HASAT TÜRK GAZETESİ: TARIMDA SORUNLAR DEVAM EDİYOR- 1-31 ARALIK 2019

HASAT TÜRK GAZETESİ: TARIMDA SORUNLAR DEVAM EDİYOR- 1-31 ARALIK 2019
MERKEZ
03.01.2020
 

 

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Yönetim Kurulu Başkanı Özden Güngör, 2019 yılının, önceki yıllar gibi, tarım sektörü için kayıp bir yıl olduğunu dile getirerek, “Tarım sektöründe yapısal sorunların çözülemediği, üreticilere diğer ülkelerdeki üreticilerle rekabet edecek destekleme ve koruma sistemleri oluşturulmadığı, sektör emek-bilgi-üretim temelinde çağdaş bilgi ve teknolojiyle buluşturulamadığı ve üretim maliyetleri düşürülmediği sürece, tarımda üretkenlik ve verimlilik sorunu çözülemez” dedi.

Hasat Türk gazetesi olarak TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Yönetim Kurulu Başkanı Özden Güngör ile ülke tarımının dünü, bugünü ve geleceğini konuştuk:

HT: Ülkemizde tarımın bir “itibar” sorunu var mıdır? Tarımın ülkemiz için anlam ve önemi nereden gelmektedir?

ÖG: Ulusal ekonomi; tarım, sanayi ve hizmetler sektörlerinin bir bütünü olup, bu üç ana sektör yatırılabilir fonların kullanımında birbirlerinin rakibi ve seçeneği olmakla birlikte, işleyiş ve gelişim açısından birbirinin bütünleyenidir. Gelişmiş ülkelerdeki tüm sektörlerin birbirini tamamlayarak birlikte gelişmesine dayalı kalkınma yaklaşımına karşın, ülkemizde sektörlerdeki uygulamaların birbirinden bağımsız ve eşgüdümsüz karar mekanizmaları tarafından gerçekleştirilmesi sonucu, sektörler arası tamamlayıcılık yerine sektörler arası yarışma ve çatışma yaşanmaktadır. Ülkemizi yıllardır yöneten iktidarların tarım sektörünü küçümseyen ve diğer sektörlere feda eden siyasi tercihleri doğrultusunda ülkemiz tarımının bir itibar sorunu yaşadığı somut bir gerçektir.

İnsanlık tarihinde ilkçağlardan bu yana bitkisel üretim ve hayvancılığın yapıldığı Anadolu coğrafyası, dünyanın en önemli gen kaynaklarından birisidir. Tarım sektörü ülkemiz için geçmişten bugüne yaşamsal önemdedir. Öncelikle tarım sektörü ülkemizin bugün 82 milyonluk nüfusunu beslemektedir. Büyükşehir Belediye Yasalarıyla kır-kent kavramı yeniden tanımlanmaya çalışılsa da nüfusumuzun fiilen önemli bir kısmı kırsal alanda yaşamakta ve tarımla uğraşmaktadır. Tarım sektörümüz her türlü yanlış politikaya karşın istihdamdaki azalan önemi bir yana, bugün de gayri safi ulusal gelirimize önemli bir katkı sağlamaya devam etmektedir. Ülkemiz sanayinin önemli bir kısmı tarımsal ürünleri işleyen tarıma dayalı sanayidir. Bazı tarımsal ürünlerimiz dışsatımın önemli kalemlerinden birisi olmaya devam etmektedir. Sayılan bu nedenler yanı sıra, gıda güvencesi ve gıda güvenliği bağlamında da var olan potansiyel olanaklarıyla tarım sektörü, ülkemiz için vazgeçilmez bir önem taşımaya devam etmektedir.

