EGE TELGRAF GAZETESİ: TÜRK TARIMI KAPIDAKİ TEHDİDİN FARKINDA MI?-22 HAZİRAN 2020

EGE TELGRAF GAZETESİ: TÜRK TARIMI KAPIDAKİ TEHDİDİN FARKINDA MI?-22 HAZİRAN 2020
İZMİR
22.06.2020

Şubemiz Yönetim Kurulu Üyesi Sayın Dr. Zerin Çelik İklim Krizinin Türk Tarımı`na Etkisi ile ilgili şube görüşlerimizi Ege Telgraf Gazetesi`ne paylaştı.

 

İklim krizi nedeniyle en çok etkileneceği tahmin edilen ülkelerin başında gelen Türkiye’de, tarım politikaları kapıya dayanan tehlikenin ne kadar farkında? Kriz, tarıma dair alıştığımız ne varsa değiştirmeye başladı bile. Peki neler yapabiliriz?

Korona virüs salgını ile mücadele eden dünya, yakın gelecekte başka ve muhtemelen daha büyük bir sorunla yüzleşecek. Küresel İklim Krizi’nden bahsediyorum. Bugün bile gıdaya olan ihtiyaç çok daha artmış durumda. Uzmanların geri dönülmez son tarih olarak 2030’u işaret ettiği bu çevre felaketinin en fazla etkilendiği ve etkileyeceği alan birçok rapora göre tarım olacak. Ülkelerin bu alanda izlediği politikalar iklim krizini etkiliyor çünkü tarım, orman, mera ve sulak alanlarda yapılan yanlış uygulamalar iklim değişimlerine neden oluyor. Tarım aynı zamanda bu krizden etkileniyor. Ürünlerin biyolojisi, verimi, tüketimi düşerken fiyatı yükseliyor, bölgesel ürün desenleri bozuluyor ve gıda güvenliği tehdit altına giriyor. Birçok araştırma her şeye rağmen tarım ülkesi olarak bilinen Türkiye’nin bu kriz nedeniyle daha sıcak, daha kurak ve yağışlar açısından belirsiz bir iklim yapısına sahip olacağını ortaya koyuyor. İzmir de zeytinden pamuğa, incirden üzüme sahip olduğu tüm değerlerle bu krizden etkilenecek. Avrupa başta olmak üzere çok sayıda dünya ülkesi bu sürecin farkında ve hazırlanıyor. Peki Türkiye’de siyaset, yerel dinamikler ve tarımın dinamosu çiftçi yaklaşan tehlikeyi seziyor mu? Ege Telgraf Gazetesi olarak ‘Türkiye’de İklim Krizi ve Tarım’ dosyasını açıyoruz. Yazı dizisinin ilk ayağında bu alanda çalışmalarıyla tanınan TMMOB Ziraat Mühendisleri İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Zerrin Çelik’le Türkiye’nin krize etkisini, bu anlamdaki politikalarını ve İzmir’i konuştuk.

YÜZDE 12.5’İ TARIMDAN!

Dr. Zerrin Çelik, 2016 verilerine göre Türkiye’nin sera gazı emisyonlarındaki yüzde 1’lik payı ile ülkeler arasında 17. Olduğunu belirterek, “TÜİK verilerine göre, ülkemizde bu anlamda 1990’dan bu yana sadece altı yıl dışında sürekli bir artış yaşanmış. 2018 değerlerine göre Türkiye’nin bir yıllık sera gazı emisyon miktarı yaklaşık 521 milyon ton karbondioksit eşdeğeri olarak gerçekleşmiş ki bunda tarımsal faaliyetlerin payı yüzde 12.5. Tarımdan kaynaklı emisyonlarda yine 1990’dan bu yana yaklaşık yüzde 42 artış oldu. Bu durum bize Türkiye’nin iklim politikalarının ve karbon miktarını azaltmaya yönelik çabalarının yetersiz olduğunu hatta olmadığını düşündürüyor. Türkiye hala Paris Antlaşması’na imza atmış değil ancak BM Niyet Edilen Ulusal Katkı Belgesi’nde 2030 yılında yaptığı gaz emisyonlarındaki mutlak artıştan yüzde 21 oranında azaltma yapacağını beyan etmişti. Ancak raporlar artışın süreceğini gösteriyor” dedi.

