GDO NE? CANAVAR KİM? - TRT TELEVİZYON DERGİSİ - ARALIK 2009
Meral ÜNSAL BAKICI
- "Her yıl bu tohuma ve ilaca yeniden para ödemek zorundasınız. Türkiye, biyoçeşitlilik konusunda karşılaştırılamayacak denli ayrıcalıklı bir ülke olduğu için biz bu tohumları topraklarımıza ekmemeliyiz. Kendi zengin gen kaynaklarımızı kullanarak tohumlarımızı geliştirmeliyiz." Dr. Gökhan GÜNAYDIN
- "Bebekler için kullanımı yasaklanan ürünler, anne karnındaki bebek için çok önemli riskler taşıyor. Çünkü anne karnındaki cenin ve anne sütü alan bebek GDO ile beslenen anneden her türlü aktarımı alıyor. Ayrıca ürünlerin ‘GDO‘suzdur‘ diye etiketlenmesine yasak getirildi. Bu, anlaşılır bir şey değil."
Bir yanımız domuz gribi salgını. Gripten olmasa da bilgi kirliliğinden hastalanmak üzereyiz. Sonumuz meçhul. Diğer yanımız demokratik açılımlı, ıslak imzalı bir kaos... Ergenekon dosyaları da H1N1‘in mutasyonu gibi. Sürekli yeni biçimlere, yeni isimlere gebe. Seller, ardı arkası kesilmeyen üçüncü sayfa haberleri derken, işsizliğin ve yoksulluk sınırının altında yaşayanların sayısı artarken, nerede soluklanacağımızı bilemez durumdayız. Aslında iyi fikir, doğaya sığınabiliriz, organik tarım yapabiliriz. Belki her şeyi unutabilir, yok sayabiliriz. Ama o da ne? GDO‘lar, yani genetiği değiştirilmiş organizmalar geliyor. Kaçın!
Kara kedi nerede?
"En zor şey, karanlık bir odada bir kara kediyi bulmaktır. Özellikle de odada kedi yoksa." Konfüçyüs‘ün, üzerinde düşünülüp farklı yorumlar yapılabilecek değerdeki bu sözü bize son günlerin ateşli tartışması GDO‘ları hatırlattı. GDO‘nun, "Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar"ın kısa adı olduğunu neredeyse bilmeyen kalmadı. Bir başka adlandırma da frankeştayn ya da canavar gıda... Elbette akıllara "iyi de bunun Konfüçyüs‘le ya da kara kediyle ne ilgisi var" diye bir soru gelebilir. Hemen açıklayalım. Şu an yediğiniz domateste bir kara kedi geni olabilir. Yok, şimdilik bu işin şakası tabii ki. Yetkililer sürekli açıklama yapıyor ya, GDO‘lu ürünler sağlığa zararlı değil diye. Çünkü onlar henüz odada olmayan kara kediyi göremiyorlar. Oysa bilim adamları görebiliyor. Eğer GDO‘lar bir şekilde hayatımıza girer ve yaygınlaşırlarsa, şu an görünmeyen ve bilinmeyen onlarca hastalıkla karşı karşıya kalabiliriz. Yani kara kedi, artık görünür olabilir ve biz çok geç kalmış olabiliriz.
Konu çok ayrıntılı ve tarafları çok fazla. Her yönden, her yerden bir ses çıkıyor. Uzmanlar da, uzman olmayanlar da konuşuyor. Kafamız karışık ve daha da karışacağa benziyor. Biz ise bu bilgi kirliliğinden bir nebze uzak duralım ve hem GDO hem de hormonlu, tarım ilacı kalıntılı gıdaları bu işin bilimini yapanlara soralım istedik. Türkiye Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Dr. Gökhan Günaydın ile bilinmeyenleri ve gerçekleri konuştuk.
Sizin daha önce yaptığınız açıklamalardan biliyoruz ki, GDO konusu ülkemiz için yeni değil. Ne kadar süredir bu ürünlerle karşı karşıyayız?