Tarım tüm dünyada stratejik bir sektör olup, teknolojik ilerlemelere karşın üretimin büyük ölçüde doğa koşullarına bağlılığının sürmesi nedeniyle, gelişmiş ülkelerde de çeşitli ölçülerde desteklenmektedir. Ülkemizde ise 1980’li yıllardan beri IMF, DB, AB tarafından dayatılan yapısal uyum programlarıyla devlet tarımsal KİT’leri özelleştirmiş, destekleme politikalarından çok büyük oranda vazgeçmiş ya da destekleri sınırlayarak rakamsal artışlara karşın bütçedeki gerçek oranını azaltmıştır. Nitelikli tarım alanları ve meralar, imar ve arsa politikaları ile amacı dışında kullanılarak, doğal kaynaklarımız hoyratça yok edilmektedir. Tarım sektöründe yaşanan çok boyutlu sorunlarımız, çözülmek yerine büyümeye devam etmektedir.

Dış dayatmacı koşullara ve sermaye kesiminin çıkarcı isteklerine ödün vermemesi gereken Türkiye’nin içeride ve dışarıda seçmek ve uygulamak zorunda olduğu tek politika seçeneği; sektörel gerçeklere ve ülke gereksinimlerine uygun bir tarım politikasının benimsenerek, etkin tarımsal kamu yönetimi ve yeterli maddi kaynaklarla birlikte planlı bir şekilde yaşama geçirilmesidir. Her koşulda tarımsal üretimin artırılarak devamlılığının sağlanması ile tarım sektörünün ülkemizdeki itibar sorunu giderilebilir ve de giderilmelidir.

HT: Kasım ayı içinde yapılan 3. Tarım Orman Şurası’nın sektöre yansımaları neler olabilir? Şura’dan sonra gündemimize girmesi olası beklentileriniz nelerdir?

ÖG: Yürürlükteki 1982 Anayasasının 166. maddesi gereği, ülkemizin diğer sektörleri gibi, tarım sektöründe de, kamu ve özel kesim için gelecek yönümüzü çizmesi gereken ana belge, “Kalkınma Planı” olmalıdır. Bir ülkenin, ekonomide ve tüm sektörlerde mevcut durumunu tespit ederek, gelecek beş yılını planlayarak hedeflerini belirlemesi ve bunu yazılı olarak parlamentodan geçirerek kamuoyuna açıklaması elbette çok önemlidir. Ancak daha da önemli olanı bu planın uygulanabilir olması ve uygulanmasıdır. Neoliberal politikalarla devletin küçültülerek piyasaların kontrolsüz serbestleştirildiği 1980’li yıllardan beri ülkemizde Kalkınma Planları da işlevini yitirmiş, Anayasa gereği zorunlu olarak hazırlanması gereken bir dilek ve öneriler metnine dönüştürülmüştür.

Gecikerek, 23.07.2019 tarihli ve 30840 sayılı 1. Mükerrer Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren ve 2019-2023 yıllarını kapsayan On Birinci Kalkınma Planı; henüz kamuoyuyla paylaşılmayan ve tarım sektörünü de içeren Özel İhtisas Komisyonları raporları ile şekillenmiştir. Plan, bütüncül planlı kalkınma mantığına aykırı, mali boyutu gerçekçi olmayan, önceki plan hedeflerini revize ederken ülke kalkınmasına yönelik gelecek hedeflerini küçülten, uzun vadeli proje ve soyut hedeflerin sıralandığı ancak bütçeyle ilişkilendirilerek mali kaynakların ayrılmadığı bir strateji belgesi niteliğindedir. On Birinci Kalkınma Planı’nda Tarım sektörü, “Öncelikli Gelişme Alanı” olarak belirlenmiştir. Planda yer alan; “403.1. Tarım sayımı yapılacaktır”, “404. Tarımsal desteklerin etkinliği artırılacaktır”, “405. Tarım arazilerinin korunması, etkin kullanımı ve yönetimi sağlanacaktır”, “407. Bitkisel üretim artırılacaktır”, “408. Hayvancılık geliştirilecektir” gibi “cek-cak edebiyatı” şeklinde sıralanmış hedeflerin ise, siyasi istikrarın olduğu söylendiği 17 yıllık tek parti yönetimi gerçeği karşısında ciddiye alınacak bir tarafı yoktur.