‘EKONOMİK DENGELER’

Tarım sektöründe iklim krizinin anlamı, diğer sektörlerden çok daha farklı. Etkilerini gıda güvencesi, kalkınma ve uluslararası ticaret konularında göreceğiz. İklimsel olaylar sonucu ortaya çıkan üretim azlığı veya fazlalığının ekonomik dengeleri büyük oranda etkilediğini söyleyen Dr. Çelik, “İklim krizinin; tarımsal ürünlerin biyolojisi, üretimi, fiyatı, tüketimi ve kişi başına tüketilen kalori miktarı üzerinde olumsuz etkilerinin olacağı birçok araştırma ile ortaya konuyor. Yine üretim maliyetlerini yükselteceği ve hayati önem taşıyan mallara erişimin zorlaşacağı, pazar değişkenliği yaratacağı öngörülüyor. Hatta dünyanın bazı bölgelerinde bugün bile gıda ve su güvencesinin tehlikeye girdiği durumlar var” diye konuştu.

‘SİSTEM KAYNAKLI SORUN’

Türkiye’nin bu sürece ne kadar hazır olduğuna bakmak için izlediği politikaları gözden geçirmek gerekiyor. Sera gazı salınımlarının en büyük nedeninin ormansızlaşma ve arazi kullanımındaki değişikler olduğunu hatırlatan Yönetim Kurulu Üyesi Çelik, “Türkiye’nin toplam tarım arazisi 2001 yılında yaklaşık 41 milyon hektar iken, 2019 yılında 37 milyon hektara düşmüş, yüzde 9 gerilemiş. Kamu yararı kavramı ile bu topraklar kentleşmeye, sanayiye, madenciliğe ve turizme kurban ediliyor. Yaygın olan geleneksel toprak işleme yöntemleri toprak yapısını bozuyor ve onu kuraklığa karşı hassas hale getiriyor. Yine aşırı ve kontrolsüz miktarda pestisit ile kimyasal gübre kullanımı gibi yanlış uygulamalar da toprağımızı bozuyor. Türkiye’de sistem kaynaklı büyük bir sorun var. Sulanan tarım arazilerini arttırmayı hedefliyoruz ama sulamaya açılmış bir alana AVM yapıyoruz. Büyük ova koruma alanı ilan ediyoruz ama üzerine termik santral kurmak istiyoruz. Ya da en büyük yutak alanı olan orman alanlarımızı artırmak için ağaçlandırma seferberliği başlatıyoruz fakat başka bir yerde maden çıkarmak için ormanların talan edilmesine sessiz kalıyoruz. Bunları yeniden gözden geçirmemiz ve esas soruna odaklanmamız gerekiyor” diye konuştu.

‘VAZGEÇİLEBİLİR ÜRÜNLER’

