KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİYDİ, YA ŞİMDİ?

İSTANBUL
07.03.2011
 

KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİYDİ, YA ŞİMDİ?

 7.3.2011

Genel seçim yaklaşıyor. Ülkemiz nüfusunun hala oldukça önemli bir kısmını ilgilendiren tarım politikaları yine masaya yatırılacak. Hükümet, her seçim döneminde olduğu gibi 2011 tarım desteklerinin %90`ını seçimden önce dağıtmaya kararlı. Var olma mücadelesi içindeki çiftçi kendisi hakkında kimin ne düşündüğünü sorgulayacak; "köylü bir zamanlar bu milletin efendisiydi, ya şimdi?" sorusunun cevabını arayacak.

 

Tarımının alt yapı sorunlarını çözmüş olan Avrupa Birliği (AB) bütçesinin %45′ini tarımsal desteklere ayırmakta ve bu kapsamda 45-55 milyar avro arasında destek sunmaktadır. ABD ise 100 milyar dolar ve üzerinde destekler vermektedir. Ülkemizde 2010 yılında 5 milyar 600 milyon TL olan tarım destekleri 2011 için 6 milyar TL olarak belirlenmiştir. Kimi çevrelerin ekonomiyi batırmakla suçladığı tarımımızın bütçeden aldığı pay sadece %1,5-2,5 aralığındadır.

 

Avrupa`da çiftçi, hemen hemen milli gelire yaptığı katkı kadar destek alır. Bizim çiftçimizin milli gelirimize katkısı %10 civarındadır, aldığı pay ise %0,5`tir; %1 bile değildir. Oysa 2006`da çıkarılan Tarım Kanunu, çiftçiye verilecek desteklerin milli gelire oranının %1′den daha az olamayacağını söyler. Buna göre çiftçimizin 2007`den bu yana yaklaşık 16 milyar TL devletten tarım desteği alacağı bulunmaktadır.

 

Bu çarpıklığı görmeyenler, ülkemiz çiftçisinin pahalı üretim yaptığını söyler, daha ucuz olan dünya borsalarını örnek gösterirler. Buğday ambarı Anadolu`yu dışarıdan buğday almaya, Orta Doğu`nun büyükbaş hayvan sağlayıcısı ülkemizi dışarıdan hayvan ve hatta kurbanlık almaya mahkum eden işte bu yanlış zihniyettir.

 

Tarım ve Köyişleri Bakanı, katıldığı bir TV programında, ülkemiz halkının %24`ünün kırsal alanda yaşadığını, aynı zamanda bunun tarım nüfusu olduğunu, AB`de tarım nüfusunun %5-6 civarında olduğunu, bunun aynı zamanda AB`nin kırsal nüfusu olduğunu söylemiştir. AB`nin önemli tarım ülkelerinden Fransa ve İspanya`da kırsal alan nüfusu %23 iken, Portekiz`de bu oran %45`e kadar yükselmektedir. AB`nin kırsal nüfus ortalaması Türkiye`nin daha üzerinde olup %26 civarındadır (FAO). Ülkemizde kırsal nüfusun toplam nüfusa oranı %24 iken, tarımsal nüfus ise %18 civarındadır.

 

AB tarım ve kırsal alan politikalarına son derece önem verirken, ülkemizde çiftçi, tarım nüfusunun azaltılması hedefi kapsamında adeta toprağından kovulmaktadır. Ülkemizde tarımı bitirmeye çalışanlar, dünyanın en gelişmiş ülkelerinin aynı zamanda en ileri tarım ülkesi olduklarını ve kırsal alandaki nüfuslarını muhafaza ettiklerini göremeyenlerdir. Bugün köylerimizde 50 yaşın altında çiftçilikle uğraşan nüfus son derece azalmıştır.

