BAŞKENT GAZETESİ: "ÜRETİMİ ARTIRACAK POLİTİKALAR GEREKLİ"- 7 HAZİRAN 2019

MERKEZ
10.06.2019

Tarım sektörü gün geçtikçe geriliyor. Bir zamanlar tarımda kendi kendine yeten bir ülke olan Türkiye şu an tarımda da dışa bağımlı hale geldi. Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Özden Güngör ile tarımdaki son durumu, sektörün sorunlarını ve çözüm yollarını konuştuk. Güngör, tarımda yaşanan krizin etkilediklerini, tarım alanlarındaki küçülmeyi ve tarımda gelişme için yapılması gerekenleri anlatırken, "Öncelikle atıl durumda bulunan tarım arazilerimizde üretimi sağlayacak, kademeli olarak ithalatı azaltacak politikalara yönelmek gerek." diye konuştu.

 


“Üretimi artıracak politikalar gerekli”

Tarımda bir krizin yaşandığını ifade ediyorsunuz, bu kriz neyi etkiledi?

Tarım arazilerini daraltan, çiftçiyi tarlasını terk etmeye zorlayan, tarımsal üretimi arttırmayan ve birçok üründe ise gerileten dış kaynaklı tarım politikaları tarım sektörünü krize soktu. Tarımdaki kriz makine gücünü de yakından etkiledi. Yıllar itibarıyla sürekli artış gösteren traktör üretimi döviz kurundaki artışa ve çiftçinin alım gücündeki gerilemeye paralel olarak, 2017 yılında 72 bin iken, 2018 yılında 48 bine düştü. 

Çiftçinin pazarlama kanallarındaki sorunlardan da bahsediyorsunuz bunu da detaylandırır mısınız?

Üretim maliyetleri son derece yüksek olan ve finansal kriz içinde bulunan çiftçimizin 2018 yılında en büyük problemlerinden biri, hemen her yıl aynı şekilde yaşadığı pazarlama kanallarındaki sorunlar oldu. Önemli ürünler bazında çiftçinin eline geçen fiyat kimi ürünlerde enflasyonun altında kalırken, kimi ürünlerde ise geçen yılki fiyatları dahi yakalayamadı. Ortalama satış fiyatı bir önceki yıla göre buğdayda yüzde 5,5, mısırda yüzde 13,5, kuru fasulyede yüzde 13,1, ayçiçeğinde yüzde 10,9, şeker pancarında yüzde 5,3, tütünde yüzde 14,6, pamukta yüzde 13,3 artarken yüzde 20,3’lük enflasyonun oldukça gerisinde kaldı. Nohutta yüzde 10,9, kırmızı mercimekte yüzde 6,2 ve yeşil mercimekte ise yüzde 11,7 geriledi. Bir önceki yıl para etmeyen patateste yüzde 38,9 ve kuru soğanda ise yüzde 71,2 artış oldu. Üretmeye çalıştıkça borcu artan, emeğinin karşılığını bulamayan çiftçi alanı terk ettikçe tarımın istihdama olan katkısı da yıllar itibarıyla geriledi. 2010 yılında tarımın istihdamdaki payı yüzde 23,7 iken, 2018 yılında yüzde 18,4’e düştü. Tarımın milli gelire katkısı 2002 yılında yüzde 10,3’ten, 2010 yılında yüzde 9,0’a, 2015 yılında yüzde 6,9’a ve 2017 yılında yüzde 6,1’e kadar geriledi.

ÇİFTÇİLER GÜNÜ

Geçtiğimiz günlerde Dünya Çiftçiler Günü’nün kutlandı, siz de Türkiye’de bu günün buruk kutlandığını söylediniz bunun nedenlerini detaylandırır mısınız?

