BİYOGÜVENLİK YASA TASLAĞI ÜZERİNE, ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI’NIN GÖRÜŞLERİ

MERKEZ
11.02.2005
 

BİYOGÜVENLİK YASA TASLAĞI ÜZERİNE,

ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI’NIN GÖRÜŞLERİDİR.

GİRİŞ :

CARTEGENA BİYOGÜVENLİK PROTOKOLÜ’NÜN UYGULAMAYA KONULMASI İÇİN ÇERÇEVE YAPININ GELİŞTİRİLMESİNİ AMAÇLAYAN VE TAGEM TARAFINDAN YÜRÜTÜLMEKTE OLAN, BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ÇEVRE PROGRAMI (UNEP)-GEF TARAFINDAN DESTEKLENEN “ULUSAL BİYOGÜVENLİK ÇERÇEVELERİNİN GELİŞTİRİLMESİ PROJESİ” FAALİYETLERİ KAPSAMINDA OLUŞTURULAN BİR KOMİSYON TARAFINDAN HAZIRLANAN “ULUSAL BİYOGÜVENLİK KANUN TASLAĞI” TÜRKİYE TARIMININ SOSYO – EKONOMİK YAPISI, BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİĞİ, İNSAN VE HAYVAN SAĞLIĞI AÇISINDAN ÖNEMLİ TEHDİTLER İÇERMEKTEDİR.

ÜLKEMİZE 1996 YILINDAN BU YANA KONTROLSÜZ OLARAK GDO’LU ÜRÜNLER GİRMEKTE, TÜKETİCİ TARAFINDAN BİLMEDEN TÜKETİLMEKTEDİR. BUNDAN DA VAHİMİ, KAÇAK GDO’LU TOHUMLAR ÜLKEDE EKİM ALANI BULMAKTA, TARIMDA BAĞIMLILIK SARMALI GİDEREK DERİNLEŞMEKTEDİR.

YETERLİ LABORATUAR ALTYAPISI BULUNMAYAN, AZALAN PERSONEL VE FİNANSMAN YAPISI NEDENİYLE KONTROL MEKANİZMASI KURAMAYAN TARIMSAL KAMU YÖNETİMİ, SÜRECE YILLARDIR SEYİRCİ KALMIŞ, BU ORTAMDAN ÇOKULUSLU ŞİRKETLER VE ONLARIN TAŞERONU KONUMUNDAKİ DIŞALIM LOBİLERİ BÜYÜK RANTLAR SAĞLAMIŞLARDIR.

ÖNCELİKLE VE ÖNEMLE BELİRTİLMELİDİR Kİ, TARIMSAL ÜRETİM – İŞLEME VE TÜKETİM SÜREÇLERİMİZDE YASA DIŞI OLARAK BULUNAN GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ORGANİZMALAR, ÜLKEMİZ TARIMININ KARŞI KARŞIYA BULUNDUĞU BAĞIMLILIK İLİŞKİSİNİ DERİNLEŞTİRMEKTE, TÜRKİYE’DEN BİRKAÇ ÇOKULUSLU ŞİRKETE KAYNAK TRANSFERİNİN SÜREKLİLİĞİNİ SAĞLAMAKTA VE SON DERECEDE VARSIL BİYOÇEŞİTLİLİĞİMİZİ GERİ DÖNÜŞSÜZ BİR ŞEKİLDE ORTADAN KALDIRMAK TADIR. 

BU GERÇEK, ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI’NIN ETKİN BİR BİLEŞENİ OLDUĞU “GDO’YA HAYIR” PLATFORMU TARAFINDAN KAMUOYUNUN GÜNDEMİNE TAŞINMIŞ; BUNUN ÜZERİNE TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI’NIN EN ÜST DÜZEY YETKİLİLERİ TARAFINDAN, PLATFORM’A, TÜRKİYE’YE GDO GİRİŞİNİN YASAKLANACAĞI SÖZÜ VERİLMİŞTİR.

BÜTÜN BUNLARA KARŞIN, “ULUSAL BİYOGÜVENLİK KANUN TASLAĞI”, ÇOKULUSLU ŞİRKETLERİN “ETKİN İŞBİRLİĞİ” İLE HAZIRLANMIŞ, TASLAK DEĞİŞİKLİKLERİ DAHA OLUMSUZ DÜZENLEMELERİ GÜNDEME GETİRMİŞ, YASAKLAMA YERİNE, GDO’LU TOHUMLARIN EKİMİ DE DAHİL OLMAK ÜZERE, ADETA SERBESTLEŞTİRMENİN HUKUKİ ZEMİNİ HAZIRLANMIŞTIR.

YAŞANANLAR SÜRPRİZ DEĞİLDİR : “KATILIMCILIK” İLKESİ, “ÇOKULUSLU ŞİRKETLERİN ÇIKARLARININ GENEL DÜZENLEYİCİ İŞLEMLERE YANSITILMASI SÜRECİ” OLARAK YÜRÜMEKTEDİR. TASLAĞIN HAZIRLANDIĞI TOPLANTILARA, BU ÜLKENİN ÇIKARLARINI YANSIZ VE BİLİMSEL YETKİNLİKLE SAVUNAN ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI ÇAĞRILMAMAKTA, BUNA KARŞIN ÇEŞİTLİ FİRMALARIN TEMSİLCİLERİ TOPLANTILARIN BAŞ KONUĞU OLARAK AĞIRLANMAKTADIR.

TASLAKTA YER ALAN BİYOGÜVENLİK KURULU’NUN, GDO’LAR KONUSUNDA DOĞRU KARARLAR ÜRETEMEYECEĞİ ŞİMDİDEN ÖNGÖRÜLMELİDİR. BUNDAN DA ÖTE, ÇOKULUSLU ŞİRKETLERİN YASA DIŞI UYGULAMALARI KARŞISINDA CEZA UYGULAMALARINA BAŞLAYAN ŞEKER KURULU’NUN, İLGİLİ BAKAN’IN DAHİ HABERİ OLMADAN BİR GÜNDE KAPATILIVERDİĞİ UNUTULMAMALIDIR.

BÜTÜN BU VERİLİ SİYASAL – EKONOMİK ORTAM BİLİNMELİ VE GDO’LAR KONUSUNDA GERİ DÖNÜŞSÜZ YOLDAN BİR AN EVVEL DÖNÜLEREK, GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ORGANİZMALARIN BU ÜLKEYE GİRİŞİ – ÜRETİMİ - İŞLENMESİ YASAKLANMALIDIR.

TÜRKİYE, DÜNYADAKİ GDO’LU ÜRÜN ÜRETİMİNİN % 99’UNU OLUŞTURAN SOYA, MISIR, KOLZA VE PAMUKTA KENDİNE YETER BİR ÜLKE OLMA KAPASİTESİNE SAHİPTİR. SÖZÜ EDİLEN ÜRÜNLERDEKİ VERİM DEĞERLERİMİZ, GDO’NUN VAAT ETTİĞİNDEN DAHA YÜKSEKTİR. ÜRETİM MALİYETLERİNİN YÜKSEKLİĞİ, TARIM SEKTÖRÜNDEN KAYNAKLANMAMAKTA, OLUMSUZ EKONOMİK ÇERÇEVENİN BİR YANSIMASI NİTELİĞİNDE ORTAYA ÇIKMAKTADIR.

BİYOÇEŞİTLİLİĞİMİZ, TÜM AVRUPA KITASININ DEĞERLERİ İLE KARŞILAŞTIRILAMAYACAK ÖLÇÜDE VARSILDIR. GEN KAYNAKLARIMIZI KORUMAK VE ÇOCUKLARIMIZA AKTARMAK, TEMEL ÖDEVİMİZDİR.

İNSAN VE HAYVAN SAĞLIĞI, ÇOKULUSLU ŞİRKETLERİN FİNANS KAPİTALLERİNİ ÇOĞALTMAK UĞRUNA, RİSKE EDİLEMEZ.

SÜRECE KARŞI ÇIKMAK VE GDO’YA HAYIR DEMEK, BU ÜLKEDE YAŞAYAN HERKESİN GÖREVİDİR, BU GÖREV BİLİNÇ VE KARARLILIKLA YERİNE GETİRİLMELİDİR.