Ülkemizdeki son tarım sayımının 2001 yılında yapılmış olmasına karşın 17 yıldır bu ülkede genel tarım sayımı yapmayan siyasi iktidarın teknolojinin oldukça geliştiği son dönemlerde aradan geçen onca süreden sonra Kalkınma Planı’nda “Tarım sayımı yapılacaktır” demesi, beceriksizlik ötesi, başarısızlığının bir itirafıdır. “Tarım arazilerinin miras yoluyla bölünmesi önlenecek” hedefi de, bölünmeyi önleyecek yasanın 2014 yılında çıkmasına karşın, bu maddeyi yazanların yasayı unutmaları bir yana, gerekli mali düzenlemeler dâhil diğer düzenlemeleri yapmadıkları için uygulamadaki başarısızlığı da göstermektedir. Karşı çıkacak birileri varmış gibi bitkisel üretimin artırılacağının ve hayvancılığın geliştirileceğinin sanki ilk kez ifade ediliyor gibi plana yazılması trajikomik bir durumdur. Aslında, bitkisel ve hayvansal üretimde belli stratejik ürünlere dikkat çekilerek üretimin nasıl ve hangi yöntemlerle artırılacağı, mevcut ithalatın nasıl sonlandırılacağı ifade edilse ve hedef buna göre belirlense, Plan bir anlam ifade edebilirdi. Girdi maliyetlerini düşürmeyen, ürün desteklerini içermeyen ve sadece ithalata dayalı politika ve uygulamalarla tarımda belirlenen hedeflere ulaşılması mümkün değildir. Kalkınma Planında sorunların çözümüne ilişkin somut ve gerçekçi tek bir maddenin olmaması, bu kalkınma planının ülke tarımını ve çiftçiyi bitirme planının bir parçası olduğunu göstermektedir.

Kırsal kalkınma ile tarımın ayrı başlıklar altında konumlandığı Kalkınma Planlarında tarım sektörü ile kırsal kalkınma arasındaki organik bağ, temel bir unsur olarak ele alınmamaktadır. Her ne kadar kırsal alan ile tarım aynı anlama gelmese de kırsal bölgelerdeki en önemli geçim kaynağının halen tarım sektörüdür. Bu nedenle kır ile kent arasındaki gelişmişlik farkını yok etmek hedefi, bölgesel gelişme yanında, tarım sektörüne dair hedeflerin de arasında yer almaktadır. Kalkınma Planında yer alan “711. Veri temelli kırsal politika yaklaşımının güçlendirilmesine yönelik kırsal istatistikler idari değişikliklerden etkilenmeyecek yöntemlerle hesaplanacak, kırsal alan tanımı revize edilecek, temel nitelikteki kırsal verilerin kır-kent ve il/ilçe bazında yayımlanması ve köy envanterinin güncellenmesi sağlanacaktır”, ifadeleri, kır-kent ayrımını ortadan kaldıran son derece sorunlu 6360 sayılı Büyükşehir Yasası’nın yeniden tartışılmasını da gündeme getirmesi açısından önemlidir. 2023 yılına yönelik bu hedefler, başarısızlığın ilanı ötesi, 2012 yılından beri ülkemizde kırsal alan tanımının belirsiz olduğunu itiraf ederek, başarılı bir kırsal alan planlamasının olanaksızlığını da göstermektedir.
Kalkınma planında, yıllardır hedef ve gerçekleşmelere yer verildiği ve yeni hedeflerin belirlendiği Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP), Konya Ovası Projesi (KOP), Doğu Anadolu Kalkınma Projesi (DOKAP) adının geçmemesi, tarımsal önemi bir yana, bölgesel kalkınma anlayışına da ters bir durumdur. Planda bölgelerimizin ekonomik, sosyal, kültürel ve mekânsal gelişimlerini gözeten böylesi büyük entegre kalkınma projelerinden bahsedilmemesi de sorgulanması gereken bir durumdur.

On Birinci Kalkınma Planı’nın TBMM’de görüşüldüğü sırada Tarım ve Orman Bakanı Dr. Bekir Pakdemirli’nin 3. Tarım ve Orman Şurası’nın toplanması ve on beş yıldır toplanamayan Tarım Şurası’ndan çıkacak sonuçlarla gelecek beş yılın programının hazırlanacağını duyurması manidardır. Kalkınma Planı öncesi hazırlansa bir anlam ifade edebilecek olan, gelecek beş yılın planlanması yapılarak gelecek 25 yıla ışık tutacak kararların alındığı belirtilen 3. Tarım Orman Şurası gerek hazırlanış dönemi gerekse içeriği nedeniyle ülkemiz tarımı için özel bir anlam ifade etmemektedir. Yine de gündeme getirilip haklı tepkiler üzerine geri çekilen “Tarımda Milli Birlik Projesi” hedefleri dikkate alındığında, zamanlaması itibarıyla dikkati çeken 3. Tarım Orman Şurası’nda alınan kararların titizlikle değerlendirilmesi ve sürecin izlenmesi ülkemiz tarımının geleceği adına bir gerekliliktir.

Ülkemizde tarımsal kamu yönetimi kurumsallaşamamıştır. Tarımla ilgili Bakanlığın adı, örneğin, 2011 yılı öncesi Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, 2011-2018 yılları arası Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, 2018 yılı sonrası ise Tarım ve Orman Bakanlığı’dır. Bakanlığın adı ve de bağlı ve ilgili birimlerinin ne olacağı yarın TBMM’de tartışılmadan bir Cumhurbaşkanı Kararı ile değişebilir. Bakanlık yapısı gibi Tarım Şuraları da kurumsallaşamamış, önceki Tarım Şurası kararları yaşama geçirilememiştir. Şu an Bakanlığın adının Tarım ve Orman Bakanlığı olması nedeniyle, 1. ve 2. şuraların adının Tarım Şurası olmasına karşın, 3. şuranın adının “Tarım ve Orman Şurası” olması, anlamlıdır. 21.11.2019 tarihinde açıklanan Şura Sonuç Bildirgesi’nin 60. ve son maddesinde yer alan “Bir sonraki Tarım Orman Şurası’nın 2024 yılında toplanması önerilmiştir” maddesi, bu bağlamda trajikomiktir.

Basına yansıdığı kadarıyla Tarım ve Orman Bakanı’na göre bugün tarımın ana sorunları; planlama, girdiler, örgütlenme, finansman, gıda güvenliği, ulaşılabilir fiyatlar ve ürünün pazarlanması şeklindedir. Tarım ve Orman Şurası kapsamında 2020’de tarıma yön verecek başlıca 6 uygulama ise şunlar olarak değerlendirilmektedir; Su odaklı destekleme politikası, sözleşmeli üretim, üreticiden tüketiciye-Sera A.Ş, kooperatif marketleri, arazi bankacılığı, gıdada taklit ve tağşişle etkin mücadele.

Şura Sonuç Bildirgesi’nde yer alan, “Tarım sektörünün yapısını iyileştiren, doğal kaynakları ve çevreyi koruyan, en az üç yıllık dönemi kapsayacak, aktif çiftçi odaklı, üretim, kalite, ulaşılabilir fiyatlar ve sürdürülebilirliği esas alan yönlendirici bir destekleme sisteminin oluşturulması,” kararı, ciddi olarak tartışılmalıdır. Günümüzde, örneğin, Eskişehir Alpu Ovasında kurulması gündemde olan Termik Santral, Menderes ve Gediz havzalarında ovalara yerleşen jeotermal santraller ve taşıma sistemlerinin varlığı, şura kararının doğal kaynakların ve çevrenin korunması hedefi bağlamında işlevsizliğini somut olarak göstermektedir. Yeni bir tanım olarak gündeme getirilen “aktif çiftçi” kavramı ile iyi tarım uygulamaları ve organik tarıma desteklerin kademeli kaldırılacağın belirtildiği süreçte, en az üç yıllık yönlendirici destekleme sistemi de tartışılmalıdır.

