GÜNAH KEÇİLERİ: HİNDİSTAN VE ÇİN! - EVRENSEL

İSTANBUL
02.08.2008

Hindistan ve Çin, medya organlarında, özellikle son 1 yıldır yoğun bir şekilde yaşanan gıda krizi ile gıda fiyatlarının hızlı yükselmesinin baş sorumluları arasında gösterildi.

 

Ahmet ATALIK

Ziraat Mühendisleri Odası
İstanbul Şube Başkanı

Bu görüşün mimarlarından ABD Başkanı George W. Bush, Missouri eyaletindeki interaktif bir oturumda "Hindistan‘da orta direk olarak adlandırılan 350 milyon insanın bulunduğunu, bu sayının tüm ABD nüfusundan daha fazla olduğunu, ekonomik durumları iyileştikçe daha iyi beslenmeye ve daha kaliteli gıdaya yöneldiklerini, talepteki artışın gıda fiyatlarının hızlı artmasına neden olduğunu" belirtiyordu. Asıl sorumluları saklayan bu açıklamadan ABD‘deki obezlerin doyması için Hindistanlıların aç kalmaya devam etmesi gerektiğini anlıyoruz.

Hindistan ekonomisi büyürken, halkının büyük çoğunluğu küreselleşmenin bir sonucu olarak tarım arazilerini ve geçim kaynaklarını kaybetti ve daha da fakirleştiler. Birçok Hindistanlı, küreselleşme ve ticaretin liberalleştirilmesi dönemi öncesine göre artık daha az gıda maddesi tüketebiliyor; 1991‘de yılda kişi başına 177 kg olan gıda tüketimi günümüzde 152 kg‘a kadar gerilemiş durumdadır. Hindistan‘da ekonomik büyüme açlıkla birlikte geldi; her yıl beslenme yetersizliği nedeniyle bu ülkede yaklaşık 1 milyon çocuk ölüyor.

Bush‘un konuşmasında vurguladığı "orta direk" açısından da durum iyiye gitmedi. Fakirlerin gıdaya ulaşımı ve geçim kaynakları tam anlamıyla yok edilirken, orta direk de küreselleşmenin ülkeye soktuğu işlenmiş abur cubur gıdalar ile daha sağlıksız beslenmeye başladı. Hindistan artık hem fakirlerin hem de zenginlerin kötü beslendiği bir ülke haline geldi. En fazla aç çocuk ve en fazla şeker hastası bu ülkede!

Hindistan yüzde 9‘luk büyüme oranıyla süper ekonomik bir güç olarak algılanıyor. Ancak, bu büyüme köylünün arazisini kaybetmesine ve tarımsal üretimde tahribata yol açtı. Geçmişte köylü tohumunun yüzde 80‘ini üretir, kalan kısmı da devletten temin eder, ürettiği ekinlerde pazar sorunu yaşamazdı. Kazanç sorunu yoktu, ayrıca Kamu Dağıtım Sistemi vasıtasıyla fakirlere uygun fiyata gıda maddesi sağlanırdı. Küreselleşme, yerel ve ülkesel gıda ekonomisini çokuluslu şirketlerinin kontrolündeki spekülatif küresel meta ticareti ile bütünleştirerek, hem çiftçiler hem de fakirlerin yararına olan sistemi bozdu. Şirketler hızla büyürken, geçinemeyen 150 binden fazla çiftçi ise intihar etti.

Günümüzde Hindistanlılar kişi başına daha az gıda tüketirken, uluslararası pazarlardan daha fazla soya ve buğday almaya zorlanıyorlar. Bu ithalatlar Dünya Ticaret Örgütü ve ABD hükümetinin yardımıyla çokuluslu şirketler tarafından Hindistan hükümetine dayatılıyor. Buğdayda ve bitkisel yağlarda Hindistan kendine yeter bir ülke olması nedeniyle bu tür ithalatlar önceleri yapılmıyordu. Zaten bu ithalatlar talepten kaynaklı da değil. Hindistan 1998 yılında, yeterli bitkisel yağı olmasına karşın soya ithal etti. ABD‘de ton başına verilen 200 dolarlık destek nedeniyle bu ithalatlar dampinge neden oldu. Hindistan cevizi, hardal, susam, keten tohumu ve yerfıstığı üreticileri pazarlarını, gelirlerini ve geçim kaynaklarını kaybettiler. Sonuçta, geleneksel kültüründe endüstriyel yağ tüketmeyen Hindistan‘da sağlıklı bitkisel yağların yerini sağlıksız, genetiği değiştirilmiş soya ve palm yağları aldı.