BU GENEL DÜŞÜNCE ÇERÇEVESİNDE, AŞAĞIDA, ÖNCE AVRUPA BİRLİĞİ’NİN GDO KONUSUNDAKİ TUTUMU ÖZETLENECEK, ARDINDAN TASARI İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRMELERDE BULUNULACAKTIR.

1 - AB ÜLKELERİNDE GDO’LARIN MEVCUT DURUMU

AVRUPA BİRLİĞİNİN BİYOGÜVENLİK KONUSUNDA 1990 YILINDA ÇIKARTTIĞI KAPSAMLI İKİ DİREKTİFİ (EC/90/219-KAPALI ŞARTLARDA KULLANIM- VE EC/90/220-ÇEVREYE SERBEST BIRAKMA-) BULUNMAKTADIR. 2003’TE YÜRÜRLÜĞE GİREN EC/1829 VE EC/1830 SAYILI 2 DİREKTİF İSE GIDA/YEM AMAÇLI İŞLEME İLE ETİLEKETLEME VE İZLENİBİLİRLİĞİ KAPSAMAKTADIR. SÖZÜ EDİLEN MEVZUAT, OLDUKÇA KATI KURALLAR İÇERMEKTEDİR.

AVRUPA'da 100 bin hektarın altında olmak üzere, yalnızca İspanya, Bulgaristan ve Almanya’da transgenik mısır ve Romanya’da transgenik soya ekimi, son derecede kontrollü koşullarda yapılmaktadır. Danimarka, İsveç, Norveç ve Avusturya başta olmak üzere geriye kalan Avrupa ülkeleri, topraklarında GDO ekimine izin vermemektedir. Buna karşılık, Birlik üyesi ülkelerde değişik ürünlerde toplam 1500 civarında alan denemesi kurulduğu bilinmektedir.

AB ülkelerinde özellikle tüketicilerin tepkisi başta olmak üzere, bu güne kadar uygulanan sıkı mevzuatları ile son altı yıldır GDO’ların üretimi ve tüketimi yasaklanmıştır. ABD’nin Dünya Ticaret Örgütü aracılığıyla kurduğu baskının bir sonucu olarak, Avrupa Birliği’nde, son derecede katı kontroller altında, yalnızca birkaç çeşit GDO’lu ürünün yem amaçlı dışalımına, işlenmesine ve ekimine, 2004 yılında, oyçokluğu ile izin verilmiştir(1).

Diğer yandan AB, gıdaların GDO içerdiğine dair etiketlenmesinde istenilen “Eşik Değer oranını” % 0.9’da tutma kararlılığı içindedir.

Tüm bunlara karşın, günümüze kadar GDO’ların üretim ve gıda/yem işleme amaçlı dışalımına yasak uygulayan AB, biyoteknoloji araştırmalarını öncelikli konuları içersine almıştır. Ancak, bu güne kadar GDO’ların gıda olarak kullanılmasına karşı yürüttüğü politikalar nedeniyle, kendi biyoteknolojik araştırmalarını “Gıda-dışı kulanım” alanlarına yoğunlaştırmıştır. Bu araştırmaların AB toplumu tarafından da kabul görmesi için, biyoteknolojik araştırmalarını “Beyaz Biyoteknoloji” ve “Yeşil Biyoteknoloji” olarak isimlendirmiştir. Beyaz biyoteknoloji ile hammadde ve atıkların biyolojik olarak temizlenmesi, yeşil biyoteknoloji ile optimize biyolojik hammaddelerin üretilmesi planlanmaktadır. Öte yandan, transgenik ürünlerin çevreye ve ekolojiye verebileceği zararları azaltarak transgeniklerin “Güvenli” üretilmelerine zemin hazarlamak üzere, transgenik, geleneksel ve organik üretimlerin beraber (bitişik üretim alanlarında) yapılması halinde, özellikle gen kaçışlarının önlenmesi için ne tür etkin ve sabit kontrol sistemlerinin uygulanması gerektiği araştırılmaktadır.

2 – “Ulusal” Biyogüvenlik Yasa Tasarısı’nın Değerlendirilmesi

Öncelikle, Tasarı’nın hazırlanma sürecinde, konu ile ilgili duyarlılığını yıllardır kamuoyu ile paylaşmış olan Ziraat Mühendisleri ODASI’nın çağrılmamış olmasını, basit bir eksiklik olarak değerlendirmediğimizi belirtmek gereklidir.

ZMO’nun çağrılmamasının altında yatan gerçek neden, ODA’mızın “GDO’ya Tümüyle Hayır” diye özetlenebilecek olan ve kamuoyunca bilinen görüşlerinin, görüşe sunulan Tasarı ile taşıdığı temel çelişkilerdir.

Bununla birlikte ODA’mız, ülkemiz tarımı için son derecede önemli olan bu konudaki görüşlerini bir kez daha sunmayı bir görev bilmektedir.

Tarımsal kamu yönetiminin, ülke tarımı ve tarımcısının sosyo – ekonomik çıkarları ile gen kaynaklarımızın, biyoçeşitliliğimizin, insan ve hayvan sağlığının korunmasına yönelik duyarlılığımızı paylaşarak, Tasarı’yı bu yönde değiştirmesi, ülke yararına bir tutum değişikliği olarak değerlendirilecektir.

Bu bağlamda, Tasarı’nın maddeleri ile ilgili görüşlerimiz aşağıda verilmektedir;

(1) 19 Mayıs 2004 tarihinde,  AB’li bakanların oy çokluğu (İrlanda, Hollanda, Finlandiya, İsveç, İngiltere ve İtalya’nın olumlu oyları; Danimarka, Yunanistan, Fransa, Lüksemburg ve Avusturya’nın olumsuz oyları; Portekiz, Almanya ve İspanya’nın çekimser kararı) ile Bt 11 tatlı mısır için moratoryum kaldırılmış ve ithalat ile işleme amaçlı kullanımına (üretimi hariç) 10 yıllığına onay verilmiştir. Daha sonra NK 603 GM mısır çeşidine işleme ve yem amaçlı ithalatına (10 yıl- Haziran 2004) ve nihayet Mon 810 Bt mısırın 17 çeşidine AB’de üretim izini (Eylül 2004 başı) de verilmiştir.

BİRİNCİ KISIM

GENEL HÜKÜMLER

BİRİNCİ BÖLÜM : AMAÇ, KAPSAM VE TANIMLAR

TANIMLAR

Madde 3-

ı) İzleme başlıklı tanımında yapılan düzenlemeye ek olarak geçen tasarıda da belirtilmiş ancak son taslak metinden çıkarılmış olan “çevreye serbest bırakılmasından ve/veya piyasaya sürülmesinden”ibaresinin özellikle toprakla ve çevreyle direkt temasa geçecek GDO’lu ürünlerin izlenmesine imkan vereceğini düşünerek tekrar metne eklenmesi gerektiğini düşünüyoruz.

j) AB rehberinde yer alan Risk değerlendirme tanımı “İnsanların ve çevrenin risk kaynağına maruz bırakılmasını takiben, tanımlanmış şartlar altında olumsuz etkilerinin/olayların ortaya çıkma boyutunun ve olabilirliğinin ve belirsizliklerinin belirlendiği değerlendirme sürecidir. Risk değerlendirme, zararın tanım ve özelliklerini, maruz kalma değerlendirmesini ve risklerin özelliklerini içerir. Zarar, risk kaynağının olumsuz etkiye sebep olma potansiyelidir. Risk değerlendirme, GDO’nun olumsuz etkilere sebep olabilecek özelliklerinin, bunların potansiyel sonuçlarının, ortaya çıkma olasılığının belirlenmesi ve belirlenen her bir özelliğin sebep olabileceği riskin tahmin edilmesi basamaklarından oluşur.” şeklindedir..

Risk değerlendirme tanımına “biyolojik çeşitliliğe, çevreye, insan, hayvan bitki sağlığı üzerinde oluşabilecek olumsuz etkilerin, potansiyel zararların ve risklerin tümü bilimsel esaslara göre yapılacak değerlendirmeler” tümcesinin eklenmesi yerinde olacaktır. Şu anki taslakta, biyolojik çeşitlilik üzerinde oluşabilecek zararlar göz ardı edilerek risk değerlendirme tanımı yapılmıştır. Bu tanım eksik ve AB rehberindeki risk değerlendirme tanımından da uzaktır.