Bildirge’de yer alan, “Tarımsal işletmelerde küçük, orta ve büyük ölçekli işletme tanımlarının yapılarak faaliyetlerin planlanması” kararı da korunması gereken “küçük çiftçilik/aile işletmeciliği” ile özendirilen “tarımda özel ve büyük şirketleşme” bağlamında ciddi tartışma konusu olmalıdır. “Atıl tarım arazilerinin üretime kazandırılması için arazi bankacılığı ve birlikte üretim gibi alternatif modellerin oluşturularak yaygınlaştırılması, miras mevzuatı geliştirilerek tarım arazilerindeki intikal sorununun çözülmesi” kararı, ülkemiz tarımı için önemli bir sorun alanı olacaktır. İzlenen tarım politikası nedeniyle 17 yıl gibi kısa bir sürede kazanamayan çiftçimiz 3,2 milyon hektar tarım arazisini ekmekten vazgeçmiş, Ülke genelinde tarım alanları 1990’larda 27 milyon hektar, 2002’de 26,5 milyon hektar iken, 2018’de 23 milyon hektara düşmüştür. “Tarım arazileri piyasasında arz ve talep dengesinin düzenlenmesi yoluyla, yaklaşık olarak ülkemizde bulunan 3,2 milyon hektar atıl tarım arazisinin üretime kazandırılması sağlanmış olacaktır” söylemi, yarattığı sorundan kendine gerekçe oluşturma anlamında önemlidir. T.C. Ziraat Bankası’nın ana işlevi olan tarım/çiftçi bankacılığından uzaklaştığı günümüzde, “arazi bankacılığı” kavramının ciddi olarak tartışılması gerekmektedir.

Bildirge’de yer alan, “Sürdürülebilirlik, verimlilik ve rekabet ilkelerine dayalı, birim sudan maksimum faydayı sağlayacak, tarımsal üretim planlamasının bir devlet politikası haline getirilerek güvence altına alınması” ile “Arazi toplulaştırma ve sınıflandırma projelerinin hızlandırılarak on yıl içerisinde tamamlanması, toprak bilgi sistemine dayalı tarımsal arazi kullanım planlarının hazırlanması” kararları, yıllardır iktidar olup bu alanda hiçbir şey yapmayanların itirafları olarak tarihe düşülen notlardır.

On Birinci Kalkınma Planı’nda olduğu gibi, 3. Tarım Orman Şurası Kararları arasında da yer alan, “Tüm ilgili kurum ve kuruluşlarla etkin işbirliği yapılarak tohumdan sofraya dijital değer zincirinin kurulması, tarım sayımının yapılması ve güncellenebilir veri tabanının oluşturulması” kararı, sağlıksız verilerle doğru bir planlama yapılamadığının itirafıdır.
Yine, On Birinci Kalkınma Planı’nda olduğu gibi, 3. Tarım Orman Şurası Kararları arasında da yer alan, “Büyükşehir belediyelerinde mahallelerin kırsal ve kentsel olarak yeniden yapılandırılması, kırsal mahallelerde köy tüzel kişiliği yapısının korunması, kırsal yaşamın Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde bütüncül ve entegre bir bakış açısıyla koordine edilmesi” kararı, “yap-boz tahtası” haline gelen günübirlik politikaların iflasının itirafıdır.
Özetle; tarımsal üretimimizin artırılması, gıda güvenliğinin sağlanması ve kırsal alanın sorunlarının çözümü için gerekli adımların atılması daha fazla ihmal edilemeyecek öncelikli bir zorunluluktur. Bunlar bilinmeyen, çözülemeyecek sorunlar değildir. Ancak bu sorunların çözümüne odaklanılması yerine, bir öncekinin sonucu alınmadan, bir yenisinin uygulamaya konulduğu, tarım teşkilatının enerjisini ve motivasyonunu düşüren, kurumsal yıkıma yol açan yeni yapılanma denemelerinden artık vazgeçilmelidir. Tarım sektörünün içinde bulunduğu sorunları çözmekten uzak, tarımsal üretimimizde gıda güvencesini ve güvenliğini değil, piyasanın kar amacını öne çıkaracak, ithalatçı politikaların artmasına yol açacak girişimlerden vazgeçilmelidir. Yapılması gereken, Plan/Program/Şura/Eylem Planı kirliliği yerine; tarımsal kaynaklarımızın korunmasını, üreticilerimizin çıkarlarını, halkımızın gıda güvencesi ve güvenliği ile ülkemizin kendi kendine yeterliliğini sağlayacak, konuyla ilgili tüm tarafların işbirliği ile hazırlanan plan ve programların bir an önce yaşama geçirilmesidir.

