ATALIK: GDO DENETİMİ İÇİN EN AZ 300 LABORATUVAR KURMAK GEREKLİ - EURACTIVE
Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık yeni çıkan GDO Biyogüvenlik Yasası ile ilgili olarak Euractiv.com.tr’nin sorularını yanıtladı. Atalık, mamalarda GDO’ya izin verilmemesini olumlu buluyor. Ancak her yıl GDO’lu üretim yapan ülkelerden 1 milyon ton mısır, 1 milyon ton pamuk ve 1,5 milyon ton soya almamıza dikkat çekiyor. AB standartlarında denetim için 300 laboratuvar kurulması gerektiğini belirtiyor. Türkiye’ye GDO sokulmadan da verimli üretim yapılabileceğini vurguluyor.
Euractiv.com.tr-Söyleşi (22.3.2010)
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık son çıkan GDO Biygüvvenlik Yasası hakkında sorularımızı yanıtladı.
-Çıkan yasa hakkında görüşleriniz neler?
Öncelikle Türkiye ilk kez Biyogüvenlik Yasası'na kavuşmuş oldu. Yasanın genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvan üretimine izin vermemesi sevindirici. Ayrıca bebek ve küçük çocuk mama ve gıdalarında GDO kullanılmayacak olması da sevindirici; ancak, bu durum dahi GDO'ların bir takım öngörülemeyen tehlikelerinin olduğunun kabulü anlamına gelmektedir.
Zaten yasanın amacına baktığımızda Biyogüvenlik Yasası'nın GDO'ların insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevrenin ve biyoçeşitliliğin GDO tehlikesinden korunmak amacıyla çıkarıldığını görüyoruz. Yani ortada saatli bir bomba var ve biz bunu nasıl patlatmadan idare edebiliriz uğraşısı içerisindeyiz. Yasanın her bir satırını okurken bunu içinizde hissedebiliyorsunuz.
-Bu yasa Türkiye'ye GDO girişini ne kadar denetleyecek?
Ülkemiz GDO'lar ile ilgili ilk düzenlemesini 26 Ekim 2009 tarihinde çıkardığı yönetmelikle gerçekleştirmişti. Biliyorsunuz bir vatandaşın açtığı dava ile de bu yönetmeliğin yürürlüğü durdurulmuştu.
Süreç içerisinde de yönetmelik Tarım Bakanlığı tarafından birkaç kez değişikliğe uğratıldı ve önüne gelen GDO ve ürünü ülkemize girmeye başladı. Hatırlarsınız, ilk yönetmeliğin çıktığı dönemde "bundan böyle bu ülkeye bir gram GDO girsin istifa ederim" diyen bürokratlarımız da olmuştu. Ne yazık ki hala görevlerini sürdürüyorlar, sözlerini tutmadılar.
GDO'ları bu ülkeye sokarken de AB standartlarını baz alıyoruz, onun izin verdiği GDO'ları ülkeye sokuyoruz dediler. O zaman AB bu işi doğru yapıyor mu diye bakmak lazım. Bugün AB Komisyonu üyesi birçok bakan GDO izinlerini veren Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi'nin (EFSA) tarafsızlığını yitirdiğini, verdiği görüşlerin kabul edilemez olduğunu açıkça vurguluyor.
Zaten EFSA'nın görüşlerine esas çalışmaların da GDO'ları üreten biyoteknoloji şirketleri tarafından yapıldığını görüyoruz. Bu da AB içerisinde ve bilim dünyasında ciddi tartışmaları beraberinde getiriyor. Dolayısıyla kriterleri bir kenara bırakarak AB'yi örnek alıyoruz söylemi doğru bir davranış değildir, halkımızı GDO'ların zararından koruyamaz. Kısacası bir yönetmelik ile halkımızı GDO'lardan koruyamadık.
Şimdi yönetmeliğinden sonra çıkarılmış olsa da bir Biyogüvenlik Yasamız var. Yasa tasarısının meclis görüşmeleri esnasında Tarım Bakanı Mehdi Eker GDO analizi yapabilecek ikisi özel, biri TÜBİTAK bünyesinde ve beş tanesi de Bakanlık bünyesinde toplam 8 laboratuar olduğunu belirtiyor.
