ODA TV:BU NÜFUSU NE İLE DOYURACAKSINIZ- 17 MART 2019

ODA TV:BU NÜFUSU NE İLE DOYURACAKSINIZ- 17 MART 2019
MERKEZ
17.03.2019

"Nurzen Amuran sordu, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Özden Güngör yanıtladı..."

 

 

Nurzen Amuran: Bu hafta sizinle Türk Tarımının geldiği son durumu değerlendirelim. Çiftçinin tarımsal destekten yararlanması için Çiftçi Kayıt sistemine kayıt olması gerekiyor. Bu sisteme giren çiftçi sayısında 700 bin azalma olduğu söyleniyor. Bu azalmanın nedenini, girdi fiyatlarının artmasına, ithalatın özendirilmesine ve haksız rekabet ortamının doğmasına bağlıyorlar. Ayrıntıları konuşacağız ama genelde siyasi tercihler mi bu sonucu yarattı?

Özden Güngör: Üretmeye çalıştıkça borç batağına giren, emeğinin karşılığını alamayan çiftçi, maalesef üretimden vazgeçmiş durumdadır. Çiftçinin tarım desteklerinden yararlanabilmesi için dediğiniz gibi Çiftçi Kayıt Sistemine kayıtlı olması gerekiyor. Ancak, Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre, ÇKS’ye kayıtlı çiftçi sayısı 2003 yılında 2,8 milyon iken, 2010 yılında 2,3 milyona ve 2017 yılında 2,1 milyona geriledi. Diğer bir deyişle, sizin de vurguladığınız gibi bu süre zarfında yaklaşık 700 bin çiftçi son derece yetersiz olan tarım desteğini bile almaktan vazgeçti. Tarımın istihdama katkısı ise 2010 yılında %23,7 iken Ekim 2018’de %18’4’e geriledi. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu verilerine göre bankaların çiftçiye verdiği tarımsal kredi miktarı bir önceki yıla göre yaklaşık %17’lik artışla 2018 yılında 102 milyar TL’ye ulaştı. Çiftçinin ödeyemediği için icralık olduğu kredi miktarı, bir önceki yılın aynı ayına göre Aralık 2018’de ciddi bir artışla %55 oldu.

Çiftçinin üretim yapması için, desteklenmesi ve kâr elde ediyor olması lazım. Tarımdaki sorunların temel nedeni uzun vadeli tarım politikalarının yapılmamasıdır. Her gelen Bakan farklı bir uygulama yapıyor. Avrupa Birliği ülkelerinin tarım politikalarına baktığımız zaman, uzun vadeli, üretime dayalı, ithalata değil de ihracata yönelik olduğunu görebiliyoruz. Bakın, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bir açıklamasında "2000 yılıyla kıyaslandığında tarım ve gıda ürünlerinin ihracatı, ki böyle bir rakamı telaffuz etmek korkutucu, tam 16 kat arttı. Tek kelimeyle harika" dedi. Biz tarım ülkesiyken, ithalat şampiyonu bir ülke olduk. Bu durumdan siyasilerin hiç mi suçu yok? Bizim iklimimiz, toprak yapımız her türlü ürünü yetiştirmeye uygun, çiftçi yeterince desteklenirse üretir de. Yeter ki doğru tarım politikaları yapılsın.

TARIM DANIŞMANLARININ YETERİ SAYIDA OLAMAMASI ÇİFTÇİNİN BİLGİYE ULAŞMASINI ZORLAŞTIRMIŞTIR

Amuran: Üreticinin, maliyetlerin ve taleplerin değişkenliği nedeniyle belli ürünlerde üretimden çekilmeye başladığı öne sürülüyor. Bu durum da bir risk değil midir?

Güngör: Türkiye’de girdi maliyetleri karşısında üretimde zorlanan üretici, üretim planlaması yapılmadığı için, talebi karşılayacak ürünü üretmekte zorluk yaşamaktadır.

