KÜRESEL EKONOMİK KRİZ VE TARIM SEKTÖRÜNE OLASI ETKİLERİ

KÜRESEL EKONOMİK KRİZ VE TARIM SEKTÖRÜNE OLASI ETKİLERİ
ADANA
15.01.2009
 

Son 20-25 yıldır küreselleşmenin, neoliberalizmin ekonomik politika merkezleri olan IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi kuruluşların dayatmaları ile şekillenen bağımlı politikalarla ekonomik ve sosyal olarak zaten kriz içine sürüklenmiş ülkemiz tarım sektörünü küresel ekonomik krizle birlikte daha ağır, daha zor günler beklemektedir.

2008 yazı ortalarında ABD de finansal kriz olarak başlayıp, bu gün tüm dünyayı saran, etkisinin her geçen gün daha ağır hissedildiği, ne kadar süreceği, içinden nasıl çıkılacağı, sonucunda ne tür insanlık trajedilerinin yaşanacağı belli olmayan, tüm dünyayı bir nükleer bomba gibi alt üst etme potansiyeli ve olasılığı olan bu büyük ekonomik krizin ülkemizi ve tarım sektörünü uzun süre uğraştıracağı, üzerinde uzun süre konuşulacağı açıktır.

Esasen günümüzde yaşanan ekonomik krizin kökeni 1970‘li yılların sonuna uzanıyor. İkinci dünya savaşı sonrası birikim süreci içinde, sermayenin karlılığının giderek azalması sonucu, kapitalizm bunalıma girmiş, bu bunalım 1980‘li yıllara egemen olan serbest piyasacı çözümlerle giderilmeye çalışılmıştı. Hatırlanacağı gibi Reagan ve Teacher yönetimlerinin başını çektiği serbest piyasacı, özelleştirmeci uygulamalar ile gelişmekte olan ülkelere dayatılan dışa açık büyüme modelleriyle ekonomide yeni bir döneme girilmiş, herkesin kazanacağı, yarar göreceği gibi yaldızlı laflarla küreselleşme hakim bir rüzgâr olarak estirilmişti. Sosyalist bloğun çözülerek kapitalist dünyaya, dolayısıyla dünya pazarlarına eklemlenmesi, Çin, Hindistan, Arjantin, Brezilya, Türkiye gibi geniş bir tüketim ve üretim potansiyeli barındıran ülkelerin yükselen piyasalar olarak değerlendirilmesi bunalımı kısmen hafifletmiş, krizin gecikmesine yol açmıştır. Karlılığı azalan sermaye, dünyanın en ücra köşesindeki kar olanağını değerlendirmek için, sosyal devlet anlayışı ile o zamana kadar kamu eliyle yürütülen ekonomik faaliyetlerle, eğitim, sağlık gibi hizmetlerin özeleştirilmesiyle doğacak karları değerlendirmek için, azgınca önündeki tüm engellerin kaldırılmasını istemiş, bunun için ticaretin serbestleştirilmesini ve özelleştirmeleri dayatmıştır. Açgözlü sermayeye bu da yetmemiş, türev piyasalar, hedge fonlar, vadeli işlemler piyasaları, borsa, mortgage kredileri, tüketici kredileri vb finansal araçlarla bir kumarhane (gazino) ekonomisi yaratarak, emekçi sınıfları, yoksul hakları iliğine kadar sömürmüştür. Tarım sektörü de tarım sigortaları, tarım ürünleri vadeli işlemler piyasası gibi uygulamalarla sermayenin finansal yatırım alanları arasına girmiştir. Bu gazino ekonomisinin, umutların istismarına dayanan, yapay gelecek vaatleriyle pompalanarak şişirilen balonu patlayınca kriz kaçınılmaz olmuştur. Yazılanlara göre kriz öncesinde dünyanın reel üretim değerinin neredeyse 10 katı büyüklükte bu nitelikte finansal balon yaratılmıştır. Şüphesiz bu kriz yalnızca finansal bir kriz değildir. Tetikleyicisi finansal balonun patlaması olsa da bu kriz tüm sektörleri içine alacak, onları derinden etkileyecek bir krizdir zira bu balon reel üretim sektörleri ile ilişkilendirilerek şişirilmiş bir balondur. Dünya ekonomisine egemen küresel şirketler aynı zamanda bankalar, yatırım bankaları, finansal şirketlerin de ortakları olduğu, karlarının önemli bölümünü faaliyet dışı finansal yatırımlardan elde ettiği, bu durumun ülkemizin en büyük 500 firması içinde geçerli olduğu hatırlanmalıdır.

Küreselleşmenin, bugün yaşanan krizle ekonomik, ideolojik ve siyasal olarak tüm yaldızları dökülmüştür artık. Türkiye, bu krizin bedelini en ağır ödeyecek ülkelerin başında gelmektedir. Ülkemiz, 2001 krizi sonrası yıllarda önemli bir ekonomik büyümeyi gerçekleştirmesine rağmen, istihdamını artıramayan, gelir dağılımını bozan, dış borçları 300 Milyar dolara varan, dış ticaret açığı 50 milyar doları bulan yapısıyla krize karşı daha savunmasız, daha zayıf bir konumdadır. Onun için büyük sermaye IMF ile anlaşılmasını, dev boyutlara ulaşan ucuz dövizle yaptığı borçlarının ( ki bu borçlarının önemli bölümünü özeleştirilen kuruluşların satın alınmasında kullanmıştır) devlet güvencesi kapsamına alınarak kamuya ödetilmesini yani emekçilere yükletilmesini istemektedir.