İklim krizinin İzmir’de tarımsal üretimi ve ürün desenini etkilediğini, etkilemeye de devam edeceğini söyleyebiliriz. Çelik, hava olaylarındaki değişiklikler nedeniyle verim ve kalitede kayıplar yaşandığının altını çizerek, ileriki süreçte kentte yetişen kimi ürünlerden bu nedenle vazgeçilebileceğini öngörüyor. Dr. Zerrin Çelik şöyle konuşuyor: “İzmir’de iklim nedeniyle aşırı sıcaklık, yağmur ve kışın soğuk geçen günlerdeki azalış, hastalık ve zararlıların daha erken görülmesine neden oluyor. Bir bakalım, son yaşadığımız aşırı sıcak hava olayı, çiçeklenme döneminde olan zeytinde yüzde 50’lere varan oranda çiçek dökümüne neden olmuştu. Bağlarda ve narenciyede de meyve dökümlerinin olduğu görülüyor. Bazı ilçelerde dolu bu ürünlere zarar veriyor. Diğer taraftan yaşanan yağmur olayının ilimiz için çok önemli bir ihracat ürünü olan kirazda yüzde 5 ila yüzde 15 oranında çatlamaya neden oldu. Yayla kirazlarında bu oranın yüzde 25’lere varacağı tahmin ediliyor. Bu da yüksek fiyattan ihracatını olumsuz etkileyecektir. Yine yağış ve rüzgârla birlikte hasadı yaklaşan buğdayda yatmaların olduğunu görüyoruz. Pamukta da aşırı yağışlar nedeniyle bazı alanlarda çıkışlar gerçekleşmedi ve üreticilerimiz ürünü baştan ekti. Söz konusu durum, üreticilerimizin gerek işçilik gerekse tohum başta olmak üzere girdi maliyetlerini artırdı ve hasatta bir aya yakın gecikmelere neden olacağı bekleniyor. Yaşananların ayçiçeği ve mısır içinde aynı olduğunu görüyoruz.”

‘HASAT TARİHLERİ

Dr. Zerrin Çelik diğer bir sorunun ekim, dikim ve hasat zamanlarında yaşanan ve yaşanacak olan değişim nedeniyle oluşacağını belirterek, “Öncede ifade ettiğimiz gibi bazı ürünlerin hasadında önemli gecikmelerin yaşanacağını öngörüyoruz. Özellikle yaşanan yağışlar ve düşük sıcaklıklar birçok sebze fidesinin tarlalara dikimini geciktirdi. Ekilmiş olan pamuk, mısır ve ayçiçeği gibi ürünlerde de tekrar ekilişlere neden oldu. Diğer taraftan yağışlar nedeniyle hasadı yapılması gereken yonca gibi yem bitkilerinde hasat gerçekleştirilemedi, ya da kurumaya bırakılan yoncalar aynı nedenle çürüdü” şeklinde konuştu.

İZMİR’DE SU RİSKTE!

Söz konusu krizin su kaynaklarına doğrudan etki yapacağı da biliniyor. İzmir çok sayıda rapora göre su fakiri bir kent. Kriz nedeniyle su ihtiyacı ve dolaylı olarak da maliyetlerde artış yaşanacağını belirten Çelik, “İzmir’de de özellikle yeraltı sularında aşağı çekilmelerin olduğu, neredeyse seviyenin 300 metrelere vardığı bir durum söz konusu. Zaman zaman yüzey sularında da sıkıntılar yaşanıyor. Bununla birlikte aşırı sıcak havalar bitkilerin su ihtiyacını artırıyor. Örneğin bu yıl üreticilerimiz mısırı daha erken sulamaya başladı, bu demek oluyor ki suya olan ihtiyaç artacak. Söz konusu durum su kaynakları ve üretici maliyetleri açısından düşündürücü bir durum yaratıyor” dedi.

‘KORUYUCU HEKİMLİK GİBİ…’

Bu anlamda Türkiye’nin bir karar vermesi gerektiğini aktaran Dr. Zerrin Çelik, tarımın iklim değişimini olumlu yönde değiştirecek önemli bir potansiyeli olduğunu söyledi. İklim değişimine karşı öncelikle buna neden olan etmenlerin ortadan kaldırılması ve mücadele edilmesi gerekiyor diyen Çelik, “İklim krizinin olumsuz etkilerine karşı tarım sigorta sistemi bulunuyor. Bunun bölgelere ve ürünlere göre risk kapsamlarının genişletilmesi ve yaygınlaştırılması gerekiyor. Diğer taraftan koruyucu hekimlik gibi iklim krizine yönelik koruyucu tedbirleri almamız, teknolojiler geliştirmemiz ve bunların yaygın bir şekilde kullanılmasını sağlamalıyız. Kaynakları koruyucu sistemlere geçilmesi kalite ve verim kayıpları önleyecektir. İklim krizine uyum için geliştirilen, sera gazı salımını azaltılmasına olanak tanıyacak tarım teknolojileri var ve ülkemizde kimi yerlerde kullanılmaya başlandı. Mevcut suyun muhafazası ve yeniden kullanımına olanak tanıyan su hasadı, malçlama ve işlemesiz tarım gibi tekniklerin daha çok kullanılmasının sağlanması en iyi çareler arasında. Ayrıca Bunun yanında tarımsal kirliliğin önüne geçebilecek olan organik tarım, iyi tarım, agro ekolojik tarım gibi sürdürülebilir sistemler yayılmalı” ifadelerini kullandı.

