ODA TV: BU RAKAMLARI GÖRÜNCE DOMATES NİYE 10 LİRA DAHA İYİ ANLAYACAKSINIZ - 17 EKİM 2018
"Türkiye 16 yılda 575 milyar liralık ithalat yaparken tarımsal desteğe ayrılan miktar ise sadece 79 milyar TL`de kaldı..."
16 Ekim Dünya Gıda Günü dolayısıyla ortak bir basın açıklaması yapan meslek odaları, Türkiye`nin 16 yılda tarım ve gıdada ithalat bağımlısı haline geldiğini gözler önüne serdi.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), açlığın ve yoksulluğun ortadan kaldırılması, sürdürülebilir bir dünyada sürdürülebilir bir yaşama dikkat çekmek için her yıl 16 Ekim tarihinde "Dünya Gıda Günü" etkinlikleri düzenliyor. FAO`nun öncülüğünde düzenlenen etkiliklerle açlık ve yoksullukla topyekûn mücadele edilmesi gerektiği ortaya konulsa da bu konuda ciddi bir başarıdan söz edilemeyeceğine değinen meslek odaları, ortak bir basın açıklaması yaptı. Gıda Mühendisleri Odası (GMO),Genel Başkanı Kemal Zeki Taydaş, Kimya Mühendisleri Odası (KMO) Genel Başkanı, Dr. Ali Uğurlu ve Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Genel Başkanı Özden Güngör`ün ortak basın açıklamasında şöyle denildi:
"SORUN ÜRETİMDE DEĞİL, TÜKETİMDEKİ ADALETSİZLİKTE"
"Dünya Bankası temel gıda fiyatlarının son üç yılda yüzde 83 oranında yükseldiğini belirtirken, FAO 830 milyondan fazla insanın yani her dokuz kişiden birinin yatağa aç girdiğini belirtmektedir. Yapılan bütün bilimsel araştırmalar ise dünyada yaşanan açlığın ve yetersiz beslenmenin nedeninin üretim yetmezliği değil, üretim ve tüketimin adaletli bir şekilde sağlanamadığını göstermektedir. Ülkemizde ise insanlarımızın yüzde 22`si yeterli gıdaya ulaşamamakta yüzde 9`u ise açlık sınırında yaşamaktadır.
İTHALAT YÜZÜNDEN ÜLKE ÜRETEMEZ DURUMA GELDİ
Ülkemizde büyük yığınlarca yaşanan açlık ve yoksulluğun temelinde gıda ve tarımda yaşanılan dışa bağımlılık gelmektedir. Özellikle AKP iktidarı döneminde her şeyde olduğu gibi tarım ve gıdada da yoğun bir ithalatın yaşanması sonunda ülke üretemez duruma gelmiş ve gıda güvencesi de ortadan kalkmıştır. Son on altı yıllık süreçte tarım ve gıda ile ilgili olarak çıkartılan yasa ve yönetmelikler de gıda güvencesini yok etmeye yönelik tehditleri ne yazık ki pekiştirmekten başka bir işe yaramamıştır."
BU YIL TEMA "TARIMDA DIŞA BAĞIMLILIK"
Türkiye ve dünyada gıda ve beslenme sorunlarının yaşanmasına neden olan temel olgunun, emperyalist neoliberalizm olduğu görüşü savunulan açıklamada, “O nedenle biz bu yıl Dünya Gıda Günü`nün ana temasını ‘Gıda ve Tarımda Dışa Bağımlılık’ olarak belirledik. Dışa bağımlılık denilince akla hep sanayi olgusu gelmektedir ama tarım, gıda ve hayvancılık da bu ilişkide çok önemli bir yer tutmaktadır. Bir bakıma da hegemonya oluşturmanın en temel unsurudur.
GIDA ÜRETİMİ BELİRLİ ELLERDE TOPLANIYOR
Kapitalizmin tarım ve gıdayı bir meta olarak görmesi sonucu tarım ve gıda üretimi belirli ellerde toplanmaya ve tüm dünyaya bu yaklaşım egemen kılınmaya çalışılmaktadır. Günümüzde küresel sermaye tarımsal üretimin tüm aşamalarında; yani tohum üretiminden, zirai mücadeleye, gıda üretiminden, bu gıdaların tüketimine kadar tüm süreçleri kontrol etmek istemektedir. Çünkü kapitalizmin amacı insan ihtiyaçlarının karşılanması değildir. Bu yolla bir değişim değeri yaratmaktır. Bundan dolayı özünde ihtiyaç maddesi değil meta üretir. Bu nedenle kapitalizm sorgulanmadan, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), Dünya Bankası (DB), IMF gibi kurumların işlevi anlaşılmadan ne hayvancılığı, ne tarımı, ne de gıdadaki gerçeği anlamak mümkün değildir" ifadelerine yer verildi.