HT: 2019 yılı sektör için kayıp bir yıl mıdır? Yılı kapatırken tarım sektörü hakkında neler söylenebilir? 2019 yılı sektöre neler getirdi, sektörden neler aldı?

ÖG: 2019 yılı, önceki yıllar gibi, tarım sektörü için kayıp bir yıl olmuştur. Tarım sektörünün ekonomideki ağırlığı azalmaya devam etmiştir. 2006 tarih ve 5488 sayılı Tarım Kanunu’nun 21. maddesi ile; 2007 yılından itibaren tarımsal desteklemeler için bütçeden ayrılacak kaynağın milli gelirin yüzde 1’inden az olamayacağı hükmü getirilmesine rağmen, verilen desteğin milli gelire oranı yüzde 0,4-0,6 aralığında kalmış ve hiçbir zaman yüzde 1 dahi olmamıştır. Bu durum 2019 yılında da yaşanmıştır. Üreten çiftçi para kazanamamaktadır. Tarımsal desteklerde aradığını bulamayan çiftçi ya üretimden çekilmekte ya da gittikçe artan miktarda banka kredisine yönelerek ödeyemediği borçlarından dolayı icralık olmaktadır. 2019 yılında da tarımsal dışalım hızlanarak sürmüş, ülkemiz tarımsal ürünlerde net dışa bağımlı hale gelmiştir. Seçim süreçlerinde fiyatları artan patates ve soğan üreticileri “terörist” olarak ilan edilebilmiş, sorun çözmeye değil seçime odaklı geçici tanzim satış çadırları kurulabilmiştir.

Tarım alanlarının, tarımsal üretimin, çiftçi sayısının, kırsal alan nüfusunun sürekli düştüğü bu süreçte, en büyük pay aracılara ve sözleşmeli tarımla çiftçiyi taşeronu olarak kullanan büyük şirketler ile ithalatçı firmalara gitmektedir. Bu durum, bırakın rekabet edebilmeyi; çiftçinin üretim yapamaz durumuna gelmesine, yoksullaşmasına, üretimden vazgeçmesine, arazisini satmasına, kente göç ederek vasıfsız işsizler yığınına katılmasına, kentlerde artan sorunların yeni ortaklarından biri olmasına yol açmaktadır.

HT: Türk tarımının gelecek vizyonu ne olmalıdır? Gelecek yıllarda sektörün gelişip büyümesi için yapılması gerekenler nelerdir? Sektörde yer alan tüm paydaşların dengeli, adil ve sürdürülebilir gelir elde etmesinin yolları nelerdir?

ÖG: Tarım sektöründe yapısal sorunların çözülemediği, üreticilere diğer ülkelerdeki üreticilerle rekabet edecek destekleme ve koruma sistemleri oluşturulmadığı, sektör emek-bilgi-üretim temelinde çağdaş bilgi ve teknolojiyle buluşturulamadığı ve üretim maliyetleri düşürülmediği sürece, tarımda üretkenlik ve verimlilik sorunu çözülemez.

Kırsal alan tanımı belirsiz bir ülkede ülke gerçeklerine uygun olmayan öykünmeci kırsal kalkınma politikaları ile mevcut sorunların çözümü mümkün değildir.

