EKMEK VE BUĞDAY ZAMLARININ BEDELİNİ YOKSUL HALK ÖDÜYOR - CUMHURİYET TARIM
Gökhan GÜNAYDIN
Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı
Türkiye‘de ekim alanlarının yaklaşık % 70‘ini tahıl ürünleri kaplamaktadır. Serin iklim tahılları olarak gruplandırılan buğday, arpa, çavdar ve yulaf içinde, dünyada ve Türkiye‘de stratejik olarak en önemli ürün buğdaydır. Ülkemizde 9 milyon hektarın üzerinde ekim alanına sahip buğday üretimi, yağış rejimine bağlı olarak, 16 milyon ton ile 21.5 milyon ton arasında değişmektedir. Bu bağlamda, 2000 - 2006 yılları arasında 19 ila 21.5 milyon ton arasında değişen Türkiye buğday üretimi, yağış miktarının yetersiz ve rejiminin bozuk olduğu 2007 yılında, TÜİK rakamlarına göre 17.3 milyon ton olarak gerçekleşmiştir. Amerikan Tarım Bakanlığı (USDA) ise Türkiye‘nin buğday üretimini 15.5 milyon ton olarak açıklamıştır.
Türkiye‘nin yıllık buğday tüketimi 18.5 milyon ton düzeyindedir. Ülkenin doğusunda 225, batısında 175 kg olan kişi başına buğday tüketimi yanında, un ihracatı için gerekli olan buğday hammaddesi ve tohumluk ihtiyacı, 18.5 milyon ton‘luk buğday tüketim tablosunun alt kalemlerini oluşturmaktadır.
Bu çerçevede, 2007 yılında Türkiye‘nin buğday arz açığının 2 milyon ton düzeyinde olduğu ortaya çıkmaktadır.
2007 hasadının kötü geçeceğine ilişkin işaretler değerlendirildiğinde, üretim düşüklüğü tablosu ziraat mühendisleri açısından sürpriz olmamıştır. Nitekim Ziraat Mühendisleri Odası, hasat döneminden 5 ay önce, 20 Ocak 2007 tarihinde yaptığı Basın Açıklaması‘nda, buğdayda çimlenme ve kardeşlenmenin yetersiz olduğunu, 2 milyon ton geri dönüşümsüz kayıp ortaya çıktığını, her 1 milyon ton kaybın ekonomiye maliyetinin 400 milyon YTL olduğunu açıklamıştır. Aynı Basın Açıklaması‘nda, piyasa regülasyonu için gecikmeksizin dışalım bağlantısı yapılmazsa, ekmek fiyatlarındaki artış eğiliminin önlenemeyeceği de ifade edilmiştir.
Buna karşılık Tarım ve Köyişleri Bakanı 2 Şubat 2007 tarihinde Radikal Gazetesi‘nde çıkan açıklamasında yağışların olmaması nedeniyle Türkiye‘nin buğdaysız kalıp ekmek sıkıntısı yaşayacağına ilişkin açıklamaları ‘spekülasyon‘ olarak değerlendirmiş ve eklemiştir: "Türkiye‘de şu anda bir kuraklık tehlikesi yok. Kuraklık eylem planı hazırlıyoruz. Ancak bu bugün için değil 25 yıl sonrası için"...
Mehmet Mehdi EKER bundan iki ay sonra, 4 Nisan 2007 tarihinde Şanlıurfa‘da İHA‘ya yaptığı açıklamada ise, "Şu ana kadar Türkiye‘de, bu yıl bir tarımsal kuraklık riski yok. Bunu açık ve net söylüyoruz. Bugün itibari ile bitkilerin gelişimi, gerek hububatın ve gerekse diğer bitkilerin gelişimi normal bir şekilde devam ediyor. Tarımsal kuraklık riski tehlikesi yoktur. Bu nedenle bunun üzerinde hiç kimse spekülasyon yapmasın. İnşallah Türkiye‘de tarımla ilgili hiçbir problem beklemiyoruz" ifadelerini kullanmıştır.
Hasadın başlaması, gerçekleri spekülasyona yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkarmıştır. Türkiye genelinde 19 ayrı üründe toplam 5 milyar YTL‘lik tarımsal ürün zararı oluşmuş, bunun 1.7 milyar YTL‘si buğdayda gerçekleşmiştir.
4 Nisan 2007 tarihinde "tarımsal kuraklık riski yoktur" diyen Tarım Bakanı‘na rağmen, 4 Temmuz 2007 tarihinde yayımlanan 2007/12339 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile 4 ürün ve 40 il için Kuraklık Kararnamesi yayımlanmıştır. Bakanlar Kurulu‘nca 11 Haziran 2007 tarihinde kararlaştırılmasına rağmen, BK Kararı‘nın 4 Temmuz 2007 tarihinde, seçimden 18 gün önce yayımlanması işin bir başka ilginç yönünü oluşturmaktadır.
Bu Karar uyarınca, zarar gören alanlarda buğdaya dekar başına 15 YTL kuraklık desteği ödenecek, bundan yararlanmak isteyen çiftçiler ise 31/7/2007 tarihine kadar Bakanlık il/ilçe müdürlüklerine müracaat edeceklerdir. Yani, o tarihten sonra, tarlalarda hasar tespiti yapılacaktır. Ürün hasadı tamamlandıktan sonra hasar tespitinin nasıl yapıldığı ise, tarım tekniği açısından yanıtlanması mümkün olmayan bir sorudur.
Türkiye‘de ve mevcut Hükümete özgü yöntemlerle hasar tespiti yapılmış ve 300 milyon dolarlık ödeme gereği hesaplanmıştır. Ancak Bakanlık bütçesinin % 95‘i seçimden evvel tüketildiği için ödemeler bir sonraki yıla sarkmıştır.
Aynı zamanda, son yıllarda gerek organizasyon gerekse işlev açısından sürekli küçültülen, tarım uzmanı olmayan yöneticiler tarafından yanlış yönetilen TMO, üreticiden 42 - 44 kuruş aralığındaki fiyatlarla, ancak 630 bin ton buğday alabilmiştir. Üretilen yetersiz buğday da aracının - spekülatörün eline geçmiş ve hızla pahalılanmaya başlamıştır. Böylece öncelikle üretici kaybederken, kaybetme sırası tüketiciye gelmeye başlamıştır.
2007 Sonbaharı‘ndan itibaren piyasada buğday arz açığının hissedilmeye başlamasıyla Tarım ve Köyişleri Bakanlığı (nihayet) hareketlenmiş ve 25 Eylül 2007 tarihinde Toprak Mahsulleri Ofisi‘ne sıfır gümrükle 800 bin tonu buğday olmak üzere toplam 1 milyon 100 bin tonluk ithalat görevi verilmiştir. Ancak son beş ayda buğday fiyat artışları ABD‘de % 109, Fransa % 151, Rusya % 204 ve Arjantin‘de % 230 oranlarına ulaşmıştır. Bu çerçevede, 800 bin tonluk ihalede, ancak 219 bin ton buğday için "makul fiyat" bağlantısı yapılabilmiştir. İnternet sitesinden edinilen bilgilere göre, C & F olmak üzere ortalama 390 dolar buğday fiyatı makul bulunmuş, bunun üzerindeki fiyatlardan bağlantı yapılmamıştır.
Bunun üzerine, Dünya Ticaret Örgütü‘ne kota edilen oranlara göre % 180 gümrük vergisi uygulanabilen buğdayda vergi 28 Kasım 2007 tarihinde % 8‘e düşürülerek özel sektöre ithalat yetkisi tanınmıştır. 23 Şubat 2008 tarihinde ise, Irak‘ın Kuzey‘ine yapılan harekat döneminde ekmeklik buğday ithalatında vergiyi sıfırlayan Bakanlar Kurulu Kararı Resmi Gazete‘de yayımlanmıştır.
Burada, Toprak Mahsulleri Ofisi‘nin kendisine tanınan yetkiyi kullanmayıp, ithalat yetkisinin özel sektöre devredilmesinin nedeninin analizi gerekmektedir. Eğer Ziraat Mühendisleri Odası‘nın haklı uyarıları "spekülasyon" olarak nitelenmek yerine, öngörülü bir kamu yönetimi ve siyaset anlayışı ile gelecekte mal teslimine dayalı ithalat bağlantısı yapılabilse idi, ton başına 150 $ daha düşük fiyatlarla ithalat realize edilebilecekti. 26 Şubat 2008 tarihinde TMO 100 bin ton‘luk bir buğday ithalat bağlantısı daha yapmıştır. Gecikmenin ülkeye toplam faturası ise, en iyimser hesapla, 2 milyon ton * 150 $/ton = 300 milyon dolar olmuştur. Üreticiye ödenen kuraklık zararı tazminatının toplam bedeline eşit olan bu faturanın siyasal sonuçlarını göğüsleyebilmek kolay değildir. O halde en kolay yöntem, işi özel sektöre havale etmektir.
Ancak bu tercihin, piyasanın regülasyonu açısından doğurduğu çok ciddi sonuçlar da bulunmaktadır. Öncelikle TMO ithalatında, yurtdışından getirilen buğdayın kapasiteleri ölçüsünde işleyiciye dağıtılması suretiyle, ithal buğday üzerinde oynanabilecek spekülasyonlar önlenebilecek, bunun yanında TMO‘nun piyasa regülasyonu için gerekli stoğu oluşturması da mümkün olabilecekti. Günümüz itibariyle toplamda TMO 410 bin ton ithalat bağlantısı yapmış, bunun 285 bin tonu yurtiçi edilmiştir. İthalatın özel sektör tarafından gerçekleştirilmesi ise, ülkede sorunların sürmesi anlamına gelecektir.
Bu çerçevede artan buğday fiyatlarına paralel olarak un fiyatları da artarak 50 kg lık çuvalı 40 YTL‘ye ulaşmış ve ekmek zamları peşi peşine gelmeye başlamıştır.
Dünyada buğday talebi, arzın on milyon ton üzerinde ve 613 milyon ton olarak gerçekleşirken, buğday stokları son 30 yılın en düşük düzeyine indi. Aralarında Rusya, Kazakistan ve Arjantin‘in bulunduğu ülkeler buğday ihracatını yasaklama yoluna gidiyorlar. Dünya borsalarında buğday fiyatları füze gibi fırlıyor. ABD, buğday ekim alanlarını % 6 artırma yoluna gitti.
Türkiye bu çok ciddi kriz sürecini, her zamanki yüzeysel yaklaşımlarla tartışmayı sürdürdü. Uncu - fırıncı kavgası arasında, asıl önem taşıyan yapısal sorunlar görmezden gelindi.
Ülkemizde buğday üretiminde verimi etkileyen unsurlar büyük önem taşımaktadır. Adana‘da sulanabilen alanlarda ar-ge desteğiyle üretilen buğdayda hektara 8 ton verim alınırken, Adana‘ya 2 saat mesafedeki Konya‘nın sulanamayan kırsal alanlarında verim 1.5 ton/hektara gerilemektedir. AKP döneminde Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü kapatılmış, sulama yatırımları yerine, İl Özel İdareleri aracılığıyla kolay oya tahvil edilen yöntemler tercih edilmiştir. Tarımsal çıktı fiyatlarının yerinde saydığı, gübre ve mazot başta olmak üzere girdilerin sürekli pahalılandığı ortamda, üretici 2 milyon hektar alanı işlemekten vazgeçmiştir. Tarımsal araştırmaların işlevsizleştirildiği süreçte, kuraklığa dayanıklı tohumların ıslahı çalışmaları da terk edilmiştir.
Bütün bunların yanında, tüm ikazlarımıza rağmen, ABD‘de 100 yılı aşkın süredir üreticiyi korumak üzere işleyen Lisanslı Depoculuk (Public Warehouses) Sistemi Türkiye‘ye üretici, kamusal finansman ve kamusal depolama özellikleri atılarak transfer edilmiş, yasa çıkalı yıllar olmasına rağmen çalışan bir tek lisanslı depo kurulamamıştır. Bütün bunların yanında, söz konusu Yasa, TMO‘nun depolarının paylaşılmasına yönelik bir açılım için kullanılmaya çalışılmaktadır.
Tüm bu yönetim zaafiyetlerine rağmen, Türkiye tahıl üretiminde avantajlı konumdadır. Yağış rejiminin iyi olduğu yıllarda iç tüketimin üstünde bir buğday üretimi gerçekleşebilmektedir. Sulama yatırımlarının yapılması, tarımda ar-ge düzeyinin yükseltilmesi ve TMO‘nun yeniden eski günlerde olduğu gibi "üretici dostu" işlevine döndürülmesi durumunda, Türkiye buğdayda sorun yaşamayacaktır.
Sürmekte olan idare-i maslahat ise, buğdayda gıda güvencesi açısından zor günlere işaret etmektedir.