BU NASIL HAYVANCILIK POLİTİKASI! - KARASABAN
Ahmet ATALIK - Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı
AKP hükümetinin ilk Tarım Bakanı Sami GÜÇLÜ zamanında fakirliğe çözüm olması amacıyla 2003 yılında "Kırsal Alanda Sosyal Destek Projesi" uygulamaya kondu. Bu proje kapsamında fakirliğini belgeleyen çiftçilere 2‘şer inek ve bazı bölgelerde 25‘er koyun dağıtıldı. Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN ulusa sesleniş programlarında ve tarımla ilgili her programda projeyi fakirliğin "panzehiri" olarak sundu. Tabi ki bu hayvanlar fakir çiftçilere karşılıksız dağıtılmadı, 2 yılı ödemesiz olmak üzere çiftçi borcunu 5 yılın sonunda ödemek zorundaydı. Bu amaçla yaklaşık 400 milyon TL kredi dağıtıldı. Fakirlerin bir araya gelerek kurdukları kooperatifler üzerinden dağıtılan bu hayvanlar için her bir fakir çiftçiye diğer iki fakir çiftçi kefil olmak zorundaydı. Yani siz kendi kredi borcunuzu ödeseniz de kefil olmak zorunda olduğunuz diğer fakir arkadaşınız ödeyemediğinde o borç da sizin önünüze geldi.
Sonuçta fakirlik artarak devam etti. Günümüzde kırsal alanda yaşayan her üç vatandaşımızdan biri hala fakir, çocuk sayısı yükseldikçe bu oran her iki kişiden birinin fakirliğine kadar artış gösteriyor. Doğu ve güneydoğu kırsalına gittikçe fakirlik daha da artış gösteriyor.
Konu sadece fakirlik değil elbette, bu süreçte hayvan sayımız da hızla geriledi. 2003 yılında 9 milyon 924 bin olan büyükbaş hayvan sayımız 2009 yılı itibarıyla sadece 900 bin baş artışla 10 milyon 811 bin başa ulaştı. Aynı yıllar için küçükbaş hayvan varlığımız ise 32 milyon 203 bin baştan, yaklaşık 5 milyon 500 bin baş azalışla 26 milyon 877 bin başa geriledi. Anadolu coğrafyası küçükbaş hayvancılık yapmaya daha uygun ve Avrupa Birliği‘nin ciddi boyutlarda koyun eti açığı bulunurken Türkiye küçükbaş hayvancılığına gereken önemi vermemekte, avantajını yeterince kullanamamaktadır. Aynı yıllar için nüfusumuzun 66 milyon 873 bin kişiden 72 milyon 561 bin kişiye çıktığını da hatırlamak yerinde olacaktır. Hayvan sayımızdaki bu gerileme kırmızı et üretimine de olumsuz yansıdı, üretim 668 bin tondan 412 bin tona geriledi.
Tarım Bakanlığı gerileyen hayvancılığını ve azalan kırmızı et üretimini düzeltebilmek için yurt dışından sürekli hayvan taşımanın yanında sektöre 1 Ağustos 2010 gününden başlamak üzere sıfır faizli kredi uygulaması başlattı. Süt sığırcılığı, damızlık etçi sığır yetiştiriciliği, büyükbaş hayvan yetiştiriciliği ve küçükbaş hayvan yetiştiriciliği alanında yatırım yapacaklara geri ödeme süresi 7 yıla kadar 7,5 milyon TL, büyükbaş hayvan besiciliği alanında ise geri ödeme süresi 2 yıla kadar 3 milyon TL sıfır faizli işletme kredisi verilecek.
Yatırım kredisinden yararlanabilmek için süt sığırcılığı ve büyükbaş hayvan yetiştiriciliği konularında en az 10 baş, damızlık etçi sığır ve küçükbaş hayvan yetiştiriciliği için ise en az 50 baş kapasiteye sahip işletme planlamanız gerekiyor.
İşletme kredisinden ise büyükbaş hayvan besiciliği konusunda en az 10 baş kapasiteye sahip kuruluşlar bu olanaktan yararlanabilecekler.
