BİYOGÜVENLİK YASASI YILAN HİKÂYESİNE DÖNDÜ - AKTÜEL
Dünya, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar’ın (GDO) etkilerini tartışırken uluslararası protokole dört yıl önce imza atan Türkiye’nin hâlâ ulusal bir biyogüvenlik yasası yok! Bu denetimsizlik yıllardır tonlarca GDO’lu mısır ve soyayı, yiyip içtiğimiz 1600 çeşit ürüne sokuyor. Dört yıldır çıkarılamayan yasanın perde arkasını ve GDO’larla ilgili gerçekleri Yeni Aktüel’e anlatan uzmanlar uyarıyor: Türkiye’nin tarımı, biyoçeşitliliği ve sağlığı ciddi tehdit altında!
Ekmekten Kozmetiğe 1600 üründe GDO alarmı!
NEVRA YARAÇ LAÇİNOK / YENİ AKTÜEL
Amerikan Dışişleri Bakanı Henry Kissinger 1970‘lerin ortalarında "Petrolün kontrolüyle bütün bölge ve kıtaları, gıdanın kontrolüyle de bütün insanları kontrol edebilirsiniz" demişti. Cümlenin birinci kısmı petrolün olduğu yerlerde; Ortadoğu‘da, şimdilerde de Afrika‘da, ikinci kısmıysa insanın olduğu her yerde karşımızda. Laboratuvarlardan tarlalara, fabrikalardan pazara, markete, sofralarımızdan da vücudumuza uzanan zincir birileri tarafından biyoteknoloji yardımıyla sıkı sıkıya örülüyor.
Canlılara fiziksel özelliklerini veren genleri bir canlıdan alıp başka bir canlıya nakletme işi, yani genetik mühendislik sayesinde bugün bakteri genleri patateslere, sığır genleri balıklara, balık genleri domateslere aktarılabiliyor. Ve bu işlemin sonunda ortaya çıkan "canlılara", "Genetiği Değiştirilmiş Organizma", kısaca GDO deniyor. Bu şekilde sıcağa, soğuğa, böceklere ya da virüslere karşı dirençli yeni "tür"ler yaratılmış oluyor. Amaç "açlığa çözüm"! Çünkü GDO teknolojisiyle çok daha fazla ürün elde edilmesi, besin değerlerinin arttırılması ve raf ömürlerinin uzaması hedefleniyor...
Patentlerle açlık körükleniyor!
Aslında çevrebilimciler açlık sorununun üretim eksikliğinden değil, plansız kullanım ve adil olmayan paylaşımdan kaynaklandığı görüşünü savunuyor. Hatta mevcut tarım kapasitesinin dünya nüfusunun ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli olduğu vurgulanıyor. Peki GDO‘ların sihri nerede kaldı diye soruyoruz Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın‘a, bakın ne yanıt alıyoruz: "GDO meselesinde çokuluslu şirketlerin, tohum tekellerinin genetiğiyle oynayarak yaşamı patentlemeye çalıştıklarını ve ilaç şirketleriyle de evlilikler yaparak çevre ülkelerin tüm köylü ve üreticilerini artık merkez ülkelere değil, merkez ülkelerin çokuluslu şirketlerine bağlama çabalarını görürüz. Bu çaba çevreden merkeze kaynak aktarma mekanizmasının yanında doğayı ve biyolojik çeşitliliği yok eden bir süreci de çok hoyrat bir şekilde dünyanın tüm coğrafyalarına dayatıyor. Aynı zamanda insan ve hayvan sağlığı açısından da ciddi tehditler içeren bir süreç olarak önümüzde duruyor." Kissinger‘in sözünü şiar edinen ABD bu süreci ürettiği "terminatör" tohumlarla yönetiyor. Yani mısır, soya ya da pamuk genlerine aktarılan bu "yok edici" genler bir hasat dönemi sonunda "intihar ediyor" ve bir daha kullanılamıyor. Çiftçiler bu tohumu almak için her yıl yeniden para ödüyor. Ve Amerikan Monsanto şirketi yıllık 100 milyar dolarlık cirosuyla bu alanda en büyük paya sahip.
Çiftçiler de intihar ediyor!
