BASIN TOPLANTISI: KURBAN BAYRAMI YAKLAŞIRKEN HAYVANCILIĞIMIZ CAN ÇEKİŞİYOR!
Hayvancılığımızın durumu konusunda basın toplantısı düzenledik...
ODA Başkanımız Dr. Turhan TUNCER, Genel Sekreterimiz Kamil BAYRAM ve Genel Sekreter Yardımcımız Bülent TORUNBALCI ile birlikte, 9 Kasım 2010 Salı günü ODA‘mızda bir basın toplantısı düzenleyerek, Kurban Bayramı öncesinde hayvancılığımızın durumu ile ilgili görüşlerimizi aktardı.
Toplantıda yapılan basın açıklaması aşağıdadır.
- BASIN TOPLANTISI -
KURBAN BAYRAMI YAKLAŞIRKEN HAYVANCILIĞIMIZ CAN ÇEKİŞİYOR
9 Kasım 2010
Yaklaşan kurban bayramı, Türkiye‘nin hayvancılık politikasında içine düştüğü durum ve bunun üretici, tüketici yarar ve çıkarları ile halk sağlığına olan etkileri konusunda kamuoyu duyarlılığını artırmış bulunmaktadır.
Konu çok boyutludur. Ancak bunların içinde etkilerinin yaygınlığı bakımından en önemlisi, insan beslenmesi ile ilgilidir. Bir insanın yeterli ve dengeli beslenebilmesi için günde 75-80 gram protein alması, bunun da üçte birinin hayvansal kökenli olması gerekir. Buna karşılık Türkiye‘de nüfusun çoğunluğu hayvansal proteinden yoksun ve tahıl ağırlıklı olarak besleniyor. Bu bağlamda, kişi başına yıllık kırmızı et tüketimi ABD‘de 95, AB ülkelerinde 70 kg iken Türkiye‘de yalnızca 6,5 kg‘dır. Türkiye‘de giderek yaygınlaşan yoksulluk ve gelir dağılımındaki uçurumlar, yurttaşlarımızın önemli bir bölümünün yalnızca kurban bayramlarında kırmızı et tüketebilmesine neden olmaktadır. Bu durumun Türkiye‘nin biyolojik ve düşünsel kapasitesi açısından sınırlayıcı olduğundan kuşku yoktur.
Son otuz yılı kapsayan bir değerlendirme, bu durumun tesadüfî olmadığını ortaya koymaktadır. Hayvancılık alanında pazarı düzenleyen (Et ve Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu); uygun fiyattan kaliteli girdi sağlayan (Yem Sanayi); hayvancılıkta ar-ge üreten (Araştırma Enstitüleri ve tarım işletmeleri) kurumların tasfiyesi, özelleştirilmesi ya da işlevsizleştirilmesi, damızlık yetiştiriciliği, suni dölleme, aşılama gibi alanların büyük ölçüde yabancı tekellere bırakılarak üretici yararı yerine kar odaklı bir sürecin başlatılması, hayvancılık alanında verilen desteklerin nitelik ve niceliğindeki yetersizlikler, bu tabloyu yaratan ana nedenlerdir.
Türkiye‘nin tarımsal hammadde dış ticaretinde net ithalatçı konuma gerileyerek her yıl milyonlarca ton yem hammaddesi ithalat etmek zorunda kalması, hayvancılık alanındaki çöküşün bir başka nedensellik alanını oluşturmaktadır. Türkiye 2009 yılında, ana kalemler itibariyle bitkisel enerji kaynakları (arpa, mısır, çavdar, darı vb) için 500 bin ton, yağlı tohumlar (soya fasulyesi, kolza vb) için 1.1 milyon ton, küspeler (soya, ayçiçeği küspesi vb) için 700 bin ton, kepekler için 350 bin ton, mısır türevleri (mısır gluteni ve grizi vb) için 380 bin ton, diğer yem hammaddeleri (pancar posası, melas, biracılık ve içki sanayi posa ve atıkları vb) için 600 bin ton olmak üzere 4 milyon tona yakın yem sanayi ithalatı yapmış ve karşılığında 1 milyar doların üzerinde döviz ödemiştir. Türkiye‘nin 9.5 milyon tonluk toplam karma yem üretiminin 4 milyon tonunun ithal hammaddeye dayanması, sorunu olanca açıklığı ile ortaya koymaktadır. Ayrıca, çayır ve meraların hoyrat bir biçimde amaç dışı kullanımı, tespit - tahdit ve tahsis çalışmalarını etkinleştirmek yerine altı boş fakat gösterişli açılışların tercih edilmesi, kaba yem açığının kapatılamaması da sorunun diğer önemli nedenleri arasındadır.