Diğer bir husus da; tanımda geçen “potansiyel zarar” ibaresidir. Geleneksel hukuk kavramı olarak zarar geniş anlamıyla maddi ve manevi zararı içine alacak şekilde şu şekilde tanımlanır: “Hukuken himaye edilen maddi ve manevi varlıkların bunlara yapılan bir tecavüzün vukuundan önceki ve sonraki halleri arasındaki farktır.” Genel hukukta zararın hem varlığının hem de miktarının saptanmasında kural olarak bir sorun çıkmamaktadır. Özellikle ‘şeylere’ yönelik zararın saptanmasında, onların objektif değerinin, piyasada kendileri için biçilen değerin; bir başka değişle satış değeri esas alınır. Ancak çevre hukukunun kendine özgü yapısı çevre hukukuna ilişkin kavramların geleneksel hukuk kavramlarıyla tanımlanabilmesini imkânsız kılar. Bu nedenle de zarar kavramı geleneksel hukukta olduğu gibi tanımlanamaz. Zarar kavramı çevrenin fiziksel, kimyasal ve biyolojik bozulmasından yola çıkarak çevresel kirliliğin yol açtığı biyolojik ve sağlığa ilişkin zarar ile maddesel zararın tipine; akut, kronik veya sonraki döneme uzanan etkilere ve etkilenen alanın özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Yani yalnızca mülkle ve fiziksel bütünlükle sınırlı kalınmış bir zarar kavramı çevre hukuku açısından yeterli değildir. Bu nedenle taslakta kullanılan “potansiyel zarar” geleneksel hukukun kavramlarıyla tanımlanamaz.

Çevre hukukunun genç bir hukuk dalı olması ve kavramlarının yorumlanmasındaki zorluk göz önüne alınarak, uygulamada (hakimlerin yasayı değerlendirmesi aşamasında) potansiyel zarar kavramının geleneksel hukuk kavramlarıyla yorumlaması ihtimalinin önünü kesmek amacıyla, kanun içinde ayrıca bir potansiyel zarar tanımının yer alması gerekir. Bu yolla, uygulamada oluşabilecek kavram kargaşası engelleneceği gibi kanunun uygulanmasında çevre hukuku kavramlarının “genel uygulama bulması gerektiği” yönünde bir anlayışı da perçinlemiş olacaktır.

l) Eski taslakta yer alan

“Basitleştirilmiş işlem: Yetkili birimin ithalatına ve/veya piyasaya sürülmesine izin verdiği ve kullanım izni devam eden bir GDO’nun ve/veya GDO ürününün aynı muhteviyat ve kullanım amacıyla ithalatı ve/veya piyasaya sürülmesi için yapılan ikinci başvurusundan itibaren uygulanmak üzere ilk başvuruyu takiben yapılmış risk değerlendirme sonuçlarının gözden geçirilerek sadece ihtiyaç duyulan analizlerin tekrarlanmasına dayalı karar verme sürecini içeren izin işlemleri”

tanımı şu anki taslak metinde yer alan açıklamadan daha açık ve anlaşılırdır. Ayrıca “ilk başvuruyu takiben yapılmış risk değerlendirme sonuçlarının gözden geçirilerek” gerekli görüldüğünde tekrar analizlerin yapılmasına imkân sağlaması açısından da daha kabul edilebilir bir tanım olduğunu düşünüyoruz. Şu anki taslakta yer alan tanımda olduğu gibi yalnızca daha önce yapılmış risk değerlendirmesine dayalı bir karar verme süreci olmayıp yeni anakizlerin yapılmasına imkan sağlaması açısından da ihtiyat ilkesine daha uygundur.

m)AB’nin genetik olarak değiştirilmiş mikroorganizmaların (GDOM) kapalı kullanımı konusunda 23 nisan 1990 tarih ve 90/219/EEC kodlu direktifinin amacı çevre ve insan sağlığının kapalı kullanım gerektiren mikroorganizmalardan kaynaklanabilecek risklere karşı korunmasıdır.. GDOM’ların fiziksel ve biyolojik engellerle çevre ile temasa geçmesinin önlenmesini, direktif ekinde belirtilen parametrelere göre risklerin belirlenmesi için ön değerlendirme yapılmasını ve üye ülkelerin söz konusu mikroorganizmaların yaratacağı riskleri önleme yolunda önlemler almasını gerektiği belirtilmiştir.

Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının Biyoteknoloji ve Biogüvenlik Özel İhtisas Komisyonu Raporunun tanımlar bölümünde kapalı kullanım şu şekilde tanımlanmıştır: “Mikroorganizmaların genetik olarak değiştirilmesi ya da GDMO’ların üretilmesi saklanması kullanılması taşınması fiziksel korunaklar ya da bunlarla birlikte kimyasal ve/veya biyolojik korunaklarla elden çıkarılmasına ilişkin her işlemin genel toplum ve çevre ile temasında uygulanan sınırlama”

Kanun taslağının tanımlar kısmında kapalı kullanımın: “GDO’nun harici çevre ile etkileşiminin engellenmesi amacıyla kontrol edildiği tesis” olduğu belirtilmiştir. Ancak ‘harici çevre’ kavramının kanun taslağında tanımlanmamış, sınırları belli edilmemiş bir alan olması nedeniyle, kapalı kullanım teriminin tanımına “kamu ile etkileşimi” ibaresinin de eklenmesi gerekir.Bu şekilde Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında da belirtildiği gibi “genel toplum”u da gözeten geniş bir tanımlama yapılmış olacaktır. Ayrıca kavramın içeriği konusunda daha geniş bir yorumlamaya imkân sağlaması açısından da “kamu ile etkileşim” ibaresinin eklenmesi daha isabetli olacaktır.

ö) “Ayırıcı kimlik” başlığı altında yapılan tanımlamaya, önceki taslakta belirtilen “GDO’nun ait olduğu özel ve /veya tüzel kişilerle birlikte ayırıcı özellikleri” ibaresinin eklenmesinin GDO’ların ayırıcı özellikleri kadar ait olduğu hukuk kişinin bilinmesini sağlaması açısından ayrıca bir önemi bulunmaktadır.Hukuk kişisinin bilinmesi sorumluluk hukuku açısından yardımcı bir işleve de sahip olacaktır. Bu nedenle de ayırıcı kimlik içinde GDO’ların “kime ait olduğu” belirtilmelidir.

s) “Deneysel çevreye serbest bırakma” başlığındaki açıklamanın daha geniş bir tanımlamaya ihtiyacı vardır. “Çevreye serbest bırakma” teriminin ne “protokol”de ne de “kanun taslağı” içinde herhangi bir tanımı bulunmamaktadır. Sözü edilen “çevre”nin kapsamı ve serbest bırakmayla kastedilenin ne olduğu tanımlanmalıdır. Sözü edilen tanımlamalar yapılınca “Deneysel çevreye serbest bırakma” ile ifade edilenler çok daha açık ve anlaşılır olacağından uygulama açısından da kolaylık sağlayacaktır.

Bu maddeye yapılabilecek diğer bir ek öneri ise eski taslak metinde yer bulan ancak bu metinde yer almayan izsürülebilirlik başlığı altındaki tanımın tekrar metne eklenmesi gerektiğidir

“İzsürülebilirlik: Çevreye serbest bırakılan ve /veya piyasaya sürülen bir GDO’nun ve/veya ürünün ilk ithalatçısına veya yurt içindeki ilk üreticisine kadar her aşamada geriye dönük takibinin belirlenmesini ve tanımlanması”. Böylece hem çevreye serbest bırakılan hem de piyasaya sürülen her tür GDO’nun zarar ve tehlikelerine karşı güven ve tedbir sağlayıcı mekanizmanın oluşturabilmesi ve GDO’ların takip edilebilirliği açısından da önemli ve gerekli olduğu kanısındayız.