1998 yılından bu yana ülkemize giren GDO‘lu ürün miktarı en az 20 milyon ton ve buna ödenen miktar da 15 milyar doların üzerinde.
Zaten yiyorduk yani. Peki, fırtınalar koparan bu yönetmelik neyi değiştirecek?
Bu ürünler Türkiye‘ye hiçbir kontrole tabi tutulmadan girdi. Bir konuda kontrol var. 14 Mayıs 1998 tarihinde çıkarılan bir genelge uyarınca GDO‘lu ürünlerin ülkemizde ekilmesi yasak. Biz hep bir biyogüvenlik yasası istedik. Bu ürünlerin ekilmesinin yasa ile yasaklanması ve hammadde girişinin de engellenmesi için. Ancak 2003 yılından bu yana yasa taslağı hazırlanıyor olmasına rağmen, TBMM‘ye gelmiş değil. Bildiğiniz gibi, 26 Ekim 2009 tarihinde Gıda ve Yem Amaçlı Genetiği Değiştirilmiş Ürünlerin İthali, İşlenmesi, Depolanması, İhracı, Kontrol ve Denetimine Dair Bir Yönetmelik yayınlandı. Kontrol ve denetimi yalnızca 17. maddede çok küçük bir şekilde düzenlendi. Dolayısıyla asıl olarak bu ürünlerin ticareti düzenlenmiş oldu. Kamuoyunda, "yasakladık, düzenledik, engelledik" diye çeşitli söylemler ileri sürülüyor ama yönetmeliğin adına baktığımızda bile bir yasaklamanın olmadığını görüyoruz. Öte yandan yasa çıkmadan yönetmeliğin çıkması önemli bir hukuksal sorun.
GDO‘lar yalnız bebek ürünlerinde yasaklanıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bebekler için kullanımı yasaklanan ürünler, anne karnındaki bebek için çok önemli riskler taşıyor. Çünkü anne karnındaki cenin ve anne sütü alan bebek GDO ile beslenen anneden her türlü aktarımı alıyor. Bu, anlaşılır bir şey değil. Bir diğer önemli husus ise şu; oran binde beşin altındaysa her türlü GDO‘lu ürünün Türkiye‘ye girişi serbest. Sonuç olarak biz biyogüvenlik yasasının geniş kesimlerin görüşlerinin alınarak gerçekten demokratik ve katılımcı süreçlerle hazırlanması ve ülke için en uygun olanının bulunmasından yanayız. Çünkü ülkemiz bu kadar ithalata bağlı olmayı hak eden bir ülke değil. Türkiye hâlâ çok zengin bir tarım ülkesi. Bir biyoçeşitlilik cenneti. Dünyadaki sekiz gen merkezinden üçü bizim ülkemizde. Ve biz kendi tohumumuzu geliştiremiyoruz, dışarıdan tohum alıyoruz. Bunlar kabul edilebilir şeyler değil.
Bu ürünlerin ülkemizde ekimi söz konusu olursa, ne gibi sonuçlar doğurabilir?
Biyogüvenlik tasarı taslağına baktığınızda bu ürünlerin ekimine izin verileceğini görüyorsunuz. Bu son derece tehlikeli bir şey. Size bu tohumu satanlar aynı zamanda ilaç da satıyorlar. Tohumun üreme yeteneğini de içinden alıyorlar. Dolayısıyla siz her yıl bu tohuma ve ilaca yeniden para ödemek zorundasınız. Türkiye, biyoçeşitlilik konusunda karşılaştırılamayacak denli ayrıcalıklı bir ülke olduğu için, biz bu tohumları topraklarımıza ekmemeliyiz. Kendi zengin gen kaynaklarımızı kullanarak tohumlarımızı geliştirmeliyiz.
GDO‘lar diyelim ki ekilmeye başladı. Normal tarım ile etkileşimi ne düzeyde olur?