Tarım sektörü de elbette ki bu krizden önemli ölçüde etkilenecektir. Tarım ürünlerin zorunlu ihtiyaçlar olan gıda ve giyim ihtiyaçlarını karşılayan hammadde niteliğinde ürünler olması itibariyle talep açısından belki otomotiv, dayanıklı tüketim malları, tekstil, inşaat ve turizm sektörleri kadar olumsuz etkilenmeyecektir. Ancak dış pazarlara yönelik yaş meyve sebze, fındık, kuru üzüm kuru incir benzeri ihraç ürünlerinde bir talep daralması beklenebilir. Olumsuz etkilerden biri, tarım ürünlerini hammadde olarak kullanan sektörlerin kriz gerekçesiyle üreticilerin örgütsüz ve dağınık olmasından da yararlanarak kuracakları baskı ile çiftçi eline geçen fiyatların düşürülmesi olabilir. Asıl olumsuz etki, sektörün tarım dışı sektörlerden aldığı gübre, ilaç, akaryakıt, alet makine gibi girdi fiyatlarının artışı ile yaşanacaktır. Yine dış finansman desteğine muhtaç olan tarım sektörü üzerinde özel kesimin verdiği krediler büyük bir baskı unsuru olmayı sürdürecektir. Son yıllarda özel kesimin tarım sektörüne verdiği krediler, geleneksel kredi kaynakları olan Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatiflerinin verdikleri ile boy ölçüşecek düzeye ulaşmıştır. Bu kredilerin geriye ödemelerinde yaşanacak güçlükler, ipotek olarak kullanılan tarım arazilerinin mülkiyetinin el değiştirmesine yol açabilir.

Tarım sektörünü ekonomik krizlere karşı diğer sektörlere göre biraz daha dayanaklı kılan özeliklerden biri, tarım ürünlerinin zorunlu ihtiyaç malları olması ise, diğeri de tarımın aile işgücüne dayalı, göreceli olarak diğer sektörlere daha az bağımlı küçük aile işletmeciliğinin varlığıdır. Ülkemiz tarımsal yapısının krize karşı bir avantaj olarak değerlendirilebilecek küçük aile işletmeciliğine dayalı geleneksel yapısı, son yıllarda izlenen politikalar nedeniyle önemli ölçüde yara almıştır. Yapılması gereken küçük aile işletmeciliğinin yaşatılması, bu işletmelerin kooperatif, birlik gibi organizasyonlar aracılığıyla verimli üretim ölçeğinde örgütlemek olmalıdır.

Krize karşı alınacak en önemli önlem, tarımın diğer ekonomik sektörlerden çok daha fazla desteklenmesi olmalıdır. Bu yolla zaten yıllarca kriz içinde olan, yoksulluğun daha derin yaşandığı ve önemli bir büyüklükte olan kırsal nüfusa nefes aldırılabileceği gibi, kentsel kesimdeki yoksularla dar gelirli tüketicilerin de kriz altında ezilmeleri kısmen önlenebilecektir. Ayrıca tarımın desteklenmesiyle tarımla yatay ve dikey bağları olan sektörlerinde uyarılacağı, tüketim düzeyi düşük, olan kırsal nüfustaki küçük bir gelir artışının tüketime yöneleceği için kriz içindeki tarım dışı sektörlere dış piyasalardan daha istikrarlı daha güçlü bir iç talep yaratarak pazarı canlandıracağı gerçeği de unutulmamalıdır.

Ekonominin genelinde iflaslar, işten çıkartılmalar, ücretlerin baskı altına alınması, açlık ve yoksulluk gibi sonuçlara yol açacak ekonomik krizler bir bakıma da sermaye ve servetin önemli ölçüde el değiştirmesi sürecidir de. Bu süreçte, sınıflar ve kesimler arasında krizin faturasının ödetilmesine yönelik zorlu bir mücadele de kaçınılmazdır. Sermaye bu krizin faturasını emekçilere ödetmek istemektedir. Tarım bir sektör olarak örgütsüz ve zayıf yapısıyla bir bütün olarak tarım dışı sektörlere göre krizin faturasını ödeme bakımından en dezavantajlı durumdadır. Krize karşı alınacak önlemler içinde tarımın sözü bile geçmediği gibi, başlangıçta 5.5 milyar TL olarak açıklanan 2009 tarım destekleme bütçesi ( ki Tarım Kanununa göre GSMH‘nin %1‘inden az olmaması hükmünün yerine getirilmesi için yaklaşık 10 milyar TL olması gerekirken) IMF telkinleriyle 500 milyon TL kırpılmış, zaten yetersiz olan sulama yatırımları programdan çıkarılmıştır. Krizin çıkmasında hiçbir rolü olmayan tarım sektörü, krizin bedelini de ödememelidir. Bu da ancak örgütlü bir karşı duruşla mümkündür. Bunun için kooperatiflerden, çiftçi sendikalarına, üretici birliklerinden, ziraat odalarına tarımdaki her örgütlenmeden yararlanılarak doğru, ortak bir talepler programı etrafında sesimiz yükseltilmelidir.

Bilimin ve aklın yol göstericiliğinde, üreticiden tüketiciye ayırım yapmadan, kamu yararını ve toplumsal faydayı ön planda tutan TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası, 55 yıllık birikimi ile krizin faturasının tarım sektörüne ve toplumun yoksul kesimlerine ödetilmemesi yolunda kamuoyu baskısı oluşturmak için üzerine düşen görevi tereddütsüz yerine getirecektir.

Kamuoyuna saygıyla duyururuz.

 

Prof. Dr. Haydar Şengül

Şube Başkanı

(Yönetim Kurulu adına)

Okunma Sayısı: 3781
Fotoğraf Galerisi