GENEL KURULLAR SÜRECİNDE TMMOB ÖRGÜTLÜLÜĞÜNE

GENEL KURULLAR SÜRECİNDE TMMOB ÖRGÜTLÜLÜĞÜNE
MERKEZ
24.01.2020

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, içinde bulunduğumuz genel kurullar sürecine ilişkin 23 Ocak 2020 tarihinde tüm TMMOB örgütlülüğüne yönelik bir mesaj yayınladı.

 
 
 
 

GENEL KURULLAR SÜRECİNDE TMMOB ÖRGÜTLÜLÜĞÜNE

23 Ocak 2020

Türkiye’deki 600 bine yakın mühendis, mimar ve şehir plancısının temsilcisi olan TMMOB örgütlülüğünün demokratik yapısının güvencesi olan genel kurullar sürecine girdik. Şubelerimizde başlayan bu süreç, Oda Genel Kurullarımız ve nihayet Mayıs ayı sonunda toplanacak olan TMMOB 46. Genel Kurulu ile tamamlanacak.

TMMOB örgütlülüğü açısından genel kurullar süreci basit anlamıyla yönetim organlarının belirlendiği birer seçim süreci değildir. Bizler için genel kurullar süreci, Odalarımızın ve TMMOB örgütlülüğünün iki yıllık çalışma döneminin demokratik ve katılımcı şekilde tartışıldığı, çalışma programımızın ve mesleki-politik yönelimlerimizin belirlendiği, örgütsel yapımızın yenilendiği dönemdir.

Genel kurullar sürecimizin TMMOB’nin tarihsel birikimine ve demokratik değerlerine yakışır biçimde tamamlanacağına inanıyorum.

Sevgili Arkadaşlar

45. Genel Kurulumuzdan bu yana geçen dönemde, ülkemiz açısından gerçek bir tarihsel kırılmaya tanıklık ettik. 24 Haziran’da gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle birlikte, Türkiye Cumhuriyeti’nin belirli bir dönemi tümüyle sona erdi. Güçler ayrılığı esasına dayalı parlamenter rejim kaldırılarak, yasama, yürütme ve yargı erklerinin cumhurbaşkanında toplandığı yeni bir rejim kuruldu.

Cumhurbaşkanlığı Kararnameleriyle tümüyle “tek adam”a bağımlı yeni bir idari yapılanma inşa edildi. Ülkenin adeta omurgası niteliğindeki bakanlıklar, genel müdürlükler, kurumlar, kuruluşlar, yasalar, yönetmelikler birer kararname ile kaldırıldı. Cumhuriyet rejiminin temelini oluşturan halk egemenliği anlayışının, rejimin istikrarını sağlayacak denge-fren mekanizmalarının ve hukukun üstünlüğü ilkesinin ortadan kalkmasıyla gerçek anlamda otoriter bir tek adam rejimi yaratıldı.

Devletin tüm kurumları “parti devleti” anlayışı ile yapılandırıldı. Kamu adına görev yapan idareciler parti yöneticileri gibi davranır, hukuka bağlılıkla yükümlü mahkemeler parti çıkarlarına uygun karar verir, atama ve yükselmelerde liyakat yerine partiye sadakat esas alınır hale geldi. Yapılan değişikliklerle emek ve meslek örgütlerinin, hatta üniversitelerin kamuya ilişkin politika üreten kurul ve kurumlarda yer alması engellendi. Kamu adına söz söyleyecek, politika önerecek kurum ve kuruluşların kamu yönetimiyle bağı kesildi.

En büyük vaadi ekonomide büyüme ve siyasette istikrar sağlamak olan tek adam rejimi daha ilk aylarından itibaren ekonomide büyük bir krizin patlak vermesine neden olurken siyasette ise kamplaşmanın giderek derinleşmesine neden oldu.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında patlak veren ve etkileri hâlâ devam eden ekonomik kriz enflasyondan işsizliğe, yoksullaşmadan ekonomik durgunluğa kadar hayatlarımızı her alanda kâbusa çevirdi. Yaşanan derin ekonomik kriz, uzun yıllardır büyük borçlar altında hayatını sürdürmek zorunda kalan geniş toplum kesimlerini derin bir çaresizliğe sürüklemiştir. Geçim sıkıntısı nedeniyle, ülke tarihimizde eşine az rastlanan aile intiharlarının yaşanması içinden geçtiğimiz krizin toplumsal boyutunu gözler önüne sermektedir.