İKİNCİ BÖLÜM : TEMEL ESASLAR

İZİN

Madde 4-

Hukukun insanın çevreyi etkileyen alanlarda düzenlemeler yapması bu davranışlara yönelik yasaklar getirmesi ve oluşan sorunlar için önleyici ve giderici nitelikte reçeteler sunabilmesi ancak belirlenmiş bilimsel verilerin varlığı halinde mümkündür. Bu durum özellikle de hukuk normlarının objektif, genel ve belirlenebilir olmaları zorunluluğu nedeniyle ve özellikle yasaklayıcı normlar bakımından kendini hissettirir. Çünkü bu özellikler sıkı bir nedensellik ilişkisini ve başta öngörülebilirlik olmak üzere birçok temel ilkeyi beraberinde getirir. Ancak çevre sorunlarının meydana getireceği zararlar hukukun genel zarar kavramı içinde tanımlanması güç, belirlenmesi çoğu zaman imkansız boyutlardadır. Verili bilimsel imkanların ve gelişmelerin meydana gelen çevresel zararlara ölçtüğü zarar kavramı “zaman” ve “diğer değişkenler” ile çoğu kez yetersiz kalmaktadır. Bu yetersiz ve belirsizlik nedeniyle de klasik hukuk anlayışı bu alanlarda düzenleme yapmamakta yahut yaptığı düzenlemeler meydana gelebilecek zararlar karşısında değersiz görülebilmektedir.

Bu noktada ihtiyat prensibi üzerinde durmak yerinde olacaktır:

“Hukuk kesin bulgular beklenene kadar, hareketsiz kalmak gibi bir yol seçemez; "tehlike" kavramı esas alınarak, önlemler alınmalıdır. İhtiyat ilkesinin özü de budur; yani, tehlikeyi, riski göze almak değil; tehlikeyi, riski dikkate alarak, önlemleri düşünmektir .Böylece risk ile ihtiyat arasındaki seçimde bu ikincisinden yana tavır takınılmakla, riskten kaçınılmaktadır.

İhtiyat ilkesi Cartagena Protokolü’nün de hukuki ilkelerindendir. Bu ilkeye göre: Güvenlik konusunda bir bilimsel bilgi ya da uzlaşı eksikliği olduğunda, ülkelerin GD organizmaların ithalatını ve kullanımını yasaklama ya da sınırlandırma hakkı vardır.. Ancak 4. maddede ihtiyat prensibi çerçevesinde ele alınacak hususlar arasında, ithalat, piyasaya sürülme, kapalı kullanım, transit sayılmış olmasına karşın “üretim” aşamasının atlanması GDO üreticisi şirketlere, GDO’larla ilgili bilimsel verilerin yetersizliği ya da biyoteknolojinin hızla gelişebilirlik özelliği bahane edilerek kurtuluş yolları mı sağlanmaya çalışılmaktadır? sorusunu akıllara getirmektedir Tanımlar bölümünde muamele başlığı ile; “başta üretim, çevreye serbest bırakma, piyasaya sürme, kullanma, ithalat, ihracat, taşıma, saklama, paketleme, etiketleme, depolama gibi, GDO üzerinde gerçekleştirilen herhangi bir faaliyet ve işlemi” ifadesiyle üretim kapsamda zikredilirken, metnin izin başlığı altında yer alan faaliyet alanı ” bu kanun kapsamına giren GDO ve/veya ürünlerinin, ithalatı, piyasaya sürülmesi, kapalı kullanımı, transiti izne tabidir” ifadesi, üretim, depolama ve pazarlamayı izin kapsamı dışına çıkarmaktadır, bu husus anlaşılır değildir. Yine izin başvururlarının kabulü için ; İnsan, hayvan , bitki ve çevre sağlığı ile güvenliğinin tehdit edilmemesi, tüketicinin seçme özgürlüğünün ortadan kaldırılmaması, çevrenin materyal dengesinin ve ekosistem işleyişinin istenmeyen bozulmasına neden olunmaması, GDO’nun kendisinin veya özelliklerinin istenmeyen şekilde çevreye yayılmaması, yerel çeşitlerin devamlılığının tehlikeye düşürülmemesi gibi belirlenmiş olan sınırlamalar tespit edilebilirliği mümkün ancak kamu menfaatinin halel görmesi durumunda geri dönülebilirliği, zararın telafi edilebilirliği nerdeyse mümkün olmayan hususlardır.

Bu nedenle eski taslak tasarısının 4. maddesinde bulunan fakat, son tasarı taslağının 4. maddesinden çıkarılan “çevreye serbest bırakılma” ibaresinin taslağın bu maddesine tekrar eklenmesi gerekmektedir.

Yine 4. maddenin üçüncü fıkrasında sayılan “GDO’ların ve ürünlerinin piyasaya sürülmesi veya kapalı kullanım izni verilmesinde göz önüne alınacak ilkeler”e daha önceki taslakta yer alan şu ifadelerin taslağa tekrar eklenmesi gerekmektedir:

- geleneksel ürünlerin üretilmesi ibaresinin tasarıya eklenerek “geleneksel ürünlerin üretilmesi ibaresinin veya tüketicinin seçme özgürlüğünün ortadan kaldırılmaması” şeklinde düzenlenmesi,

- çevreye serbest bırakılması planlanan ortamda, ekosistemin devamlılığı için önemli canlıların veya korunan türlerin popülasyonlarının bozulmaması,

- hedef olmayan türlerin ortadan kalkmasına neden olunmaması,

- istenmeyen şekilde kendisinin veya özelliklerinin çevreye yayılmaması,

- Başta toprak verimi olmak üzere, ekosistem işleyişinin ciddi veya daimi bozulmasına neden olunmaması,

Taslağın son halindeki 4. maddeyi, yukarıda sayılan bentleri, genişletici yorum yoluyla kapsamına alabilecek şekilde düzenlemek yerine, yukarıdaki ibarelerin taslakta açıkça sayılması yerinde olacaktır.

İdari yetki karmaşasının önlenmesi ve idarenin bütünlüğü ilkesi nedenleriyle de “insan hastalıklarının teşhis ve tedavisinde kullanılan tıbbi ürünler ile veteriner tıbbi ürünleri”nin kanun kapsamından ari tutulmasının isabetli olmadığını düşünmekteyiz.

BAŞVURU VE DEĞERLENDİRME

Madde 5-

Başvuru ve Değerlendirme başlıklı 5. maddenin eski taslakta yer alan ancak bu taslaktan çıkarılmış olan değerlendirmeye ilişkin bölüme (2. fıkra) “Yapılan bir başvurunun sonucu diğer bir başvuru için emsal teşkil etmez” cümlesinin tekrar eklenmesi ihtiyat ilkesinin temelinde yer alan belirsizlik kavramının içindeki ‘bilinebilir bir olasılığı gösteren risk’ kavramından ayrı olan ve bilinemeyen bir olasılık olgusunun simgelediği ‘gerçek bilinmezliğin’ varolması nedeniyle önemlidir. Bilimsel belirsizliğin meydana getirebileceği potansiyel çevresel zararların en aza indirilebilmesi açısından her bir başvurunun bir önceki başvurudan bağımsız olarak tekrar değerlendirilmesi gereklidir.

GİZLİ BİLGİ

Madde 6-

Cartegena protokolünün “gizli bilgi” başlığı taşıyan 21. maddesinin (d) bendinde:

- “Acil durumlarda uygulanacak olan her tür yöntem ve planlar.”

bulunmaktadır.

Ulusal biyogüvenlik kanun tasarısında ise “acil durumlarda uygulanacak olan yöntem ile planların özeti” ibaresi yer almıştır. Bu çelişkinin giderilmesi ve gizli bilginin içeriğinin daraltılmaması açısından acil durumlarda uygulanacak yöntem ve planlarla ilgili olarak “Özeti” kelimesi çıkarılmalıdır.

KATILIM:

HALKIN BİLGİLENDİRİLMESİ ve KATILIMI

Madde 8-

Katılım ilkesinin Çevre Hukuku açısından tanımı “bireylerin çevresel yönetim sürecinde rol oynamaları, etkide bulunmaları ve böylelikle kendi yaşamlarını şekillendirecek bu süreci yönlendirmeleri.” demektir. ‘Etkide bulunmak’ ya da ‘rol oynama ve yönlendirmenin anlamı bireylerin kendi görüş ve önerilerini ortaya koymaları demektir. Katılım sistematik olarak iki başlık altında: çevresel karar alım sürecine katılım ve kararların uygulanması sürecinde katılım olarak incelenir.

