KANGREN KOLA SİVİLCE KREMLİ TEDAVİ!
Basına ve Kamuoyuna
KANGREN KOLA SİVİLCE KREMLİ TEDAVİ!
29 Nisan 2010
Bundan 30 yıl önce 1980 darbesi ile ortaya konan sömürge politikaları bizlere serbest piyasa ekonomisi, özel sektör-güzel sektör, rekabet, ucuza kaliteli tüketim, devlet basmacılık-inekçilik-sütçülük mü yapar söylemleri ile süslenerek anlatıldı. Gelinen noktada halkımızın et ihtiyacı son derece ilkel şartlarda kesilen hastalıklı at, eşek, katır, domuz etiyle karşılanıyor, Tarım ve Köyişleri Bakanı şirketleri spekülasyon yapmakla suçluyor, Başbakan ise çözüm olarak Et ve Balık Kurumu‘nu kırmızı et ve canlı hayvan ithalatı ile görevlendiriyor. Hükümetin hayvancılık sektörünü yanlış yönetimi artarak devam ediyor! Cezasını üretici ve halkımız çekiyor. Ne yapıldı da bu günlere gelindi, bir bakalım.
Hayvanlarımızın et, süt, deri, yapağı ve kıl gibi verimlerini geliştirmek amacıyla 1926 yılında Hayvan Islahı Kanunu çıkarıldı. Bu kanun çerçevesinde her köyde bir damızlık bulundurulması şartı getirildi. Türkiye hayvancılığının geliştirilmesi ve verimin artırılması amacıyla 1952 yılında Et ve Balık Kurumu (EBK) kuruldu. Yem sorununu çözmek, kaliteli yem sağlamak, özel sektörü hayvancılığa özendirmek için de 1956 yılında Yem Sanayi Türk AŞ (YEMSAN) kuruldu. Süt üretimini ve kalitesini artırmak, süt ürünleri üretimini ve özel sektörü teşvik etmek amacıyla 1963 yılında da Süt Endüstrisi Kurumu (SEK) kuruldu.
1980 darbesi sonrası ülkemizde sömürge politikaları uygulamaya kondu. İç pazarı terbiye etmek amacıyla hayvansal ürünler ithal edilmeye başlandı. Hayvancılık sektörümüzün de önemli yıkımsal adımları bu şekilde atılmaya başlandı. 1980‘lerin sonunda yüksek faizli kredilerle zarar ettirilen YEMSAN, EBK ve SEK 1992 yılında özelleştirme kapsamına alındı. Piyasayı düzenleyici görevi olan bu kamu kurumları 1993-2000 yılları arasında arsa rantı peşinde koşanlara satıldı. Bu nedenle üretim tesislerinin pek çoğu satıştan kısa süre sonra kapatıldı. Özelleştirme sonrası bu alanlarda yerli ve yabancı şirketlerin tekelleşmesi görüldü.
Sömürge politikaları ve özelleştirme sonrası hayvan varlığımız hızla geriledi. 1980‘lerde nüfusu 44 milyon olan ülkemizde yaklaşık 82 milyon baş küçük ve büyükbaş hayvan bulunuyordu. Günümüzde nüfusumuz 72,5 milyona çıkarken hayvan varlığımız 40,5 milyon başa geriledi. Özelleştirme öncesi Türkiye 742 bin ton kırmızı et üretirken günümüzde 482 bin tona geriledi.
Bu hızlı gerilemeye dur demek amacıyla 2000 yılında yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararı (BKK) ile hayvancılık sektörü destekleme kapsamına alındı ve 2005 yılında yayımlanan BKK ile de desteklerin 2010 yılına kadar devam ettirilmesi hedeflendi. 2002 yılında 83 milyon TL olan hayvancılık destekleri 2007 yılında 750 milyon TL‘ye çıkarıldı. Desteklerdeki bu artışa güvenen üretici işletmesini büyüttü, sektör dışından birçok işadamı sektöre yatırım yaptı.
Hayvancılık tam ayakları üzerine kalkmaya başlamışken 2007 yılında iki önemli gelişme oldu. Kuraklık ve genel seçimler. Hayvan yemi olarak kullanılan birçok tarım ürününün üretiminde önemli gerilemeler olurken, yem fiyatlarında ise tam tersine çok hızlı bir yükselme yaşandı. Üreticinin ürünü yem fiyatının gerisinde kaldı. Hayvansal ürün fiyatları yükselirken üretici maliyetini karşılayamaz duruma geldi. Genel seçimler öncesi tarımsal destekleme bütçesinin %95‘i dağıtılmış, hayvan üreticilerine ise hiçbir ödeme yapılmamıştı. 750 milyon TL civarında hesaplanan desteğin seçim vaatleriyle 1,2 milyar TL‘ye çıktığı görüldü. Bu destek ancak 2008 bütçesinden karşılanabilecekti. Hesaplar tutmayınca Tarım ve Köyişleri Bakanlığı‘na kızan Maliye Bakanlığı tarımsal desteklemelerde kendisinin de söz sahibi olacağını söyledi ve 2008 hayvancılık destekleri neredeyse yarı yarıya düşürüldü. Üreticinin en fazla desteğe ihtiyacı olduğu dönemde destekler aşağı çekildi.