Bu nedenlerin ürettiği sonuçlar, hayvan varlığının radikal bir biçimde azalmasıyla kendisini gösterdi. 1980 - 2009 döneminde sığır varlığı 16 milyondan 11 milyona; manda varlığı 1 milyondan 87 bine; koyun varlığı 49 milyondan 22 milyona; keçi varlığı 19 milyondan 5 milyona geriledi. Sonuç olarak ülke nüfusunun 44 milyondan 72 milyona çıktığı, yani 28 milyon arttığı bir zaman diliminde toplam büyük ve küçükbaş hayvan varlığımız 85 milyondan 38 milyon başa düştü, başka bir deyişle 47 milyon baş azaldı.
Hayvan stoğundaki azalma kırmızı et üretimine de yansıdı. 1985 yılında 499 bin ton olan kırmızı et üretimi, 2009 yılında 413 bin tona geriledi. Kişi başına yıllık kırmızı et tüketimi ise 10 kilodan 6,5 kiloya düştü.
1999 - 2001 döneminde başlatılan Dünya Bankası - IMF politikalarının aynen sürdürüldüğü 2000‘li yıllar, tarımdaki gerilemenin hız kazandığı yıllar oldu. Bu neoliberal politikaların etkileri yanında 2007-2008 döneminde yaşanan kuraklık ve küçük üreticiliği hayvancılıktan dışlama anlayışı birleştiğinde, 2007 yılından itibaren hayvan stoğundaki azalma hız kazandı; Türkiye kurban bayramında kesecek yeter hayvanı olmayan bir ülke durumuna düştü. Yurtdışından getirilen "kurbanlık" hayvanların dini açıdan uygun olup olmadığına yönelik tartışmalar, sorunun geldiği içler acısı durumu başka bir açıklamaya gerek kalmaksızın ortaya koyucu niteliktedir.
Yapısal sorunlar - yıkıcı politikalar eşliğinde yürüyen süreç, günümüzde ithalatla hız kazanmış görünmektedir. 30 Nisan 2010 tarihinden bu yana, ithalatın çeşidi genişletilmekte (damızlık olmayan canlı sığır, taze - soğutulmuş veya dondurulmuş et, karkas et, kurbanlık koyun vb), ithalat yapacak kişi ve kuruluşlar çeşitlendirilmekte (EBK, özel ve resmi kombinalar, özel yatırımcılar) ve gümrük vergileri % 220 - % 135 bandından % 40 - 20 ve 0 bandına indirilmektedir. Ancak günümüz itibariyle ne et reyon fiyatlarında ne de kurbanlık büyük ve küçükbaş hayvan fiyatlarında bir gerileme gözlenmemektedir.
Hükümetin 28 Ekim 2010 tarihli Resmi Gazete‘de yayımlanan 2011 Yılı Programı‘nda yaşanan süreç şöyle dile getiriliyor: "2009 yılı ikinci yarısından itibaren sürekli bir artış eğilimine giren kırmızı et fiyatlarının düşürülmesi için ilk etapta, 2010 yılında, Et ve Balık Kurumu (EBK) Genel Müdürlüğüne kasaplık hayvan ithalatı görevi verilmiş; fiyatlarda bir gerileme olmaması nedeniyle daha sonra gümrük vergileri indirilerek, özel sektöre de besi materyali ve karkas et ithalatı izni verilmiştir. Bu uygulamaları tamamlayacak şekilde, kırmızı ete olan talep baskısının azaltılması amacıyla, talebin tavuk, hindi ve balık gibi et türlerine kaydırılması önemli bir seçenek olarak değerlendirilmelidir." Program cümleleri, aslında yaşanan yetersizliğin ve sektörün içinde düşürüldüğü durumun bir itirafı niteliğindedir.
Bugünlerde hayvancılık sektörü Kurban Bayramı‘na odaklanmıştır. Türkiye‘de her bayramda yaklaşık 500 binden fazla büyükbaş (toplam stoğun % 5‘i), 2 milyondan fazla küçükbaş (toplam stoğun % 10‘u) kesildiği değerlendirildiğinde, kesilen hayvanın yerine yenisinin konulamaması durumunda yaşanan krizin daha da derinleşeceği bilinmektedir.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı yetkililerinin hayvan stoğunun yeterli olduğunu ifade etmelerine rağmen kurban edilmek üzere Avustralya başta olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinden 721 bin küçükbaş hayvan getiriliyor olması, gerçeği bir kez daha gözler önüne sermiştir. İthalatın çözüm olmadığı daha önceki tecrübelerle sabittir, bu sefer de böyle olacaktır. Sıfır faizli, iki yılı geri ödemesiz olacak biçimde 1.4 milyar liraya yakın bir kredinin verilmesi ise, ağır koşullar nedeniyle gerçek üreticinin değil, ilgisiz kişilerin fazla kazanç umudu ile girdikleri işin, yüksek maliyetli materyal alımı çerçevesinde büyük risklere sahip olması nedeniyle, aslında yeni krizlerin tetikleyicisi niteliğindedir.
Kurban Bayramı öncesinde bir başka sorun, yaygınlığı giderek artan şap hastalığına ilişkindir. Ülkemizde halen 30‘u aşkın il şap hastalığı nedeniyle karantina altındadır. AB ile yürütülen üç yıllık bir programın son yılında, yüksek aşılama oranlarına rağmen, 2008 yılında 253 ve 2009 yılında 214 olan şap hastalığının görüldüğü mihrak sayısının 2010 yılı tamamlanmadan 600‘e yaklaşmış olması, sorunun büyüklüğünü gözler önüne sermektedir. Kurban Bayramında hayvan hareketlerinin artması ve denetimlerin yetersizliği, yurttaşlarımızın şaplı et tüketme riskini yükseltmektedir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığının, her bölgede şap hastalığı yayılırken Trakya Bölgesi‘ni şaptan ari bölge ilan etmekle övünmesi ise, tek kelimeyle şaşırtıcıdır.
Hayvancılık alanında yaşanan çöküşün önlenmesi ve kalıcı çözümlere ulaşılması, yurtiçi üretimin ve pazarlama zincirinin sahip olduğu yapısal sorunların ortadan kaldırılması için şeffaf, güvenilir, uzun erimli politikaların uygun destekleme araçlarıyla birlikte yaşama geçirilmesiyle mümkündür.
Ara politika hedefleri ise şöyle özetlenebilir;
•· Türkiye‘de canlı hayvan stoğu artırılmalıdır. Bunun için, ürün fiyatlarında uzun süreli kararlılık oluşturulmalı ve bu yolla üreticiye güven verilmelidir. Bu ise piyasaların regüle edilmesiyle mümkündür. Müdahale kuruluşları ve fiyat mekanizmaları içeren piyasa düzenleri, mevcut dünya örneklerinden de yararlanarak kurulmalıdır. Damızlık hayvancılık özel bir önemle desteklenmelidir.
•· Hayvan stoğunun çeşitler arası dağılımında bir denge gözetilmelidir. Koyun ve keçiyi dışlayıp yalnızca sığıra dayalı büyük işletmecilik, dinamik kırsal ve kentsel nüfusa sahip Türkiye için uygun değildir. Bu bağlamda, ihmal edilen küçükbaş hayvancılık özenle desteklenmelidir.
•· Süt üretim süreçleri ile et üretim süreçleri arasındaki sıkı ilişki göz önünde tutularak, süt piyasasının sağlıklı bir şekilde işlemesi sağlanmalıdır. Dişi hayvanların ve yeterli olgunluğu erişmemiş hayvanların kesilmesini önleyecek mekanizmalar kurulmalıdır.
•· Hayvan ıslahı ve hayvan hastalıklarının önlenmesi alanında alınacak önlemlerle verimlilik yükseltilmelidir. Hayvan hastalıklarının giderek yaygınlaşması, hem verim değerlerini baskılamakta hem de halk sağlığı sorunlarını artırmaktadır. İşletmelerin niteliğine göre seçilecek ıslah programları, ülkemiz hayvancılığının verim değerlerini Avrupa‘yla eşleme odaklı olmak üzere geliştirilmelidir.
•· Hayvancılık alanında maliyetlerin düşürülmesi en temel sorunlar arasındadır. Bunun en makro yolu, Türkiye‘nin bitkisel üretimde dışa bağımlılıktan kurtarılması, yem üretiminin tüm kaynaklarıyla birlikte yurtiçi üretime dayandırılmasıdır. Başta Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi olmak üzere, çayır meraların kullanımını sınırlayan sorunların ortadan kaldırılması gereklidir. Yem yanında diğer girdilerinde, zamanında ve uygun fiyatla üreticiye ulaşması sağlanmalıdır.
•· Üretimde örgütlenme, pazarlama yapılarında tekelleşme ve aracı rantını dışlayıp üretimden - tüketime doğrudan zincirler kurma hedefi gerçekleştirilmelidir.
•· Gıda işletmelerinde halk sağlığı önlemlerine yönelik olarak; işletme içi ve dışı denetim süreçleri etkinleştirilmelidir.
Kurulduğu günden bu yana, emekten, halktan, üreticiden yana bir tavır içinde olan TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası, yaşanan süreci halkımızla paylaşmakta ve alınacak önlemler hususunda görüşlerini ortaya koymaktadır. Bulunduğumuz noktada gerekli tedbirler alınmaz ise, ülkemiz hayvancılığını bitme noktasına gelecektir.
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası olarak yetkililerden bu konuda gereken önlemleri almalarını beklerken, halkımızı da kurban kesimine karar verirken bir kez daha düşünmelerini; damızlık düve, yaşını almamış dana, gebe ve kesim ağırlığına ulaşmamış hayvanları kesmemeleri konusunda duyarlı olmaya çağırıyoruz.
Dr. Turhan TUNCER
Başkan
(Yönetim Kurulu adına)