'AKARSULARIMIZIN YAĞMA VE TALANINA HAYIR' BASIN AÇIKLAMASI
Şube Başkanımız İbrahim GÜR 7 Ağustos 2007 tarihinde bir basın açıklaması yaparak, su kaynaklarımızın özelleştirilmesine karşı ODA‘mız görüşlerini aktardı.
Basın açıklaması metni aşağıdadır.
BASIN AÇIKLAMASI
AKARSULARIMIZIN YAĞMA VE TALANINA HAYIR! 07/08/2007
Türkiye‘de 80‘lerden bu yana izlenen neoliberal politikalar, AKP döneminde daha da derinleşmiş, çeşitli sosyal alanda ve özellikle çevre alanında yarattığı tahribat ile kendisini göstermiştir. AKP döneminde derinleşen bu dönem, ‘yeniden yapılanma‘ adı altında devlette ‘reformu‘ hedefleyen, devletin küçültülmesi, özelleştirme, yerelleşme ve yabancılaştırmaya dayanan Dünya Bankası ve IMF programları ile ekonomik, sosyal ve çevresel alanda son derece karamsar bir tabloyu ortaya çıkarmıştır. Genel politika süreçleriyle büyük bir ‘uyum‘ içinde için de çevre alanı da yıllar boyunca istismar edilmiş, doğal varlıklarımız bir talan ve yağma alanı olarak yerli ve yabancı sermayenin hizmetine sunulmuştur. Altyapı yatırımlarında izleyen yanlış politikalar, ülkemizin doğal ve kültürel varlıklarını, ormanlarımızı, kıyılarımızı bir rant cennetine dönüştürme çabaları, çevre sorunlarına ilişkin politika yoksunluğu, denetim ve yaptırım eksikliği ve uzman kadroların yetersiz düzeyde ve yanlış alanlarda istihdamı çevre sorunlarını daha da çıkmaza sokmuştur.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, küresel ısınma, kuraklık ve su krizini bahane ederek, akarsuların işletme haklarının yap-işlet-devret modeliyle özel sektöre bırakılacağını açıkladı. Açıklamadan, tarımsal sulama amaçlı barajların özel sektöre yaptırılacağı, ikinci aşamada tarımsal amaçlı suyun içme suyu olarak kullanılmasının gündeme getirileceği anlaşılmaktadır.
Avrupa Birliği‘ne girme iddiası taşıyan AKP İktidarı, toplum ve çevre sağlığı açısından temel altyapı yatırımlarını dahi hayata geçirememiştir. Bu noktada, ‘İçme ve kullanma suyu‘, ‘Kanalizasyon‘, ‘atık su‘, ‘katı atık‘ alanlarında ve bu hizmetlerden yararlanan nüfus olarak, ülkemizi dünyanın en geri kalmış ülkeleri ile ‘en geri‘ olma noktasında yarışır durumda bırakmıştır.
Örneğin: -Belediyelerimizin ancak %69‘u kanalizasyon şebekesine sahiptir.
-Mevcut 3225 belediyenin 324‘ünün atık suları 195 atık su arıtma tesisi ile anılmaktadır.
-3225 belediyeden içme ve kullanma suyu arıtma tesisi ile hizmet verilen belediye sayısı yalnızca 304. Yani %10‘un bile altında. Katı atık depolama tesisleri sayısı yalnızca 46.
AKP, ‘Yola Böyle Devam Ederse‘; özelleştirme ve yabancılaştırma devam edecektir. Kaynaklarımız yağmalanmaya ve çevre tahrip edilmeye devam edecektir.
Gelinen noktada, 2002 yılından bu yana yaklaşık 5 yıldır, ülkemizin içme ve kullanma suyu, kanalizasyon, katı atık, atıksu arıtma gibi altyapı eksiklikleri konusunda hiçbir ilerleme kaydedilmemiş, hava, su, toprak, biyolojik çeşitlilik konusunda ülkemiz bulunduğu noktadan çok daha gerilere taşınmış, ormanlarımız, kıyılarımız, tarım arazilerimiz, doğal ve kültürel varlıklarımız yağma ve talan politikaları ile iyi yönetilmemiş, bilim ve hukuk tanınmamış, uzman kadrolar yeterli düzeyde ve doğru alanlarda istihdam edilememiştir. Ve ülkemiz bir beş yıl daha bu politikasızlığa mahkum edilmiştir. 22 Temmuz 2007 seçimlerini, bu noktada ‘ÇEVRE‘ de kaybetmiştir.
Günümüzde dünyanın yaşadığı en temel sorunlardan birisi küresel iklim değişikliğidir. Birleşmiş Milletler‘in 3 binden fazla bilim insanının katkısı ile hazırladığı İklim Değişikliği Raporunda, iklim kuşaklarının 150 ile 500 km kuzeye kayacağından söz edilmektedir. Bu durum, Türkiye‘nin önümüzdeki dönemde daha az yağış alan ve daha kurak bir iklime sahip olacağını ve başta tarım olmak üzere çok sayıda sektörün bu durumdan olumsuz etkileneceğini ortaya koymaktadır. Günümüzde yaşadığımız kuraklık bu raporları doğrulamaktadır.
Ülkede kamusal varlık bırakmamaya kararlı olduğunu her fırsatta vurgulayan AKP hükümeti, birer fabrikaya benzettiği Fırat, Dicle ve Kızılırmak da dahil olmak üzere 12‘den fazla akarsuyu özel sektöre satacak.
Ülkemiz yıllardır krizlerle yaşamaktadır. Hiç beklemediğimiz bir anda yeni bir krizle karşılaşırız ve bunu da doğa üstü güçlere yükleyerek beklenmedik bir durumdu diyerek kamuoyuna anlatmaya başlarız. Çözümünde ise kamu eliyle bu işlerin olmadığı ve satıldığında hizmetlerin daha kaliteli ve ucuz olacağı söylemleri ile yeni kandırma politikalarının temelini oluşturup her şeyimizi pazara çıkarız. Bu politikalar her alanda hızlı bir şekilde devam etmektedir. Son olarak nehirlerin satılmasını da gündeme alınmıştır.
Taşı toprağı ve suyu satmaya yeminli AKP Hükümeti, ‘birer fabrikaya benzettiği akarsulardan 3 milyar dolar civarında gelir elde edeceğini iddia ederek projesini meşru göstermeye çalışıyor. Ancak, büyük ölçüde borç ödemelerine gidecek bu para karşılığında, halkın cebinden su işletmecilerine haraç olarak ne kadar para çıkacağı bilinmiyor
Nehirleri satışa çıkaranların su kıtlığını kasıtlı mı yarattıkları sorusu akıllara takılmaktadır. Çünkü susuzlukla boğuşan halka çözüm nehirlerin satılmasındadır diyebilmektedirler. Suyun etkin ve çevre ile uyumlu kullanılması havza bazında planlama ve yönetimi ile mümkündür.
Akarsuların işletme haklarının özelleştirilmesiyle; Ülkelerin doğal zenginliği olan suya olan ihtiyaç arttıkça, insanlık için gittikçe daha önemli ve planlı stratejik bir kaynak olmaya başlayan tatlı tatlı su kaynaklarının korunarak, verimli ve planlı kullanımı daha önemli bir hale gelmişken, zaten sorunlu olan su kaynaklarımız ve su yönetimi kamusal yarar yerine sadece kar mantığına terk edilecek, plansız kullanım, yer üstü sularının talanı sistemli hale getirilecektir.
Türkiye 73 milyon nüfusu barındıran büyük bir ülke. Ayrıca ülkemizde kullanılan suyun da %74‘inin tarım sektöründe kullanıldığını hesaba katarsak, su kaynaklarının ve su iletim hizmetlerinin özelleştirilmesi gerek yerli, gerekse ulu ötesi şirketlerin iştahını kabartacak bir potansiyele sahip ülke, Türkiye!
Küresel ısınma ve onun önemli etkisi kuraklık karşısında su kaynaklarımızın özel sektöre daha etkin kullanımı için devredilmesi, su kaynaklarımızın sadece kuruma hızlarını artıracaktır. Su iletim hizmetlerinin gerek gelişmiş gerekse geri kalmış ülkelerdeki özelleştirme örnekleri olumsuzluklarla doludur.
Doğal pınarlar ve barajlar olan, suyu havzalarda koruyan ormanlarımız ve meralarımız 2/B maddesi ya da kanuna eklenen geçici maddelerle amaçları dışında kullanmaya çalışmak yerine korunmalı ve alanlarının artırılması için hükümetimiz tarafından çalışmalar yapılmalıdır.
Sonuç olarak su kaynakları üzerinde oynanan oyunlar devam ediyor.Su kaynaklarımıza olduğu gibi el konulacaktır. Su hakkı diye bir şeyden söz edilemeyecektir. Suya bağlı tarımsal üretim ve enerjimiz bundan olumsuz olarak etkilenecektir.
Herkesi ülkemizin su kaynaklarına sahip çıkmaya çağırıyoruz. Su özellikle yabancıların kontrolüne bırakılmayacak kadar değerlidir ve ülkemiz için iklim değişimi senaryoları dikkate alındığında, 15-20 yıl gibi yakın bir gelecekte çok daha önem kazanacaktır. Petrolden sonra emperyalizmin yeni hedefi sudur. Suyumuza sahip çıkmak için yarın çok geç olabilir.
Su gibi yaşamsal bir konu, piyasaya terk edilip, gelecek kuşakların yaşamları bu günden çoraklaştırılamaz.
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası olarak uyarıyoruz!
Tatlı su kaynaklarımızın araştırılması, işletilmesi, korunması ve entegre su yönetimi anlayışıyla en verimli şekilde işletilmeleri yaşamsal öneme sahiptir. Bu yaşamsal önemdir ki, yeraltı ve yerüstü su kaynaklarımızın; kamu yararı ve ülke çıkarları doğrultusunda belirlenecek, politikalar ile kamu kuruluşumuz tarafından merkezi bir planlama ile değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır.
Akarsularımızın satışı siyasal bir afet olacaktır.
Hükümeti akarsuların özelleştirilmesi yanlışından dönmeye ve kamuoyunu konuya duyarlı olmaya çağırıyoruz.
Denizli Kamuoyuna Saygıyla Duyururuz
İbrahim GÜR
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası
Şube Başkanı