Burada iki süreç var. Bunlardan birisi terminatör teknolojisini tohuma sokmak. Bunu yaptığınızda tohumun üreme özelliğini ortadan kaldırıyorsunuz. İkincisi de bu teknolojiyi sokmasanız bile üründen ertesi yıl için tohum ayırdığınızda ürün çıkıyor. Ama bu ürün, orijinal tohumun verim ve kalitesinin çok gerisinde oluyor ve bir anlam ifade etmiyor. Dolayısıyla terminatör teknolojisi olsun ya da olmasın, üreticinin tohum ayırma hakkı olmuyor. İkinci süreç de biyoçeşitlilik açısından sorun oluşturuyor. Bir canlıdan bahsediyoruz. Bu canlılar, tozlaşma yoluyla aynı zamanda tüm biyokimyasal içeriğini başka bir canlıya aktarabiliyor. Bir canlının gen dizilimini değiştiriyorsunuz ve o dizilim tozlaşma yoluyla başka bir bitkiye aktarılıyor. Dünya genelinde konvansiyonel tarım alanlarına GDO‘lu tarım alanlarından gen kaçışı tespit edildi. Bu doğanın ve normal tarım yapanların tamamen aleyhine. 4 bini endemik olmak üzere 13 bin bitki türüne sahip ülkemiz bunlara çok dikkat etmek zorunda.
Normal tarım yapan çiftçinin eli kolu bağlı yani...
Madalyonun bir de öbür yüzü var. Diyelim ki, normal ekim yaptınız, yan tarlada da GDO‘lu ekim yapılmış. O tarladan sizinkine gen kaçışı oluyor. Normalde sizin tazminat istemeniz gerekirken, şirket sizin tarlanızda analiz yapıyor ve kendi genini bulunca bunun parasını istiyor. Bunun masum hiçbir yönü yok! Bu ürünlerin verim artırdığı ve açlığa çare olduğu konusundaki söylemler işin halkla ilişkiler, reklam bölümü. Bugüne kadar verimlilik artırıcı bir gen transferi söz konusu bile değil. GDO‘lu tarım ve normal tarım yapan ülkelerin ürün artışını karşılaştırdığımızda, GDO lehine bir artış söz konusu değil. İkinci bir iddiaları da şu: Transgenik (GDO‘lu) ürünlerde daha az ilaç kullanarak maliyet düşüreceklerini söylüyorlar ama araştırmalar gösteriyor ki, yine de zirai mücadele ilacı kullanımı artmış.
Yönetmelik için iptal davası açmayı düşünüyor musunuz?
İptal davası açanlar oldu. Biliyorsunuz yayınlandıktan itibaren 60 günlük süre var. Biz bu işin reklam tarafında değiliz. Bugüne kadar bu mücadeleye hiç ortak olmamış gruplar ikinci gün açıklama yaptılar "İptal davası açtık" diye. İptal davası açmak, yalnızca hukuksal birikimle mümkün değildir, teknik birikim de gerekir. Biyogüvenlik yasa tasarısı taslağının Bakanlar Kurulu‘nda imzalanmak üzere Meclis‘e gelmesi bekleniyor. Biz, Ziraat Mühendisleri Odası olarak bu tasarının gelmesini bekliyoruz ve içeriğini görmek istiyoruz. Bu tasarıyla yönetmelik uyuşmayacaktır ve yönetmelik zaten kaldırılacaktır. Ama sürenin sonuna doğru bu yönetmelik hâlâ yürürlükteyse iptal davası açmayı düşünürüz. Bu konuda aceleci değil, dikkatliyiz.
Bilimsel çalışmalar gösteriyor ki, GDO‘lu ürünlerin tüketilmesi ve üretilmesi birçok sakıncayı beraberinde getiriyor. Söylenildiği gibi üretim kapasitesi açısından da harikalar yaratmıyor. O zaman bu ısrar niye?
