POLİTİKASIZLIK BUGÜNE GETİRDİ; STRATEJİ GELİŞTİRMEK ŞART – DÜNYA SEKTÖR ARAŞTIRMA EKİ

MERKEZ
18.09.2006

Ziraat Mühendisleri Odası ve PAKDER, baklagillerde Türkiye’nin boş bıraktığı alanın ABD ve Kanada tarafından doldurulduğuna dikkat çekti.

 

Bakliyat sektöründe 1980’li yıllardan bu yana uygulanan politikaları ve bugün gelinen noktayı değerlendiren Tarım Ürünleri Hububat, Bakliyat İşleme ve Paketleme Sanayicileri Derneği (PAKDER) Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Tevfik Dinçer, Başkan Yardımcısı İsmet Aral ve Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkanı Ahmet Atalık, aynı noktada buluştu. Bakliyatın özellikle mercimek ve nohut ayağında Türkiye’nin boş bıraktığı alanın yine tarıma desteğin kesilmesi yönünde uyarılar yapan başta Amerika olmak üzere diğer ülkeler tarafından doldurulduğuna dikkat çeken temsilciler, devlete yüklendiler. Türkiye’nin bugünlere stratejik akılcı bir planlama olmaması nedeniyle geldiğini vurgulayan temsilciler, DÜNYA’ya tarımın bir aynası olan bakliyattaki son durumu ve çözümlerini anlattılar.

Son yıllar bakliyat sektörü açısından nasıl geçti?

DİNÇER: Öncelikle bu yılı değerlendirirsek, mayıs ayında dövizde yaşanan dalgalanma bakliyat fiyatlarını da etkiledi. Kimi bakliyat ürünlerinde özellikle ithal edilen pirinç gibi, yeşil mercimek gibi ürünlerde çok daha hissedildi bu fiyat artışı. Öyle ki fiyatlardaki artış yüzde 20 oranını buldu. Sonrasındaki süreçte dövizde hareketin normalleşmesiyle fiyatlar geriledi. 2006’da da dönemsel hareket ve durgunluklar yaşanıyor. Konuya rekolte açısından bakıldığında ise, 2005’e göre çok az bir iş artışı var. Bu bizim için sevindirici. Ancak özellikle son yılları göz önüne aldığımızda ciddi bir politikasızlık kendini gösteriyor. Bütün tarımsal ürünlere bakışta ciddi bir politikasızlık var. Avantajlı olduğumuz kimi tarımsal ürünlerde dışarıya neden bağımlı olalım. Bakın ABD, Isparta’nın tohumunu aldı ve geliştirdi. Türkiye’de 1991 yılında 300 bin tonlar civarında üretim yapıldığı süreçte, yeşil mercimeğin tüketilmesi için bir takım kampanyalar yapılmıştı. Şimdi ise yeşil mercimekte ithalatçı konumdayız. Devlet desteği olursa, üretici bilgilendirilirse, tekrar bir rekolte artışı yakalayabiliriz.

ARAL: Bizim sektörümüz Türkiye’nin aynası gibi. Dünya geneline bakacak olursak her ülke için tarım çok önemli. Her ülke tarımını ülke politikası olarak belirlemiş ve ona göre program yapmıştır. Bu bir kararlılıktır, devlet politikasıdır. Bu işler 30 yıllık uzun vadeli programlarla yürütülür. Tarımda uygulanacak politikalar, bugün düğmeye bastığınızda 5 sene sonra kendini gösterir. Zamana ihtiyacı olan işler. Ve kesinlikle devletin işi. Özel sektörün, yalnız başına belki kimi ürünlerde spesifik bir faydası olabilir. Devletin bu işin öncülüğünü yapıp, serbest piyasa ekonomisinin gerçeklerine paralel bir politika oluşturup, kararlı davranması lazım. Konuyu bakliyat ürünleri açısından ele aldığımızda, 1980’lerde Türkiye bakliyat konusunda, yani kırmızı ve yeşil mercimek, nohut ve fasulyede dünya ticaretinin yüzde 35-40’ını elinde bulunduran bir ülkeydi. Öyle bir ülke düşünün ki ürününe Pazar bulma sıkıntısı yok. Bir de Osmanlı’dan gelen bir gelenek var. Osmanlı, topraklarından çıkan buğdayı kendisine saklamış ve Anadolu’dan çıkan mercimeklerini sömürgelerine veya aldığı yerlere özellikle de Akdeniz’in kıyılarına yollamış. Dolayısıyla zaten kendiliğinden oluşmuş bir piyasa var. Ve sen bu piyasayı elinde tutamıyorsun. 80’ler bakliyat için altın yıllardı. O senelerde 350 bin tona yakın yeşil mercimek üretiliyordu. Bunun 70-80 bin tonu iç piyasada tüketilirken, diğeri tümüyle ihraç ediliyordu. Şimdi ise iç piyasaya dahi yetmiyor üretimimiz. Türkiye o dönemde yeşil mercimekte tek üreticiydi dünyada, tekeldi. Ancak tarımın çok önemli bir silah olduğunu gören bir numaralı sanayi ülkeleri, özellikle 80’lerin başında Kanada ve Amerika, “Dünyada tarımda nasıl bir numara olurum” diye planlar yaptılar, araştırdılar. Ve neticede bugün Amerika silahta ve gıdada bir numaralı ülke. Bu yıllarda Kanada, topraklarını inceleyip yeşil mercimeğin ekilebilirliğini üniversiteler bazında araştırdı ve 1001 yılında bizden 3 bin tona yakın tohumluk yeşil mercimek aldılar. Bugün 900 bin ton mal çıkarıyorlar. Türkiye’de ise bugün, 20 bin ton yeşil mercimek çıkıyor. Bizim üretimimiz 10’da birine düşerken, Kanada dünya piyasasını elinde tutar duruma geldi.