Son bir yılın üretim maliyetlerini değerlendirecek olursak: Aralık 2018’de %20,3’lük enflasyonun oldukça üzerinde gerçekleşen döviz kurundaki artış, tarımsal üretimi de olumsuz etkiledi. Zira tarımsal üretimde kullanılan girdilerden mazotta neredeyse tamamen, tarım ilacı ve gübrede çok büyük oranda, özellikle sera tohumlarında önemli düzeyde yurtdışına bağımlıyız. Bu nedenle döviz fiyatındaki en ufak bir artış çiftçinin üretim maliyetini önemli ölçüde artırmaktadır. Bir önceki yılın ortalama fiyatı ile karşılaştırıldığında, 2018 yılında mazotun fiyatı %23,2, üre gübresinin fiyatı %69 ve DAP gübresinin fiyatı %63 oranında artış gösterdi.

Üretim maliyetleri karşısında üretmeye çabalayan üretici, o yıl hangi ürünü yetiştireceği konusunda yeterli bilgi sahibi değildir. Üretim planlaması yaparak arz-talep dengesinin korunması gerekmektedir. Bilindiği üzere kırsal nüfusumuz hızla azalıyor, köylerde kalan yaşlı nüfus ise yeterince bilgilendirilmiyor. Tarım danışmanlarının yeteri sayıda olamaması çiftçinin bilgiye ulaşmasını zorlaştırmıştır. Ekim planlaması yapılarak o sene hangi ürüne ne kadar talep geleceği belirlenerek, çiftçi Tarım danışmanlarından bilgi alarak doğru ürüne yönlendirilmelidir. Bu sene soğan konusunda yaşadığımız sorunlar, üretim planlamasının yapılmamasının bir sonucudur.

Bir örnek verelim: Ülkemizde 2017 yılında 2.1 milyon ton kuru soğan üretimimiz vardı. Bunun yaklaşık 1.7-1.8 milyon tonunu iç piyasada tüketiyoruz. Hatırlanırsa, geçen yıl soğan üreticisi zarar etmiş ve birçoğu ürününü tarlada bırakmıştı. Bu nedenle 2018 yılı soğan ekim alanımız 480 bin dekara, üretimimizde 1,9 milyon tona düştü. Birçok ilimizde doğal afetler ve hastalıklar nedeniyle kuru soğanda rekolte düşüşü yaşandı. Üretici, bilindiği gibi üretmekte zorlandı. Girdi maliyetleri, doğal afetler, soğan hastalıklarının yanı sıra soğan üreten çiftçilerin örgütlü yapılarının olmaması, üretim planlaması yapılmaması, nüfusun artması nedenleri ile bu fiyat dalgalanmalarını her dönem yaşayacağız. Patateste de durum böyle diğer ürünlerde durum böyle…

Amuran: Patatesi ayrıca ele alacağız ama önce hayvancılığımızı da konuşalım. Tüketicinin kırmızı et talebinde azalma olduğu söyleniyor. Hastalıklı et ithalatı nedeniyle İthal etlere güvenin azalması yanında fiyatların yüksek oluşunun besiciye yansıması nasıl oldu? İthalatta bir düşüş var mı?

Güngör: Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, Kurban Bayramı öncesinde hayvan varlığıyla ilgili bir sıkıntının yaşanmasının söz konusu olmadığını, “geçen yıl büyükbaş hayvan olarak 800 bin, küçükbaş olarak da 2,7 milyon hayvan kesildiğini, mevcudun fazlasıyla var” olduğunu belirterek, “Herkes müsterih olsun, her türlü tedbir alınmış durumda” dedi.

Bakan Pakdemirli’nin açıklaması ilk anda yüreğimizi ferahlatsa da, hayvan varlığımıza ilişkin durumumuz, bu konuda iyimser olmamızı engelliyor. İthalat rakamları ülkemizde hayvancılığın da dışa bağımlı sürdürüldüğünün bir göstergesidir. İthalatının başladığı 2010 yılından 2018 yılına kadar yaklaşık 7,7 milyon büyükbaş ve küçükbaş hayvan ithalatı ile yaklaşık 292 bin ton sığır eti ithalatına toplam 8,2 milyar dolar ödendi.