Hindistan 2005 yılında kendine yeter miktarda buğday üretmesine karşın, ABD ile yapmış olduğu tarım anlaşmasının gereği olarak buğday ithal etti. Buradaki asıl amaç yerli üretimin zora sokulması ve ABD‘li çokuluslu tarım şirketlerinin pazara girebilmesiydi. Gelen buğday gıda olarak tüketilmeye uygun olmamasına karşın ABD, Hindistan‘a ürün alım standartlarını hafifletmesi yönünde baskı yaptı. Görüldüğü üzere günümüz dünyasında serbest ticaret değil zorla besleme sistemi mevcut!

Yerli üretimin tahribatının küresel ölçekte gıda kıtlığına yol açtığı açıktır. Diğer yandan gıda, çokuluslu şirketlerinin egemenliğinde olduğunda ise bu şirketler fiyat ayarlamaları ve spekülasyonlarla kazanabildikleri kadar çok kazanmaya çalışıyorlar. Bu da fiyatları yukarı doğru çekiyor. Bu olumsuzluklardan en çok etkilenen Hindistan ise görüldüğü üzere ABD Başkanı Bush tarafından, olumsuzlukların sorumlusu olarak gösteriliyor. Neden mi? Kendi küresel finans kurumlarının ve çokuluslu şirketlerinin foyası meydana çıkmasın diye! Geçtiğimiz yıl ürettiği kadar buğday tüketen, dünya piyasalarına 2.5 milyon ton pirinç satan Hindistan bu suçlamaları hak etmiyor!

Hedef saptırmak için haksız yere suçlanan diğer ilke ise Çin‘dir. Hindistan‘da kutsallığı nedeniyle pek et tüketilmediğinden Çin‘i de et tüketimi açısından incelemeye başlayalım. Çin‘de 1990‘da 1.1 milyon ton sığır eti tüketilirken, 2007 yılında tüketimin 7.4 milyon tona çıktığını görüyoruz. Ancak, tüketimde görülen bu artışı Çin kendi iç üretimiyle karşıladı ve hatta küçük bir miktar sığır eti ihracatı dahi yaptı. Durum domuz etinde de aynı oldu. Süreç içerisinde 23 milyon tonluk artışla domuz eti tüketimi 45 milyon tona ulaştı. Çin bu artışı da iç üretimle karşılayabildi. Kanatlı eti üretiminde de durum hemen hemen aynı oldu. Piliç tüketimi 2.4 milyon tondan 11.5 milyon tona yükseldi. Çin bu ihtiyacını karşılayabilmek için çok küçük bir miktar, sadece 124 bin ton ithalat yaptı.

Ağırlıklı olarak hayvan beslenmesinde kullanılan mısır üretimi açısından da Çin kendine yeterli bir ülkedir. Bu üründe aynı zamanda önemli bir ihracatçıdır. 2007 yılında 152 milyon ton mısır üreten Çin, bunun 149 milyon tonunu tüketti, stoklarında 39 milyon ton mısır bulunuyor ve yılda 4-7 milyon ton arasında ihracat yapıyor. Yaşanan meteorolojik olumsuzluklar nedeniyle 2007 yılındaki ihracatı 500 bin tonla sınırlı kaldı. Şu bir gerçek ki, et üretim ve tüketiminde olduğu gibi yem bağlamında da Çin kimseye yük olmuyor!

Ana besin kaynağı pirinçte de Çin kendi tüketimini karşılayabilen bir ülke. Gıda krizinin yaşandığı 2007 yılında 130 milyon ton pirinç üretirken, tüketimi 127 milyon ton olarak gerçekleşti. Yaklaşık 1.1 milyon ton pirinç ihraç etti. Stoklarında 37 milyon ton pirinç bulunuyor. Buğday üretimi 110 milyon ton, tüketimi 104 milyon ton olan Çin‘in stoklarında da 42 milyon ton buğday bulunuyordu. Çin‘in pirinç ve buğday konusunda da herhangi bir suçlamayı hak etmediğini görüyoruz.

 

Okunma Sayısı: 1238