 

Ülkemizin güçlü ekonomisinden bahsedilirken sürekli artan ihracat örnek verilmekte, ithalattan ise bahsedilmemektedir. Ülkemiz 2002-2010 yılları arasında yaptığı ihracattan 761 milyar dolar kazanırken, ithalata 1 trilyon 174 milyar dolar ödemiş, arada 413 milyar dolar açık meydana gelmiştir. Ocak 2011`de ithalat-ihracat arasındaki fark 7 milyar dolar yine ülkemiz aleyhine olmuştur.

 

Bir zamanlar tarım ülkesi kabul edilen ülkemizde tarım ürünleri dış ticareti de paralel bir seyir izlemektedir. İthalat-ihracat dengesi 2007 yılında 910 milyon dolar, 2008`de 2 milyar 450 milyon dolar, 2009`da 240 milyon dolar, 2010`da 1 milyar 360 milyon dolar ülkemiz aleyhine gerçekleşmiştir.

 

Ülkemizde tarımsal nüfus azaldıkça kırsal alan boşalmakta, işsizlik artmakta, çiftçi kentlerde (iş bulabilirse) sermayenin ucuz iş gücü olarak karın tokluğuna çalıştırılmakta, işçi ve memur maaşlarına zam istediğinde dışarıdaki işsiz ve aç insanlarla tehdit edilmektedir. 2002-2010 yılları aralığında tarım sektörünün istihdama katkısı %35`lerden %25`lere gerilerken, işsizlik tam tersi olarak %10,3`ten 2009`da %14`e kadar yükselmiş, 2010`u %11 ile kapamıştır.

 

Kırsal alanda (%39) ve tarımla uğraşan kesimde (%33) görülen yoksulluk ülkemiz ortalamasının (%18) iki katı, kentlerdekinin (%9) ise dört katıdır. Ülkemizde 339 bin kişi açlık, 12 milyon 751 bin kişi ise yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır.

 

Ülkemizde 1980`de uygulamaya konan neo-liberal politikalar sonucu tarımın kurmay kurumları kapatılmış, özelleştirme adı altında tarıma yön veren KİT`ler satılmış ve kapatılmıştır. Özelleştirmelerden sağlanan gelir 1985-2002 yılları arasında 8 milyar dolar iken, 2002-2009 yılları arasında ise 44,3 milyar dolar olmuştur. Buna karşın ülkemizin dış borcu bu dönemde Cumhuriyet tarihi boyunca görülmemiş bir hızla yükselmiş, tarım hızla geri gitmiştir.

 

IMF, Dünya Bankası ve AB ile yaşanan yakın ilişkiler ve verilen taahhütler Türkiye`yi tarım ürünleri alanında net ithalatçı bir ülke konumuna getirmiştir. Dünya Bankası`nın 2008`de yayımladığı "Kalkınma için Tarım" raporunda gıda krizinden çıkabilmenin yolu olarak tekrar küçük çiftçilerin desteklenmesini göstermiştir. IMF temsilcileri 2007`de ülkemize yaptıkları bir ziyarette Türkiye ekonomisinin düze çıkabilmesi için tekrar tarıma ağırlık vermesi gerektiğini belirtmişlerdir. Bu gelişmelere karşın ülkemizde uygulanan tarım politikaları hala küçük çiftçiliği bitirmek ve ithalatçı durumu sürdürmek üzere kurgulanmaktadır. Resmi göstergeler tarım sektörümüzün durumunun iyi olmadığını göstermektedir.


Tarım politikaları sadece köylünün değil, kentlinin de yakından takip etmesi gereken önemli bir konudur. Köylü, kendine ürettirilmeyip ithalat için verilen parayla yabancı çiftçilerin desteklendiğini biliyor. Kentli de ithalata verilen her bir kuruşun, yabancı ülke halklarının refahı için harcandığını bilmelidir.

 

Başta çiftçilerimiz olmak üzere tüm halkımızın refahını samimiyetle düşünen siyasi partilerin Haziran ayında yapılacak seçimlerde yolunun açık olmasını diliyoruz.

 

Ahmet ATALIK

Başkan

Okunma Sayısı: 1013