Bir örnek vermek istiyorum: Sığır eti ithalatı 2018 yılında %195 artış gösterdi. Son yıllarda ithalatın kontrolsüz bir şekilde artması kesim zamanı gelen besilik hayvanların kesilememesine ve yetiştiricilerin zarar etmesine yol açtı. Çözüm olarak bu sefer de hesapsız kitapsız alınan hayvan ve etlerin ihraç edilmesi gündeme geldi.

2018 yılında canlı hayvan ve sığır eti ithalatına yaklaşık 2 milyar dolar ödendi. TÜİK tarafından bu ithalata yapılan ödemenin TL karşılığı yaklaşık 8,8 milyar TL olduğu dile getirildi. Hayvancılık destekleri için 2018 yılı bütçesinde 4 milyar TL ayrılmasına karşın 3,8 milyar TL ödeme yapıldı. Hayvancılığa verilen toplam desteğin 2,3 kat fazlası ithalata verildi. Diğer bir deyişle ithalata hayvancılığa verilen destekten 5 milyar TL daha fazla ödendi.

Kırmızı et üretimi bir önceki yıla göre 2018 yılında %0,7 azalmayla 1 milyon 119 bin tona geriledi. Kısacası Kırmızı et üretimi ülke ihtiyacımız olan 1,3 milyon tonun gerisinde kaldı.

Odamız kamu yararını gözeten, kamu kurumu niteliğinde bir meslek örgütü olarak, birçok kez ülkemiz tarım politikalarında yaşanan sorunları ifade etmiş ve çözüm yolları önermiştir. Planlı ve ulusal tarım politikaları yerine ithalatla tarımın sorunlarının çözülemeyeceğini defalarca ifade edilmiştir. Hayvansal üretim başta olmak üzere tüm tarımsal ürünlerde ithalat merkezli politikalar bir taraftan ülkemiz tarımsal üretimine büyük bir darbe vururken, diğer taraftan ithal edilen ürünlerde gıda güvenirliğini sağlamada yaşanan sorunlar ülke insanımızın sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Gerek ekonomik açıdan, gerekse gıda güvenliği ve güvenirliliği açısından halkımızın beslenme ihtiyacını yerli kaynaklarımızdan sağlamaya yönelik bir tarım politikası uygulanmalıdır.

Amuran: Sizin de açıkladığınız gibi geçen yıl, mazot, gübre, tohum, ilaç gibi temel girdilerde yüzde 120 ye varan artışlar oldu. Ancak bu artışlara paralel olarak üreticinin geliri artmadı. Üreticiye beklediği destek gelmedi değil mi?

Güngör: 2006 tarihli Tarım Yasası’na göre, tarımsal desteklemeler için bütçeden ayrılacak kaynağın milli gelirin %1’inden az olamayacağı hükmü getirildi. Tarımsal desteklemelerin 2007 yılından itibaren söz konusu yasaya uygun bir şekilde belirlenmesi gerekirken, verilen desteğin milli gelire oranı %0,4 ve %0,6 aralığında kaldı; hiçbir zaman %1 olmadı.

Yasa çerçevesinde 2018 yılında tarıma verilmesi gereken destek 37,4 milyar TL olması gerekirken, yapılan destekleme ödemesi yaklaşık 14,6 milyar TL’de kaldı; çiftçiye aldığından daha fazla bir miktar, 22,8 milyar TL eksik ödeme yapıldı.

Tarımsal desteklerde aradığını bulamayan çiftçi, gittikçe artan miktarda banka kredisine yöneldi. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu verilerine göre bankaların çiftçiye verdiği tarımsal kredi miktarı bir önceki yıla göre yaklaşık %17 arttı.. Diğer bir deyişle, çiftçilerin bankalara olan kredi borcu 102 milyar TL’ye ulaştı.

