BASIN AÇIKLAMASI: 5 HAZİRAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ KUTLAMA DEĞİL, MÜCADELE GÜNÜDÜR!

BASIN AÇIKLAMASI: 5 HAZİRAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ KUTLAMA DEĞİL, MÜCADELE GÜNÜDÜR!
ADANA
05.06.2008

5 Haziran Dünya Çevre Günü nedeniyle düzenlenen ortak basın açıklamasına, ZMO Adana Şube Yönetim Kurulu Üyemiz Selma KIRANÇEŞME ve üyelerimiz katılarak destek verdiler.

 

5 Haziran Dünya Çevre Günü nedeniyle düzenlenen ortak basın açıklamasına, ZMO Adana Şube Yönetim Kurulu Üyemiz Selma KIRANÇEŞME ve üyelerimiz katılarak destek verdiler.

     Birleşmiş Milletler tarafından 36 yıl önce, 1972 yılında Stockholm‘de düzenlenen Çevre Konferansı‘nda, dünyanın doğal dengesinin korunması için insan ve doğal varlıklara öncelik veren bir anlayışın egemen olması gereği ortaya koyulmuştu ve bu bir milat kabul edilerek Konferansın başlama tarihi olan 5 Haziran DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ ilan edilmişti.

     Oysa daha sonraları yapılan Rio ve Johannesburg zirvelerinde bu ilkeden uzaklaşılmış ve öncelikli olan çevresel söylem, sürdürülebilir kalkınma ilkelerine evrilmiş, hapsedilmiştir. Bu ideolojik kırılma çok açıktır ki, çevresel değerleri ve doğal varlıkları temel alan değil, ekonomik kalkınmayı, piyasayı ve kar dürtülerini temel alan bir yaklaşımdır. Artık insan hakkı olarak bile değil, bir meta olarak sömürülmek üzere özelleştirmelerin kucağına atılan, sermayenin insafına bırakılan "çevre" söz konusudur.

     Bugün dünyamızın yaşadığı çevre sorunları gün geçtikçe çeşitlenerek ve büyüyerek devam etmektedir. Yapılan uyarılar yerine ulaşmamakta, alınan önlemler yetersiz kalmakta, küresel ısınma gibi uzun yıllar önce fark edilen sorunlar büyüyerek, geri dönülmez noktaya gelerek devam etmektedir. Aşırı tüketim, fosil yakıtlar ve sonuçları, nükleer enerji ve sonuçları, yoksulluk ve açlık, savaşlar, su kıtlığı ve biyolojik çeşitliliğin yok oluşu; en önemli çevresel riskler olarak sıralanabilir.

     Ekolojik krizi ve bu bağlamda küresel ısınma olgusunu üretim ilişkilerinden bağımsız ele almak mümkün değildir. Bugün dünyanın ve insanlığın karşı karşıya olduğu sorun "kapitalist ekonomik kalkınmanın" bir sonucu ve geldiği aşamadır. Bugün dünya nüfusunun %80‘ini oluşturan azgelişmiş ülkeler dünya gelirinin yalnızca %15‘ini alırken, bu durumun "sürdürülebilir kalkınma" gibi kavramlarla açıklanmasının hiçbir inandırıcılığı yoktur. Çünkü tüketim mallarının %85‘i zenginler tarafından üretilmekte ve enerjinin de %75‘i zenginler tarafından kullanılmaktadır.

     Ülkemizin çevre sorunları da giderek büyümektedir. Her şeyden önce Türkiye‘de bugün 19 milyon insan açlık sınırında yaşamaktadır. Belediyelerin yalnızca %69‘u kanalizasyon şebekesine sahiptir. Mevcut 3225 belediyenin sadece 324‘ünün atık suları 195 atık su arıtma tesisi ile arıtılmaktadır. Katı atık toplama tesisi sayısı tüm Türkiye‘de 46 adettir. Tehlikeli atıkların sadece %5‘i kuralına uygun yok ediliyor, %40‘ı da yakılıyor. Türkiye‘de yılda ortalama 13.500 hektar ormanlık alan yanarak yok oluyor. Amik Gölü, Avlan Gölü ve birçok sulak alan kaybedildi. Beyşehir Gölü, Tuz Gölü hızla kirlenmekte ve yüzey alanları küçülmektedir. Tüm dünyada koruma altına alınan alanların ülke yüz ölçümlerine oranı %12.8 iken, Türkiye‘de ise aynı oran sadece %3.9‘dur. Yargı kararlarına rağmen birçok yerde siyanürle altın madeni işletmeciliği sürdürülüyor. Tarihi ve kültürel mirasımız kalkınma uğruna Hasankeyf, Allianoi, Munzur‘da yok edilmek isteniyor. Verimli tarım alanları yapılaşmaya açılarak betonlaştırılıyor, ranta kurban veriliyor. Sermaye çevreleri ve siyasi iktidar kent ortamlarını, doğal ve kültürel çevreyi, ormanları, tarım alanlarını, su kaynaklarımızı ve kıyılarımızı yağma ve talana açan yasa ya da yönetmelikleri toplumsal muhalefete rağmen meclisten geçirmektedir.