Önemli bir gelişme de 2009 yılında yaşandı. Yayımlanan GDO yönetmeliği gereği, hayvan yemi olarak kullanılan mısır ve soyalar analiz sırası bekleyince yem fiyatlarında yine önemli artışlar görüldü. Hükümet üreticinin bu zor durumuna yine duyarsız kaldı. Bu duyarsızlıklar karşısında kazanamayan üretici yaklaşık 1 milyon süt hayvanı kesime gönderdi. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bu felaketi kırmızı et üretiminde gelişme olarak yorumladı.
Sonuçta ülkemizde kişi başına yılda 7 kg kırmızı et tüketilirken AB‘de bu miktar 75 kg‘dır. Ülkemizde kişi başına süt tüketimi yılda 17 litre iken AB‘de 110 litredir. Hayvancılık sektörümüzün çöktüğü günümüzde halkımız hayvansal protein alamamaktadır.
Ülkemizde YEMSAN, SEK ve EBK alandan çekildikten sonra piyasaya müdahale edecek kamu kurumu kalmadı. Bu nedenle besi ve süt hayvancılığı yapanlar kazanamayıp üretimden koparken, üretici ise bu ürünleri çok yüksek fiyattan tüketmektedir. EBK‘nun elinde sadece 8 kombina kalması ve pazar payının %1‘lerde olması dolayısıyla piyasada herhangi bir etkisi bulunmamaktadır. Üretici hayvanını doğrudan şirketlere satmaktadır. Oysa kırmızı etin İrlanda‘da %70‘i, Finlandiya‘da %69‘u, Danimarka‘da %62‘si Hollanda ve İngiltere‘de %35‘i, Fransa‘da %34‘ü, Almanya‘da %30‘u kooperatifler kanalıyla pazarlanmaktadır. Ülkemizde süt işleme tesislerinin sadece %4‘ü kooperatiflere aitken, AB‘de bu oran %50‘dir. Türkiye‘de de kooperatiflerimiz işlenmiş ürün satacak şekilde güçlendirilmelidir.
Bugün Tarım ve Köyişleri Bakanlığı‘nın elinde müdahale kurumu kalmadığından hayvansal üretimi düzenleyememekte, fiyatları kontrol altına alamamaktadır. Türkiye‘yi her alanda pazar haline getiren sömürge politikalarını bize tavsiye eden ülkelerde müdahale kurumları bulunmakta, her türlü destekle üretim teşvik edilmektedir.
Hayvan verimi bizden daha düşük birçok ülke mera hayvancılığı yaparak maliyetlerini düşürmekte ve dünya ticaretinde söz sahibi olabilmektedir. Türkiye‘de meralarına gereken önemi vermeli, yem bitkileri ekim alanlarını genişletmelidir.
TBMM komisyonlarında görüşmeleri tamamlanan ve genel kurulda görüşülmeyi bekleyen yeni Gıda Yasası‘da Hayvan Islahı Kanunu‘nun yürürlükten kaldırılması hedeflenmektedir. Bu yanlıştan derhal vazgeçilmeli, hayvan ıslahı konusunda üniversitelerimizin bilgi birikiminden yararlanılmalıdır. Köylerimizde damızlık hayvan aranmakta, bulunamamaktadır.
Günümüzde hayvancılıkta ileri pek çok ülkede deli dana hastalığı görülmektedir. İthal edilecek et ve hayvanlarla bu hastalığın ülkemize girmesi halinde insan sağlığı da büyük tehlikeye atılmış olacaktır. Tarım sektörünü yönetemeyip ithalatla halk sağlığını tehlikeye atmaya kimsenin hakkı yoktur.
Gelinen noktada et ve canlı hayvan ithalatı çözüm değildir. Kangren olmuş kol sivilce kremi ile tedavi edilmeye çalışılmaktadır. Ülkemiz üreticisinden esirgenen yüz milyonlarca dolar başka ülkelerin üreticilerine hediye edilecek, o ülkenin halkının refahına katkı sunulacaktır. Daha önce yapılan ithalatlar örnektir, hayvancılığımızın çöküşüne neden olmuşlardır. Hayvancılık sektörümüz kalkındırılmadıkça yapılacak ithalat döviz kaybına, tarımdan kopuşa, işsizliğin daha da artmasına neden olacaktır. İthalat sonlandırıldığında halkımız et ve süt ürünlerini bugünkünden de daha pahalıya tüketmek zorunda kalacaktır.
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası
İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu