıl,

•-          Murat Nehri-Akkonak 8,8 milyon ton/yıl,

•-          Çoruh-Karşıköy 7,8 milyon ton/yıl,

•-          Kelkit-Faklı 6,9 milyon ton/yıl,

•-          Ceyhan-Misis 5,7 milyon ton/yıl

sediment taşımaktadır.

En sade tanımlamayla suların ve rüzgarın toprak parçacıklarını taşıması olayına erozyon diyoruz. Erozyonu da doğal erozyon ve hızlandırılmış erozyon diye ikiye ayırabiliriz. Doğal erozyon doğa şartları altında cereyan eder ve doğanın kendi işleyişini devam ettirebilmesi için gereklidir. Erozyonun tehlikeli boyutu hızlandırılmış erozyondur ki, insan faaliyetleri sonucu ortaya çıkar ve doğa tahribatına yol açar.

İşte bu tanımlamalardan hareketle, akarsuların içerisinde taşınan bu toprak parçacıklarının doğada önemli işlevleri bulunmaktadır. Akarsular önlerinde baraj gibi bir engelle karşılaşmayıp denize ulaştıkları noktalarda ve arazilerin alçak noktalarında bu toprak parçacıklarını sermek suretiyle en verimli ve en değerli tarım arazileri olan ovaları ve deltaları oluştururlar. Şayet yukarıda rakamlarla ifade edilen toprak parçacıkları önlerine inşa edilen barajlar vasıtasıyla yollarına devam edemezler ise ovalar ve deltalar beslenemez, verimliliklerini devam ettiremezler.

Akarsuların denizle birleştikleri deltalar ile arka planında yer alan tarım arazileri için durum daha da kritiktir. Zira, deltalara akarsuların taşıdığı toprak takviyesinin kesilmesi durumda deniz, deltaları aşındırmaya ve kendisinden alınan yerleri tekrar geri alarak tarım arazileri üzerinde ilerlemeye başlamaktadır. Bu durum Bafra Ovamızda görülmeye başlanmıştır. Daha da önemlisi, deniz yeterince toprak taşımayan ve üzerine kurulan baraj nedeniyle bırakılan can suyu kadar akmaya çalışan akarsuda üstünlüğü ele geçirmekte, karşısında yeterli direnç görmediği taktirde tarım arazileri üzerindeki ilerlemesinden çok akarsu yatağından içeri kısımlara doğru ilerlemeye başlamaktadır. Akarsuyun denize yakın alanlarda yer alan yer altı sularını besleme gibi bir fonksiyonu var ise bu durumda bu besleme görevini deniz üstlenmekte, yer altı sularını tuzlandırabilmektedir. Kirlenen yer altı sularının ise kendi kendisini temizleyip tekrar eski haline döndürülmesi artık olanaksızdır. Daha da önemlisi, bu tuzlanmaya başlamış yer altı suyunu kullanarak kilometrelerce uzakta tarlasını sulayan çiftçilerin tarlaları tuzlanmaya, bu kısır döngünün sürekliliği halinde ise çoraklaşmaya ve devamında da çölleşmeye başlar, tarımsal üretimi devam ettirmek olanaksız olur. Yani, sanıldığı üzere deniz tarım arazileri üzerinden değil, sızdığı yer altı suları vasıtasıyla çok daha hızlı çok daha içeri kısımlara ulaşabilmektedir.

Akarsuların üzerine kurulan barajlardan hiçbir kapsamlı araştırmaya ve bilimsel veriye dayanmayan can suyu bırakılmaktadır. Çoğu zaman gürül gürül akan yatakta artık ip gibi bir su akmaktadır. Bu akan sıvıya su demek mümkün müdür, o konunun da dikkatle incelenmesi gerekir.

TÜİK‘in verilerine göre 2006 yılında 3225 belediyenin 2321‘inin kanalizasyon şebekesi vardır ve yalnızca 362‘sinde arıtma tesisi bulunmaktadır. Akarsu boylarındaki ve bunların yan kolları üzerindeki pek çok yerleşim yerinin atık suları can suyuna verilmektedir. Kanalizasyon suları pek çok zararlı bakteri, tuz ve iyonlar içermektedir. Ayrıca yağmur suları ile çevre tarım arazilerinden yıkanan kimyasal gübreler ile tarım ilaçları da bu sulara karışmaktadır. Akarsuyun akışı engellenmediği durumlarda dışarıdan olan bu bulaşmaların konsantrasyonu daha düşük seviyelerde olurken, baraj kurulup can suyu sistemine geçildikten sonra akan suyun azalması dolayısıyla bu su kanalizasyon, kimyasal gübre ve tarım ilaçlarının aktığı bir sıvıya dönüşmektedir. Su miktarı son derece azalmış, buna karşılık içindeki zararlı kimyasalların ve bakterilerin konsantrasyonu son derece artmış bu sularla tarlaların sulanması durumunda toprak kalitesi bozularak tarımsal üretim düşebilir ve yine içerdiği kimyasallar ve bakteriler nedeniyle gıda güvenliği tehlikeye girerer dolayısıyla bunları tüketen halkın sağlığı bozulabilir.

Akarsu yatağında eskiye göre son derece yetersiz olan can suyu nedeniyle toprak parçacıkları artık suyla taşınamaması, toprak parçacıkları içerisindeki mineraller vasıtasıyla beslenen su ürünlerinin beslenmesi üzerine olumsuz yönde yansımaktadır. Ayrıca, yataktaki suyun azalması balık yumurtlama yerleri ile suda yeterli sedimentin yer almaması yumurtlama yatakları üzerinde de olumsuz etki yapmaktadır.

Akarsuyun denize yaklaştığı alanlar, buradan sonra tatlı sular artık denize karışacak şeklinde düşünülerek belki baraj kurmak için düşünülebilir. Ancak bu durum deltaların deniz tarafından aşındırılması olumsuzluğunun yanında kimi balık türlerinin üreme işlevlerini engellediği için de olumsuzluklara yol açmaktadır. Örneğin 1980‘lere kadar Karadeniz‘de Mersin balığının 8 türüne rastlanırken, 80‘lerden sonra bu sayı 5‘e kadar gerilemiş, günümüzde ise artık 3 tür görülür olmuştur. Bu balıklar büyük nehirleri kullanarak 20 km kadar içerilere girerek yumurtalarını tatlı sulara bırakmakta, yumurtadan çıkan balıklar biraz geliştikten sonra asıl yaşam alanları olan denizlere dönmektedir. İşte denize 20 km‘den daha yakın mesafede kurulan barajlar bu balık neslinin yok olmasında önemli etkenlerden biri olmuştur.

Akarsu yatağındaki suyun can suyu şekline dönüştürülmesi, suyla doğrudan bağlantılı flora ve fauna üzerinde ölümcül etki oluşturmakta, zaman zaman bırakılan suyun artırılması durumunda bunların üzerinin suyla kaplanması bozuşmayı daha da hızlandırarak hidrojen sülfür gazı çıkmasına neden olmakta ve akan su çevre için çok daha zararlı bir şekle dönüşmektedir.

Barajda tutulan suda önceleri ayrıştırıcı bakteriler tarafından besin maddeleri miktarında çok kısa bir sürede hızlı bir artış görülür. Beraberinde suyun Biyolojik Oksijen İhtiyacı değerinde yükselme olur. Durgun su tabakalarında derine doğru artan anaerob ayrışma ortamları oluşmaya başlar. Su kütlesi kötü kokulu koyu renk gözüken bir görünüm kazanır. Koyu yeşil görünümlü bitkilerin yanında makroflora su yüzeyinde gelişmeye başlar. Bu durum durgun suyun normalden daha hızlı buharlaşmasına neden olur. Akarken yer altı sularını besleyen su kütlesi artık buharlaşarak yok olmaktadır.

Baraj çevresindeki havadaki nem miktarındaki artışlar lokal ya da bölgesel iklim değişikliklerine yol açabilmekte ve bitki örtüsü üzerine etkide bulunabilmektedir. Ülkemiz biyoçeşitlilik açısından son derece önemli bir yere sahiptir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı verilerine göre ülkemizde 12 bin bitki türü mevcut olup bunlardan 3 bin 905 adeti endemiktir, yani dünya üzerinde sadece Anadolu topraklarında bulunmaktadır. Biyoçeşitliliğin doğadaki fonksiyonunun öneminin yanında insan sağlığı ile de yakından ilişkisi bulunmaktadır. Henüz bilmediğimiz, ancak gelecekte insanoğlunun karşılaşabileceği birçok hastalığın ilacının yapımında biyoçeşitliliğin önemi ortaya çıkmaktadır. Halk arasında "ot" dediğimiz bitki türlerimizi bilinçsizce yok etmemiz gelecekte karşılaşacağımız hastalıklarla baş edememe riskini doğurmaktadır.

Doğu Karadeniz‘de son zamanlarda ortaya çıkan HES projelerinde ise artık akarsuların kaynağından itibaren borular içerisine alındığını görmekteyiz. Boru içerisinde akan bir suda balıkların yaşaması olanaksızdır. Doğa, boru içerisinde akan sudan yararlanamayacağından biyoçeşitlilik çok daha hızlı bir şekilde tahrip olacaktır. Kırsal alanda hayvanlar ya köy yalağında sulanır ya da akarsulara götürülürler. Artık akarsular borulanacağına göre hayvanların bu sulardan yararlanamayacağı, doğa suyu görmeyeceği için de köy yalağında su kalmayacağı açıktır. Paran varsa hayvanını sulayacaksın devri başlıyor. Kanalizasyon başta olmak üzere kimyevi gübre ve tarım ilacı takviyeli son sağlıksız sularla da sulanıp sağlıksız etler ve sütler olarak da tüketimimize gelebilirler tabi.

Tarım topraklarının korunması ve amacına uygun kullanılması amacıyla Temmuz 2005‘te çıkarılan 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu‘nda 2008 yılında 5751 sayılı kanunla yapılan değişiklikle artık Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun talebi üzerine 20/2/2001 tarihli ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu uyarınca yenilenebilir enerji kaynak alanlarının kullanımı ile ilgili yatırımları için artık tarım toprakları korunmayacak.

Asıl amacı meralarımızın korunması olan 4342 sayılı Mera Kanunu‘nda yapılan değişiklikle de Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun talebi üzerine 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu hükümlerine göre elektrik faaliyetleri için ihtiyaç duyulan alanlar için de artık meralarımız korunmayacak.

HES yatırımları yaparak enerji üretmek değil asıl hedefi para kazanmak olan bazı kişiler yılda 8-10 milyar doların boş yere denizlere aktığından bahsetmektedir. Doğaya, sonuçta insanlığa verilen ve geri dönüşü-telafisi olmayan, doğada yıkım yaratacak bu zararların herhangi bir parasal karşılığı olabilir mi?

Enerji üretimi amacıyla binlerce HES‘in akarsularımız üzerinde kurulmasını savunmanın ve su kullanım hakkının şirketlere devredilmesinin asıl amacının halkın bu sulardan uzaklaştırılması ve sularımızın ticarileştirilmesi anlamına geldiğini bilmemiz gerekiyor.

http://www.karasaban.net/akarsular-bosa-akar-mi-ahmet-atalik/

Okunma Sayısı: 2155