Bu nedenlerle tasarı taslağında yer bulan “alınan kararlar zamanında halka açılır” düzenlemesinden önce eski taslakta bulunmasına karşın bu taslakta yer almayan:

“GDO’lar ürünleri ve bunların güvenli muamelesi hakkında kamunun eğitilmesi doğru bilgilendirmesi ve kamu bilincinin oluşturulması için gerekli görülen tüm düzenlemeler yapılır.

GDO’yu piyasaya süren, tüketicileri, üreticileri ve kullanıcıları; biyogüvenliğin sağlanması için GDO’nun özellikleri hakkında bilgilendirmek ve GDO’nun insan, hayvan, bitki ve çevre sağlığını ve biyolojik çeşitliliği tehlikeye düşürmeyecek biçimde tüketilmesi, üretilmesi ve kullanılması için gerekli eğitimi sağlar. Değerlendirmeye alınan ve kabul edilen başvurularla ilgili kararlar bilgi değişim mekanizması vasıtasıyla duyurulur”

düzenlemesinin tekrar son taslakta yer alması gerektiğini düşünmekteyiz. Çünkü alınan kararlar kişilerin şimdiki ve gelecek yaşamlarını ya doğrudan ya dolayısıyla etkileyen yani onların görüşlerinin de alınmasının zorunlu olduğu kararlardır. Kişilerin yaşam çevrelerini yakından ilgilendirmesi nedeniyle halkın başlangıçtan karar alma sürecine dahil edilmeleri gereklidir. Bunun için de halkın öncelikle bilgilendirilmesi ve katılım hakkının ikametgâh, yurttaşlık gibi sınırlar söz konusu olmaksızın kararların alınması aşamasında, halkın karar alma süreçlerine dahil edilmesi yerinde olacaktır. Yani alınan kararların halka açılması aşamasından önce karar alma sürecinde halkın katılımının sağlanması, katılım ilkesine çok daha uygun olacaktır.

SOSYOEKONOMİK DEĞERLENDİRME

Madde 9-

Sosyoekonomik değerlendirme başlıklı 9. maddenin eski taslakta yer alan hali:

“Başvuru hakkında karar verilmeden önce değerlendirilmek üzere, GDO ve ürünlerinin insan, hayvan, bitki ve çevre sağlığı ve biyoçeşitlilik üzerine etkileri ile ürününün çevreye serbest bırakılması ve kullanılması sürecinde üretici, tüketici ve çiftçi üzerindeki etkilerinden kaynaklanan sosyoekonomik bedelleri belirlemek üzere gerekli çalışmalar bilimsel esaslara dayanarak yapılır veya yaptırılır. Sosyoekonomik değerlendirmeler her bir başvuru için ayrı ayrı yapılır. Bir başvurunun sonucu diğer bir başvuru için emsal teşkil etmez” şeklindedir.

Düzenleme bu hali ile hem ‘her bir başvurunun diğer bir başvuru için emsal teşkil etmemesi’ ni sağlaması açısından ihtiyat ilkesine daha uygun, hem de GDO’ların etkilerinin üretici, tüketici ve çiftçiler için bir bedeli olacağını kabul etmesi açısından da daha gerçekçidir. Elbette burada bahsi geçen ‘bedel’ kavramı çevre hukukunun kendine özel yapısı ile değerlendirilip, bir maddi bedel olmanın ötesinde; çok daha geniş anlamları olan ve zarar kavramından bağımsız olmayan bir bedeldir.

KARAR VERME

Madde 10-

Madde 10’da karar verme süreci düzenlenmiştir. Ancak karar verme sürecinde etkin olacak temel kriterler ayrıca belirtilmemiştir. Bir önceki tasarının karar verme başlıklı 10. maddesinde yer alan “Sosyal ekonomik değerlendirmeler de dikkate alınarak başvuru hakkında karar verilir.” cümlesi son tasarıda yer bulmamıştır.

10. maddenin 3. fıkrasında idareye verilen takdir hakkının yanlış kullanmaya imkân sağlayacak şekilde genişletildiği görülmektedir. Yeni bilgi ve belgelerin ortaya çıkması ve izin sahibinin karardaki koşullara uymadığının anlaşılması, karar alınma sürecini etkileyen işlemlerin sakatlığını gösterir. İdari işlemin sebebi o idari işlemden önce gelen idareyi o işlemi yapmaya sevk eden ve nesnel hukuk kurallarınca belirlenmiş bulunan bir etkendir. İdare bir işlem yaptığında o işlemi dayandırdığı sebebi ortaya koymak zorundadır. Sebebin ortadan kalması halinde alınan idari kararlar dayanaksız kalacağı için hukuka aykırı olacaktır. Bu halde kanun taslağında yer alan “…….. koşullara uyulmaması halinde karar yeniden değerlendirmeye alabilir.” ibaresi hukuka aykırı olarak alınabilecek kararlara imkân tanıyan bir takdir hakkını idareye vermektedir. Bu nedenle burada uygun olan düzenlemenin “koşulların yeni çıkan bilgi ve belgeler ve izin sahibinin karardaki koşullara uymaması halinde karar iptal edilir yahut geri alınır” olduğu kanısındayız.

10. maddenin son fıkrasında “nihai kararlar basılı olarak ve/veya elektronik ortamda yayınlanır.” düzenlemesi ilgililer açısından ciddi bir tehlikeyi barındırmaktadır. Düzenleyici işlemlerde dava açma süresi kararın yayımlanması ile başlar. Bu nedenle de kararların duyurulması herkesin ulaşabileceği yollarla yapılmalıdır. Elektronik ortamda kararların yayınlanması hem tüm vatandaşların internet kullanıcısı olabilmesinin imkânsızlığı hem de elektronik ortamda bilgi akışının hızlı ve kesintiye uğrayabilecek nitelikte olması nedeniyle zor olacaktır. Düzenlemede yer alan “veya” ibaresi “ve” olarak değiştirilmesi önemlidir. Yayımlama yöntemi herkesin ulaşabileceği yerel ve/veya ulusal gazetelerde olacak şekilde ve belirli sürelerle olmalıdır. Aksi halde düzenleyici işlemlere karşı açılacak iptal davarında başlayacak idari dava açma süresi, karardan etkilenecek ve/veya şahsına uygulanacak ilgililerin internet kullanıcısı olmaması yahut elektronik ortamın kesintisi halinde (ilgili web sitesi adresinin görüntü verememesi, arızası) bilgi akışının verimli şekilde kullanılması mümkün olamayacaktır. Şu anda hazırlık aşamaları devam eden “e-devlet” projesinin hazırlık aşaması bitip, tüm yurtta belirgin bir sistem içinde yürütülmesi başlanmadan yargısal yollara başvuru araçlarının internet yolu ile sağlanması sağlıklı olmayacaktır.

YASAKLAR

Madde 11-

Yasaklar başlığı altında düzenlenen 11. maddenin (b) bendinde bahsi geçen ‘küçük çocuk’ kavramı ile kastedilen yaş grubu kanunda tanımlanmamıştır. Bu yaş grubunun tükettiği ek besinler nasıl ve hangi kıstaslarla belirleneceği de düzenlenmemiştir. Özellikle küçük çocuk ek besinlerinin belirlenmesi konusunda idarenin takdir yetkisini kullanabileceği yetki alanı belirtilmelidir.

Alman Parlamentosu (Bundestag) tarafından 26 Kasım 2004 tarihinde kabul edilen kanunla GDO ve ürünlerinin organik ya da konvansiyonel tarım yapılan alanlara bulaşmasını engellemek üzere bazı yasaklar ve yaptırımlar öngörülmüştür. Bu düzenlemeyle paralel nitelikte olabilecek şekilde, (c) bendi içinde “... genetik çeşitlilik merkezleri ile Korunan Alanlarına ve organik tarım yapılan alanlara...” ek olarak “konvansiyonel tarım yapılan alanlar” da eklenmesi GDO’ların topraklarında yer almaması hususunda hassasiyet gösteren çiftçiler ve Türkiye tarımı açısından önemli ve gözden kaçırılmış bir noktadır.