Yetersiz tarımsal destekler, buna karşın çiftçinin çare olarak yöneldiği tarımsal krediler, her geçen ay yükselen kredi borcu ve artan icra takipleri… Çiftçinin tüm bu olumsuzluklardan etkilenmemesi için gerçekleştirdiği tarımsal üretimden kazanıyor olması gerekir. Ancak, veriler çiftçinin alım gücünün her geçen yıl gerilediğini gösteriyor.

Genel enflasyon verilerine baktığımızda Mayıs ayına kadar durağan seyreden enflasyon Haziran ayından itibaren hızlı bir şekilde yükselişe geçerek Ekim ayında %25,24’e kadar yükseldi. Bir önceki yılın aynı ayına göre Aralık ayını %20,30 ile tamamladı. Buna karşın çiftçinin birinci elden sattığı ürününden eline geçen fiyat artışı %15,89 ile her yıl olduğu gibi enflasyonun altında kaldı. Cari olarak çiftçinin eline geçen parada her ne kadar artış gözükse de enflasyonun oldukça altında kalması nedeniyle alım gücü geriledi. Tüketicinin gıda alımına ödediği fiyattaki artış ise %25,11 ile genel enflasyonun üzerinde seyretti. Bu tablo üreticinin kazanamadığı, tüketicinin ise yüksek fiyattan gıdaya ulaştığını net bir şekilde gözler önüne sermektedir.

%20,3’lük enflasyonun karşısında çiftçinin eline geçen fiyat ise enflasyonun altında kaldı.  

Amuran: iklim değişikliği yanında nüfusun artmasının, Suriyelilerin ülkemizde bir potansiyel oluşturmasının da talebin karşılanmasında güçlük yarattığı öne sürülüyor. Buradaki sorunun temelindeki neden, nüfusun artışı mı, tarım alanlarının giderek azalışı mı, üreticilerin üretimden vazgeçmesi mi? Çünkü Türkiye’de tarım alanları, son 10 yılda 10 bin 950 kilometrekare azalmış.

Güngör: Tarım politikalarının yol açtığı sorunların yanında 2018 yılı meteorolojik olayların tarıma olumsuz etkisi açısından da önemli bir yıl oldu. Ülkemizde 1990 yılından bu yana ekstrem olay sayısında sürekli bir artış yaşanırken 2018 yılında 840 ekstrem olay yaşandı. Ekstrem olaylar içinde şiddetli yağış ve seller %41 pay ile birinci sırayı alırken, fırtına %29 ile ikinci, dolu %16 ile üçüncü sırada yer aldı. Ekstrem olaylar içinde yıldırım ve kuvvetli karın payı %5, donun payı %3 ve sis, orman yangını, çığ ve kum fırtınasının payı ise %1’den az oldu. Çiftçinin üretim sırasında yaşanan bu meteorolojik olaylardan en az zarar görmesi için, yetkililerin bilime dayalı, gerçekçi çözüm yolları araması gerekiyor, kader demek doğru bir yaklaşım değildir.

Türkiye nüfusu ise her geçen yıl artıyor. Nüfusumuz artarken dediğiniz gibi tarım alanlarımız ise hızla azalıyor. 2002 yılında tarım alanımız 26.579,00 bin hektar iken 2018 yılında 23.200,00 bin hektar alana düşmüştür. Sonuçta 2002- 2018 yıllarında nüfus % 23,5 oranında artarken, tarım alanımız %12,71 oranında azaldı.

Nurzen Hanım, çiftçinin neden kazanamadığı niçin üretimden vazgeçtiğini belirttim. Ziraat Mühendisleri Odası olarak, tarımın sorunları çözülmeden gıda fiyatlarının düşmeyeceğini her platformda dile getiriyoruz. Gıda fiyatlarının artışını önlemek için, öncelikli olarak girdi maliyetleri düşürülmeli, İklim değişikliği bir kader olarak görülmemeli. Bu konuda çalışmalar yapılmalı, ürünün tüketiciye ulaştırılmasında yaşanan sıkıntılar çözülmeli, uzun vadeli tarım politikaları oluşturularak üretici desteklenmeli, üretim planlaması yapılmalı, kooperatifçilik geliştirilmeli, ithalatın bir çözüm yolu olmadığını kabul ederek üreticimize yeterli destek verilmelidir.  

Amuran: İklim değişikliği de insanın doğaya müdahale etmesiyle daha farklı bir mecraya girmesine yol açmadı mı? Sözgelimi HES’lerin rolü de burada anımsanmalı, rantiyecilerin tutkuları da unutulmamalı değil mi?

Güngör: Ziraat Mühendisleri Odası olarak; doğanın tahrip edildiği, derelerimizin, kıyılarımızın, ormanlarımızın yağmalandığı, devletin kaynaklarının yapılan özelleştirmelerle yok edildiği, kamusal kaynaklarımızın sermayedarlara peşkeş çekildiği rant odaklı politikalarla kararlı bir biçimde mücadele ediyoruz. Bu kapsamda doğanın korunması için ODA’mız bir hukuk bürosu gibi çalışmakta, davalar açmaktayız. Son 5 yılda 150 ‘ye yakın dava açtık.

YAPILMASI GEREKEN İTHALATLA YABANCI ÜLKELERİN ÇİFTÇİSİNİ DESTEKLEMEK DEĞİL TÜRK ÇİFTÇİSİNİ DESTEKLEMEK

Amuran: Biraz önce soğan örneğini vermiştiniz. Depo baskınları nedeniyle bütün soğanlar piyasaya sürülünce yeni bir hasat dönemine kadar  soğanların temininde güçlük çekildi, fiyatlar arttı. İthalatı zor olan bir ürün deniliyor. Depo baskınları ne derece sorunu çözdü sizce?

Güngör: Kuru soğan, bütün dünyada olduğu gibi, tüketicilerin gelir düzeyine bağlı olmaksızın her evin mutfağının vazgeçilmez sebzesidir. Ülkemizde 2017 yılında 2.1 milyon ton kuru soğan üretimimiz vardı. Bunun yaklaşık 1.7-1.8 milyon tonunu iç piyasada tüketiyoruz. Hatırlanırsa, geçen yıl soğan üreticisi zarar etmiş ve birçoğu ürününü tarlada bırakmıştı. Bu nedenle 2018 yılı soğan ekim alanımız 480 bin dekara, üretimimizde 1,9 milyon tona düştü.

2018 yılında Adana ve Hatay başta olmak üzere birçok ilimizde doğal afetler ve hastalıklar nedeniyle kuru soğanda rekolte düşüşü yaşandı. Üretici, bilindiği gibi üretmekte zorlandı. Girdi maliyetleri, doğal afetler, soğan hastalıklarının yanı sıra soğan üreten çiftçilerin örgütlü yapılarının olmaması, üretim planlaması yapılmaması, nüfusun artması nedenleri ile bu fiyat dalgalanmalarını her dönem yaşayacağız gibi görülmektedir.

2018 Yılı ZMO raporumuzda ifade ettiğimiz gibi ülkemizde kuru soğanın yıllık kişi başına tüketim ortalaması 22 kilograma, bu politikalar devam ettiği sürece 2019 yılında soğan tüketim miktarımız 16-17 kg kadar düşeceğini ve fiyatların özellikle 2019 yılının ocak ve şubat aylarında daha da yükseleceğini 2018 yılının Ekim ayında yaptığımız açıklamayla kamuoyuna bildirmiştik. Nitekim öyle de oldu… Üreticinin ilaç maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle soğan hastalıkları ile gerekli mücadele yapmaması nedeniyle gerek hasat edilen gerekse depolarda saklanan soğanlarda çürümeler, küflenmeler meydana gelmiştir. Burada bir kısım depoların uygun olmamasının da ayrı bir faktör olduğunu bildirmiştik.

“Paramız var ki ithalat yapıyoruz” demek doğru bir yaklaşım değildir. Yerli ve milli üretim politikalarına ne oldu. Yapılması gereken; ithalatla yabancı ülkelerin çiftçisini desteklemek değil, Türk çiftçisini desteklemek. Girdi maliyetlerini düşürmek. Amaç dışı kullanılan tarım arazilerini ve meraları tarımsal üretim için kullanmak, kooperatifçiliği desteklemektir. Türk çiftçisi desteklenirse her ürünü yetiştirir ve ithalata gerek kalmaz. Dövizimiz boş yere gitmez.