Çiftçiliğin temel prensiplerinden "tohum saklama" yöntemi işleyemiyor bu süreçte. Bu durum Hindistan‘da çiftçilerin intiharlarına kadar vardı. Biyoçeşitlilikte dünyanın önde gelen ülkelerinden olan Hindistan biyoteknolojinin yarattığı çevresel bozulmayla boğuşurken, 1998‘de Dünya Bankası bazı düzenlemeleri dayatarak Hindistan tohum piyasasını Monsanto gibi çokuluslu şirketlere açtı. Terminatör tohumlar binlerce yıldır kendi kendini idame ettiren tarım sistemine hakim oluyor. Bugün ekilebilir Hint topraklarının yüzde 75‘i kurak alan. Çünkü genetiği değiştirilmemiş pirinç tohumlarından 1 kilogram ürün alabilmek için 3 bin litre su gerekirken, GDO‘lu tohumlar aynı miktar için 5 bin litreye ihtiyaç duyuyor!
Ayrıca GDO‘lu polenler, çevrede ekili GDO‘suz tohumların genlerini de rahat bırakmıyor. "Gen kaçması" adı verilen bu durum, orijinal türleri de yok ediyor. GDO‘ya Hayır Platformu Sözcüsü Levent Gürsel Alev‘in sözleriyse durumun ciddiyetini ortaya koyuyor: "GDO‘cular ekolojik, konvansiyonel tarımda da GDO‘lu ekim yapılabilir diyor. Fakat bakıyorsunuz ki mısırda tozlaşma 35 kilometreye kadar uzanabiliyor doğal yollarla. Bu en azından kendi türünden olanları dölleyecek. GDO‘lu tohumların tozlaşmaması ancak laboratuar ortamında olur." Üstelik bir kez değişime uğrayan orijinal genin de geri dönüşü yok! Ayrıca, zararlı böceklere karşı direnç sağlamak için bitkilere aktarılan toksin karakterli genler, o böcekleri yiyerek beslenen yararlı böcek türlerini de yok ediyor. "Süper yabancı otlar"ın yaratılması da biyo-çeşitlilik üzerindeki başka bir tehdit. Tüketici Hakları Derneği Başkanı Turhan Çakar durumu şöyle örnekliyor: "GDO‘larla ilgili öngörü dünyada tarım ilacı kullanımının azalacağı, kalite ve verimliliğin artacağı yönünde. Fakat tam tersine Pestisit (zararlı böcek ilacı) kullanımı arttı. İngiltere‘de yağlık kanola denemeleri sırasında çevrede kanolaya zarar veren yabani hardal otu tespit edilmiş. GDO‘lu kanola bitkisinin genlerinin hardal otuyla birleşmeyeceği söylendi. Fakat birleşti ve süper bir bitki meydana geldi. Onu yok edecek ilaç yok şimdi de."
Ormansızlaşma da olayın diğer boyutu. Brezilya ve Arjantin‘deki yağmur ormanları GDO‘lu soya ve biyodizel üretimi için kullanılmak üzere ekilen GDO‘lu kanolalar için yok ediliyor. Çin‘deyse ormansızlaşmayla mücadele için GDO‘lu ağaçlar dikiliyor. Ağaç ömrünün bitkilere göre kat kat fazla olduğu düşünülürse biyo-çeşitlilik üzerindeki tahribatını varın siz düşünün!
Bırakınız geçsinler!
Gelelim 11 bin bitki türüne sahip ve GDO‘lar konusunda yasal bir düzenlemenin olmadığı ülkemize...