İZLEME VE ÜRÜN ANALİZİ

Madde 13-

İzleme işlemi Kurum tarafından yapıldığı gibi izin sahibinin de vereceği raporlar ekseninde desteklenerek yürütülmesi gereken bir işlem olmalıdır. Bu yöntem, hem izin sahibi açısından işini rapor vermesi gereken bir faaliyet haline getirmesiyle “kontrollü faaliyetleri” sağlayıcı bir hal alması açısından, hem de Kurumun yapacağı izleme faaliyetine yardımcı, eksik tamamlayıcı bir destekleme faaliyeti haline getirmesi açısından gereklidir. Kanun taslağında izin sahibine yalnızca ürünle ilgili risk ya da şüphelerin öğrenilmesi halinde rapor etme yükümlülüğünün getirilmesi, raporlama faaliyetinin suiistimalini getirebileceğinden faaliyetin tümü hakkında rapor verilmesi daha sağlıklı bir çalışma disiplini getirecektir. Bütün hakkında rapor düzenlenmesi Kurumun denetleyicilik görevine daha uygun düşen bir yöntemdir. Bu yolla birbirini doğrulamayacak türde veriler bütün içinden daha rahat seçilebilecektir.

İzleme faaliyetinin yapılmasındaki saik her idari faaliyette olduğu gibi hukuki bir temelle kamu yararını gerçekleştirmektir. Maddede izleme faaliyetinin maksadı (yani o hukuki işlem ile ondan beklenen nihai amaç) “verilen koşullara ve uyum programına uyulmasını sağlamak” olduğu belirilmiştir. Ancak incelenen son tasarıda bir önceki tasarıda olduğu gibi bir yaptırım mekanizması öngörülmediği için ‘kural’ verilmiş ancak kurala uyulmaması halinde uygulanacak yaptırım belirtilmemiştir. Bu nedenle ilk taslak metinde yer aldığı gibi izleme sonucunda izin sahibinin izin koşullarına ve uyum programına uymadığı tespit edildiğinde izin iptal edilmelidir. Yani yapılan izleme faaliyetinin amacı, verilen izinlerin uygulanabilirliğini denetlemek; gerektiğinde izni iptal etmek yahut uyarılarda bulunarak iznin hukuka uygunluğunu denetlemek olmalıdır.

İZNİN İPTALİ

Madde 15-

İznin iptali başlığı taşıyan eski kanun taslağının 15. maddesinde incelenen son taslaktan farklı olarak izni iptal edilen GDO ve ürünlerinin imhasının “uygun olma” aranmaksızın yani olası başka zararlara yol açmadan ya da yayılmak suretiyle zararların artmasına imkân vermeden yapılacağı düzenlenmiştir. Ancak incelenen son taslakta uygun olmaktan kastedilenin ne olduğu belirtilmediği gibi iznin iptal edilmesini gerektirecek zarar ve risklerle ilgili yeni bilgi edinilmiş olmasına karşın imha edilme aşamasının hangi şarta bağlandığının belirtilmemesi nedeniyle de hukuki öngörülebilirlik ilkesine aykırıdır.

ACİL EYLEM PLANI

Madde 18-

Acil eylem planı başlıklı 18. maddenin eski kanun taslağındaki düzenlemesinde acil eylem planı yalnızca yasa dışı/amaç dışı hareketler ve/veya kullanım durumları ile sınırlı tutulmamış; “GDO ve ürünleri ile bunlara ilişkin her türlü faaliyet nedeniyle ortaya çıkabilecek olumsuz durumlar” ibaresi kullanılarak incelenen taslak metindeki acil eylem planı içeriğinden daha geniş bir alan tanımlanmıştır. GDO ve ürünleri ile çıkabilecek olumsuzluklar yalnız yasa dışı kullanımı halinde doğmayacaktır. Bilimsel belirsizliğe paralel olarak gdoların şu anki bilimsel verilerle düzenlenmiş hukuk kuralarına uygun olması, onların zararlara neden olmayacağı anlamına gelmez. Bu nedenle taslaktaki düzenlemeye “GDO ve ürünleri ile bunlara ilişkin her türlü faaliyet nedeniyle ortaya çıkabilecek olumsuz durumlar” tümcesinin tekrar eklenmesinin uygun olacağı kanısındayız.

İKİNCİ KISIM

KAPALI KULLANIM, PİYASAYA SÜRME VE TRANSİT

İKİNCİ BÖLÜM

ÇEVREYE SERBEST BIRAKMA AMACIYLA PİYASAYA SÜRME

BAŞVURU

Madde 24-

Çevreye serbest bırakma kavramının kanun içinde herhangi bir tanımının bulunmaması kavramın tanımlanabilmesinde ve uygulamada bu maddelerin uygulayıcılar tarafından yorumlanmasında sıkıntılara neden olabilecektir..

Eski taslak metinde üretim amacıyla yapılacak çevreye serbest bırakmak için ithal edilecek GDO ve ürünlerinin “her bir ithalatından önce” ithalatçı tarafından başvuru yapılacağı söylenmişken incelenen son taslakta başvuru 1 kereye mahsus olarak ilk ithalat öncesine çekilmiştir. Bu ciddi değişiklik ülkeye sokulmak istenen çevreye serbest bırakma amaçlı GDO ve/veya ürünlerinin başvuru izin vs. prosedürünü yani denetim ve kontrol mekanizmasını kolayca atlamasını sağlayacaktır. Bu da çevre ve insan sağlığını doğrudan etkileyecek GDO’ların yaratacakları etkilerin boyutlarının büyümesine neden olacaktır.

Ülke içerisinde geliştirilen GDO ve ürünlerinin çevreye salım amacıyla piyasaya sürülmesinden önce, geliştirilen GDO’nun risk değerlendirmeleri için gerekli olan verileri elde etmek için yapılacak deneysel çevreye serbest bırakma ile ilgili olarak bir başvuru; daha sonra ise çevreye serbest bırakma amacıyla piyasaya sürme izini için ikinci bir başvuru yapılması gerektiği eski taslakta yer almıştır. Şu an incelenen son taslak ise 2. başvuru zorunluluğuna yer vermemiştir. Böylece tek izin içinde hem risk değerlendirmeleri için gerekli olan verileri elde edebilecek hem de deneysel çevreye bırakmayı yapabilecektir. Bu düzenlemenin usul ekonomisi açısından uygun olduğu söylenebilir ama aynı zamanda kontrolün sağlanamaması açısından tehlikeli olabileceği kanısındayız.

RİSK DEĞERLENDİRME

Madde 29-

Gıda, yem, işleme ve tüketim amacıyla ithal edilecek ve/veya piyasaya sürülecek GDO ve ürünlerinin risk değerlendirmesinde esas alınacak ilkeler eski kanun taslağının 29. maddesinde şu şekilde belirtilmiştir “risk değerlendirmesi gıda güvenliği ile çevre, bitki, hayvan ve insan sağlığı ile biyolojik çeşitlilik esas alınarak” yapılır. Bu temellerin kanunlaştırılacak taslakta da yer alması, ilkelerin belirlenmesi açısından daha uygun olacağı kanısındayız. Tasarının madde gerekçelerinde de bu kaygımızı paylaşırcasına yer alan:

29. madde: -“… Bu kapsamdaki GDO ve ürünleri, doğrudan veya dolaylı olarak insanların tüketimine sunulacağı için, bu ürünlerin risk değerlendirmesinde öncelikle gıda güvenliğinin ve insan ve hayvan sağlığının dikkate alınması öngörülmektedir. Ancak ürünlerin canlı olması, dolayısıyla, kazara veya bilinçsiz olarak çevreye salınması halinde biyolojik çeşitlilik ve tarımsal üretim üzerinde de risk oluşturma ihtimaline karşı, biyolojik çeşitlilik ve tarımsal üretimin de kriter olarak alınması gerekmektedir.” ibarelerine de uygun olarak “biyolojik çeşitlilik ve tarımsal üretimin de kriter olarak” bölümünün tekrar eklenmesinin yerinde olacağı görüşündeyiz.

ÜÇÜNCÜ KISIM

HUKUKİ VE CEZAİ SORUMLULUK

BİRİNCİ BÖLÜM : HUKUKİ SORUMLULUK VE TELAFİ

SORUMLULUĞA İLİŞKİN TEMEL İLKELER

Madde 33-

c- GDO’ların izinli olarak piyasaya sürüldüğü durumlarda, organizmaların genetik olarak değiştirilmesiyle ilişkili olarak ortaya çıkan zararlardan, bu organizmaların hatalı olmasına bağlı olarak piyasaya sürme izni alanlar sorumludur. İbaresi, “izin alanlar ve bu izni verenler” şeklinde düzenlenmelidir.