1946 yılında kurulan Uluslararası Tarım Üreticileri Federasyonu‘nun (IFAB) kuruluş günü olan 14 Mayıs günü tüm dünyada "Dünya Çiftçiler Günü" olarak kutlanmaktadır. İçinde bulunduğu zor koşullara rağmen üretmeye, halkımızı beslemeye devam eden, toprağımıza sahip çıkan, alın teri ile ülkemize hizmet eden çiftçilerimiz, her geçen gün artan sorunları nedeniyle günlerini buruklukla kutluyor. Ülkemizin tarımsal üretiminde yaşanan sorunlara çözüm bulunmadan, bunlara her geçen gün yenilerinin eklenmesi, sorunları ithalatçı politikalarla çözmeye yönelik kolaycı yaklaşımların hız kesmeden devam etmesi, girdi fiyatlarının yüksekliği nedeni ile kar edemeyen çiftçilerimizin üretmekten vaz geçmesi son yıllarda gündemin değişmeyen konuları haline geldi. Türkiye’de toplam tarım alanı, 2002 yılında 41.196 bin hektar iken 2018 yılında 37.817 bin hektara düştü. Belçika’nın yüzölçümü 3 milyon hektar, Hollanda’nın toplam yüzölçümü ise 4 milyon hektar iken Türkiye’nin son 16 yılda azalan tarım alanı 3 milyon 379 bin hektardır. Var olan tarım alanlarının amaç dışı kullanımına yönelik girişimler ise hız kesmeden devam ediyor. Tarım arazilerinin, meraların, zeytinliklerin amaç dışı kullanımına yönelik istisnalara yer veren yasa teklifleri Meclis gündeminden eksik olmuyor. Çiftçinin tarım desteklerinden yararlanabilmesi için Çiftçi Kayıt Sistemine (ÇKS) kayıtlı olması gerekiyor. Ancak, Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre ÇKS’ye kayıtlı çiftçi sayısı 2003 yılında 2,8 milyon iken, 2010 yılında 2,3 milyona ve 2018 yılında 2,1 milyona geriledi. Diğer bir deyişle, bu süre zarfında yaklaşık 700 bin çiftçi son derece yetersiz olan tarım desteğini bile almaktan vazgeçti. 2006 yılında çıkan Tarım Kanunu ile tarımsal desteklemeler için bütçeden ayrılacak kaynağın milli gelirin yüzde 1’inden az olamayacağı hükmü getirilmiş olmasına rağmen, bu destek bugüne kadar bu miktarın yarısı düzeyinde gerçekleşti. Yeterli tarımsal destek alamayan çiftçilerimiz bunun sonucu olarak banka kredilerine yönelmek durumunda kaldı. 2018 yılında tarıma sundukları kredinin yüzde 71’ini kamu bankaları, yüzde 19’unu yabancı bankalar, yüzde 10’unu yerli özel bankalar sağlamasına karşın, icra takibine düşen kredi miktarı kamu bankalarında yüzde 37, yabancı bankalarda yüzde 33 ve yerli özel bankalarda yüzde 30 oldu. Yerli özel ve yabancı bankalardan kredi kullanan çiftçiler daha büyük bir mağduriyet yaşadı.

ÇİFTÇİNİN ALIM GÜCÜ ENFLASYONUN ALTINDA KALDI

Çiftçinin alım gücü, elde ettiği gelirin enflasyonun oldukça altında kalması nedeniyle geriledi, bununla ilgili neler söylersiniz?

Dünya Bankası verilerine göre ülkemiz tarım sektöründe kişi başına düşen gelir 2010 yılında 4.065 dolardan 2017 yılında kişi başına düşen milli gelir 3.309 dolar oldu. 2019 yılına geldiğimizde dövizdeki artış nedeniyle  bu rakam daha da düştü. Bu miktar İspanya’dakinden yüzde 81, Fransa’dakinden yüzde 84, Almanya’dakinden yüzde 85, ABD’dekinden yüzde 91 daha azdır. AB ortalamasından yüzde 68 daha düşüktür. Örnek verecek olursak, Almanya’da tarımda kişi başına düşen gelir 22 bin doların, Fransa’da 20 bin doların, İspanyada 17 bin doların üzerindedir. Çiftçinin alım gücü, elde ettiği gelirin enflasyonun oldukça altında kalması nedeniyle geriledi. Yıllık enflasyonun oldukça üzerinde gerçekleşen döviz kurundaki artış tarımsal üretimi de olumsuz yönde etkiledi. Tarımsal üretimde kullanılan girdilerden mazotta neredeyse tamamen, tarım ilacı ve gübrede çok büyük oranda, özellikle sera tohumlarında önemli düzeyde yurtdışına bağımlı olunması nedeniyle döviz fiyatındaki en ufak bir artış çiftçinin üretim maliyetini önemli ölçüde artırmaktadır. Gübre fiyatlarındaki hızlı artış çiftçinin gübre kullanımını azalttı. 2017 yılında yaklaşık 5,4 milyon ton olan gübre ithalatı 2018 yılında 4,3 milyon tona geriledi. Gübre kullanımında ki bu azalış verimde önemli kayıplara yol açacaktır.

