DERESİNE SAHİP ÇIKAN KÖYLÜYE ÇEVRE BAKANININ SALDIRMASI NORMAL Mİ? - KARASABAN
Ahmet ATALIK - Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı
http://www.karasaban.net/deresine-sahip-cikan-koyluye-cevre-bakaninin-saldirmasi-normal-mi-ahmet-atalik/
İnsanoğlu zekası ve tecrübesi arttıkça suyun bir gücü olduğunu fark etti. Bu güçten ilk olarak değirmen taşını çevirmede yararlandı. Süreç içerisinde işi suyun gücünden enerji üretmeye kadar ilerletti.
Elektrik enerjisi ilk olarak 1878 yılında gündelik hayatta yaygın olarak kullanılmaya başlandı. İlk elektrik santrali 1882 yılında Londra‘da hizmete açıldı. 1902 yılında Tarsus‘ta kurulan HES (hidroelektrik santral) Türkiye‘nin ilk elektrik santrali oluyordu ve böylelikle Tarsus, İstanbul ve Adapazarı ile birlikte elektrik kullanan üç yerleşim biriminden biri oldu.
Son günlerde ülkemizin en önemli gündemlerinden biri akarsularımız üzerinde binlercesi kurulacak olan HES‘ler (hidroelektrik santraller). DSİ HES‘leri çevre dostu ve düşük potansiyel risk taşıyan yapılar olarak tanımlıyor. Ardından da çevreyle uyumlu, temiz, yenilenebilir, yerli bir kaynak olduğunu ekliyor. DSİ her ne kadar HES‘leri kimsenin itiraz edemeyeceği bir şekilde övse de HES‘lerin kurulmasını iptal eden yargı kararları birbiri ardına çıkmaya devam ediyor.
Çevre ve Orman Bakanı Veysel EROĞLU "Herkes aklını başına alsın, uyduruk raporlarla santralleri engellemesinler." diyor. Bakan konuya şu şekilde açıklık getiriyor, "Bütün devletin uygun raporu verdiği bir rapora uyduruk bir raporla uygun değildir demek yanlıştır. Bana göre bunun altında art niyet aramak gerekir. Doğal gaz satanların, doğal gazla elektrik üretenlerin bir planı mı diye düşünüyoruz." Sayın Bakan HES‘lere karşı köylünün mücadelesini de köylüye yakıştıramıyor ve bu kitleleri çevreci derneklerin kışkırttığı yönünde fikir beyan ediyor.
Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor; sayın Bakanın "uyduruk" dediği raporları, mahkemeler tarafından bilirkişi olarak görevlendirilen ve verilen bu görevi layıkıyla yerine getirmeye çalışan bu ülkenin akademisyenleri düzenliyor. İşini düzgün yapan bir insanın işine sırf işine gelmiyor diye "uyduruk" denmesini, biz bir Bakana yakıştıramıyoruz. Sayın Bakanın hoşuna gitmeyen diğer bir nokta ise köylünün HES‘lere karşı direnişidir. Sayın Bakan acaba köylülerle kahvehanelerinde oturdu ve "Siz niye HES‘lere karşısınız?" diye bir tek sohbet etti mi? İşte tam bu noktadan hareketle köylü HES‘lere niçin karşı konusunu burada işleyeceğiz.
Antalya, Korkuteli İlçesi, Sülekler köyünün içerisinden geçecek çayın üzerine bir HES inşa edilecek. Derenin yönü değiştirilecek ve artık köyün içerisinden geçmeyecek. Köylü bu duruma şiddetle itiraz ediyor. Köylü, derenin suyuyla yaklaşık 3 bin 500 dönümlük meyve bahçesini suluyor. Hemen aşağılarındaki köyde de bu suyla yaklaşık 3 bin dönümlük meyve bahçeleri sulanıyor. Köy muhtarı Kerim Doğan, "Ekmek kapımızı elimizden almak istiyorlar, ama ne ben ne de köylüm bu suyu asla vermeyeceğiz." diyor. Yani köylü ekmeğine sahip çıkmak için ezelden beridir köyünün içinden akan ve çevresine hayat veren deresine sahip çıkıyor. İşin en önemli noktalarından biri ise tüm bunlar köylüye haber vermeden yapılmaya çalışılıyor.
Rize‘nin Güneysu İlçesinde Gürgen deresi üzerinde kurulu alabalık çiftliğinde de ilginç bir gelişme yaşandı. Bu dere üzerinde yapımı tamamlanan Kale Hidroelektrik Santrali deneme üretimine geçince Gürgen deresinin 4 kilometrelik bölümü kurudu. Su regülatörlere kanalla taşındığı için derenin yatağında su akmıyor. Bu durum en çok 1997 yılında Tarım ve Köyişleri Bakanlığı‘ndan aldığı izinle bu dere üzerinde alabalık işletmesi kurmuş olan İlyas Peçe‘yi etkiliyor. O günden bu günü tesisine 800 bin lira (eski parayla 800 milyar lira) yatırım yaptı. Yılda 500 lira su kullanım bedeli ödüyor. HES inşaatı sonrasında su azaldığından tüm havuzlarına su veremiyor. Suya erişiminin azalmasının yanında suyun kullanım bedeli de 500 liradan 2 bin liraya çıkarıldı. Gürgen köyünde HES nedeniyle derenin kuruduğunu gören çevre köy sakinleri ise kendi köylerinde planlanan HES‘lere karşı çıkmaya başladılar. Başköy‘den İsmail Baltacı duygularını şu şekilde dile getiriyor, "Komşu köyde dere kurudu. Bizim köyde de santral planlıyorlar. Devlet önce tüm olanakları kullansın, olmazsa gelsin bizim suyumuzu alsın. Enerji için alınacak birçok önlem varken, gelip bizim köyün suyunu alıyorlar."
Muğla da HES‘lerle yoğun şekilde mücadele eden illerimizden. Köyceğiz ilçesinde yer alan Yuvarlakçay‘da bir HES inşa edeceği haberini alan köylü halk aylardır suyunun başında nöbet tutuyor, protesto gösterileri düzenliyor. Köylü "Su çocuğumun geleceği vermem." diyor. "Su olmazsa sebzemi nasıl yetiştirir, satar ve geçinirim?" diye soruyor. Bu noktada başka bir köylü önemli bir konunun altını çiziyor, "Elektriği yemeyeceğiz, tarım ürünlerini yiyeceğiz." Köylüler bu su olmazsa köylerinin susuz kalacağının endişesini taşıyor.
HES mücadelesi Muğla‘nın Fethiye ilçesi köylüleri ile Antalya‘nın Kaş ilçesi köylülerini bir araya getirdi. İki ilçenin sınırını oluşturan Eşen çayı ile Karaçay‘da yapımı planlanan 2 HES ve bir regülatöre karşı çıkan köylüler Saklıkent Koruma Platformu‘nu kurdular. Köylerinde düzenlenen bilgilendirme toplantılarında şirket yetkililerinin HES‘lerin olumsuzlukları ile ilgili sorulara net yanıt verememesi gerginliği artırıyor. Edinilebilen bilgiye göre çayın 9 kilometrelik bölümü kuruyacak. 8,5 metre yükseklikte inşa edilecek bendin ardında 300 dönümlük alanda su toplanacak. Çukurincir köyü muhtarı Servet Yılmaz, "Devlet burada 650 milyon lira yatırım yaparak sulama projesi yaptı. Ayrıca köylüye sağlanan kredilerle köyümüzde 2 milyar 500 bin liralık seracılık projesi gerçekleştirildi. HES projesiyle şimdi her şey su altında kalacak. Devlet bunu görmüyor mu?" diyor.
Köylülerin dereleri için verdikleri mücadelenin sadece birkaç örneğini gördük. Köylülerin ifadelerinden de anlaşılacağı üzere mücadele ekmek kapıları, köylerinin can damarı için veriliyor; birileri kışkırttığı için değil.
Önemli bir noktayı daha belirtmek gerekiyor. Dikkat edilirse derelerin en büyük savunucuları derelerin gerçek sahibi köylülerdir. Gözünü para hırsı bürümüşlerin bu dereleri ele geçirebilmeleri için önce köylüleri oralardan uzaklaştırmaları gerekiyor. İşte bu noktada da tarım politikaları devreye giriyor. Ziraat Mühendisleri Odası buğdayın kilogram maliyetini 62 kuruş olarak açıklarken Tarım Bakanı 55 kuruş fiyat açıklıyor. Yurt genelinde hayvancılık hızla gerilerken tedbir almak yerine dışarıdan hayvan ithalatıyla sektör tam anlamıyla çökertilmeye çalışılmaktadır. Garip bir benzetmeyle gelişmiş ülkelerin tarım nüfusunun düşük olduğu bu nedenle bizim de tarım nüfusumuzu azaltmamız gerektiği anlatılır durur. Yukarıda belirttiğimiz tarım politikaları yardımıyla da üretimiyle maliyetini dahi karşılayamayan köylü toprağından adeta kovulur. Atlanan bir nokta vardır; gelişmiş ülkelerde köylü asla toprağından kovulmamıştır, diğer sektörlerde yaratılan istihdamla o alanlara çekilmişlerdir. Avrupalı çiftçi bizim çiftçimizden 15 kat fazla desteklenir.
Görüldüğü üzere tüm bakanlıklarımız kazanç alanları sıkışmış ve çareyi doğaya saldırmakta bulan şirketlerin önlerini açma yarışına girmiş durumdalar. Bir Çevre ve Orman Bakanına dereleri satmak yakışıyor mu? Bakanlar tüccarlık yapar mı? Bu millet doğaya can veren dereleri şirketlere satsın diye mi bu insanları seçiyor? Çevre tahribatını önlemeye çalışan bilinçli köylülere bir Çevre Bakanı acaba niçin kızar? Bu garip ve bozuk davranışları biz sayın Bakana yakıştıramıyoruz. Şayet o kendine yakıştırıyorsa da o kısmını bilemeyiz...