Dünyanın tohum ve gıda üretimi bir avuç küresel şirketin denetiminde
DÜNYANIN GIDASINI DÖRT ŞİRKET KONTROL EDİYOR
Bugün itibariyle, hemen her alanda olduğu gibi gıda alanında da sayısı onu geçmeyen çok uluslu şirketlerin dünya piyasasına hâkim durumda olduğunun altı çizilen açıklamada, küresel ölçekte dört şirketin piyasayı tohumda yüzde 58,2, tarımsal kimyasallarda yüzde 61,9, gübrede yüzde 42,3, hayvansal ilaçlarda yüzde 53,4 oranında kontrol ettiği kaydedildi. Hayvansal üretimde bu oranların tavukçulukta yüzde 97, domuz ve sığırda ise yaklaşık yüzde 66 düzeyinde olduğu belirtildi.
TÜRKİYE KÜRESEL GIDA TUZAĞINA NASIL DÜŞTÜ
Söz konusu şirketlerden altı tanesinin dünya tahıl ticaretinin yüzde 85`ini, sekiz şirketin ise kahve satışlarının yüzde 60`ını kontrol etttiğine dikkat çekilen açıklamada, “Özellikle insanların temel besin ihtiyacı olarak bilinen mısır, pirinç, buğday ve soya gibi gıdaları hâkimiyetleri altına almak için de büyük savaşlar vermektedirler. Türkiye`nin bu kıskaca düşmesi II. Dünya Savaşı sonrasına rastlar. Savaş dönemi hariç Türkiye kendine yeten, GSMH`sının önemli bir bölümünü tarımdan sağlayan bir ülkedir. 1940`lı yılların sonunda NATO`ya girilmesi ve IMF`ye üye olunması sonrasında sanayileşme ve tarımı engellemek için MARSHALL yardımlarının devreye sokulması, yabancı menşeili ürünlerin özendirilmesi, üretime dayalı ekonomi politikalarının terk edilmesiyle buğday-saman ithal eden, et yiyemeyen bir ülkeye dönüşümün başlangıcıdır” denildi.
1970’LERDE MİLLİ GELİRİN YÜZDE 30’U TARIMDAN KARŞILANIYORDU
Yetmişli yılların Türkiye`nin GSMH`sının yaklaşık yüzde 30`unu tarımdan karşıladığı dönem olduğu kaydedilen meslek odalarının ortak açıklamasında, bu dönemin ardından gelen 12 Eylül 1980 darbesi ile tümüyle uygulanmaya koyulan 24 Ocak Kararları`nın ise Türkiye`nin tarımsal politikalarının çöküşünde önemli bir kırılma noktası olduğu vurgulanarak şu ifadelere yer verildi:
1990’LI YILLADA KAMUSAL ÜRETİM İŞLEVSİZLEŞTİRİLDİ
“24 Ocak kararlarının 2. Maddesi tarımdaki desteklemelerin kaldırılması ile ilgilidir. 90`lı yıllar ise bu politik tercih ve dayatmalar sonucu özelleştirmelerin yaşandığı bir dönemdir. Bu dönem DTÖ Uruguay Tarım Anlaşması ve Gümrük Birliği anlaşmaları ile tarım ve gıda sektöründe köklü dönüşümler yaşanmıştır. Bu anlaşmalar sonucu EBK, SEK, Zirai Donatım Kurumu, TEKEL, Türkiye Şeker Fabrikaları, Azot Sanayi, Türkiye Gübre Fabrikaları ve Yemsan özelleştirilerek kapatılır. TMO, Tariş, Çukobirlik, Fiskobirlik ise içi boşaltılarak işlevsizleştirilir ya da kapatılır.
ON KÜRESEL ŞİRKET DÜNYA PİYASASININ MUTLAK HAKİMİ OLDU
Artık Dünya sermaye sayesinde küreselleşmiş ve kapitalizm vahşi bir şekilde örgütlenmiştir. Hiçbir ülkede hiçbir şey kendi başına değildir. Dünyanın efendileri konumundaki G-7 ülkeleri ve onların DTÖ, IMF, DB gibi örgütleri aracılığı ile her şey kontrol altına alınmıştır. Tarım bitmiş, gıda güvencesi ortadan kalkmış, GDO, kimyasal katkılar, pestisitler bilinçli olarak tarıma ve gıda üretimine sokulmuş bu alanda üretim yapan ve sayıları onu geçmeyen küresel şirket dünya piyasasının kadiri mutlak hâkimi olmuştur.