Geçtiğimiz haftalarda Dünya Süt Günü kutlandı, süt sektörü ile ilgili neler söylersiniz?

1956 yılında sütün önemine dikkat çekmek amacıyla Uluslararası Sütçülük Federasyonu’nun (IDF) aldığı kararla 21 Mayıs "Dünya Süt Günü" olarak kutlanmaya başlanmıştır. Ülkemizde ise Dünya Süt Günü 1991 yılından bu yana kutlanmaktadır. Süt beslenme uzmanları tarafından temel gıda maddesi olarak kabul edilmektedir. Kalsiyum, fosfor ve riboflavin (B2 vitamini) açısından önemlidir. Yaşamsal önemi olan amino asitleri ve yağ asitlerini bünyesinde bulundurur. Doğada sadece sütte bulunan bileşenler; laktoz, süt yağı, kazein, laktoalbümin ve laktoglobülindir. BM ye göre; dünya nüfusunun 2050’li yıllarda 10 milyara ulaşacağı, gelişen ülkelerde kişi başına hayvansal protein tüketim miktarında artışı olacağı, gelecek 20 yılda hayvansal ürün talebinin 2 kat artacağı ve 2050’de küresel süt tüketiminin yüzde 58 artacağı öngörülmektedir. Dünya’da kişi başına tüketilen proteinin 8,2 gramı yani yüzde  26,62’si, Avrupa Birliği’nde 20,47 gramı yani yüzde  34,9’u, Türkiye’de ise 18,19 gramı yani yüzde  50’si sütten gelmektedir. Türkiye’de 2018 yılı çiğ süt üretimi 22.120.716 ton olmuştur. Bu üretimin 20 milyon 36 bin 877 tonu sığır, 75bin 742 tonu manda, 1 milyon 446 bin 271 koyun ve 561 bin 826 tonu keçiden elde edilmiştir. Süt, Türkiye’de tarımsal üretim değerinin yüzde 9’unu, hayvansal üretim değerinin yüzde 15,6’sını karşılarken, dünyada tarımsal üretim değerinin yüzde 8’ini, hayvansal üretim değerinin yüzde 25’ini karşılamaktadır. TÜİK verilerine göre; Ticari süt işletmelerince 2019 Mart ayında 838 bin 444 ton inek sütü toplamıştır. Toplanan inek sütü miktarı Mart ayında bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 8,6 azalmıştır. Mart ayında ticari süt işletmeleri tarafından içme sütü üretimi 131 bin 961 ton olarak gerçekleşmiş ve bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 18,5 azalış göstermiştir. İnek peyniri üretimi 58 bin 5 ton ile bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 10,2 azalırken, koyun, keçi, manda ve karışık sütlerden elde edilen peynir çeşitleri ise 3 bin 125 ton ile bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 0,1 artmıştır. Yoğurt üretimi 99 bin 11 ton ile bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 1,5 azalmıştır. Ayran üretimi ise 62 bin 148 ton ile bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 2,3 azalış göstermiştir. Süt ve süt ürünleri üretimi ve tüketiminde yaşanan bu sayısal azalışa karşı Ziraat Mühendisleri Odası olarak önerilerimiz şunlar: Süt üretiminin de içerisinde olduğu tarım politikaları uzun vadeli bir stratejiye uygun olarak yürütülmelidir. Çiftçiye üretimde güven ve destek sağlanması üretimde artış sağlayacaktır. Çiftçi ithalat politikaları ile üretimden koparılmamalıdır. Bilinmelidir ki güvenilir ve yeterli gıdaya ulaşmanın tek yolu yerli üretimi artırmaktır. Türkiye’nin nüfusu bugün 82 milyondur. Nüfusumuzun 2023’te 87 milyon, 2050’de 105 milyon olması öngörülmektedir. Artan nüfusun süt ve kırmızı et kaynaklı hayvansal protein ihtiyacını karşılayabilmesi için hayvan sayımızın artırılması, dolayısıyla da süt/kırmızı et hayvancılığına yatırım yapılması gerekmektedir. Et ve süt maliyetlerini yükselten temel etken yem maliyetleridir. Yem hammaddesinde dışa bağımlı olunması, kur artışında ki artışlarla birlikle maliyetleri yükseltmektedir. Ayçiçeği, kanola ve soya küspesi besin içerikleri nedeniyle yem sanayinde yaygın bir şekilde kullanılan küspe türleridir. Yağlı tohum üretiminin arttırılması, yem hammaddesi ihtiyacında dışa bağımlılığı en aza indirecektir. 

ÇİFTÇİLER SÜT ÜRETİMİ YERİNE BESİCİLİĞE YÖNELDİ

Çiftliklerin küçük ölçekli olması nedeniyle üretilen süt miktarı düşüktür. Ayrıca kırmızı ette yaşanan sıkıntılar nedeniyle çiftçiler küçükbaş ve büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde süt üretimi yerine besiciliğe yönelmiştir. Küçük hayvan yetiştiricilerinin üretim ekonomisinde kalmaları için kooperatifleşmeleri gerekmektedir ve örneğin destekleme avantajları gibi çeşitli politikalarla kooperatifleşmeleri sağlanmalıdır. Süt toplama merkezlerinin dağınık bir alana yayılmış olması, toplama merkezlerinde yeterli stok bulunmaması, nakliye sorunları, sektörde kooperatifleşme-örgütlenme ağının zayıf olması, piyasayı kontrol edecek müdahalelerin yetersizliği, dönemsel olarak geçici önlemlerle piyasaya müdahale edilmesi veya hiç edilmemesi, kaynak aktarımının yetersizliği, dolayısıyla üreticilerin yalnız bırakılması fiyat istikrarsızlığına yol açmakta ve ülke içi arz talep dengesizliğine neden olmaktadır. Tüketici daha ucuz olan kayıt dışı ürünlere yönelmektedir. Sağlıklı gıdaya ulaşmak için kayıt dışılık engellenmeli, sektör ile ilgili üretici örgütleri ve kooperatifler desteklenmelidir. Hayvan hastalıkları, sağlık hizmetlerinin yetersizliği ve uygun olmayan hijyen koşulları süt kalitesini düşürmektedir. Başta süt olmak üzere tüm gıda maddelerinin risk esasına dayalı, güvenilir, şeffaf ve bilimsel esaslara dayalı denetimleri yapılmalıdır. Süt ve süt ürünleri üretim ve tüketimine yönelik yanlış bilgiler, toplum sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Bu konuda toplumu bilinçlendirici çalışmalar yapılmalıdır. Sütün daha fazla alanda kullanımını sağlayacak ARGE çalışmalarına önem verilerek, yeni pazarlara ulaşılması sağlanmalıdır. Katma değer oluşturan ve istihdam yaratma potansiyeli bulunan süt sektöründeki mevcut üretim, iç piyasa gereksinimini karşılamaktan uzaktır. Süt fiyatlarından ne üretici ne de tüketici memnundur. Yüksek girdi maliyetlerinden dolayı üretici kâr edemediği gibi, sütün iç piyasa fiyatı da tüketici beklentisinin üzerindedir. Maliyet unsurlarına etki eden bir diğer husus da "yerel üret-yerel tüket" mantığının dışına çıkılarak, çiğ sütün kilometrelerce öteden toplanıp işlenmesi ve toplandığı yere ürün olarak geri dönmesidir. Bu durum yakıt maliyetini arttırmakla kalmayıp, küresel iklim değişikliğine de olumsuz katkılar yapmaktadır. Hâlbuki maliyetlerin düşürülmesi için gerekli önlemler alınsa üretici kâr edecek, tüketici de ucuza süt temin edecek ve süt tüketim alışkanlığı artacaktır. Sonuçta oluşacak talep artışı süt arzının daha yüksek seviyelerde gerçekleşmesine neden olacaktır. Sektörde çalışan ziraat mühendislerinin istihdamı artırılarak, çiftçinin bilinçli üretim yapması sağlanmalıdır. Coğrafi İşaret Tescil Belgesi almış ürün sayısının artırılması; yerel üretimi ve kırsal kalkınmayı destekleyerek, ürünlerin sürdürülebilirliği ve izlenebilirliğini sağlayacak, ürün kalitesini artıracaktır. Diğer yandan Türkiye halen süt ve süt ürünleri dış ticaretine açılamamış durumdadır. Örneğin; Türk ürünü olan yoğurt, dünya ülkelerinde "Yunan Yoğurdu" olarak markalaşmıştır. Yoğurdun bir Türk ürünü olduğu dünya ülkelerince bilinmemektedir. Görünen o ki; gerçeklerden uzak, çözüm odaklı olmayan günübirlik üretim politikaları süt sektörünü olumsuz etkilemeye devam edecek, tarımın diğer sektörlerinde olduğu gibi üretici-sanayici-tüketici yanlış politikaların altında ezilecektir. 