Öncelikli olarak ne yapılmalı sizce?

ARAL: Destek açıklanırken buğday, çeltik, ayçiçeği gibi ürünlere prim veriliyor, ama bakliyat destek verilen ürünler içinde yok. Mutlaka bakliyatta da sembolik de olsa ürüne desteğin açıklanması şart. Verimli tohum yetiştirmemiz veya verimli tohum ithalatı yapmamız lazım. Kaybedecek bir dakikamız yok. Tohumlarımız maalesef artık kullanılabilir düzeyden çıktı ve dejenere oldu. Tohum ıslahının uzun sürmesi bizim işimize gelmiyor ve hiç vakit kaybetmeden ithalat yapalım. Bakınız artık insanlar bakliyat ekmesini unutacak. Bu da çok büyük bir tehlike.

ATALIK: Ülkemizde herkesin yakından bildiği gibi üretimde planlama yok. Bir yıl çok ekilen bir ürün, ertesi yıl para etmemesinden dolayı hiç ekilmiyor veya ekolojik kaynaklı çok ekilmemiş olan bir ürün para edince herkes ona yükleniyor. Dolayısıyla üretim miktarları çok dengesizdir. Üreticiler açısından bakıldığında, sadece bakliyata değil genel tarım uygulamalarına dikkat çekmek gerekiyor. Tarımda 80’lerden itibaren neoliberal düzenlemeler başlıyor. Serbest piyasa ekonomisi ve devletin desteklerden kendini çekmeye başlamış olması, tarımsal KİT’lerin özelleştirilmeye başlaması gibi süreçlerin yaşandığını görüyoruz. Yakın zamana gelirsek 90’larda IMF ile stand by anlaşması yapıyoruz, hemen ardından anlaşma çerçevesinde Dünya Bankası ile 2001 yılında Tarım Reformu Uygulama Projesi Anlaşması imzalıyoruz. Dünya Bankası’nın kendi sitesinde yayınladığı rapora göre, 1999-2002 yılları arasındaki süreçte tarım reformunun bu ülkeye neler kazandırıp, neler kaybettirdiğine baktığımızda, bu üç yılda tarımsal desteklerin 6 milyar dolar azalarak 1,1 milyar dolara indiğini görüyoruz. Sözünü ettiğimiz 1999-2002 yılları arasında tarımsal GSMH 27 milyar dolarda 22 milyar dolara iniyor. Dünya Bankası’nın uyguladığı reformun sonuçlarıdır bu rakamlar. Çiftçinin net kaybı ise 4 milyar dolar civarındadır. Bu olaylar sonucunda da istatistiklere göre çiftçi yaklaşık 450 bin hektarlık araziyi ekmekten vazgeçiyor. Tüm destekleme sistemleri kaldırılıyor ve doğrudan gelir desteği uygulanıyor. Dünya Bankası’nın kendi itiraflarıdır bu söylediklerim. Türkiye OECD ülkeleri arasında tarımını en az destekleyen 3’üncü ülke olarak göze batıyor. Burada son zamanlarda açıklanan rakamlara geldiğimizde de, tarım bakanımız tarım nüfusunun son bir yılda 758 bin kişi azaldığını söyledi. Ve daha geniş periyoda bakıldığında tarım reformunun uygulanmaya başlamasından 2006 yılına kadar tarımdan 1 milyon 800 bin kişi koptu. Tarımdan kopartıldıkları için bir iş bulma umuduyla şehirlere geliyorlar. Ve işsizlik oranımız 10,8 civarında seyrediyor. 2000’li yıllarda istihdamda tarımın payı yüzde 37,2 iken, 2006’da yüzde 28,4’e düşmüş. Türkiye tarımı maalesef bu politikalar eşliğinde, şu an içinde bulunduğu sorunları yaşamakta.