Şayet AB örnek alınıyorsa bu laboratuarların sayısının 300'ün üzerine çıkarılması gerekiyor. Biliyorsunuz dünyada mısır, soya, pamuk ve kanola genetiği değiştirilmiş tohumla yaygın olarak üretiliyor ve ticareti yapılıyor.
Türkiye neredeyse her yıl yaklaşık olarak 1 milyon ton mısır, 1,5 milyon ton soya ve 1 milyon tona yakın pamuğu özellikle GDO'lu tohumla üretim yapan ülkelerden satın alıyor. Olay sadece bu ürünlerle de bitmiyor. Basına da yansıyan haliyle Kanada'dan gelen mercimekte GDO'lu çıkmıştı. Basına yansımamış olaylar da var. Ülkemize sokulmak istenen kimi buğdaylarda da GDO tespit edildi. Dolayısıyla öncelikle ülkemizin laboratuar ağını yayması ve sayısını artırması gerekiyor.
Diğer önemli bir konu ise büyük miktarlar halinde ülkemize girecek GDO'lu hayvan yemlerinin nasıl takip edileceğidir. Bu yolla ülkemize girecek soya ve mısırı çiftçinin tarlasına ekip ekmediğinin kontrolünün sıkı takip edilmesi gerekmektedir.
GDO'lu mısırın polenlerinin rüzgar ve böcekler vasıtasıyla 35 km öteye taşınabildiği yapılan alan denemeleri ile tespit edilmiştir. Böyle kaçak ekimler yapılması durumunda GDO'ların doğada hızla yayılmasının önünü almak imkansızdır.
Türkiye bugüne kadar tarım ilacı kullanımındaki olumsuzlukları onlarca yıldır giderememişken, çok daha hassas olan GDO konusunun altından nasıl kalkacağı tereddütlerimizi artırmaktadır. Bu ürünlerin sınırlarımızdan girmesi durumunda kontrollerinin sağlanması neredeyse imkansızdır.
-Araştırma için verilecek izinler üretimi ne kadar kontrol edebilir?
Bilimsel araştırma amacıyla ithal edilecek GDO'lar ve ürünleriyle ilgili olarak yetkili kuruluşlar Tarım Bakanlığı'ndan izin alacaklar. Kapalı alanlarda yürütülen çalışmalarda kazara çevreye bulaşma olması durumunda uygulanabilecek tedbirleri kurumların belirlemesi gerekiyor. Araştırma sonucunda sadece Bakanlığa bilgi verilmesi şartı koşuluyor.
Çevreye GDO bulaşması olup olmadığını Bakanlığın da kontrol etmesi gerekiyor. Zira her ne kadar genetiği değiştirilmiş tohumla bitkisel üretime izin verilmese de araştırma alanlarından olabilecek gen kaçışlarıyla çevredeki tarım ürünlerinin genetiği değişip sofralarımıza kadar ulaşabilir. Yasadaki haliyle Bakanlık bu konuda herhangi bir sorumluluk ve görevi üzerine almış gözükmüyor.
-Mamada GDO yasak. Bu nasıl denetlenir?
GDO'ya Hayır Platformu bileşeni bir dernek 2005 yılında market raflarından topladığı bir takım işlenmiş tarım ürününü analiz için yurtdışına gönderdi. Sonuçta bebek maması da dahil olmak üzere pek çok gıda maddesinde GDO tespit edilmişti.
Oysa, 2009 yılında bir TV programında Tarım Bakanlığı Müsteşarı Vedat Mirmahmutoğulları, ülkemize sadece hayvan yemi olarak tüketilmek üzere GDO'lu mısır ve soya girdiğini, bunların işlenmiş insan gıdalarında kullanılmadığını belirtmişti. Bu örnekten anlaşılacağı üzere bu ülkeye en az 10 yıldır GDO'lu tarım ürünü ve işlenmiş gıdalar giriyor ve sayın Müsteşarımızın bilgisi dahi yok.
Bakanlığımızın laboratuar sayısını hızlı bir şekilde artırarak gümrüklerde ürün giriş noktalarında ve market raflarındaki denetim ve kontrolleri çok sıkı bir şekilde gerçekleştirmesi gerekiyor.
Ancak tüm bunları sağlayacak Bakanlık altyapısı şu an itibarıyla son derece zayıf gözükmektedir. Burada yeri gelmişken tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum; bebekler için zararlı olabileceğine kanaat getirdiği GDO'lar konusunda Tarım Bakanlığımız neden genç kızlarımızın, hamile ya da bebek emziren annelerimizin, kısacası hepimizin tüketimine olanak sağlamaktadır?
GDO'ların herhangi bir sağlık riski olmayacaksa neden bebek ve küçük çocuk mama ve gıdalarında yasaklamaktadır? Bu ikilem, yasal düzenleme yapan hükümetin de kafasının bu konuda hala karışık olduğunu göstermektedir.
-GDO'lu ürünlerin izinlendirilmesi nasıl olacak?
Herbir GDO ve ürününün ilk ithalatı için gen sahibi veya ithalatçı, yurtiçinde geliştirilen GDO veya ürünü için ise gerçek veya tüzel kişiler tarafından Tarım Bakanlığı'na başvuruda bulunulacak. Başvuru Tarım, Çevre, Sağlık ve Sanayi Bakanlıkları ile Dış Ticaret Müsteşarlığı tarafından atanacak temsilcilerden oluşacak
Biyogüvenlik Kurulu tarafından karara bağlanacak. Bu Kurul, bilimsel bir değerlendirme yapılabilmesi amacıyla Bilimsel Komiteler oluşturulacak. Ancak Yasaya, yapılacak bilimsel değerlendirmelere esas laboratuar, sera ve tarla testlerini içeren alan denemeleri ile gıda analizleri, toksisite ve alerji testleri yanında gerekli görülen diğer testlerin başvuru sahibi tarafından verilmesi zorunluluğu getirmektedir.
Burada şu noktaya dikkat etmek gerekiyor. GDO tarımı yayılmaya başladığı 1996 yılından sadece 2 yıl sonra yani 1998 yılında ABD üniversiteleri kurdukları ve 2001 yılına kadar devam ettirdikleri alan denemeleri ile GDO'lu tohumların verimlerinin daha düşük olduğu raporları yayınlamaya başladılar.
Kimi üniversiteler ise GDO'ların birçok kanserin tetikleyicisi olduklarını belirtir yayınlar yaptılar. Bunun üzerine Biyoteknoloji şirketleri GDO'lu tohumumdan elde ettiğin üründen tekrar tohum alıp ekemezsin şeklindeki lisans anlaşmalarına, tohumlarımı bağımsız çalışmalarında kullanamazsın, ancak benimle ortak çalışabilirsin, yine de sonuçları beğenmezsem çalışmalarında yayınlayamazsın kısıtlaması getirdiler.
Scientific American dergisinin Temmuz 2009 sayısında Amerikan Üniversiteleri tarafından yapılan ve GDO'ların olumsuzluklarını gösteren bilimsel çalışmaların dağlar gibi yığıldığı, bilimsel gerçeklerin tam anlamıyla ortaya çıkabilmesi amacıyla biyoteknoloji şirketlerinin lisans anlaşmaları ile getirdikleri engellemelerin kaldırılması gerektiği bilgisi yer almaktadır.
Biyogüvenlik Yasamız ile getirilen tüm araştırma sonuçlarının başvuru sahibi tarafından verilme zorunluluğu tarafsız ve adil bir davranış değildir.
Biyogüvenlik kuruluna GDO'ların olumsuzluklarına dair bir tek çalışmanın gelmeyeceği açıktır. GDO'lara verilen her izin halkımızın sağlığını tehdit eder olacaktır.