‘SİSTEM KAYNAKLI SORUN’

Türkiye’nin bu sürece ne kadar hazır olduğuna bakmak için izlediği politikaları gözden geçirmek gerekiyor. Sera gazı salınımlarının en büyük nedeninin ormansızlaşma ve arazi kullanımındaki değişikler olduğunu hatırlatan Yönetim Kurulu Üyesi Çelik, “Türkiye’nin toplam tarım arazisi 2001 yılında yaklaşık 41 milyon hektar iken, 2019 yılında 37 milyon hektara düşmüş, yüzde 9 gerilemiş. Kamu yararı kavramı ile bu topraklar kentleşmeye, sanayiye, madenciliğe ve turizme kurban ediliyor. Yaygın olan geleneksel toprak işleme yöntemleri toprak yapısını bozuyor ve onu kuraklığa karşı hassas hale getiriyor. Yine aşırı ve kontrolsüz miktarda pestisit ile kimyasal gübre kullanımı gibi yanlış uygulamalar da toprağımızı bozuyor. Türkiye’de sistem kaynaklı büyük bir sorun var. Sulanan tarım arazilerini arttırmayı hedefliyoruz ama sulamaya açılmış bir alana AVM yapıyoruz. Büyük ova koruma alanı ilan ediyoruz ama üzerine termik santral kurmak istiyoruz. Ya da en büyük yutak alanı olan orman alanlarımızı artırmak için ağaçlandırma seferberliği başlatıyoruz fakat başka bir yerde maden çıkarmak için ormanların talan edilmesine sessiz kalıyoruz. Bunları yeniden gözden geçirmemiz ve esas soruna odaklanmamız gerekiyor” diye konuştu.

‘VAZGEÇİLEBİLİR ÜRÜNLER’

İklim krizinin İzmir’de tarımsal üretimi ve ürün desenini etkilediğini, etkilemeye de devam edeceğini söyleyebiliriz. Çelik, hava olaylarındaki değişiklikler nedeniyle verim ve kalitede kayıplar yaşandığının altını çizerek, ileriki süreçte kentte yetişen kimi ürünlerden bu nedenle vazgeçilebileceğini öngörüyor. Dr. Zerrin Çelik şöyle konuşuyor: “İzmir’de iklim nedeniyle aşırı sıcaklık, yağmur ve kışın soğuk geçen günlerdeki azalış, hastalık ve zararlıların daha erken görülmesine neden oluyor. Bir bakalım, son yaşadığımız aşırı sıcak hava olayı, çiçeklenme döneminde olan zeytinde yüzde 50’lere varan oranda çiçek dökümüne neden olmuştu. Bağlarda ve narenciyede de meyve dökümlerinin olduğu görülüyor. Bazı ilçelerde dolu bu ürünlere zarar veriyor. Diğer taraftan yaşanan yağmur olayının ilimiz için çok önemli bir ihracat ürünü olan kirazda yüzde 5 ila yüzde 15 oranında çatlamaya neden oldu. Yayla kirazlarında bu oranın yüzde 25’lere varacağı tahmin ediliyor. Bu da yüksek fiyattan ihracatını olumsuz etkileyecektir. Yine yağış ve rüzgârla birlikte hasadı yaklaşan buğdayda yatmaların olduğunu görüyoruz. Pamukta da aşırı yağışlar nedeniyle bazı alanlarda çıkışlar gerçekleşmedi ve üreticilerimiz ürünü baştan ekti. Söz konusu durum, üreticilerimizin gerek işçilik gerekse tohum başta olmak üzere girdi maliyetlerini artırdı ve hasatta bir aya yakın gecikmelere neden olacağı bekleniyor. Yaşananların ayçiçeği ve mısır içinde aynı olduğunu görüyoruz.”

