FİYAT TAKİBİ İLE KIRMIZI ETTE FİYAT ARTIŞI DURDURULAMAZ!

İSTANBUL
10.08.2015
 

- Basın Açıklaması -

 

FİYAT TAKİBİ İLE KIRMIZI ETTE FİYAT ARTIŞI DURDURULAMAZ!

 

10 Ağustos 2015

 

Patatesten sonra kırmızı et fiyatlarındaki yükseliş de Merkez Bankası raporlarına girdi. Çankaya Köşkünde toplanan Ekonomi Koordinasyon Kurulu`nun ana gündem maddesi kırmızı et fiyatlarındaki artış oldu. Toplantıya başkanlık eden Başbakan Ahmet Davutoğlu, genel enflasyon oranının üzerinde artış gösteren tüm gıda fiyatlarının yakından takibi ve gerekli tedbirlerin gecikmeksizin alınması yönünde talimat verdi.

 

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker zaten yıllardır çok sıkı bir şekilde fiyat takibi yapıyor. Bakanlık İl Müdürlüklerinde çalışan mühendisler çarşı pazar fiyat takibi peşindeler. Oysa, üreticinin girdi ve üretim maliyetleri ile durumlarının ne halde olduğunun takibi yapılmıyor.

 

Çözüm fiyat takibinden ziyade alınacak tedbirlerde yoğunlaşıyor. Bu konuda sektör temsilcileri ile Bakanlık`ta yapılan toplantıda canlı hayvan ithalatı öne çıktı. Et ve Süt Kurumu üzerinden karkas et ithalatı da gündemde. Ancak yerli üretici her türlü ithalata karşı çıkıyor.

 

Aslında, Ortadoğu`nun kırmızı et / canlı hayvan merkezi Türkiye nasıl bu hallere düştü? İşte sorunun çözümü de tam bu tespitlerde yatıyor. Adım adım hatırlayalım.

 

Ülkemizin her köyünde bir damızlık bulundurulması şartını getiren Hayvan Islahı Kanunu 1926 yılında yürürlüğe girdi. (Bu kanun, 2010 yılında çıkarılan Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu ile yürürlükten kaldırıldı.)

 

Hayvancılığımızın geliştirilmesi ve verimliliğin artırılması amacıyla 1952 yılında Et ve Balık Kurumu (EBK) kuruldu. Ülkemizin çeşitli yerlerinde kombinalar açıldı.

 

Hayvancılığın en önemli girdisi yem idi. Bu kapsamda yem konusunu istikrarlı bir zemine oturtmak, hazır yem üretmek üzere var olan yem çeşitlerini ve kaynaklarını işleyip, bu maddelerin tedarik, imal ve ticaretini yapmak, amaca uygun her türlü tarımsal ticari ve sınai girişimlerde bulunmak, özel sektörle işbirliği ve ortaklık yoluna gitmek amacıyla 1956 yılında Yem Sanayi Türk A.Ş. (YEMSAN) kuruldu.

 

Hayvancılık, et ve yem üretiminde verim ve kaliteyi yükseltme çabalarının ardından sıra süte geldi. Üretilen sütü işlemek için tesisler kurmak, özel sektörü özendirmek üzere ona önderlik etmek, kooperatifleşmeyi özendirmek (2011 yılında, 639 sayılı KHK ile Tarım Bakanlığı`nın yeniden yapılandırılması sırasında "kooperatifçiliği teşvik etmek" görevleri arasından çıkarıldı), eğitim ve araştırma yapmak, üreticinin desteklenmesini sağlamak, kalite ve verimin artırılmasını sağlamak, işlenen ürünleri yurt içinde ve dışında satmak amacıyla 1963 yılında Süt Endüstrisi Kurumu (SEK) kuruldu.

 

Bu atılımlar çerçevesinde 1980 yılında nüfusu 44 milyon olan ülkemizde büyük ve küçükbaş hayvan varlığımız 81,4 milyon başa ulaştı.

 

Ülkemiz 12 Eylül 1980 darbesinin ardından neoliberal politikalarla ve o kapsamda da serbest piyasa düzeni çerçevesinde özelleştirmelerle tanıştı.

 

1993-1995 yılları arasında YEMSAN özelleştirildi. Kurum faiz yükü ile zarar ettirildi. 1989 yılına kadar zarar etmeyen kurumun 1992 yılı zararı 55 bin TL iken, ödediği faiz 75 bin TL oldu. Sadece batıdaki fabrikalar açık kalırken doğudakiler birbiri ardına kapandı.

 

1993-1998 yılları arasında SEK özelleştirildi. Pek çok KİT gibi bu kurumun da kuruluş sermayesi verilmeyerek özel bankalardan yüksek faizli kredi almaya zorlandı. Tüm karı özel bankalara aktarılarak batırıldı. Sektör 6 holdinge teslim edildi. Süt fiyatları sürekli artarken, çiğ süt üreticisi çoğu zaman maliyetini bile karşılayamadı.

