"HAZİNE ARAZİLERİNİN SATIŞINDAN VAZGEÇİLSİN" - CUMHURİYET TARIM/HAYVANCILIK
"Tarımsal amaçlı kullanılan Hazine'ye ait taşınmazların devrinde öncelik, topraksız ya da yeterli toprağı olmayan ailelere tanınmalıdır."
Ziraat Mühendisleri Odası
Türkiye’nin yaklaşık % 54’ünün Hazine arazilerinden oluştuğu tahmin edilmektedir. Milli Emlak Genel Müdürlüğü’nün son verilerine göre, Türkiye’de Hazine’ye ait 1 milyon 980 bin 910 adet taşınmaz bulunmakta olup, bunların % 8.96’sını oluşturan 177 bin 627’sinin, 1/5000 ve 1/1000'lik planlarının yapıldığı bilinmektedir. Hazinenin özel mülkiyetinde bulunan taşınmaz mallardan satılabilir nitelikte olanların miktarı, kamuoyunda sanıldığı kadar çok olmayıp, bunların önemli bir bölümü imar planı kapsamı dışında kalmaktadır. Hazine taşınmaz mallarının yüzölçümü açısından yarısından fazlasını, bir kamu hizmetinin görülmesi maksadıyla genel, katma ve özel bütçeli kuruluşlara tahsis edilmiş taşınmaz malların oluşturduğu bilinmektedir. Bu durumdaki taşınmaz malların tahsisleri kaldırılmadan satışa konu edilmeleri olanaklı değildir. Hazinenin özel mülkiyetinde bulunan taşınmaz malların önemli bir bölümünü ise, tarım arazileri oluşturmaktadır.
Hazine’ye ait taşınmaz malların satılması gerektiği düşüncesi; söz konusu taşınmaz malların genellikle işgale uğraması ve bu işgallerin giderilememesi ile satış suretiyle bütçeye gelir sağlanması şeklinde iki gerekçeye dayandırılmaktadır. Oysa, Hazine’ye ait taşınmaz mallara yönelik işgallerin önlenememesi, bunların satılarak elden çıkarılmasının en doğru ve rasyonel çözüm olarak kabulünü değil, işgalleri önleyecek etkili ve caydırıcı düzenlemelerin yapılarak titizlikle uygulanmalarının sağlanmasını gerektirmektedir.
Türkiye’de yıllardır imarsız Hazine arazilerinin düşük fiyatla satılması ve imar planı çıktıktan sonra bu arazilerin fiyatının yaklaşık beş katına yükselmesi karşısında, bu sorunu “tespit” etmesine karşın görevi bununla sınırlı olmayan ve “arsa spekülasyonu” ile “yüksek rant” sorununu çözmeyle yükümlü olan siyasal iktidar ve de Maliye Bakanlığı, 2006 yılında valiliklere gönderilen “yetki devri iptali” amaçlı bir genelge ile, imarsız Hazine arazilerinin satışını ikinci bir emre kadar durdurmuş ve satış yetkisini Bakanlık bünyesine almıştır.
Ülke topraklarını ve de Hazine arazilerini, “2B” örneğinde de görüleceği gibi, daha çok rant ve daha çok gelir getirecek unsurlar olarak pazarlamayı hedefleyen siyasal iktidar, “rant kapısı” olarak görülen hazine arazilerinin satışı uygulamasını geçici ve koşullu olarak durdururken, hazine arazilerinin satışının tamamen durdurulmasının söz konusu olmadığını açıklamaktadır. Bu süreçte, Hazineye ait taşınmazların, 4070 sayılı Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı, 4071 sayılı Hazineye Kalan Taşınmaz Mallardan Bazılarının Zilyedlerine Devri, 4072 sayılı Hazine Adına Tescil Edilen Miktar Fazlalıklarının İlgililerine Devri ve 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi Hakkındaki Kanun gibi “özel kanun”lara göre hak sahiplerine satış işleminin devam edeceği belirtilmektedir.
Bu süreçte, ilk bakışta anılan genelgenin, arazi yönetiminin olmazsa olmaz koşulu planlamayı önemsediği düşünülebilir. Ancak, genelgenin içeriği ve Bakanın açıklamaları incelendiğinde, tek amacın kamu topraklarına yalnızca ekonomik bir değer olarak bakmak ve hazine arazilerinin bireysel mülkiyete satışına aracılık ederek daha yüksek fiyattan satış yapmak ve kamu adına olabildiğince daha çok para kazanmak olduğu görülecektir.