Türkiye‘nin de 17 Haziran 2003‘te imzaladığı BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi‘ne ek olarak hazırlanan Cartagena Biyogüvenlik Protokolü GDO‘ları riskli ürünler olarak değerlendiriyor ve ülkelere bu ürünlerin ithalatı esnasında her türlü tedbir alma hak ve yükümlülüğü veriyor. Fakat Türkiye‘de bu düzenlemelerin yer aldığı bir biyogüvenlik yasası hâlâ yok! Ve Aralık 2004‘ten beri hazırlanan tasarılar da GDO‘ya hayır diyenlerin baskılarıyla iptal ediliyor. Nedenlerini biyolog Şafak Mert şöyle açıklıyor: "Yasa tasarısının her şeye izin veren, biraz da peşkeş çekme mantığı içinde olduğunu görüyoruz. Adeta rüşvetin verileceği zaman aralıkları bile boş bırakılmış. Bunları tasarıdan çıkarttırdık. Aralık 2004‘te çıkması öngörülen yasa hâlâ çıkmadı. Bunun üstüne de sizin yüzünüzden hukuksuz kaldık dendi. Öyle hukuktansa böyle hukuksuzluk daha iyi. Seçimden bir hafta önce Tarım Bakanlığı hazırlanan yasa tasarısındaki maddelerden bir tanesini direktif haline getirdi ve el altından bütün ilçe teşkilatlarına yolladı. Bu arkadaşlarımızdan birinin eline geçti. Basın açıklaması yapıldı ve çıkması engellendi. Yasa tasarısında sadece ticareti düzenlemeye çalışan maddeler var. Yani herhangi bir iktisadi engelleme, sosyal bir plan, sağlık riskleri yok..."
Ancak ithalat konusunda bir engelleme olmadığından 1998‘den beri Türkiye‘ye denetlenmeksizin milyon tonlarca mısır ve soya girdi. Tabii bunların GDO‘lu olduğu resmi olarak açıklanmasa da ihracatçı ülkelere bakmak fikir yürütmeye yardımcı olacaktır: ABD ve Arjantin! Bunlar, GDO‘lu ürünlerin en fazla ekildiği ülkeler. Türkiye‘de, birçok besin maddesinde tatlandırıcı olarak kullanılan glikoz şurubunun hammaddesi mısır. Ve sıkı durun! Mısırdan üretilen ya da mısırın katkı maddesi olarak kullanıldığı yan ürün sayısı 700! Soyadan üretilenlerse 900‘ü buluyor! Yani yediğimiz hemen her besinde GDO olma riski çok yüksek.
Bursa ve Pendik‘te tesisleri bulunan ve tatlandırıcı üreten Cargill‘in birinci derece tarım arazisinde kurularak çevreyi tehdit ettiği basına yansımıştı. Şafak Mert şöyle diyor: "Tesisle ilgili birçok kapatma kararı verildi ama Başbakan müdahale etti ve kapatılmadı." Gökhan Günaydın da Orhangazi‘deki fabrikanın ithal ya da yerli mısırla nişasta bazlı şeker ürettiğini ve Türkiye‘de sanayi şekerinin yüzde 40‘ından fazlasını karşıladığını belirtiyor. "Hammadde neyse çıkan sonuç odur. ABD ve Arjantin‘den mısır getiriyorsanız bunun GDO‘lu olmama ihtimali yok denecek kadar azdır." Sadece Ankara ve Bursa‘da Bakanlık‘a ait iki laboratuvarın olduğu ülkemizde, GDO‘lu mısır ve soya gümrüklerden geçerek sofralarımıza "konuk olmaya" devam ediyor. Birkaç ay önce Bandırma limanına gelen 10 bin ton mısır üzerinde yapılan testlerde de GDO saptandı.
Domatesler bir ay bozulmuyor
Biyolog Şafak Mert, Yeni Aktüel‘in GDO‘larla ilgili sorularını yanıtlarken raf ömrü uzun domateslerle ilgili de şu açıklamayı yapıyor: "Türkiye‘ye GDO‘lu domates tohumunu bedava dağıttılar. Bir haftada bozulan domates bir ay sağlam kalıyor. Bunun sebebi özel bir gen aktarım teknolojisi." Türkiye‘de GDO‘larla ilgili akademik çalışma yok denecek kadar az. Fakat ODTÜ‘den Doç. Candan Gürakan 2004‘te hazırladığı doktora tezinde çok çarpıcı sonuçlara ulaşmış; Türkiye‘nin farklı illerinden alınan 28 domates örneğinin 22‘sinde antibiyotiğe direnç geni tespit edilmişti. Yine aynı çalışmada beş mısır örneğinin hepsinde antibiyotiğe direnç geninin yanında mısıra ait olmayan DNA‘lara, patateste de GDO‘ya rastlanmış.
Oysa Yeni Aktüel olarak Türkiye‘de faaliyet gösteren üç çokuluslu şirkete GDO‘lu tohum ithal edip etmediklerini sorduğumuzda kesin bir hayır cevabı aldık!