 

1995-2000 yılları arasında EBK özelleştirildi. Bu kurum da faiz yükü ile zarar ettirildi. 1987 yılında zararı 9 bin TL iken 1999 yılında 55 bin TL`ye, 1992`de ise 186 bin TL`ye yükseldi. Aynı yıl faiz gideri ise 754 bin TL idi. Özelleştirilen kombinaların çoğu kapatıldı. Devletin elinde sadece 7 kombina kaldı. Piyasanın ancak %1`ine hakim olabilen bu kombinalar üretimi ve fiyatı yönlendiremedi. Bu kurum 2013 yılında Et ve Süt Kurumu adını aldı. Daha ziyade canlı hayvan ve karkas et ithalatında görevlendirildi. Son zamanlarda küçükbaş hayvan ürünlerinin satışına ağırlık vermesi son derece olumlu bir adımdır, ancak hayvancılığımızı geliştirmede yetersiz bir politikadır.

 

Tüm dünya ile birlikte ülkemizde de 2007-2008 yıllarında etkili bir şekilde hissedilen kuraklık, bitkisel üretim yanında hayvancılığımızı da olumsuz etkiledi. Çiğ süt fiyatları, yem fiyatlarındaki artışın oldukça gerisinde kaldı. 2007 yılında yapılan genel seçim dolayısıyla tarım desteklerinin dengesiz dağıtımı nedeniyle hayvancılık sektörü desteklerden yararlanamadı. 2008 yılında kuraklık ve bir önceki yıldan devir alınan olumsuzluklar devam ederken, hayvancılık desteklerini artırmak yerine aşağı çekmek amacıyla birçok destek kalemi kaldırıldı, hayvan başına destek modeline geçildi. Destekler azalırken getirilen yeni şartlarla üreticilerin desteklerden yararlanması daha da zorlaştırıldı. 2009 yılında Bakanlar Kurulu Kararı ile tarımsal destekleme bütçesinde %10 kesintiye gidilmesi, zor günler geçiren hayvancılık sektörü için çok ağır bir darbe oldu ve yaklaşık 1 milyon süt ineği ve 250 bin damızlık kesime gönderildi. Hayvancılık sektörü için tam bir yıkım olarak değerlendirilebilecek bu durum çok yanlış bir tespitle Tarım Bakanı tarafından kırmızı et üretiminde artış olarak değerlendirildi.

 

1980 sonrası uygulanan politikalar çerçevesinde 2010 yılında büyük ve küçükbaş hayvan varlığımız 41 milyon başa gerilerken nüfusumuz 74 milyona yükseldi.

 

Hayvancılık sektörünü yakından takip eden tüm uzmanların itirazlarına rağmen kırmızı et fiyatındaki artışı durdurmak amacıyla 2010 yılından itibaren önce kasaplık canlı hayvan, ardından karkas et ithalatı başlatıldı. Bunları saman ve kurbanlık hayvan ithalatları izledi. 2010-2014 yılları arasında 1 milyon 326 bin baş sığır, 2 milyon 200 bin baş küçükbaş hayvan ve 194 bin ton sığır eti ithalatı yapıldı. Bu ithalata yaklaşık 3,5 milyar dolar (5,8 milyar TL) ödendi. Bu yılın 6 aylık dönemi için yaklaşık 44 bin baş sığır, 1.568 baş küçükbaş hayvan ve 2.547 ton sığır eti ithalatına da yaklaşık 95 milyon dolar (231 milyon TL) ödeme yapıldı.

 

Fiyatları baskı altına almak için yapılan bu ithalat sonucunda 2010-2014 yılları arasında dana etinin kasap fiyatındaki artış %10 olurken, kuşbaşıda %64, kıymada %73, bonfilede %98 oldu. 2015 yılının başından günümüze kadar ise bonfile fiyatındaki artış %15 olurken, kuşbaşıda %24, kıymada %25, dana etinde %30 oldu.

 

Görüldüğü üzere fiyat takibi ve ithalat ile kırmızı ette fiyat artışı durdurulamadı. O zaman işin çözüm noktası üzerinde yoğunlaşmak gerekir. AB bütçesinin %40`ını tarımsal desteklere ayırırken ülkemizde bu oranın %2`yi geçmediğini, ülkemizde faiz ödemelerine tarımsal desteğe ayrılan payın 5 katından fazla bütçe ayrıldığını, AB ülkelerinde hayvancılık sektöründe çiftçinin kooperatifleşme oranı %90-98 aralığındayken bizde neden %13`ü geçmediğini oturup düşünmek gerekir. Hayvancılıkta en önemli maliyeti yem oluştururken 2008 yılında 500 milyon TL üzerinde olan yem bitkileri desteğinin, 2010 yılında neden 265 milyon TL seviyesine gerilediğini ve günümüzde ise hala 350 milyon TL düzeyini geçemediğini sorgulamak gerekiyor.

 

Bir cümle ile ifade etmek gerekir ise tarımımızı gerçek anlamda desteklemediğimiz, üretmediğimiz, müdahale kurumlarımızı kurup aktif hale getiremediğimiz ve çiftçinin birlikteliğini sağlayamadığımız sürece daha çok fiyat takibi ile uğraşır dururuz.

 

Ahmet ATALIK

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası

İstanbul Şube Başkanı

 

 

Okunma Sayısı: 235