     Bütün bunlara ilave olarak; halkın, bilim çevrelerinin, meslek kuruluşlarının, çevreci örgütlerin yıllardır karşı durduğu nükleer santrallere ilişkin yasa TBMM‘de kabul edilmiş ve ihale hazırlıkları yapılmaktadır. Türkiye gibi deprem kuşağında olan, "güvenlik kültürü"nün yerleşmediği, siyasal iktidarların bilim insanlarını ve meslek odalarını hiçe sayan politikalarla günü kurtarmaya çalıştığı bir ülkede nükleer enerji santralleri yeni bir potansiyel tehlike kaynağı olacaktır. Tüm dünya; ilk yatırım ve işletim maliyetleri çok yüksek, 35-40 yıllık ekonomik ömürleri boyunca sıkça arıza ve güvenlik sorunları yaşayan, atık sorunlarına çözüm bulunamayan, sigorta şirketlerinin sigorta bile etmekten kaçındığı, özelleştirmeler sırasında hiçbir şirketin satın almaya veya işletmeye yanaşmadığı bu pahalı enerji üretiminden vazgeçerken, yönetim ve işletme krizleri bolca yaşanan bizimki gibi bir ülkede nükleer santral kurulmasından vazgeçilmelidir. Savaşların eksik olmadığı bölgemizde, "nükleer silah" gibi açıklanmayan gizli militarist amaçların bulunduğuna dair kaygılar kamuoyunda endişe yaratmaktadır.

     Bölgemizde ve yaşadığımız kent olan Adana‘da da çevre sorunları dillendirilmemekte veya örtülmeye çalışılmaktadır. Kurulan ve kurulacağı söylenen petrol boru hatlarının, rafinerilerin, termik santrallerin, tersanelerin, petro-kimya ve demir-çelik tesislerinin toplumsal-çevresel maliyetlerinden, ekolojik risklerinden söz edilmemektedir. Kirletici olduğu için batının bıraktığı sanayi tesisleri sevinçle karşılanmaktadır. Osmaniye yakınında Kastabala antik kentinin 500 metre yakınına çimento fabrikası kurulmaya çalışılmaktadır. Adana içinde kişi başına düşen yeşil alan miktarı sadece 1m²dir. Adana kentinin bütün katı atıkları, yıllardır yapılan uyarılar dikkate alınmaksızın, kent içinde kalan Sofulu çöplüğüne, yasalara aykırı olmasına rağmen dökülmeye devam edilmekte, kente karşı suç işlenmektedir. Adana içme suyunun temin edildiği Çatalan Barajı kenarındaki yerleşim yerleri ve havzaya su taşıyan akarsular kıyısındaki işletmeler yasanın kesin hükmüne rağmen kamulaştırılmamıştır. Dolayısıyla kanalizasyon ve katı atıklar doğrudan suya verilmektedir. Yakın zamanda Aksaray ve çevre illerde yaşanan, içme suyu ile yayıldığı Sağlık Bakanlığınca açıklanan bulaşıcı salgın hastalık hatırlandığında tehlikenin büyüklüğü ortadadır. Yetkilileri daha fazla zaman kaybetmeden gerekli kamulaştırmaları yapmaya ve Adana halkına açıklama yapmaya davet ediyoruz. Seyhan baraj gölünün karşı yakası da betonlaşma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Ekonomik ömrünü doldurmuş olan ve üzerine titrememiz gereken Seyhan baraj gölünün bu kadar ağırlığı kaldıramayacağı bilinen bir gerçektir. Sınır tanımayan rant hesapları uğruna baraj gölünün karşısı da betonlaştırılmaya başlanmış, tatil köyü benzeri ikinci konutlar, yeşil alanlar, ağaçlar yok edilerek yükseltilmektedir.

     5 Haziran‘da ilkokul çocuklarını çöp toplamaya gönderen, ormanlarımızı turizmi teşvik yasası aracılığı ile işverenlere sunan, bakanlığına sunulan bütün Çevre Etki ve Değerlendirme raporlarını istisnasız ve bekletmeden kabul eden, akarsularımızı yakında satışa çıkaracağını söyleyen Bakanlarımıza ve Hükümetlerine diyoruz ki:

* Sağlıklı bir çevrede yaşam hakkı temel bir insan hakkıdır.

* Yaşam ve Çevre Hakkı‘nın temel alındığı gelişme politikaları benimsenmelidir.

* "Sürdürülebilir kalkınma" değil, "sürdürülebilir yaşam" esas alınmalıdır.

* Yaşanabilir, sağlıklı kentler istiyoruz.

Dünyada ve Ülkemizde, yaşama ve geleceğimize sahip çıkma anlayışı ile çevre sorunlarının yaşandığı her yerde, doğanın tahrip edildiği her ortamda, yaşanabilir bir dünya ve ülke özlemi ile mücadelemizi sürdürmekte kararlı ve ısrarlı olacağız.  

Saygılarımızla.

------------------------------------------------------------------------------------------------

KESK - DİSK - İMO ADANA ŞUBESİ - ZMO ADANA ŞUBESİ - JMO ADANA ŞUBESİ - EMO ADANA ŞUBESİ - ADANA TABİP ODASI - DTP ADANA İL BŞK. - ÖDP ADANA İL BŞK. - EMEP ADANA İL BŞK. - TKP ADANA İL BŞK. - SHP ADANA İL BŞK. -  SDP ADANA İL BŞK - HALKEVLERİ - PİR SULTAN ABDAL ADANA ŞB. - İHD ADANA ŞB. -  BAK - 78‘LİLER GİRİŞİMİ

Okunma Sayısı: 1206
Fotoğraf Galerisi