Geçmişten günümüze ülkemiz tarım sektörünün çözülemeyen kronik sorunları şöyle sıralanabilir:

1. TÜİK ve şimdiki adıyla Tarım Orman Bakanlığı dahil, ilgili kamu kurumlarınca üretilen “tarımsal/kırsal veriler” birbirleriyle uyumlu ve sağlıklı değildir. Dolayısıyla ileriye yönelik yapılacak projeksiyonlar ve planlamalar da sağlıklı sonuçlar doğurmamaktadır.
2. Ülke düzeyinde mekansal “Arazi Kullanım Planlaması” olmaması nedeniyle tarım arazileri sahipsiz olup, yeterince korunamamaktadır.
3. Tarım arazilerinde, “büyük ovalar” dahil, “Tarımsal Üretim Planlaması” yokluğu, üretim miktarı ve verimlilikte dalgalanmalara yol açmaktadır. Verimlilik ve ürün kaybı sorunları ciddi boyutlardadır.
4. Ülkemizde bugün tarımsal işletmelerin temel öğesi olan toprakların hem mülkiyet dağılımı açısından hem de yetersiz işletme genişliği ve parçalılık yönünden sorunları vardır. Tarım arazileri küçük, çok parçalı ve dağınık olup, Arazi Toplulaştırması ve Tarla İçi Geliştirme Hizmetleri yeterince uygulanamamaktadır. Sulanabilir arazilere yönelik sulama yatırımları da istenen düzeyde değildir.
5. Mazot, tohum, gübre, yem, ilaç vb. tarımsal girdilerde dışarıya bağımlı olup üretim için zorunlu girdilerin üreticiye maliyetleri çok yüksektir.
6. Tarımsal kamu yönetim yapısı sürekli değişmekte, “reorganizsayon”lar ile kurumsal hafıza yok edilmekte, kurumsallaşma sağlanamadığı gibi sürekli değişen liyakatsız yöneticilerle etkili kamu hizmeti verilememektedir.
7. Tarımsal üretici örgütlenmesi dağınık ve etkisiz olup, farklı yasalarla birbirine rakip çok sayıda ve farklı statüde işlevsiz örgüt yaratılmakta, devlet güdümlü kooperatifçilikte vesayet ilişkisi sürerken, demokratik kooperatifçiliğe halen ideolojik yaklaşılmaktadır.
8. Örgütsüz üreticinin karşısında monopol /oligopol yapıda “sözleşmeli üretim” modeli ile ürünü tarladan/bahçeden ucuza alan sanayici/market zincirlerinin varlığı, üretici kadar, ucuz ve sağlıklı gıdaya erişmeye çalışan tüketiciyi de olumsuz etkilemektedir.
9. Piyasaları düzenleyecek makro ve mikro tarım politikalarının yokluğu, spekülasyon ve manipülasyonu yaygınlaştırmaktadır. Piyasaları düzenleyecek kamu kurumlarının özelleştirilerek kapatılması sonrası halen varlığını sürdüren TMO, ESK, TİGEM gibi kamu kurumları işlevsiz ve etkisizdir.
10. Tarım Kanunu gereği verilmesi gerekenden az olsa da verilen destek ve hibelerin etki analizi yapılmamakta, destek üretime değil arazi sahibine yaramaktadır.
11. İhracatta alternatif pazarlar bulma ve katma değerli ürünleri pazarlama sorunları sürmektedir.
12. İthalat üreticiyi terbiye aracı olarak kullanılmakta, üretemez duruma düşen çiftçi arazilerini ekmemekte ve üretimden uzaklaşmaktadır.
13. Teknoloji araştırma-geliştirme çalışmaları çok yetersiz olup, üretici-üniversite bağı kopuktur.
14. Aynı iktidarda dahi, değişen Bakan’a göre kadrolar ve politikalar tümden değişmekte, günlük ya da kısa süreli pansuman müdahaleler kalıcı çözümler yaratamamaktadır.