Amuran: Küçük üreticilerin başka çaresi bulunmadığı için maliyetlerinin karşılanmasında ilaç gübre ve tohum gibi girdileri nedeniyle hal komisyoncularından destek alması, ürününü onlara teslim etmesi, bu durumun sonucunda fiyat belirleme yetkisini de kaybetmesi, gücünü azalttı. Bu konuda neler diyeceksiniz?

Güngör: Bu konuda kooperatifçiliğin desteklenmesi gerekiyor. Kooperatifçilik ile üretici pazarlama konusunda sıkıntı yaşamaz iken tüketiciye ucuz ve güvenilir gıda ulaşabilir. Sonuçta, kooperatifler vasıtasıyla üretici de tüketici de kazanır. Burada önemli faktörlerden birisi de, tabela kooperatifi olmayan kooperatiflere hükümetin ve belediyelerin desteklemesi gerekmektedir. Yoksa büyük marketlerin veya sermayenin, kooperatif faaliyetlerini engelleyecek her türlü girişimi yapabileceğini düşünmekteyim.

Amuran: Gelelim tanzim satışlarına. Tanzim satışlarının sürdürülebilir olmadığını söylüyorsunuz. Sözgelimi stoklardaki yerli baklagillerin bittiğini, tanzim satış için stoklardaki ithal ürünlerin çıkarıldığını öne sürmüştünüz.. Bunun üreticiye ne yararı olacak? Satışa sunulan başka hangi ithal ürünler var?

Güngör: Tanzim satışlar sürdürülebilir değildir, yüzeyseldir- aldatıcıdır, seçim öncesi göz boyamadır. Üreticiyi tarımsal girdi fiyatları altında ezdiren, alım gücünü her geçen yıl gerileten, üretmek yerine ithalat tercihi ile onu üretimden ve tarlasından koparan politikalar düzeltilmedikçe tanzim satışların özel sektör üzerinde oluşturduğu baskı çiftçiye satış fiyatını indirme yönünde yansıyacak, bu durum tarımsal üretime daha çok zarar verecektir.

Türkiye’de 2002 Yılında ekim alanı 41.196 dekar iken 2018 yılında 37.817 dekar alana düştü. Artan nüfusun talebini karşılamak için yerli üretim yerine ithalat tercih edildi. 2018 Yılında:

- Arjantin- Meksika- Hindistan’dan 93.000 ton nohut ithal ederek 118 milyon ($),

- Arjantin- Kanada- Kızgızistan’ dan 38.570 ton kuru fasulye ithal ederek 42,1 milyon($),

- Kanada- Rusya- Kazakistan 302.000 ton kırmızı mercimek, 22.000 ton yeşil mercimek ithalatına 144,7 milyon($),

- Çin - Yunanistan- İtalya’dan 265.000 ton pirinç ithal ederek 140,6 milyon($) yabancı ülke çiftçilerinin refahı için ödendi.

Türkiye bakliyat ithalatında son yıllarda rekor kırmıştır. Tanzim satış noktalarında satılan bakliyat TMO’dan gelmiş olsa dahi, sonuçta ithal edilen ürünlerin iç piyasada tüketildiğini net olarak söyleyebiliriz.

ÜRETİCİNİN SORUNLARI ÇÖZÜLMEDEN FİYATLAR DÜŞMEZ

Amuran: Tanzim satışlar 1 Nisan’a kadar sürecek deniliyor. Daha sonra eski düzene dönülünce fiyatlar yeniden yükselişe geçmeyecek mi?  Bu arada tanzim satışları nedeniyle semt pazarlarında fiyatlar geçici olarak düştü ancak pazar esnafı zararına satıyorum diyor. “O tanzim satışlarına sunulan ürünleri bize verselerdi biz de zarar etmeyecektik” diyorlar. Dürüst esnaf da işletmeler de zarar ediyor. Ne diyeceksiniz?

Güngör: Tanzim satışları bir seçim yatırımı olduğu için devam etmesi mümkün değildir. Nurzen Hanım, daha net bir şekilde açıklarsam: elinizde belli bir birim toprağınız var ancak bu alan sürekli azalıyor, nüfus artıyor, üretim azalıyor. Bu nüfusu üretim yok ise ne ile doyuracaksınız? Türkiye’nin iç ve dış borcu varken, nereye kadar ithal edebileceksiniz. Bu durumda gıda fiyatları hiç düşebilir mi? Tanzim satış noktaları ile pazar esnafı arasında haksız bir rekabet oluşmuştur. Tanzim satış noktalarında devletin bütün imkânları kullanılarak, göstermelik bir fiyat indirimi sağlanmıştır. Ama belirttiğim gibi sürdürülebilir değildir. Burada sonuç olarak şunu söyleyebilirim. Üreticinin sorunları çözülmeden fiyatlar düşemez.

Amuran: Son günlere en fazla tartışılan konulardan biri hükümetin sıfır gümrükle 200 bin ton patates ithal etmesi. Buna ne diyorsunuz?

Güngör: Doğru bir politika değil diyorum. Patates ülkemiz tarımsal üretiminde ve halkımızın beslenmesi içinde önemli bir yeri olan tarımsal ürünlerimizden biridir. Patates fiyatlarında görülen artışın giderilmesi için, üretimden kaynaklı sorunların giderilmesine yönelik adımlar atılması yerine, sorun tanzim satışlar yoluyla çözülmeye çalışıldı. İstenilen sonuçların alınamaması karşısında ithalat, yine çözüm için bir yöntem olarak benimsendi.

11 Mart 2019 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile 20 Nisan 2019 tarihine kadar ithal edilecek 200 bin ton patates için, %19.3 olan Gümrük Vergisi kaldırıldı. Yani sıfır oldu. Türkiye’nin 2000-2018 yılları arasında yaptığı toplam patates ithalatı 72 bin ton oldu. Patates ithalatımız aynı dönemde hiçbir yıl 10 bin tonu geçmedi. 19 yıllık ithalat toplamının üç katı kadar patates ithal edilecek olması, tarımsal üretimimizin geldiği noktayı göstermesi açısından oldukça üzüntü vericidir. Bildiğiniz gibi 45-50 gün sonra erkenci patateslerimizin hasadı başlıyor. Yüksek maliyetlerle üretim yapan ve para kazanmayı düşünen bu üreticilere yapılacak en büyük kötülüktür. Bu ithalat bu üreticileri borç batağına sürükleyecektir. Patates ithalatını da büyük bir olasılıkla İran, Kazakistan veya Mısır`dan yapılacağını tahmin ediyorum. Yani bu ülkelerin üreticilerin refahı için her şeyi yapıyoruz. Hem de bizden toplanan vergilerle.

KOOPERATİFÇİLİK MODELİ İLE YAŞ SEBZE VE MEYVEYİ ÜRETİCİDEN TÜKETİCİYE UYGUN FİYATA ULAŞTIRMAK MÜMKÜN

Amuran: Tüketicinin özellikle geliri düşük kesimlerin kuyruklarda saatlerce bekleyerek ihtiyaçlarını tanzim satış noktalarından temin etmesi, gıda kuyruklarının oluşması, moral yönünden de etkili oluyor. En zorunlu ihtiyaçlarınızı kuyruklarda bekleyerek sağlıyorsunuz. İşin bir de psikolojik yanı var değil mi? Tanzim satış noktaları farklı organize edilemez miydi?

Güngör: 2010 yılında kabul edilen Hal Yasası ile marketlere yeni imtiyazlar tanındı. Üreticiden doğrudan yaş meyve ve sebze almaları sağlandı. Piyasaya egemen olmaları ve fiyatları belirleme gücüne kavuştular ancak üretici örgütleri yok edildi. Kooperatifçilik modeli ile yaş sebze ve meyveyi üreticiden tüketiciye uygun fiyata ulaştırmak mümkün. Tanzim satışlarla bu mümkün değil, bunun bir model, bir sistem olarak uygulanması gerekiyor.