AKP’NİN 16 YILLIK TARIM POLİTİKASI ÇİFTÇİYİ GÖÇE ZORLADI
Ülkemiz açısından ise durum çok daha vahim durumdadır. 24 Ocak kararları sonucu tarımsal üretimde desteklemelerin kaldırılması, kamu kooperatifçiliğinin tasfiyesi ve çıkartılan yasa, yönetmeliklerle tarımsal üretimin kotalarla geriletilip yok edilmesi nedeniyle ülke adeta makas değiştirmiştir. Son on altı yıldaki AKP Hükümetleri döneminde uygulamaya konulan tarım politikaları sonucu; çiftçi tarımdaki gücünü yitirerek önce hiç olmadığı kadar yoksullaşmış ve daha sonra da toprağını elden çıkararak büyük kentlerde proleterleşmek üzere göçe zorlanmıştır. Ülkemiz, küresel dünyada rekabet edebileceği tek silahını da kaybetmiştir.”
2002’DE YÜZDE 35 OLAN TARIMSAL İSTİHDAM 2016’DA YÜZDE 20’YE DÜŞTÜ
Gelişmekte olan ülkelerde büyümeye dayalı politik önceliklerin yerini giderek toplumun tamamını kapsayan entegre kalkınma arayışlarına bıraktığına işaret edilen açıklamada Türkiye`de ise bunun tam tersine tarımın tasfiyesine yol açan bir süreç izlendiği belirtilerek şöyle denildi:
"Tarımın toplam istihdam içindeki payı 2002 yılında yüzde 35 iken bu pay 2016 yılında yüzde 20`ye gerilemiştir. Tarımda devletin yatırımları da yıllar içinde azalmıştır. Tarımın toplam yatırımlar içindeki payı, planlı dönemin başında (1960) yüzde 13 düzeylerindeyken 2016 yılında yüzde 3,4`e düşmüştür.
ÇIKARILAN YASALAR ÜLKEYİ İTHALAT CENNETİNE DÖNÜŞTÜRDÜ
Biyogüvenlik Yönetmeliği, GDO`yu yasallaştırmıştır. Tütün Yasası, Şeker Yasası, Tohum Yasası, Hal Yasası, Mera Kanunu, Zeytin Yasası, Su Kanunu, Toprak Kanunlarının çıkartılması sonucu Türk tarımı ve hayvancılığı bitirilmiştir. Konuya önemli ürünler bazında baktığımızda 2017 yılı Ocak ayında 246 bin ton olan buğday ithalatımız 2018 yılı Ocak ayında yüzde 234 artışla 821 bin ton olmuştur. Aynı süreler için 48 bin ton olan mısır ithalatımız 8,5 kat artışla 404 bin tona; 5 bin ton olan pirinç ithalatımız yüzde 240 artışla 17 bin tona; 4 bin ton olan nohut ithalatımız yüzde 175 artışla 11 bin tona; 3 bin ton olan kuru fasulye ithalatımız yüzde 267 artışla 11 bin tona; 107 bin ton olan soya fasulyesi ithalatımız yüzde 69 artışla 181 bin tona; 29 bin ton olan ayçiçeği tohumu ithalatımız yüzde 145 artışla 71 bin tona; 51 bin ton olan pamuk ithalatımız yüzde 41 artışla 72 bin tona; 22.999 baş sığır ithalatımız yüzde 393 artışla 113.318 başa; 1.051 baş olan koyun ithalatımız uüzde 580 artışla 7.143 başa; 80 ton olan sığır eti ithalatımız 29 kat artışla 2.333 tona yükselerek ülkemiz tam bir ithalat cennetine dönüştürülmüştür.