Oysa, kamu yönetiminin bu konudaki öncelikli görevi, kamu arazilerini planlı ya da plansız satmak değil, kentsel ve kırsal yaşam kalitesini yükseltecek uygulamalar için kamu ve toplum yararına en uygun şekilde değerlendirmek üzere kamunun elinde tutmak olmalıdır.
Hazineye ait taşınmazların satışa çıkarılması konusunda Valiliklere (Defterdarlıklar) devredilen yetkinin, ikinci bir emre kadar Bakanlıkça kullanılmasının kararlaştırıldığı bildiren genelge, bu konuda siyasal iktidarın genel piyasacı ve yerelleşmeci tercihine karşıt şekilde, yerel yönetimlere güvensizliği ve merkezi yönetime yetki devrini gündeme getirmesi nedeniyle önemlidir.
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan tarafından Genelge nedeniyle gündeme getirilen “Yatırımcıların plan geçirterek büyük rantlar elde ettiği imarsız Hazine arazilerinin satışı” konusunda, halen 49 ilde uygulanan Teşvik Yasası ile birlikte yatırımcılara çok sayıda hazine arazisi verildiği unutulmamalıdır.
Bu süreçte şu sorunun yanıtı, tarafların olaya bakış açısını gösterecektir: “Hazine’ye ait taşınmaz malların satışından elde edilecek gelir mi daha önemlidir; yoksa taşınmaz mallardan düzenli, planlı ve yaşanılabilir kentlerin kurulmasında yararlanılması mı daha önemlidir?”
Bilimsel ve toplumsal gerçekler, kentlerin gelişme bölgelerinde bulunan taşınmaz malların, imar planı kapsamında kalsın veya kalmasın, satışlarının yapılması ve bu konuda da aceleci davranılmasının kamu yararına uygun olmadığını göstermektedir.
Bu bağlamda; kamu yararına ve toplum çıkarına öneriler şunlardır:
a) Hazine arazilerinin satışından vazgeçilmeli, kamu elindeki arazi varlığı kamu yararına kullanılmalıdır.
b) Kentlerin gelişme bölgelerinde bulunan fakat imar planı kapsamında kalmayan Hazine taşınmaz malları, çarpık kentleşme ve gecekondulaşmanın önlenmesi amacıyla kentsel arsa üretiminde veya toplu konut yapımında kullanılmalıdır.
c) Hazinenin özel mülkiyetinde bulunan taşınmaz malların, satış dışında başka yöntemlerle de değerlendirilmesi yolları düşünülmelidir.
d) Planlama kent topraklarından daha çok rant elde edilmesini sağlayacak bir araç olarak kullanılmamalı, işlevi yıpratılmamalı, bilimsel ölçütlerle toplum yararına yaşama geçirilmelidir.
e) Kamuya ait taşınmaz mallarının korunması, yönetimi ve gerektiğinde elden çıkarılmasına ilişkin düzenleyici ve caydırıcı konular tek bir yasada toplanmalı, işgaller için verilecek caydırıcı nitelikteki cezalar, uygulanacak işlemler bu yasada yer almalı ve ödünsüz uygulanmalıdır.
f) Tarımsal amaçlı kullanılan Hazine’ye ait taşınmazların devrinde öncelik topraksız ya da yeterli toprağı olmayan ailelere tanınmalıdır.
Kamu yararını gözeten bir meslek kuruluşu olan ODA’mız, Ulusumuzun ortak mal varlığı olan Hazine arazilerini satmayı, ülkemizin geleceğini satmakla bir tutmaktadır. Bu arazilerin değerlendirilmesindeki tek ölçütün, krizdeki ekonomiye sağlayacağı kaynağın belirsiz ya da belirli boyutu değil, planlı kentleşmeye ve sürdürülebilir kalkınmaya sağlayacağı yarar olduğunu düşünmektedir. Bu nedenle, merkezden ya da yerelden rant oluşturulmasını ve rantın paylaştırılmasını doğru bulmamaktadır.