Amuran: Üreticiden başlayarak, tüketicinin ucuz, güvenli gıdaya erişiminin sağlanması için nasıl bir düzen kurulmalı, sizin önerileriniz neler?

Güngör: Sömürü çarklarının acımasızca kullanıldığı, kapitalizmin tekelci aşamaya geçtiği ülkelerde üretimden-tüketime kadar hayatın pek çok alanında bireylerin güçlerini ve olanaklarını birleştirerek, kendilerini korumalarının yolu kooperatifçilik çatısı altında toplanmalarıdır.  

Tarımda ucuz girdi kullanmanın, verimi, kaliteyi artırmanın standart ürün elde etmenin ve elde edilen ürünün pazarlanmasında söz sahibi olmanın en önemli yollarından biri etkili bir biçimde örgütlenmedir.

Amuran: Önümüzde belediye seçimleri var. Tüketiciye sağlıklı gıda erişiminde belediyelere düşen sorumluluk nedir, ne olmalıdır? Tarım politikalarının gelişmesinde, belediyeler nasıl bir rol üstlenmelidir?

Güngör: Öncelikle tüm belediyelerin tarımla ilgili projelerini açıklaması gerekir. Daha sonra konu ile ilgili Sektör bileşenleri ve özellikle meslek odamızla temasa geçerek görüş alması gerekir. Böyle oluyor mu? Maalesef Hayır. Seçildikten sonra bildiklerini okuyorlar. Burada özellikle İzmir ve Muğla belediyelerini ayrı tutuyorum.

Büyükşehir Yasası’nın 7. maddesinin f bendinde “Büyükşehir ve ilçe belediyeleri tarım ve hayvancılık destekleri için her türlü faaliyette bulunabilirler” denilmektedir. Büyükşehir yasası ile 2014 tarihinden sonra Türkiye’de yeni bir idari yapılanma sürecine girildi. Kırsal kesime hizmet eden il özel idareleri kaldırıldı, bu görev il mülki sınırları içerisinde büyükşehir belediyelerine verildi. Bunun bir sonucu olarak 30 ilde 16561 köyün tüzel kişiliği kaldırılarak mahalle statüsüne dönüştürüldü.

Tarımsal hizmetlere ilişkin olarak belediyelerin yeterli bir deneyimi bulunmamaktadır. Belediyelerin bu konuya yönelik olarak yapısal düzenleme yapmaları gerekiyor. Yapısal dönüşümlerin yanı sıra hayvancılık ve tarımsal faaliyetlerle ilgili yasal düzenlemelerin yapılması zorunlu… Köy tüzel kişiliğine ait olan mera, çayır, tarla gibi alanların belediyelerin yetkisi ile satılması ya da kiralanması,  köy yerleşim yerlerindeki hayvancılık faaliyetlerini olumsuz yönde etkileyeceğinden dolayı yasal düzenlemelerle hayvancıkla uğraşanların haklarının korunması gerekmektedir. İmar planlarına ilişkin düzenlemelerin, hayvancılık yatırımlarına engel olmayacak şekilde yapılmasının sağlanması, mevcut olan hayvancılık yatırım haklarının korunması sağlanmalıdır.

Amuran: Rakamlarla oranlarla Türk tarımının nereden nereye geldiğini ayrıntılarıyla sergilediniz. Sorunların nerelerden kaynaklandığını çözümlerin de neler olabileceğini dile getirdiniz. Bütün bu açıklamalarınızın yetkilileri aydınlatması dileğiyle size teşekkür ediyoruz.

Güngör: TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası adına biz size teşekkür ederiz.

 

Nurzen AMURAN

Nurzen Amuran

Odatv.com

Haber kaynağına ulaşmak için lütfen tıklayınız.

 

Okunma Sayısı: 1773