Son yıllarda gündemden düşmeyen Vizyon, Misyon, Stratejik Planlama, Yönetişim gibi gizemli ve albenili kavramları kullanırken, sürekli yeni ekonomi programları ve sonuçsuz eylem planları/stratejik planları, bu döneme ilişkin işlevsiz Kalkınma Planı hazırlarken, zamansız Şura düzenlenirken; somut mevcut durum ve gelecek hedefleri gözden kaçırılmamalı, sonuç odaklı ciddi kurumsal bir tarımsal kamu yönetimi öncelikle kurulmalıdır. Çünkü Anayasanın 44. ve 45. Maddesi gereği, kronik sorunlara köklü çözümler getirilmelidir.

Ülke düzeyinde mekânsal planlama tamamlanmalı, doğayı ve nitelikli tarım arazilerini koruyan sektörel arazi kullanım planlaması bitirilerek, büyük ova koruma alanları dahil tarımsal alanlarda tarımsal üretim planlamasına geçilmelidir. İlgili kurumlarla işbirliği yapılarak ulusal plan hiyerarşisinde arazi kullanım planları ve tarımsal üretim planlarının yeri ve gücü tanımlanmalıdır.

Büyükşehir Yasası ile kırsala yönelik getirilen düzenlemelerden vazgeçilmelidir. Kentsel toprak politikaları yeniden düzenlenmeli, arsa spekülasyonunu ve tarım alanlarının amaç dışı kullanımını önleyen caydırıcı ve özendirici düzenekler kurulmalıdır.

Üretim maliyetlerinin yüksekliğinde çok büyük payı olan gübre, ilaç, mazot gibi temel tarımsal girdilerde dışalıma bağımlılık azaltılarak ve yerli girdi üretimi teşvik edilerek girdi maliyetleri düşürülmelidir.

Topraksız çiftçiler topraklandırılmaları ve mevcut işletmelerin ortalama işletme büyüklüğü ekonomik büyüklüğe kavuşturulmalı, sulama ve arazi toplulaştırması gibi altyapı hizmetleri kamu tarafından tamamlanmalı, ar-ge faaliyetlerine ağırlık verilmeli, uygun bilgi ve teknolojiler kullanılarak üretim artırılırken verim kayıpları azaltılmalıdır.

Havza/il önemine uygun tarımsal destekler ile üretim çeşitlendirilerek artırılmalı, hayvan varlığımızın arttırılması ve ithalattan kurtulabilmek için tüm olanaklar kullanılmalıdır.
Nedenlerine bakılmasızın sonuç olarak ortaya çıkan dönemsel fiyat artışlarına önlem olarak yapılan ürün dışalımı kademeli olarak azalmalı ve sonlandırılmalı, zor koşullara karşın üretmeye çalışırken çiftçilerimizi üretemez duruma düşüren dışalıma konu yabancı ürünlerde gümrük vergilerinin düşürülmesi ya da sıfırlanması uygulamalarından vazgeçilmelidir.

Tarımsal KİT’ler yeniden kurulmalı ve işlevsel kılınmalı, demokratik kooperatifçilik özendirilerek üretimin yanı sıra pazarlama kanallarında da etkin rol almaları sağlanmalı, aracılık sistemi kaldırılarak üreten çiftçi hak ettiği ürün bedelini almalı, pazara sunulan ucuz ve sağlık ürünlerde tüketici fiyatı istikrarı yakalanmalıdır.

Özetle; faize ve ranta değil, yatırıma kaynak aktaran bir bütçe yapısı ve bu kaynakları akılcı kullanan sektörler arası bütüncül politikaların uygulanması ile kamusal desteklerin üretime ve istihdama yönlendirilmesi durumunda, tarımdaki potansiyel gücümüzden en doğru şekilde yararlanılabilir, doğal kaynaklarımız korunarak geliştirilebilir, geliri artan çiftçilerin sorunlarını çözülebilir, tüketiciler sağlıklı ve ucuz gıdaya ulaşabilir, dengeli ve sağlıklı kentleşme gerçekleştirilebilir. Bu hedeflere ciddi bir siyasi irade ve etkin bir kamu yönetimi ile ulaşmak mümkündür.

Okunma Sayısı: 1396
Fotoğraf Galerisi