TARIMSAL DESTEKLER

Tarım Yasası hükmüne uyulmadı diyorsunuz bununla ilgili neler söylersiniz?

Tarım Yasası 25 Nisan 2006 tarih ve 26149 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Tarım sektörünün ve kırsal alanın, kalkınma plan ve stratejileri doğrultusunda geliştirilmesi ve desteklenmesi için gerekli politikaların tespit edilmesi ve düzenlemelerin yapılması amacıyla çıkarılan bu yasanın “tarımsal desteklemelerin finansmanı” başlıklı 21. maddesi ile desteklerin çerçevesi çizildi. Buna göre tarımsal desteklemeler için bütçeden ayrılacak kaynağın milli gelirin yüzde 1’inden az olamayacağı hükmü getirildi. Tarımsal desteklemelerin 2007 yılından itibaren söz konusu yasaya uygun bir şekilde belirlenmesi gerekirken, verilen desteğin milli gelire oranı yüzde 0,4 ve yüzde 0,6 aralığında kaldı; hiçbir zaman yüzde 1 olmadı. Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikası’nı tesis ettiği 1962 yılından itibaren bütçesinin yüzde 70’ini tarımsal desteklemelere ayırırken, günümüzde halen yaklaşık yüzde 50’sini ayırmaktadır. Ülkemizde ise bu oran yüzde 1,9 ile yüzde 2,9 arasında değişmektedir. Yasa çerçevesinde 2018 yılında tarıma verilmesi gereken destek 37,4 milyar TL olması gerekirken, yapılan destekleme ödemesi yaklaşık 14,6 milyar TL’de kaldı, çiftçiye aldığından daha fazla bir miktar, 22,8 milyar TL eksik ödeme yapıldı. Buna karşın tarıma verilen desteğin 5 kat fazlası faiz ödemelerine ayrıldı.  Tarımsal desteklerde aradığını bulamayan çiftçi gittikçe artan miktarda banka kredisine yöneldi. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu verilerine göre bankaların çiftçiye verdiği tarımsal kredi miktarı bir önceki yıla göre yaklaşık yüzde 17’lik artışla 2018 yılında 102 milyar TL’ye ulaştı. Diğer bir deyişle, çiftçilerin bankalara olan kredi borcu 102 milyar TL’ye ulaştı.

İTHALATI AZALTACAK POLİTİKALAR ÜRETİLMELİ

Tarımdaki sorunlara çözüm önerileriniz neler?