Daha yakın zaman önce yine AKP hükümeti tarafından uygulamaya konan "Kırsal Alanda Sosyal Destek Projesi" kapsamında fakir çiftçilere dağıtılan 2 inek ya da 25 koyunu, amacın Anadolu‘da hayvancılığı canlandırmak ve fakirlikle mücadele olduğunu, ancak fakirliğinden dolayı kendine bakamayan insanların pek çoğunun sağlanan krediyle aldığı hayvanlarına bakamadığını ve sonuçta bu insanların eskisinden de zor durumda kaldıklarını düşünürsek, hayvancılık alanında sağlanan yeni olanakların fakir çiftçimiz için değil, şirketler için olduğunu söylemek yanlış olmaz. Dolayısıyla hayvancılıkta artık şirket tarımı desteklenmektedir. Bu kredilerden yararlananlar hayvancılık sektörü büyük bir çöküş içine girmiş ülkemizde alacak hayvan bulamazken, azalan et üretimini dışarıdan taşınan hayvanlarla çözme gayreti içerisindeki hükümet vergi oranlarını %135‘ten %40‘a indirerek, özel sektörün hayvan ithalatı yapmasını teşvik etmekte, yurtiçinde hayvancılığımızın kalkınması için verilen kredilerin etkisini azaltmaktadır.
Hayvancılık sektörünün sorunlarının hafiflemesi için elbette desteklerin özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerin yararlanacağı bir şekilde sağlanması gerekiyor. Avrupa Birliği tarım sektörüne bütçesinin %40‘ını aktarırken bizde bu oran %2‘yi geçmiyor. Öncelikle bu konunun üzerinde durulması şart.
Ülkemizde hayvancılığın istikrarlı bir şekilde sürdürülebilmesi için öncelikle süt fiyatlarının düzeltilmesi gerekiyor. Ürettiği süte sürekli maliyeti ya da maliyetinin altında verilen fiyatlar süt üreticisini üretimden vazgeçiriyor. Son üç yıldır süt üreticileri sorunlarını duyurabilmek için mitingler yapıyor, ama ne gören var ne de duyan! Süt üreticisi bu sorunları yaşarken, market raflarında fiyatı sürekli artan sütün karı kartelleşmiş şirketlerin cebine giriyor. Ülkemizde süt işleme tesislerinin %95‘ten fazlası özel sektöre aittir. Kooperatiflerin payı %4‘ün çok az üzerindedir. Kamuya ait pay ise %1‘in çok altındadır (%0,4). Avrupa Birliğinde ise süt işleme tesislerinin %50‘si çiftçinin kooperatiflerine aittir. Yani, çiftçi sütünü kendi kooperatifinin işleme tesisinde işler, paketler ve satar. Böylelikle üretici çok daha fazla kazanır, tüketici de sütü çok daha ucuza içer; üreten de tüketen de memnundur.
Ülkemizde artan girdi maliyetleri, dolayısıyla artan üretim maliyetleri karşısında ürettiği sütten kazanamayan çiftçi hayvanını kesime yolladı. Tarım Bakanı bunu çok yanlış bir saptama ile kırmızı et üretimimiz artıyor şeklinde yorumladı. Memlekette yeterli hayvan kalmayınca da yurtdışından hayvan taşınmaya başlandı. Bu konuda da öncelikler belli elbette. Avrupa ülkelerinden İrlanda, Finlandiya ve Danimarka‘da kırmızı etin %60-70‘i, Hollanda, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Avusturya ve Belçika‘da %20-35‘i kooperatifler kanalıyla pazarlanmaktadır. Ülkemizde ise bu oran %3-4‘ü geçmemektedir. Avrupalı çiftçi büyük devlet desteğinin yanında işlenmiş ürün satarak kazancını çok daha artırırken, bizim çiftçimiz maliyetine ve çoğu kez de maliyetinin altında tüccara canlı hayvan satabilme mücadelesi içindedir. Durum böyle olunca da kasap ve marketlerde fiyatı sürekli artan et ürünlerinin karı da şirketlere gitmektedir. Bu nedenledir ki ülkemizde üretim sahaları geriler, ardı ardına kapanırken, memleketin her yerinde hipermarket ve süpermarketler ardı ardına açılmakta, ülkemiz ithal mal ve gıdalarla dolmaktadır.
