DOMATES ÜRETİCİSİ KAN AĞLIYOR. BURSA`DA DOMATES ÜRETİMİ BİTİYOR MU?

DOMATES ÜRETİCİSİ KAN AĞLIYOR. BURSA`DA DOMATES ÜRETİMİ BİTİYOR MU?
BURSA
10.09.2020
 

Şubemiz tarafından 09 Eylül 2020 tarihinde BAOB (Bursa Akademik Odalar Birliği) Ortak Toplantı Salonu`nda "Üretici Kan Ağlıyor. Bursa`da Domates Üretimi Bitiyor Mu?" konulu basın açıklaması gerçekleştirdik.

Basın açıklamamızı Şube Başkanımız Prof. Dr. Erkan YASLIOĞLU kamuoyu ile paylaştı.

Basının ilgi gösterdiği açıklamamıza akademik Odaların yöneticileri ve üyelerimiz katıldılar.

ÜRETİCİ KAN AĞLIYOR: BURSA’DA DOMATES ÜRETİMİ BİTİYOR MU?

Değerli Basın Emekçileri,

Ülkemizde ilk COVID 19 vakasının görülmesinin hemen ardından devlet büyükleri üreticilerimize “ekilmedik bir karış toprak bırakılmasın devletimiz bu konuda üreticinin yanındadır ve elinden gelen her türlü desteği verecektir” çağrısında bulundu.

Gelinen noktada pandemi koşullarına rağmen birkaç ürün dışında genel anlamda üretimle ilgili çok önemli bir sorun yaşanmadı. Ancak, yıllardır süregelen bir sorun olan üretim maliyetlerinin altında oluşan piyasa fiyatları pandemi koşullarında da önce limon ve karpuz ardından da domates fiyatlarıyla yine baş gösterdi. Bu süreçte idareciler ve halk tarafından gerçek değerlerinin anlaşıldığını düşünen üreticilerimiz ne yazık ki yine hayal kırıklığına uğradı.

Bursa özelinde özellikle Mustafakemalpaşa ve Karacabey’de yoğunlaşan domates üretiminde üreticilerimiz önce iklimsel faktörlerin etkisine bağlı hastalıklarla sonrasında da üretim maliyetini karşılamaktan uzak alım fiyatlarıyla mücadele etmek zorunda kaldı.

Salça fabrikalarının sözleşmede belirlediği fiyat 0,55 TL olmasına karşın sezon başlangıcında 0,33 TL olan alım fiyatı üreticiler ile TZOB ve demokratik kitle örgütlerinin mücadeleleri sonucunda Türkşeker’in önce 0,50 TL daha sonra brikse göre fiyat uygulamasının kaldırılmasıyla 0,56 TL’ye alım yapması ile piyasadaki fiyat 0,49 TL’ye kadar çıktı. Türkşekerin alım yapması her ne kadar olumlu bir müdahale ise de fabrika işleme kapasitesinin piyasa fiyatlarına müdahalede etkin bir rol alacak kadar yüksek olmaması fiyatların çiftçilerin beklediği düzeye gelmesini sağlayamadı.

BURSA İLİ SALÇALIK DOMATES ÜRETİM VERİLERİ

YILLAR

Ekilen Alan (da)

Üretim (ton)

Verim (kg/da)

Fiyat (TL)

Ort. Üretim Maliyeti (TL/da)

2011

136.050

969.595

7.127

0,32

733,5

2012

144.210

1.083.014

7.510

0,24

970,5

2013

145.590

1.117.384

7.675

0,23

1.110

2014

143.156

1.230.395

8.596

0,27

1222,5

2015

166.214

1.587.517

9.551

0,26

1481,5

2016

137.566

1.196.998

8.701

0,24

1513,5

2017

121.010

1.070.637

8.847

0,23

1799

2018

114.554

994.057

8.678

0,54

2183,5

2019

129.320

1.152.974

8.916

0,62

-

2011-2018 yılları arasını kapsayan dönemde Bursa Tarım Orman İl Müdürlüğü Faaliyet Raporları’ndan derlenen verilere göre domates fiyatı yaklaşık % 69’luk artışla 0,32 TL’den 0,54 TL’ye çıkmış, aynı dönemde ortalama üretim maliyeti ise % 198’lik artışla 734 TL’den 2.184 TL’ye çıkmıştır. Yine, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın kendi verilerine göre 2011 yılında tonu 982 TL olan ÜRE gübresinin fiyatı yaklaşık % 106 artışla 2018 TL’ye yükselmiştir. Üre gübresinin şu an piyasadaki satış fiyatı 2500 TL/ton civarındadır.