AKP’nin dayattığı tek adam rejiminin antidemokratik, baskıcı ve hukuk dışı politikaları krizi derinleştirse de krizin asıl nedeni 1980’li yıllardan itibaren küresel sermaye güçlerinin güdümünde kesintisiz bir şekilde uygulanan özelleştirmeye, piyasalaştırmaya, kuralsızlaştırmaya dayalı neoliberal politikalardır. Pervasızca yapılan özelleştirmelerle üretken kamu kuruluşlarımızın büyük bir kısmı elden çıkarılmış, elde kalan az sayıdaki kuruluş da idari bütünlükleri parçalanarak ve serbestleştirme uygulamalarıyla etkisizleştirilmiştir. Ülke ekonomisi yüksek oranlı borçlanma ve yoğun ithal girdi kolaycılığının üzerine oturtulmuştur.

Bu politikalarla ülkemiz rantiye bataklığına sürüklenmiş, üretim yeteneğimiz aşındırılmıştır. Üretim-yatırım-tasarruf politikalarının yerini tüketim politikaları almıştır. Tarım ve sanayi gibi üretken sektörler geriletilip, ülke kaynakları rant dağıtımı merkezli inşaat ve müteahhitlik işleri ile katma değeri düşük hizmetler sektörüne yönlendirilmiştir.

Türkiye ekonomisi uzun yıllardan bu yana dışa bağımlı bir yapıdadır. Üretim yerine dış kaynaklara dayalı ekonomimiz, sıcak para akışının kesildiği her durumda büyük krizlerle karşı karşıya gelmektedir. Yaşadığımız her kriz, halkımızın ve ülkemizin birikimlerinin yok olmasıyla sonuçlanmaktadır.

İktidar dönemi boyunca, merkez kapitalist ülkelerdeki parasal genişleme politikalarının yarattığı düşük kur ve düşük faiz olanaklarını sanayileşme, teknolojik gelişme ve üretimin artırılması yerine verimsiz inşaat projelerine aktaran AKP’nin 17 yıldır uyguladığı yanlış ekonomi politikaları ülkeyi sürekli krize sürüklemektedir.

Yüksek ekonomik büyüme söylemiyle aşırı borçlandırmaya ve kredi kullanımına itilen piyasa aktörleri, bugün borçlarını ödeyemez duruma gelmiştir. Borçlarını ödeyemeyen, kredilerini yeniden yapılandırma başvurusunda bulunan şirketler nedeniyle reel sektörde para akışı durmuştur. Özellikle ithal hammadde ve ara mal kullanılan sektörlerde üretim yapılamaz hale gelmiş, kitlesel işten çıkartmalar yaşanmıştır. TÜİK’in dar tanımlı işsizlik verilerine göre bile ülkemizde işsizlik yüzde 15, genç işsizliği ise yüzde 30 bandına dayanmıştır.

Sanayinin olduğu gibi tarım ve hayvancılığın da plansız, dışa bağımlı, verimlilikten uzak bir anlayışla yapılandırılması, ülkemizi, benzerini savaş dönemlerinde gördüğümüz pahalılık ve kıtlıkla yüz yüze getirmiştir. Temel gıda maddelerinde yaşanan bu aşırı pahalanma ve kıtlık nedeniyle şehir meydanlarında tanzim satış çadırları kurulmak zorunda kalmıştır. Dahası bu çadırlar bir hükümet başarısı olarak sunulmak istenmiştir. Ekonomik krizle mücadeleyi bile aklıselim yöntemlerle değil, akıl-dışı, baskıcı yöntemlerle örtbas etmek isteyen AKP’nin bu yaşanan ekonomik krizi çözmesi mümkün olmamıştır.