Biyogüvenlik Kurulu'nun Bakanlıkların belirleyeceği temsilcilerden oluşması da tam olarak bağımsız bir kurul olamayacağı şüphesi uyandırmaktadır. Kurulun bağımsız bilim kurumu temsilcilerinden oluşturulması daha doğru bir davranış olacaktı.
-GDO konusunda Türkiye'deki tüketiciyi bekleyen başlıca tehlikeler neler?
Biyoteknoloji şirketlerinin tüm engelleme çabalarına karşın özellikle AB'de kimi üniversite ve enstitüler tarafından tazminat davaları göze alınarak yayımlanabilme cesareti gösterilmiş araştırmalar mevcuttur.
Gilles-Eric Seralini ve arkadaşlarının Archives of Environmental Contamination and Toxicology dergisinde 2007 yılında yayımlanan çalışmalarında GDO'lu mısırla beslenen erkek farelerin ağırlıklarının azaldığı dişi farelerin ise ağırlıklarının arttığı, dişi farelerin trigliseritlerinin %12-40 oranında yükseldiği, erkek farelerde üre ile fosfor ve sodyumun vücuttan dışarı atılmasının %31-35 oranında gerilediği belirtilmektedir.
Avusturya Tarım ve Sağlık Bakanlıklarının projesi çerçevesinde Viyana Üniversitesi tarafından yapılan ve 2008 yılında yayımlanan raporda GDO'lu mısırla beslenen farelerde 3-4 nesil sonra üreme yeteneklerinin son bulduğu belirtilmiştir.
Alberto Finamore ve arkadaşlarının Journal of Agricultural and Food Chemistry dergisinde 2008 yılında yayımlanan çalışmalarında GDO'lu mısırla beslenen farelerin bağışıklık sistemlerinin çöktüğü belirtilmektedir.
Gilles-Eric Seralini ve arkadaşlarının International Journal of Biological Sciences dergisinde 2009 yılında yayımlanan çalışmalarında GDO'lu mısırla beslenen farelerde kötü kolesterolün yükseldiği, karaciğerlerinde büyüme beyinlerinde küçülme olduğu, ağırlıklarının arttığı, böbrek parametrelerinin bozulduğu, kan şekerlerinde yükselme görüldüğü belirtilmektedir.
Bağımsız bilim adamlarınca GDO'ların hayvan denekler üzerindeki olumsuz etkileri bu şekilde ortaya konmaktadır. Buna karşın insanlar üzerinde yapılmış bir deney ya da izleme bu konuda bulunmamaktadır.
Buna karşın kimi bilim insanlarının GDO'ların insan sağlığına hiçbir zararı bulunmadığı, hatta kaşıntı bile yapmadığı söylemlerini doğru bulmuyoruz.
Bu noktada Kaliforniya Salk Enstitüsü Hücre Nörobiyolojisi Laboratuarı Başkanı Prof. David R. Schubert'in 2008 yılında Journal of Food Medicinal Food dergisindeki makalesinde vurguladığı bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum; "Genetiği değiştirilmiş gıdaların insanları hasta yaptığına dair hiçbir kanıt yok, bu gıdalar güvenli söylemi son derece mantıksız ve doğru değildir. Bu görüşü doğrulayan hiçbir veri yoktur. Doğru dürüst epidemolojik çalışmalar olmaksızın pek çok zarar saptanamaz. Bu yönde hiçbir çalışma yapılmamıştır."
Türkiye'nin halkını tehlikeye atmasına gerek yoktur. İthalatçı konumda olduğumuz mısır, soya ve pamuk ülkemiz coğrafyasında yetişebilen ürünlerdir.
Verimimiz bu ürünleri yaygın olarak genetiği değiştirilmiş tohumla yetiştiren ülkelerin çok üzerindedir. Türkiye'nin yapması gereken sağlık ve biyoçeşitlilk üzerinde olumsuz etkileri olan GDO'lu ürünlerin yem ve gıda maddesi olarak ülkemize girişine izin vermeyerek doğru bir tarım politikasıyla mısır, soya ve pamuk üretiminde kendimize yeterliliğin sağlanmasıdır.