Bu ülkede 1926 yılında Hayvan Islahı Kanunu çıkarılarak her köyde bir damızlık bulundurulması zorunluluğu getirilmesine karşın, 13 Haziran 2010 tarihli Resmi Gazete‘de yayımlanarak yürürlüğe giren Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu ile Hayvan Islahı Kanunu yürürlükten kaldırıldı. Çünkü son çeyrek asırdır hayvan ıslahı denince bu ülkede hayvan ithalatı anlaşılır oldu. Coğrafyamıza en iyi uyum sağlayan hayvanları geliştirmek için Ziraat Fakülteleri ile işbirliği yapılması gerekiyor, ithalat değil! Bunun için de arge faaliyetlerine dolayısıyla bu alanda kullanılacak kaynakların artırılmasına süratle ihtiyaç var.
Hayvancılık politikamız, çocuğuyla ilgilenmeyi onun cebine para koymak sanan babalara benziyor. Sonuçta, çocuğunuza doğruyu göstermez, ona örnek olmazsanız, cebi para dolan çocuğunuz ya eroinman-kokainman ya da bar köşelerinde alkolik olur. Hükümet de hayvancılık politikasını sürekli para vererek, vicdanını rahatlatarak çözebileceğini sanıyor. Sen çocuğuna örnek olabiliyor musun? Olamıyorsun. 1950‘lerde Et ve Balık Kurumu ile YEMSAN, 1960‘larda Süt Endüstrisi Kurumları ne için kurulmuştu? Türkiye hayvancılığının ihtiyaç duyduğu kaliteli yemin sürekli ve makul fiyatlarla karşılanabilmesi, et ve süt üretim miktar ve kalitesinin artırılması, özel sektöre yol göstermek ve teşvik etmek için değil mi? Bu kurumlar 1993-2000 yılları arasında özelleştirildi, tesislerin hemen hemen hepsi kapatıldı. Devletin elinde Et ve Balık Kurumu‘nun sadece 8 kombinası kaldı, onun da Pazar payı %1 ve hiçbir şeye müdahale edemiyor ve yönlendiremiyor. Son aylarda kendisine verilen görev ise yurtdışından hayvan getirmek, bu da hayvancılığımıza daha da zarar veriyor, et fiyatları indirilemiyor. Avrupa Birliği‘nde tarımın her önemli dalında müdahale kurumları bulunurken ülkemizde bu müdahaleyi yapacak bir kurumu kalmamıştır. Bu işlevi yerine getirebilecek kurumları özelleştirme adı altında kapatılmıştır.
Özetlersek; tarıma dolayısıyla hayvancılığa verilen destekleri çok daha artıracaksın, özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeleri destekleyeceksin, çiftçinin kooperatifleşmesini sağlayacaksın, kurduğu kooperatifleri maddi yönden çok güçlü kurumlar haline getireceksin, bunu yaparken de oraların yönetimlerini siyaseten ele geçirmeye uğraşmayacaksın, Dünya Bankası‘nın dayatması ile çıkarılan kanunlarla kaooperatif ve birliklerin gelir getiren kısımlarını şirketleştirmeyeceksin, bilakis çiftçinin ürününü kooperatifi vasıtasıyla işleyip satmasını sağlayacaksın, hayvan ıslahı için ithalat değil ziraat fakülteleri ile işbirliği yapacaksın, sektöre müdahale edebilecek güçlü bir kurum oluşturacak ya da Et ve Balık Kurumunu bu yönde yeniden yapılandırarak gerek çiftçiye gerekse özel sektöre her açıdan örnek olacak ve yol göstereceksin.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı‘nın internetteki sayfasında sayın Bakan "Hayvancılıkta gerileme değil ilerleme var" diyor. Atalarımız "Lafla peynir gemisi yürümez" demişler. İlerleme olabilmesi için yukarıdaki adımların bir an önce atılması gerekiyor sayın Bakan. Atalarımız yine güzel bir söz daha demişler, "Taşıma suyla değirmen dönmez". Taşıma hayvanla da hayvancılık sektörünün kalkınamayacağı ve et fiyatları ortada sayın Bakan. Bir de sayın Bakan, sayın Müsteşarınız 2009 yılı yazında Skyturk TV‘de katıldığı "Aykırı Sorular" programında Bakanlık personeliyle değil, dışarıdan ekiplerle çalıştığını beyan etmişti. Taşeron kullanan tüm kurumlar batıyor, kamu işlevinden uzaklaşıyor. Kendi kurumuna üvey evlat muamelesi yapan zihniyetlerle ne bu ülkenin tarımı ne de hayvancılığı nasıl düzelir sayın Bakan?