Nedenlerine bakmaksızın sonuç olarak meydana gelen fiyat artışına karşın uygulanan çözüm o ürünün ithal edilmesi olmaktadır. TL’nin değer kaybı karşısında ithal edilen ürünlerin iç piyasa fiyatlarının üzerine çıkmasından dolayı da ithalatta uygulanan gümrük vergileri düşürülmekte ya da sıfırlanmaktadır. Bu durum inatla üretmeye çalışan çiftçimizi daha da üretemez bir hale getirmektedir. Bu yüzden öncelikle atıl durumda bulunan tarım arazilerimizde üretimi sağlayacak, kademeli olarak ithalatı azaltacak politikalara yönelmek gerekir. Üstü açık fabrika olarak da tanımlanan tarımsal üretim gelecekte üretimimizi daha da tehdit eder bir boyuta ulaşacaktır. Bu durumun meydana getireceği verim kayıpları da dikkate alınarak tarım arazilerimiz ve meralarımız amaç dışı kullanılmamalıdır. Küresel iklim değişikliğinin olumsuz etkisi küresel ölçekte yaşanacağından artan nüfusumuzu beslemek üzere tarım arazilerimize ve meralarımıza her zamankinden fazla ihtiyacımız olacaktır. İklim değişikliği düşünülerek altyapı yatırımları tamamlanmalı tarım ve mera arazileri korunmalı, geleceğe dönük devlet-çiftçi-özel sektör iş birliği ile tohum üretimine ağırlık verilmelidir. Hayvan varlığımızın arttırılması ve ithalattan kurtulabilmek için tüm olanaklar kullanılarak yılda yaklaşık 750 bin buzağı ölümünün önüne en kısa sürede geçilmelidir. Üretim maliyetlerinin yüksekliğinde büyük rol oynayan ithalata bağlı tarımsal girdilerin mümkün olduğunca ülkemizde de üretilme yolları zorlanmalı, üzerlerindeki ağır vergi yükü hafifletilmeli, daha ucuza üretim için özellikle desteklenmelidir. Tarımsal mekanizasyon başta olmak üzere tarımda bilgi ve teknoloji kullanımı yaygınlaştırılmalıdır. Araştırma ve geliştirme yatırımları teşvik edilmelidir. Üretmeye çalıştıkça borcu artan, banka kredilerinde çözüm arayan ve icra takibine düşerken borcu her geçen yıl yükselen çiftçi yeterince desteklenmeli, kazanabilir bir duruma getirilmeli, örgütlü üretim çerçevesinde kooperatiflerin kurulması ve sağlıklı çalıştırılması, ürünlerin bu yapılar üzerinden pazarlanmasını sağlayıcı tedbirler devlet tarafından almalıdır.

GENÇ MÜHENDİSLERİN İSTİHDAMI

Tarım arazilerini daraltan, çiftçiyi tarlasını terk etmeye zorlayan, tarımsal üretimi arttırmayan ve birçok üründe ise gerileten dış kaynaklı tarım politikaları, sektöre hizmet vermek üzere eğitim almış Oda’mızın çatısı altında örgütlü mühendislik dallarının da iş ve çalışma olanaklarını daraltmakta, halkımızı istemediği ithal ürünlerle beslemeye zorlamaktadır. Genç mühendislerin istihdamı için bu yanlış politika bir an önce terk edilmelidir. Var olan su ürünleri üretim potansiyelimizi artırırken stokların da korunması için bilimsel çalışmalar yapılmalı, yetişmiş ve eğitilmiş insan gücü ile strateji belirlenmelidir. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) verilerine göre, Şubat 2019 itibarıyla çiftçilerin kredi borcu, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 15 artarak 104 milyar 285 milyon TL’ye ulaştı. Aynı dönem aralığında ödenemediği için icra takibine konu olan tarımsal kredi miktarı da yüzde 61 yükselerek 4 milyar lirayı aştı. BDDK’nin verilerine göre, kullanılan tarımsal kredi miktarı son 5 yıl içinde yüzde 114.5 artarken, aynı dönemde hakkında icra takibi başlatılan krediler de son 5 yıl içinde yüzde 195 yükseldi. 2004’te bankalara 5 milyar 279 milyon lira borcu olan çiftçilerin bu borcunun 2019 Şubat itibarıyla 104 milyar lirayı aştığı görülüyor. Bu durum, üreticinin kredi borcunun da icraya düşen kredilerinin de her ay yeni bir rekor kırması anlamına geliyor. Kredi başvurularının artmasının sebeplerinden biri, son bir yılda yüzde 100’ü aşan girdi maliyetlerinin karşılanamaması. Hükümetin verdiği tarımsal destekler de hem yetersiz bulunuyor hem de zamanında ödenmediği için şikâyetlere sebep oluyor. Borca girmekten bıkan, ürününü sürekli maliyetinin altında satmak zorunda kalan ve alım gücü her geçen yıl gerileyen çiftçi, artık tarımdan hızla uzaklaşıyor. Hâlâ ekip biçen çiftçiler tarımsal desteklerde aradıkları refahı bulamayınca da bankaların verdikleri tarımsal kredilere yöneliyorlar.

Haber: Zehra ŞAHİNDOKUYUCU

Haber kaynağına ulaşmak için lütfen tıklayınız. 

Okunma Sayısı: 1288