Sadece 2003-2008 döneminde Türkiye‘ye 17 milyon ton mal girmiş ve karşılığında 15 milyar dolar para ödenmiş. Bu malı kim getiriyor? İnsan sağlığı mı, ticaret mi ikilemine tarih boyunca hep yanıt aranmıştır ve bu yanıt genellikle ticaretten yana olmuştur. Bu ithalatın denetimsiz olarak sürmesi yolunda hem ulusal hem de uluslararası bir lobi var.
Size göre tüketiciye ne gibi görevler düşüyor?
Tüketici son bir ayda üzerine düşeni yaptı. Konuyla çok ilgilendi. Ne yediğine ne içtiğine giderek artan bir ilgi duymak zorunda zaten. Önce sağlıklı gıdayı talep etmeli ve sağlıklı gıdanın da ancak bu topraklarda yapılan tarımla mümkün olabileceğini bilmeli. Yüksek sesle GDO‘lu ürün istemediğini söylemeli.
GDO‘lara göre daha eski bir sorunumuz var: hormonlar ve zirai ilaçlar. Bu konudaki yaklaşımınız nedir?
Elbette tek risk GDO değil. Ancak hormondan çok daha önemlisi zirai mücadele ilacı (pestisit) kalıntısı. Bu konuda da temel bir sisteme ihtiyaç duyuluyor. Ruhsatlandırılarak hangi ilaçların satılabileceğine karar verirken, çevreye ve insan sağlığına en az zarar veren ilaçları tercih etmek gerekiyor. Geriye kalanları ise derhal yasaklamak lazım. Bakanlık bu konuda yasaklama kararları aldı ama raf ömürleri iki yıl olarak belirlendiği için yasaklanan ilaçlar bile halen Türkiye‘de satılıyor. Bu iş meslek mensuplarına terk edilmeli ve yanlış ilaç satışının önüne geçilmeli. İlacı doğru satmak da yetmez. Üreticinin o ilacı uygun zamanda, doğru miktarda, uygun yöntemle kullanması lazım. Bu şekilde kullanıp ürünü hasat etmeden önce bekleme süresine uyarsa, zirai mücadele ilaçları parçalanır ve baki etki yaratmaz. Ama bu aşamaların her birinde yapılan hatalar o ilacın tüketicinin sofrasına ulaşmasına neden olur ve bu ilaçlar kansorejendir. Dolayısıyla sistemi bir bütün olarak görüp, uzmanlarına bırakmak ve uzman olmayanları da sistem dışına çıkarmak gerekli. Firma çıkarlarını değil, tüketici ve üretici yararını gözleyen bir politik anlayışa ihtiyaç var.
GDO nedir?
Bir türden başka bir türe laboratuar koşullarında, gen aktarımı suretiyle çeşitli özellikler kazandırılan, bitki, hayvan ya da organizmalara genetiği değiştirilmiş organizma denir. Teorik olarak her canlıdan bir başka canlıya gen aktarmak mümkün. Laboratuar ortamında daha fazla çeşit elde edilirken, ticari markaya dönüşmüş hali daha kısıtlı. Dünyada 125 milyon hektarlık alanda GDO‘lu ürün ekiliyor. 27 ürün üretime konu ediliyor. Bu ürünlerin yüzde 99‘u mısır, soya, pamuk ve kanolada toplanıyor. Maalesef Türkiye bu dört üründe de ithalatçı konumda. Son dönemde ülkemize bir milyon 250 bin ton düzeyinde mısır, bir milyon tonun üzerinde pamuk ve soya ile bir miktar da kolza ve palm yağı şeklinde GDO‘lu ürün giriyor. 1998 yılından bu yana ülkemize giren GDO‘lu ürün miktarı en az 20 milyon ton ve buna ödenen miktar da 15 milyar doların üzerinde. Türkiye‘de GDO‘lu mısır ve soyadan işlenmiş ürünler tüketici sofrasına ulaşıyor. Bir de yemlerde GDO‘lu ürün kullanılıyor ve dolayısıyla süt, süt ürünleri ve et olarak da GDO‘lar sofralarımıza geliyor. Şu an sofralarımızda binden fazla GDO‘dan üretilmiş gıda maddesi var.