Türkiye‘de de ekiliyor!
Türkiye‘de GDO‘lu tohumların ekilmesi yasak. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı‘nın Adana ve Nazilli‘de deneme ekimleri yaptığı biliniyor. Fakat bu denemelerden alınan sonuçlar açıklanmadı. Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkanı Ahmet Atalık iki yıl önce yetkililere GDO‘larla verim artışı sağlayıp sağlamadıklarını ve zirai mücadele ilaçlarının kullanımının azalıp azalmadığını sorduğunda aldığı yanıt, "Denemelerin bunlara yönelik olmadığı" olmuş. "Bakanlıktan bilgi edinemiyorsunuz" diyor Atalık, "devlet sırrı gibi saklanıyor." Levent Gürsel Alev de şunları ekliyor: "Olayın bir resmi bir de kaçakçılık boyutu var. Her yere GDO‘lar böyle giriyor. Resmi anlamda ekim söz konusu değil. Sadece Tarım Bakanlığı listesine giren altı tane deneme araştırma istasyonundan belli ürünlerde deneme ekimleri yapıldı fakat bunun sonuçlarını açıklamadılar."
Resmi olmasa da görüştüğümüz bütün uzmanlar bu ekimlerin gizli olarak yapıldığını söylüyor. Atalık Trakya, Ege ve Güney Marmara‘da domateslere haşere gelmiyor, dendiğini belirterek bu durumun direnç geni aktarılmış GDO şüphesi uyandırdığını vurguluyor. Alev, kanıtlayamasalar da bazı bölgelerde çiftçilerle sözleşmeli tarım yaptırıldığını, tohumun şirket tarafından verilip onlar tarafından toplandığını belirtiyor. "Bu da tabii GDO şüphesi yaratıyor. Özellikle de Adana, Mersin yöresinde çok."
Monsanto‘nun Bursa Mustafakemalpaşa‘da bir tohumculuk tesisi var örneğin. Şafak Mert‘in tesisle ilgili yorumu şöyle: "Bu tesis muhtemelen geliştirilen GDO‘lu ürünü buradaki çiftçiye satmak için tohuma dönüştürüyor. Çiftçi kendisi üretip bir sonraki kuşakta kullanamıyor. Yapmaya çalıştıkları bizim tarımsal üretimimizi kontrol etmek. Dünyadaki bütün besin arz ve talebini ele geçirmeye çalışıyorlar. Bugün dünyadaki tohum sektörünün yüzde 80‘i beş tane büyük şirketin elinde. O kadar büyük paralar dönüyor ki..." Tüketici Hakları Derneği Başkanı Turhan Çakar da denemelerin yanında, deneme adı altında pazara yönelik üretimin de yapıldığını belirterek ekliyor: "Mısırın da Türkiye‘de GDO‘lu olarak ekildiği söyleniyor. Konuyu araştıranlarsa büyük baskılar görüyor."
Kısacası, GDO‘larla ilgili tam bir düzensizliğin söz konusu olduğu Türkiye‘de beslenmek için tükettiklerimizin içinde ne olduğunu bir süre daha bilemeyeceğiz.
********
* Bebek mamasında da GDO var!
Tüketici Hakları Derneği Başkanı Turhan Çakar, 2004‘te İsviçre ve Türkiye‘de yaptırdıkları laboratuar inceleme raporlarına göre ülkemize giren mısır ve soyada GDO tespit edildiğini söylüyor. Mısır ve soyanın kullanıldığı ürünlerse şunlar:
Soya
Soya yağı, sucuk, salam, sosis, köfte, pizza, hamburger, et suyu tabletleri, soya etki kıyması, fındık ezmesi, fıstık ezmesi, çikolatalı ürünler, pastacılık ürünleri, unlu mamuller, ekmek, süttozu, kozmetik, hayvan yemleri, hazır çorba.
Mısır
Nişasta bazlı tatlandırıcılar, gazoz, kola, meyve suyu, mısır özü yağı, pastacılık ürünleri, baklava, bebek mamaları, hazır çorba, hayvan yemleri.
* 22 ülkede 10,3 milyon çiftçi GDO ekiyor
> ABD, 1983‘ten beri genetik mühendislik tekniklerini mükemmelleştirmek için çalışıyor.