‘HASAT TARİHLERİ

Dr. Zerrin Çelik diğer bir sorunun ekim, dikim ve hasat zamanlarında yaşanan ve yaşanacak olan değişim nedeniyle oluşacağını belirterek, “Öncede ifade ettiğimiz gibi bazı ürünlerin hasadında önemli gecikmelerin yaşanacağını öngörüyoruz. Özellikle yaşanan yağışlar ve düşük sıcaklıklar birçok sebze fidesinin tarlalara dikimini geciktirdi. Ekilmiş olan pamuk, mısır ve ayçiçeği gibi ürünlerde de tekrar ekilişlere neden oldu. Diğer taraftan yağışlar nedeniyle hasadı yapılması gereken yonca gibi yem bitkilerinde hasat gerçekleştirilemedi, ya da kurumaya bırakılan yoncalar aynı nedenle çürüdü” şeklinde konuştu.

İZMİR’DE SU RİSKTE!

Söz konusu krizin su kaynaklarına doğrudan etki yapacağı da biliniyor. İzmir çok sayıda rapora göre su fakiri bir kent. Kriz nedeniyle su ihtiyacı ve dolaylı olarak da maliyetlerde artış yaşanacağını belirten Çelik, “İzmir’de de özellikle yeraltı sularında aşağı çekilmelerin olduğu, neredeyse seviyenin 300 metrelere vardığı bir durum söz konusu. Zaman zaman yüzey sularında da sıkıntılar yaşanıyor. Bununla birlikte aşırı sıcak havalar bitkilerin su ihtiyacını artırıyor. Örneğin bu yıl üreticilerimiz mısırı daha erken sulamaya başladı, bu demek oluyor ki suya olan ihtiyaç artacak. Söz konusu durum su kaynakları ve üretici maliyetleri açısından düşündürücü bir durum yaratıyor” dedi.

‘KORUYUCU HEKİMLİK GİBİ…’

Bu anlamda Türkiye’nin bir karar vermesi gerektiğini aktaran Dr. Zerrin Çelik, tarımın iklim değişimini olumlu yönde değiştirecek önemli bir potansiyeli olduğunu söyledi. İklim değişimine karşı öncelikle buna neden olan etmenlerin ortadan kaldırılması ve mücadele edilmesi gerekiyor diyen Çelik, “İklim krizinin olumsuz etkilerine karşı tarım sigorta sistemi bulunuyor. Bunun bölgelere ve ürünlere göre risk kapsamlarının genişletilmesi ve yaygınlaştırılması gerekiyor. Diğer taraftan koruyucu hekimlik gibi iklim krizine yönelik koruyucu tedbirleri almamız, teknolojiler geliştirmemiz ve bunların yaygın bir şekilde kullanılmasını sağlamalıyız. Kaynakları koruyucu sistemlere geçilmesi kalite ve verim kayıpları önleyecektir. İklim krizine uyum için geliştirilen, sera gazı salımını azaltılmasına olanak tanıyacak tarım teknolojileri var ve ülkemizde kimi yerlerde kullanılmaya başlandı. Mevcut suyun muhafazası ve yeniden kullanımına olanak tanıyan su hasadı, malçlama ve işlemesiz tarım gibi tekniklerin daha çok kullanılmasının sağlanması en iyi çareler arasında. Ayrıca Bunun yanında tarımsal kirliliğin önüne geçebilecek olan organik tarım, iyi tarım, agro ekolojik tarım gibi sürdürülebilir sistemler yayılmalı” ifadelerini kullandı.

Okunma Sayısı: 376
Fotoğraf Galerisi