Yaşanan kriz nedeniyle toplumsal desteğini iyiden iyiye kaybeden tek adam rejimi, kendisine karşı büyüyen tepkiyi bastırabilmek için 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında ilan edilen Olağanüstü Hal rejimini sürekli hale getirdi. Olağanüstü hal, tek adam rejiminin olağan yönetme biçimi haline getirildi. Seçilmiş belediye başkanları yerine atanan kayyumlarla, asılsız suçlamalara dayalı tutuklamalarla, demokratik kitle örgütlerini hedef alan soruşturmalarla bu rejim pekiştirildi.

Hiçbir biçimde sürdürülebilirliği olmayan bu baskı rejimini sürekli kılabilmek için siyasal iktidar yıllardan bu yana ülke içinde ve dışında “terör” tehdidi algısını canlı tutmaya çalışmaktadır. Ülke içinde siyasal iktidarı eleştiren her türden demokratik ve meşru protesto eylemi kriminalize edilerek polis şiddetinin ve yargının hedefi haline getirilmektedir. En temel anayasal özgürlükler arasında yer alan basın açıklamaları, sosyal medya paylaşımları ve eylemler suça dönüştürülmektedir.

Yıllardır yürütülen yanlış dış politikalar ise dış politikada Türkiye’yi büyük bir yalnızlaşmaya sürüklemiştir. Bu yalnızlaşma, emperyalist güç odaklarının istikrarsızlaştırdığı Ortadoğu coğrafyasında, ülkemizi giderek daha fazla çatışmacı bir konuma doğru sürüklemektedir. Siyasi iktidar, dış politikadaki bu çatışmacı durumu, ülke içindeki zayıf pozisyonunun konsolidasyonu ve muhalif kesimleri susturmanın bahanesi olarak kullanmaktadır. 2016 ve 2017 yıllarındaki Fırat Kalkanı Operasyonu, 2018 yılındaki Zeytin Dalı Operasyonu ve 2019 yılındaki Barış Pınarı Operasyonu ülkemizin her geçen gün daha fazla Suriye Savaşının içerisine sürüklenmesine neden olmuştur. 2020 yılının hemen başında çıkarılan Libya Tezkeresi tek adam rejiminin aynı zamanda süreklileşmiş bir savaş hali olduğunu göstermektedir.

Türkiye halkı, ekonomide kriz, iç politikada baskı, dış politikada ise süreklileşmiş savaş durumu ile özdeşleşen tek adam rejimi altında yaşamaktan hiçbir biçimde memnun değildir. Tek adam rejiminin mutlak egemenliği altında, bütün medya organlarının iktidar tarafından kontrol edildiği, muhalif tüm seslerin susturulduğu, devletin tüm imkanlarının parti için seferber edildiği, seçim kurulunun AKP seçim işleri bürosu gibi çalıştığı bir dönemde yapılan yerel seçimlerde iktidarın yaşadığı yenilgi, halkın memnuniyetsizliğinin açık göstergesidir. İktidarın tüm baskılarına rağmen demokrasiye, sandıklara, sandık iradesine sahip çıkan toplumsal muhalefetin kararlı duruşu, geçtiğimiz dönemin en önemli ve en umut verici gelişmesi olmuştur. Geride bıraktığımız dönemde, başta yasama ve yargı olmak üzere demokratik siyasal rejimin tüm temel direklerini ortadan kaldıran siyasal iktidarın, halkın umudunu ve direncini yıkamamış olması, ülkemizin geleceğinin teminatıdır.

İstanbul, Ankara, Antalya, Mersin, Adana gibi büyükşehirlerin belediyelerinin yönetimlerinin muhalefetin eline geçmesi, 25 yıldır bu belediyelerde yaşanan kadrolaşmaların, yolsuzlukların ve israfın birer birer açığa çıkmasına neden oldu. Merkezi bütçeye göre çok daha esnek, çok daha kontrolsüz yerel yönetim bütçeleriyle yandaş kurum, kuruluş ve vakıflara yapılan para ve rant akışlarının kesilmesi, iktidar bloğu içindeki ayrışmaları hızlandırırken halkın yerel hizmetlere ulaşımını kolaylaştırdı.