UKRAYNA’DAN BUĞDAY, HIRVATİSTAN’DAN ARPA, GÜRCİSTAN’DAN SAMAN
Ülkemiz; Almanya, Fransa, Ukrayna’dan buğday, İngiltere ve Hırvatistan’dan arpa, Gürcistan’dan saman, ABD, Yunanistan, Türkmenistan ve Hindistan’dan pamuk, ABD, Arjantin ve Brezilya’dan mısır, ABD, Vietnam, İtalya ve Tayland’dan pirinç, Etiyopya, Bangladeş, Mısır ve Çin`den kuru fasulye, Kanada’dan nohut ve mercimek, ABD, Bulgaristan’dan kurbanlık koyun, Şili, Uruguay ve Fransa’dan büyükbaş hayvan, Bosna Hersek’ten lop et ithal eden bir ülke haline düşürülmüştür. Öyle ki bugün beş ürün dışında bütün gıda maddeleri ve tarımsal ürünler ithal edilmektedir. Ülke ithalat cennetine dönmüştür. Uzun yıllar devam eden düşük döviz kuru nedeniyle incir, üzüm, kayısı, fındık ve narenciye dışındaki bütün tarımsal ürünler ithal edilmiştir. 16 yıllık AKP döneminde tarım ve gıda için 575 milyar TL ithalat yapıldı buna karşılık tarıma nakit olarak 79 milyar TL destek sağlanmıştır.”
HAYVANCILIKTA KORKUNÇ TABLO
2002 yılında bir kişiye iki hayvan düşerken bugün bu oranın üç kişiye bir hayvan düzeyine indiği belirtilen meslek odalarının açıklamasında bütün bunların sonucu olarak, kırdan kente göç ile birlikte kırsal bölgelerin insan gücünün tarım sektörünün sürdürülebilir yapısını bozacak derecede kentlere kaydığı vurgulandı.
KIRSALDA KÜÇÜK AİLE ÇİFTÇİLİĞİ DESTEKLENMELİ
Bu durumun kentsel dengeleri de bozarak kentlerde işsiz kitlelerin yığılmasına neden olduğu kaydedilen açıklamada, gelişmekte olan ülkeler için kalkınmanın yolunun kırsaldan geçtiğinin altı çizilerek ayrıca şu görüşlere yer verildi:
“Ekonomik büyümenin anahtarı uzun yıllar yoksulluğun sebebi olarak görülen kırsal bölgelerde küçük aile çiftçiliğinin desteklenmesi gereklidir. Kırsal bölgelerin, gıda üretimi ile ilgili sabitlenmiş ekonomik büyüme için geniş bir potansiyel bulunmaktadır. Çoğu zaman ihmal edilen bu potansiyelin ortaya çıkarılması için geçimlik tarımda düşük verimlilik, birçok yerde sınırlı endüstrileşme, hızlı nüfus artışı ve şehirleşmeden oluşan oldukça zorlu bu bileşimin üstesinden gelinmesi gerekmektedir. Ancak bu şekildeki bir anlayış sonucu ülkelerin kendini besleme ve yurttaşlarını istihdam etme konularında başarı elde edilebilir.
TÜRKİYE GIDA TEDARİKİ SORUNUYLA KARŞI KARŞIYA
Ülkemiz açısından yakın gelecekte yaşanacak en önemli sorun alanı da, şu an yaşanan ekonomik krizin tarım ve gıda üretimine yapacağı olumsuz etki olacaktır. Ağustos 2018 itibariyle kendini daha çok hissettiren ekonomik kriz geçtiğimiz ay itibariyle tüketici enflasyonunu yüzde 25’lere, üretici enflasyonunu yüzde 50’lere taşımıştır. Artan döviz fiyatlarıyla beraber gübre, mazot, tohum ve zirai ilaçta oluşan yüksek fiyat artışlarını üretici karşılayamayacak ve üretimden vazgeçecektir. Bu durumda ülkemizi önümüzdeki süreçte ciddi anlamda gıda tedariki sorunuyla karşı karşıya getirecektir.
NEOLİBERALİZM GIDA HEGEMONYASIYLA DÜNYAYI SÖMÜRÜYOR
Biz meslek örgütü sorumluluğuyla ülkemizde ve tüm dünyada uygulanan neoliberal politikaların insanları mutlu etmediğini ve bir avuç topluluğun gıda üzerinden hegemonya yaratıp, tüm dünyayı sömürdüğünü dün söylemiştik bugün de söylüyoruz. Yukarıda ifade edilenler doğrultusunda açlığın, yokluğun ve yoksulluğun son bulduğu, hakça adil bir paylaşımın olduğu, korkulardan ve kaygılardan uzak, güvenli, sağlıklı, savaşsız, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya özlemiyle mücadelemize devam edeceğimizi kamuoyuna saygıyla duyururuz.”
Yusuf Yavuz
Haber kaynağına ulaşmak için lütfen tıklayınız.