Salçalık domates üreticilerinin 2020 yılı dönüm başına üretim maliyetleri kiralama fiyatlarındaki değişime bağlı olarak 4000-4500 TL’dir. Aşırı sıcaklık ve hastalığa bağlı üretim kayıpları nedeniyle Bursa Tarım ve Orman İl Müdürlüğü 2019 yılı brifing raporunda 8.9 ton/da olan verim bu sene 6.5-7 ton/da’a kadar düşmüştür. Kaldı ki aynı verim değerleri bu sene de elde edilebilseydi üreticiler dönüm başına yaklaşık 4900 TL gelir edecekti. Mevcut durumda elde edilen verimin en üst değeri olan 7 ton/da dikkate alınarak bir hesaplama yapıldığında uygulanan alım fiyatlarıyla üreticilerin dönüm başına zararının 500 TL’nin üzerinde olduğu açıkça görülmektedir.  

Sözleşmeli Model Tarımın Sorunlarını Çözemez

Son günlerde düşük domates alım fiyatlarıyla yeniden gündeme gelen sözleşmeli tarım sorunu neoliberal politikalarla şirketlerin hakimiyetini ifade eden ve ülkemizin de bir parçası olduğu 3. Gıda Rejimi olarak adlandırılan içinde bulunduğumuz dönem doğru analiz edilmeden çözüme kavuşturulamaz.

ZMO İzmir Şubemizin hazırladığı raporda belirttiği gibi; ülkemizde ilk sözleşmeli üretim şeker pancarı üretimi için kooperatif ortağı olan çiftçilerle yapılan sözleşmeye ve üretilen pancarın kooperatif veya kamu fabrikalarında işlenmesine dayanmaktadır. Sözleşmeli tarım ilk defa 1996-2000 yıllarını kapsayan 7. Beş Yıllık Kalkınma Planında kendisine yer bulmuş, 2006 yılında çıkarılan Tarım Kanunu’nda da tarım sektöründe sözleşmeli üretimin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması hedefi yer almıştır. En son gıdada üretimden tüketime arz zincirinin dijital ortama taşınması amacıyla hazırlanan Dijital Tarım Pazarı (DİTAP) uygulamasının sözleşmeli tarımı yaygınlaştırmak için atılan bir adım olduğu ifade edilmiştir.

Bu değişimin ve eksen kaymasının temel nedeni, 1980 sonrası ekonomi politikalarında ithal ikâmecilikten ihracat hedefli bir politikaya geçilmesidir. Genel ekonomi politikasına ilişkin bu değişim tarımdaki yansımasını özellikle 2000’li yılların başından itibaren hissettirmiştir. Bu kapsamda yurtiçi tüketim ve kullanım açısından stratejik diyebileceğimiz ürünler yerine uluslararası pazarlarda kendisine yer bulabilecek katma değeri yüksek ürünlere öncelik verilmeye başlanmıştır. Bu ürünler içinde işlenmeye uygun meyve ve sebzeler başı çekmektedir. Dolayısıyla geçmiş yıllara göre kamu eliyle fiyat müdahalelerinin ve destekleme alımlarının büyük oranda azaldığı, buna bağlı olarak piyasaya bağlı belirsizliklerin arttığı bir ortamda, kendi ürününü işleme ve pazarlama imkânı bulamayan çiftçiler için sözleşmeli tarım modeliyle üretim yapmak söz konusu belirsizlikleri en aza indirmek adına bir seçenek haline gelmiştir. Bu yönüyle sözleşmeli tarım tabiri yerindeyse çiftçilere ölümü gösterip sıtmaya razı etmenin bir aracı haline dönüşmüştür.

Günümüzde sözleşmeli tarım; sanayici açısından istediği zamanda, istediği kalitede, istediği fiyattan hammaddeye ulaşmanın en etkili yolu olarak görülürken; çiftçi açısından pazarı garantilemenin ve kimi zaman girdi temin etmenin en kolay yolu olarak tarif edilmekte ve bir kazan-kazan ilişkisine vurgu yapılmaktadır. Buna karşılık son günlerde domates üreticisinin eline geçen fiyatların, dönem öncesi sözleşmeyle belirlenen fiyatların ve maliyetlerin altına düşmesi ilişkinin hiç de bir kazan-kazan ilişkisi olmadığını göstermiştir.

Bu süreçte özellikle üzerinde durulan başlıklardan birisi sözleşme koşullarıdır. Firma ve çiftçi arasında yapılan sözleşmelerin firma lehine tek taraflı olduğu yıllardır gündeme getirilmektedir. Bu durum örgütlü ve kurumsal yapılar olarak ifade edebileceğimiz şirketlerle; örgütsüz ve büyük bir bölümü küçük ölçekli aile tarımı yapan çiftçileri karşılaştırdığımızda hiç de şaşırtıcı değildir.

Firmalar ve çiftçiler arasında piyasayla ilgili her türlü bilgiye ulaşma anlamında da genellikle firmalar lehine işleyen bir asimetri bulunmaktadır. Bu bilgi asimetrisi sayesinde piyasadaki her türlü gelişmelere karşı firmalar çiftçilere göre çok daha kolay aksiyon alarak çıkarlarını koruyabilmektedir. Böylesi eşitsiz bir yapıda gerçekleştirilen sözleşmeli tarım; firmaların arazi için herhangi bir ödeme yapmadan, işçi istihdam etmeden, doğa kaynaklı risk ve belirsizlikler ile iş kazalarının doğuracağı sorumluluğu çiftçiye transfer ederek, düşük maliyetlerle istediği en iyi hammaddeye ulaşmaya çalıştığı; çiftçinin ise bir anlamda kendi tarlasında her türlü güvenceden yoksun işçiye dönüştüğü bir hal almaktadır.

Bu eşitsiz yapıyı kırmanın yolu çiftçilerin kooperatifleşmesinden geçmektedir. Sendika benzeri “pazarlık kooperatifi” örgütlenmeleri yerine dikey bütünleşmeyi sağlamış; yani girdi temininden başlayarak, üretimi, işlemeyi, paketlemeyi ve pazarlamayı yapabilecek kapasitede, evrensel kooperatifçilik ilkeleriyle uyumlu bir örgütlenmenin hedeflenmesi gerekmektedir. Kamucu politikalarla ve kurumlarla desteklenmiş, dikey bütünleşmenin sağlandığı, demokratik bir kooperatifçilik sisteminde bugün yaşadığımız sorunların en az düzeye indirilebileceği söylenebilir.

Türkiye’de ve tüm dünyada tarım-gıda sistemindeki kırılganlıkları su yüzüne çıkartan pandemi süreci birçok alanda olduğu gibi tarımda da 1980 sonrası terk edilen kamusal politikaların ve temelini yerelden alan demokratik ve kamucu bir kalkınma anlayışının ne kadar önemli olduğunu hepimize hatırlatmıştır. Domateste yaşananlar, bir kez daha piyasanın insafına terk edilen çiftçilerin mağdur olduğunu göstermiştir. Yaşanan bu ve benzeri mağduriyetlerin sonucu her geçen yıl üretimden kopan çiftçi sayımız artmaktadır. Çiftçi Kayıt Sistemi- ÇKS’ye kayıtlı çiftçi sayısı 2002 yılında 2 milyon 588 bin iken, 2019 yılında 2 milyon 83 bine ve Ağustos 2020 itibariyle de 1 milyon 803 bine düşmüştür. Sayıları giderek azalan, buna karşın yaş ortalaması giderek artan üreticilerimizin Karacabey ve Mustafakemalpaşa’da dile getirdiği “Artık domates üretmeyeceğiz” benzeri söylemler, son günlerde ülke gündemine taşınan Arazi Bankacılığı Kurumu eliyle tarımsal üretimin şirketleştirilmesi projesiyle birlikte değerlendirildiğinde ülkemizi hiç de iyi günlerin beklemediği çok açıktır.  

Bu durum gelecekte sadece çiftçilerin değil ülkedeki herkesin gıda güvencesinin risk altında olduğunu göstermektedir. Bu nedenle, neoliberal ideoloji kapsamında geliştirilen politikalardan vazgeçilmeli; kırsal alan ekonomik bakış açısıyla yalnızca bir üretim alanı olarak değerlendirilmemeli, konu sistem yaklaşımıyla ele alınarak sosyal, ekonomik ve ekolojik açıdan çok daha sağlıklı bir tarımsal yapı vadeden Gıda Egemenliğine dayalı politikaların geliştirilmesi yönünde çaba gösterilmelidir.

Prof. Dr. Erkan YASLIOĞLU

ZMO Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Adına

Başkan

Okunma Sayısı: 496
Fotoğraf Galerisi