Sevgili Arkadaşlar

Tek adam rejimi ve uygulamaları, tüm toplumu olduğu gibi mühendis, mimar ve şehir plancılarının yaşam koşullarını ve mesleki-özlük haklarını da olumsuz etkilemektedir.

Geçtiğimiz yıllarda Birliğimiz ile SGK arasındaki yapılan asgari ücret protokolünün SGK tarafından tek taraflı olarak feshedilmesiyle yeni bir boyut kazanan özlük haklarımıza yönelik saldırılar, sistematik biçimde artmıştır. Geçtiğimiz dönemde teknik öğretmen, tekniker ve teknisyenlerin “Yardımcı Kontrol Elemanı” adı atında yapı denetim sistemine eklenerek, mühendislik mesleğinin uygulama alanlarından birisi daha farklı meslek gruplarına açılmıştır. Yapı Denetim sistemi teknikerlere açılırken, KHK’lar ile hukuksuz biçimde kamudan ihraç edilen mühendis, mimar ve şehir plancılarının yapı denetim şirketlerinde görev yapmaları engellenerek bu arkadaşlarımızın yaşadıkları mağduriyet daha da artırılmıştır.

Meslek alanımıza ilişkin saldırıların bir diğer örneği de, yapı ruhsatlarındaki proje müelliflerinin imza gerekliliğinin kaldırılması olmuştur. Meslektaşlarımızın hak ve yetkilerini kaybetmesine neden olan bu uygulama uzun yıllardır mücadele ettiğimiz “sahte proje müellifliği”nin ve sorunlu-denetimsiz projelerin önünü açmıştır. Tüm bu düzenlemeler, sadece meslek alanlarımızı hedef almakla kalmıyor, halkın iyi ve güvenli mühendislik, mimarlık, şehir plancılığı hizmeti almasını da engelliyor. Bu durumun toplumumuza maliyeti, daha güvensiz yapılar, daha fazla yıkım, daha çarpık bir kentleşme olarak yansımaktadır.

Öte yandan siyasal iktidarın önceliğinin güvenli yapılar ve sağlıklı kentleşme olmadığı 2018 yılında yasalaştırılan ve 2017 öncesi yapılan tüm kaçak yapıların ruhsatlandırılmasına imkan sağlayan “İmar Affı” ile anlaşılmıştır. İmar affı, yoksulların kendi imkânlarıyla yaptığı iki göz odalarını yıkım tehdidinden kurtarmanın değil, sermayenin yasadışı yatırımlarını güvence altına almanın aracı haline gelmiştir. Projesi olmayan, hiçbir mühendislik hizmeti almamış kaçak yapı ve eklemelerin yapı güvenliği ve insan hayatı üzerindeki tehdidi özellikle İstanbul’da birbiri ardına çöken binalarda ortaya çıkmıştır.

Bilimi, tekniği ve yaratıcı fikirleri sistematik olarak değersizleştiren bu politikalar sadece teknik elemanların yaşamlarını değil, ülkemizin geleceğini de tehdit etmektedir. Mühendis, mimar ve şehir plancılarının mesleki hak ve çıkarlarını korumak aslında tüm toplumun geleceğini korumak demektir. Çünkü bizim meslek alanımız, toplumun ortak yaşamının üretimini ve devamlılığını sağlamaktadır. Bizler bu anlayışla, mesleğimize ve meslektaşlarımıza sahip çıkarken, ülkemizin ve toplumumuzun ortak geleceğine de sahip çıkıyoruz.

Sevgili Arkadaşlar

Geçtiğimiz dönem tek adam rejiminin yarattığı bu karanlık tablo karşısında, geniş halk kesimlerinin halk egemenliğine, sandık iradesine, madenlerine, ormanlarına, kentlerine, üniversitelerine ve çocuklarının geleceğine sahip çıkma iradesi bir umut ışığı gibi parladı. TMMOB örgütlülüğü olarak bu umut ışığının büyümesinde önemli bir rolümüzün olduğunu biliyor ve bunun kıvancını yaşıyoruz.