> Ticari amaca yönelik ekimine 1996‘da başlandı.
> GDO‘lu ekim alanları 2000‘de 1,7 milyon hektarken bugün 100 milyon hektarı geçiyordu.
> 22 ülkede 10,3 milyon çiftçi bu ürünleri yetiştiriyor.
> ABD ve Arjantin‘se piyasanın yüzde 90‘ına hakim.
> En çok ekilen ürünler soya, mısır, pamuk ve kanola. Domates, patates, pirinç, buğday da GDO‘lu üretilirken, bazı meyvelerde de çalışmalar devam ediyor.
* Sağlığımıza ciddi tehdit
Canlılara aktarılan yeni genlerin insan sağlığı üzerindeki etkilerinin ne olacağı konusunda bilinmeyenler çok fazla. Ama GDO‘lu ürünlerin şimdilik bilinen risk ve tehditleri alerji, antibiyotik direnci, toksik madde birikimi başlıkları altında toplanıyor.
> Ürün içeriği hakkında bilgi sahibi olamayan tüketici fındık genine sahip olan GDO‘lu soya fasulyesini yediğinde, alerjik reaksiyon gösteriyor. ABD, İngiltere ve Rusya‘da gıda alerjisi belirtisi gösteren hastaların sayısı katlanarak artıyor.
> GDO‘lu patates, farelerin mide çeperi üzerinde uyarıcı büyüme etkisi, bağışıklık sistemi bozukluları yaratıyor.
> GDO üretimi sırasında gen transferinin gerçekleşip gerçekleşmediğini anlamak için antibiyotik genleri kullanılıyor. Bunları tüketenlerin sindirim sisteminde bulunan bakterilerse antibiyotik direnç genini alıyor ve antibiyotiğe direnç oluşuyor. Dolayısıyla hastaların antibiyotikle iyileşme sürecini zorlaştırıyor.
> Bacillus thuringiensis (Bt) bakterisinden elde edilen gen GDO‘lu ürünlere aktarılıyor. Dolayısıyla böcekleri öldüren zehir o gıdayla birlikte vücudumuza da giriyor. Tarımda böcek öldürücü olarak kullanılan Bt ilaçları yıkandığında yenilecek besin üzerinden çıkabiliyordu, fakat genlere aktarılan Bt bağırsakta tutularak sağlık açısından tehdit oluşturuyor.
> Besin yoluyla alınan yabancı DNA hücrelerimize taşınıyor. Hamile farelere yedirilen virüs DNA‘sının, ceninin ve yeni doğmuş yavruların hücrelerine de geçtiği biliniyor.
* Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın:
"Düzenleme yapılması istenmiyor!"
"Müktesebatına uyum yükümlülüğü altında bulunduğumuz AB çıkardığı biyogüvenlik yasası ile içinde binde 9‘dan daha fazla GDO‘lu ürün içeren işlenmiş ürünlerin ancak etiketlenerek satılabileceğine ilişkin bir hüküm sevk etmiştir. Ve AB‘ye girebilecek olan GDO‘lu ürünler biyogüvenlik kurumunun çok titiz bir incelemesinden geçirilir. Çünkü her birinin etkisi ve bu etkinin derecesi birbirinden farklıdır. Türkiye ise bir "muz cumhuriyeti" şeklinde gemisini Arjantin ya da Amerikan limanlarına yanaştırdığı zaman o anda elde hangi GDO‘lu ürün varsa, hiçbir özen gösterilmeden ve karıştırılarak ülkeye getiriliyor. Ulusal biyogüvenlik yasasının çıkmamasının nedenleri var. GDO‘lu hammadde temini ve işlenmesinden ciddi paraların kazanılması söz konusu. Bu alanda bir düzenleme bu çevrelerce istenmiyor. Bir gecede birkaç yasa çıkarılırken bu konuda hiçbir adım atılmıyor. Laboratuvarlarsa hem yetersiz hem de kamuya bağlı çalıştıkları için sonuçları verme konusunda çok istekli değiller. GDO‘cular bilim lobisi de kurdular. Bu konuda yayın yapanları hızla bilim dünyasının dışına atmak için çalışmalar yürütüyorlar."