Aynı fıkranın devamında yer alan “Bu kişiler, GDO’ların piyasaya sürüldüğü zamanda mevcut olan bilgi ve teknoloji çerçevesinde fark edilemeyen hatalardan da sorumludur.” İbaresinde geçen “fark edilemeyen hatalar” ifadesi, “gözetilmeyen hatalar” olarak düzenlenmelidir.

e- Sorumluluğa ilişkin temel ilkelerin düzenlendiği 33. maddenin e bendi illiyet bağının kesildiği halleri göstermiştir. Geleneksel hukuk kuralları içinde kusur sorumluluğuna ilişkin illiyet bağını kesen etkenler mücbir sebep, zarar görenin kusuru, 3. kişinin kusurudur. Kusursuz sorumluluk ise kusur sorumluluğundan tamamen farklıdır. GDO ve ürünleri için mücbir sebebin kabul edilebilir bir illiyet bağını kesen sebep olmadığı açıktır. GDO’lar için mücbir sebebin illiyet bağını kesen neden olarak kabul edilmesi “doğa olaylarının tamamının” mücbir sebep kavramı içinde şirketler tarafından ileri sürülebilmesine olanak tanır ki, bu durum mevcut mahkeme kararlarına ve sorumluluk hukukunun ilkelerine; Anayasa’ya ve hukuk devletinin ilkelerine aykırıdır. Bu nedenle de illiyet bağını kesen nedenler arasından mücbir sebep çıkarılmalıdır.

ÇEVREYE VERİLEN ZARARLAR

Madde 34- “GDO’ları muameleye tabi tutanlar, muamele nedeniyle çevrede zararın meydana gelmemesi veya sonuçlarının ağırlaşmaması için risk değerlendirmesi sonucunda belirlenen tedbirler nedeniyle oluşacak masrafları karşılamakla yükümlüdürler. Sorumlular çevrenin zarar görmüş veya tahrip olmuş unsurlarının eski haline getirilmesi veya aynı değerdeki unsurların yerine konması için yapılması gerekli masrafları da karşılar.” İfadesi yok olan biyolojik çeşitliliği, insan sağlığını ve gen kaynaklarını nasıl ve hangi tedbirlerle eski haline getirileceği sorusunu yanıtsız bırakmaktadır. Hangi şirketin sermayesi bu unsurları tazmin etmeye yeter ya da yeter mi! Bu maddenin de tasarı taslağı gibi uygulanabilirliği yoktur.

ZAMANAŞIMI

Madde 35-

GDO ve/veya ürünlerinin yaratabileceği “potansiyel zarar” belirlenebilir bir yakın gelecek içinde doğmayabilir. Etkisini ne zaman göstereceği belli olmayan bir risk faktörüne karşı en azından ortalama bir yaşam süresi kadar zamanaşımı süresinin gösterilmesi daha yerinde olacaktır. Yani bu noktada önerimiz zamanaşımı süresinin uzatılmasıdır.

İSPAT YÜKÜ VE RE’SEN ARAŞTIRMA İLKESİ

Madde 36-

İhtiyat ilkesinin uygulanabilmesi için düşünülen ve mevzuatlara yansıtılan önlemlerin büyük bir çoğunluğu maddi hukuka ilişkin değil usul hukukuna ilişkindir. Bu nedenle tasarı taslağında, usul hukukuna ilişkin bir önlem olarak ispat yükünün tersine çevrilmesi gerekir. İspat yükünün tersine çevrilmesi geleneksel ispat külfeti kuralının değiştirilmesidir. Yani ispat külfetinin çevresel bozulmaya yol açabilecek faaliyetten etkilenen ve karşı çıkanlardan alınıp çevresel kaynakları kullananlara yüklenmesi yani yer değiştirmesidir. Madde 36 ise ispat külfetini zararın meydana geldiğini iddia eden kişiye yükleyerek ihtiyat ilkesine aykırı bir düzenleme getirmiştir. Bu düzenleme, gerek Cartegena Sözleşmesi’nde yer alan ihtiyat ilkesine, gerekse taslağa hakim olması gereken ruha ve mantığa ters düşmektedir. Eğer tasarı taslağı biyolojik çeşitliliği korumaya yönelik hazırlanıyorsa, zarara uğrayanlar GDO’lar nedeniyle zarara uğradıklarını ispatlamak zorunda bırakılamazlar. Zararın, GDO ve ürünlerinden kaynaklanmadığını, GDO’ların zarara neden olmadığını ispat yükü, GDO’yu piyasaya süren, izin veren, üreten ve kullandıranlardadır.

DÖRDÜNCÜ KISIM

BİYOGÜVENLİK KURUMU

BİRİNCİ BÖLÜM

Biyogüvenlik Kurumu

Biyogüvenlik Kurumu

Madde 45.-

Kurumun özel hukuk hükümlerine tabi olduğu belirtilmiştir. Kurumun kamu hukuku hükümlerine tabi olarak yapılandırılması taslağın amacına daha uygun düşmektedir. Özel hukukta taraflar arasında eşitler arası bir ilişki kurulur ve taraflardan hiçbiri diğerinin karşısında imtiyazlı sayılacak haklara sahip olamaz, yani kamu hukuku ilişkisinde olduğu gibi kamu yararı ve kamu gücü kullanılarak müdahale edilmesi gereken alanlarda müdahale edemez. Yani biyolojik çeşitliliğin korunması ya da GDO’lardan kaynaklanan riskin zarara dönüşmesi halinde çıkacak ekolojik kirlenmenin önüne geçilmesi için özel şirketlere plan, strateji ve eylemler ihale edildiğinde ve bu ihalelerin gereğini ilgili şirketler yerine getiremediklerinde ya da iflas ettiklerinde taraflar özel hukuk hükümlerine tabi oldukları için idarenin eli kolu bağlanacak yahut ciddi maddi külfetler altına girecektir. Sonuçta olan biyolojik çeşitliliğin ve sürdürülebilir kullanılmasının zararı ya da ekolojik kirlenmenin yaşanması olacaktır.

Kurumun görev ve yetkileri

Madde 46-

H) Geçici bölge müdürlüklerinin kurulması idarenin sürekliliği ilkesi ile bağdaşır nitelikte değildir. İdarenin asli görevi, teşkilatlanmasını hizmetlerin sürekliliği ilkesine uygun olarak yapmaktır.

Kurumun gelirleri

Madde 48-

c) İthalatına izin verilen GDO ve ürünlerinden alınan fonlardan yapılacak %0.3’lük kesintiler.

j). Her türlü yardım ve bağışlar

Bağımsız idari otoritelerin ortaya çıkışındaki asıl etken hassas bazı alanların siyasi erkten bağımsız bir yapıda olmasının sağlanmasıdır. Ama görüldüğü gibi siyasi erkten bağımsız olması amaçlanan Kurumun yardımlarından ve fonlarından kesinti yoluyla gelir elde ettiği şirketlere karşı bağımsızlığını nasıl koruyacağı şüphelidir. Yani bu düzenlemeler Kurumun kurulma amacındaki mali özerkliği bozucu niteliktedir. Bu nedenle önerimiz kurum bütçesinin özel ya da katma bütçeli olmasıdır.

İKİNCİ BÖLÜM

Yönetim Kurulu

Kurulun oluşumu

Madde 50.- “Kurumun karar organı biri başkan, biri ikinci başkan olmak üzere yedi üyeden oluşan Biyogüvenlik Yönetim Kuruludur. Biyogüvenlik Yönetim Kurulu, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı (3), Çevre ve Orman Bakanlığı (2), Sağlık Bakanlığı (1) ve Dış Ticaret Müsteşarlığı (1) bağlı olduğu Devlet Bakanlığının önerisi ve Bakanlar Kurulunun ataması ile oluşturulur.” Şeklinde bir düzenlemede tüketici ve üretici örgütlerinin temsilcilerinin unutulmuş olması kurulun bağımsızlığı, açıklığı ve şeffaflığı açısından bir handikaptır. Kurulun üye sayısı 11’e çıkartılarak kurul üyelerinden altı tanesi, üretici ve tüketici örgütleri ile konuyla ilgili oda, sendika ve ekoloji örgütleri arasından belirlenmelidir.