Bu dönem boyunca, Odalarımızın ve İl Koordinasyon Kurullarımızın düzenlediği yüzlerce etkinliğin yanı sıra TMMOB bünyesinde Kamuda Çalışan Meslektaşlarımızın, Ücretli Çalışan-İşsiz Meslektaşlarımızın, OHAL KHK’larıyla İhraç Edilen Meslektaşlarımızın, Emekli Meslektaşlarımızın, İş Güvenliği Uzmanı Meslektaşlarımızın ve Bilirkişilik alanında çalışan meslektaşlarımızı sorunlarına ilişkin çalıştaylar gerçekleştirdik. Yine 45. Genel Kurulumuzda aldığımız kararlar uyarınca odalarımızın ve çalışma gruplarımızın katkısıyla Kadın Sempozyumu, Dünya Gıda Günü Sempozyumu, Coğrafi Bilgi Sistemleri Kongresi, Kamucu Politikalar Sempozyumu, Yapı Denetimi Sempozyumu, Kadın Kurultayı, Enerji Sempozyumu ve Sanayi Kongresi’ni düzenledik. Adana, Denizli, Muğla, Kocaeli ve Kars’ta Kent Sempozyumları yaptık. Aydın’da Jeotermal Enerji Santralleri çalıştayı düzenledik. Bu etkinlikler yoluyla TMMOB’nin değerleri ve birikimi toplumun tüm kesimleriyle paylaşılırken, meslek alanlarımızdaki teknik gelişmeler üyelerimize aktarıldı.

Yine bu dönem boyunca açtığımız davalar ve yürüttüğümüz hukuki mücadele ile şehirlerimizin, kıyılarımızın, madenlerimizin, tarihi eserlerimizin, kültürel mirasımızın yağmalanmasına karşı önemli davalar kazandık. Üyelerimizin haklarını koruma ve teknik yönetmeliklerin mesleki ilkelere uygunluğu noktasında önemli kazanımlar elde ettik.

Çalışma dönemimiz boyunca mesleki ve özel hayatlarından feragat ederek TMMOB Örgütlülüğünü büyütmek için gecesini gündüzüne katan oda yönetim, onur ve denetleme kurullarında görev yapan arkadaşlarıma; şube yönetim kurullarında ve temsilciliklerde görev alan arkadaşlarıma; İKK sekreterlerimize; işyeri temsilcilerimize; omuz omuza emek harcadığımız odalarımızın örgütlü üyelerine; çalışma gruplarında, kongre, sempozyum ve kurultaylarımızın düzenleme ve yürütme kurullarında görev alan arkadaşlarıma; Birlik ve oda çalışanı arkadaşlarıma, TMMOB çalışmalarında bize destek olan bilim insanlarına ve uzmanlara; büyük bir inanç ve özveri ile örgütümüze verdikleri katkılardan dolayı Yönetim Kurulumuz adına teşekkür ediyorum.

TMMOB’nin eşitlikten, özgürlükten, demokrasiden, barıştan, laiklikten ve barıştan yana toplumcu mücadele çizgisini yarınlara taşıyabilmek için, kişisel ihtiraslarını ve dar grup çıkarlarını TMMOB’nin ihtiyaçlarının önüne koymadan mücadele edecek tüm ilerici, çağdaş, yurtsever mühendis, mimar ve şehir plancılarının ortak aklına, dayanışmasına ve birlikteliğine ihtiyacımız var. Genel kurullar sürecinde TMMOB örgütlülüğünün ve üyelerinin bu sorumlulukla hareket edeceğine inancım tamdır.

Bu inanç ve kararlılıkla, Türkiye’nin içinden geçtiği bu karanlık dönemde, ülkemize, mesleğimize ve değerlerimize sahip çıkmak konusunda en ufak bir tereddüt yaşamadan mücadele eden tüm TMMOB örgütlülüğüne genel kurullar sürecinde başarılar ve kolaylıklar diliyorum.

Emin KORAMAZ

Yönetim Kurulu Başkanı

Okunma Sayısı: 765
Fotoğraf Galerisi