Madde 54-

Kamu düzeni gibi muğlak bir ibare kullanılarak denetleyici kararların bazılarının yayımlanmayabileceği söylenmiştir. Bu düzenleme idareye tanınan takdir hakkının kötüye kullanılabileceği bir alana yol açar. Açıklık ilkesi ve öngörülebilirlik ilkesinin zedelenebileceğini düşünerek bu maddenin takdir hakkına ilişkin kısmının çıkarılması gerektiğini düşünüyoruz.

54. maddenin 3.fıkrası-

Kolektif işlemler birden fazla iradenin aynı anda ve aynı yönde açıklanması ile meydana gelen işlemlerdir, kurul kararları da bu işlemlerin en belirgin örneğidir. Bu işlemlerin temel özelliği alınan kararların sağlıklı ve kabul edilebilir olması açısından kararların toplanma yeter sayısına uygun toplanılarak imzaların toplantı sonunda toplanmasıdır. Ancak 54. maddede üyelerin imzalarını kararın tutanağa yazıldığı günü izleyen işgünü atabilecekleri söylenmiştir. Yani Cuma günü alınan bir karar Pazartesi günü imzalanabilecektir. Bu hafta sonu gerekli lobicilik faaliyetleri ile kararların etkilenmesine etkili olabileceğinden kolektif kararların mantığına terstir. Denetleyici ve Düzenleyici Kurumlar Hakkındaki Kanun Tasarısı Taslağının 9. maddesinin 3. fıkrası da hukuksal belirsizliğe ve alınan kararların sakatlanmasına yol açabilecek bu cümlelerin tekrarlanmasından ibarettir. Ancak, her iki taslağın kanunlaşma aşamasında kurumların sağlıklı karar almalarına engel olduğunu düşündüğümüz bu bölümlerinin değiştirileceğini umut ediyoruz.

ALTINCI KISIM

GEÇİCİ HÜKÜMLER

Geçici Madde 1- “İnsan ve hayvan tedavisinde kullanılan antibiyotiklere dirençlilik genlerini içeren GDO’ların üretimi yasaktır, tüketimi ve kullanımı ise 31 Aralık 2008 tarihinden itibaren yasaktır.” Düzenlemesi biyolojik çeşitliliği, tüketicileri, çiftçileri 2008 yılına kadar kanunen korunmasız kılmaktadır.

Bu geçici maddeyle antibiyotiğe dirençlilik geni taşıyan GDO’ların tüketimi ve kullanımı da tasarının amacı gereği kanunun yürürlük tarihiyle bitlikte yasaklanmalıdır.

Avrupa Birliği’nde antibiyotiğe dirençlilik genlerini içeren GDO’larla ilgili düzenleme şöyledir: GDO’larda antibiyotik dirençlilik genleri ticari olarak 31 Aralık 2004 yılından itibaren kullanım dışı bırakılacak; antibiyotik dirençlilik geni taşıyan GDO’ların ticari amaçlar dışındaki kullanımı 31 Aralık 2008 tarihinden itibaren engellenecektir (Direktif 2001/18). Türkiye’deki taslağında, eğer siyasi güç antibiyotiğe dirençlilik genlerinin tüketiminin ve kullanımını yasaklamaya yetmiyorsa, en azından bu şekilde değiştirilmesi gereklidir. Mevcut geçici madde 1 düzenlemesi yasalaşırsa, 31 Aralık 2008 tarihine kadar yaşanan denetimsizliğin sonuçları geri dönüşümü olmayan ekolojik ve toplumsal zararlar yaratabilecektir.

Bugün GDO’ lu ürünlerin ülkemizde üretimi yasak olmakla birlikte ithalatını yasak kapsamında değerlendirip denetleyen bir merci bulunmamaktadır. İthalat esnasında ithal edilmek istenen ürüne ilişkin GDO tespiti istenmemektedir. Üllkemizin en değerli hazinelerinden kabul edilmesi gereken biyolojik çeşitliliği, topografik ve coğrafi yapısı, ekolojik faktörleri dikkate alındığında yapılması gereken GDO içeren bütün unsurların yurt sınırı girişine engel olmaktır. Bu kapsamda teknik, idari ve hukuksal altyapının mutlaka oluşturulması gereklidir. Bununla birlikte her olasılığa hazır olmak için GDO teknolojisini araştırma bazında üretmek ve hatta GDO lu ürünlerin olası zararlarına karşı tedbir oluşturmak için hazırlıklara başlamak gereklidir. GDO’ lu ürünlerin ithalatının yasaklanmasının Dünya Ticaret Örgütü Antlaşmasına aykırı olacağı hususundaki söylemlere, DTÖ Antlaşmasının bir alt Anlaşması olan Sağlık ve Bitki Sağlığı Anlaşmasının ilgili argümanlarını gerekçe göstermek üzere karşı durmak mümkündür. Bununla birlikte bugün Dünya ölçeğinde GDO teknolojisini kullanan ve tekel konumunda olan bir kaç ülkenin bir kaç firmasına yeniden tohum olarak kullanılamayan tohumluklara pazarda hakimiyet sağlanarak son derece stratejik önemde olan gıda güvencemiz emanet edilemez. Ülkemiz ekolojik faktörlerini dikkate alarak biyoçeşitliliğini kullanırken korumalı ve kendi tohumluğunu kendi üretmelidir. Bugün bu zorunlulukları karşılayacak bir yasal düzenlemeye ihtiyaç vardır.

3 – SONUÇ :

Dört kısım, 12 bölüm, 80 asıl ve 3 geçici maddeden oluşan “Ulusal Biyogüvenlik Yasa Tasarısı”, Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların dışalımı, piyasaya sürülmesi, kapalı kullanımı ve transitini izne tabi tutmakta, izin kararını ise kurulacak olan Biyogüvenlik Kurumu’na devretmektedir.

Yukarıda ayrıntılı olarak gerekçelendirildiği üzere, Türkiye’nin, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara gereksinimi yoktur. Türkiye, izleyeceği doğru politikalarla kendi tarım potansiyelini kullanabilir duruma gelmeli ve tarımında dışa bağımlılıktan kurtulmalıdır.

Bununla birlikte, tarla denemeleri de dahil olmak üzere, Türkiye, kendi biyoteknoloji araştırmalarını yürütmelidir. Bu araştırmalarda, tıpkı AB ülkelerinde olduğu gibi, gıda dışı kullanım olanakları üzerinde odaklanılmalıdır.

ODA’mızın “GDO’ya Hayır” yaklaşımı, teknolojiyi dışlayan bir yaklaşım değildir, olamaz.

Bununla birlikte,

• Mülkiyetine sahip olmadığınız teknolojinin, günümüzde “modern” bir sömürü aracına dönüştüğü gerçeğinin farkında olarak,

• Tarımın sosyo – ekonomik bağımlılığını reddeden,

• Biyoçeşitliliğimizi kıskanıp koruyan,

• Gen kaynaklarımızı geleceğe taşımayı ödev bilen,

• İnsan ve hayvan sağlığı ile tüketici hakları konusunda duyarlı,

• Çokuluslu şirketlerin kirli kar hesaplarına karşı çıkan

anlayışımızın doğal bir sonucu olarak, Tasarı’nın izin prosedürüne bağlı olarak Türkiye’ye GDO’lu ürün girişine, GDO’lu tohumların ekilmesine, bunların gıda ve yem amacıyla kullanımına, işlenmesine serbesti getiren yaklaşımına ŞİDDETLE KARŞI ÇIKIYORUZ…

Türkiye, yeni bağımlılık sarmalları yaratacak ilişkiler kurmak yerine, kendi ürettiği girdilerle sağlıklı – temiz tarımsal üretimi sonuçlayacak, geliştirici – dönüştürücü – kalkındırıcı tarımsal politikaları yaşama geçirmek durumundadır.

Sürece karşı çıkmak ve GDO’YA HAYIR demek, bu ülkede yaşayan herkesin görevidir. Ziraat Mühendisleri ODASI, dün olduğu gibi bugün ve gelecekte de, bu görevin bilinç ve kararlılıkla yerine getirilmesi için üzerine düşen tüm görevleri yapmaya devam edecektir.

Okunma Sayısı: 3826