Peki baklagiller açısından 1980’lerden bugüne bakıldığında durum nedir?

ATALIK: Özellikle baklagil çerçevesinde konuyu ele alırsak 1980’lerde, nadas alanlarının daraltılması konusunda özellikle nohut, mercimek ekim münavebesine önerildi. 1980’den 1990’a kadar geçen süreçte bu nadas alanlarının daraltılması kapsamında ekim münavebesinde baklagiller ve özellikle de nohut ve mercimek kullanıldı. Ve Türkiye mercimekte dünya lideri oldu. Bugün dünyada kırmızı mercimekte 2’nci sırada, nohutta 3’ncü sırada yer alıyoruz dış satımda. Ülkemiz baklagiller iç tüketiminde de önemli bir yere sahip. Dünya fasulye tüketimi 2,5 kg, Türkiye’de 3 kg, mercimekte kişi başına yarım kg, ülkemizde 6 kg. Nohutta dünyada 1 kg olan kişi başına tüketim ülkemizde 6 kg’a yakındır. 1990’larda nadas alanlarının daraltılması projesi bittikten sonra ne yazık ki baklagil üretiminin azaldığı görülür. Burada şuna da dikkat çekmek gerekiyor. Özellikle mercimek ve nohutun gen kaynakları Türkiye’dir. 80-90 yılları arası dünya liderliğini yakalamış olan Türkiye, Kanada’ya mercimek satıyordu bir dönemler. Fakat Kanada, Avustralya, ABD mercimek üretimlerini artırdılar ve ülkemize bu alanda dış satımda rakip olmaya başladılar. Maalesef ki baklagiller, kimsesiz, hedefsiz, kendi haline bırakılmış bir ürün grubudur ülkemizde.

Kimi ürünlerde ithalatçı duruma geçiş sanayici açısından nasıl bir süreci ortaya çıkardı?

DİNÇER: Sanayici direkt dışarı bağımlı oluyor. Genel anlamda tarımda kendi kendimize yeterli olmamız gerekiyor. Amerika baklagillere asılmış durumda şu an, biz ise üvey evlat muamelesi yapıyoruz. Üretimdeki yükseklik sanayicimizi de tetikler. Burada önemli olan potansiyelimizin değerlendirilmesidir.

ARAL: Sanayici çok kötü etkilenir. Sanayici, üretilen malları işleyip paketleyip piyasaya sunar. Üretimimiz tüketimin üzerindeyse bu ürünleri ihraç etme şansı da çok fazladır. Şirketim 1983’de kurulduğunda sadece ihracat amaçlı kurulan bir şirketti. Sonrada iç piyasaya döndük. Benim bakliyatta ihracatçı konumum ülke olarak çok güçlüydü, şirket olarak da öyle. Ben şimdi ithalata döndüysem ihracat şansımı kaybetmiş olmamdandır. Sanayici, dış pazarlardaki ciro ve tonajı kaybetmiş durumda. Türkiye bakliyatı fazla fazla üretsin, bunu satmamam, pazarlayamam gibi bir şansı yok. Yeter ki, Türkiye tükettiğinden daha fazla üretsin.

ATALIK: Sanayici, kendi üreticisi ne üretiyorsa onu alır ve dünyaya satar. Kendi üreticisi üretmiyorsa da, dünyadaki ürünü alır kendi ülkesine satar. Sanayici ürünü paketler, süsler satışını yapar. Sanayicinin görevi budur. Sanayinin hammaddesini sağlayan tarımdır. Dolayısıyla üretmediğiniz zaman sanayicinin hammaddesini de üretmemiş oluyorsunuz. Ve hammadde de sanayiciyi dışarıya bağımlı kılıyorsunuz. Ülkemiz böyle de kaybediyor.

Ancak sanayicinin ülke içindeki üretime de katkısı olmalı değil mi?

ATALIK: Sanayiciye düşen görev o üreticinin malını alarak pazarlamak. Üreticinin üretebilmesi için de sanayici dünya fiyatlarıyla mücadele edebilmek zorunda. Bakın AB ürünü dünya fiyatlarından satar kendi üretim maliyetleri ne kadar farklı olsa da. Ne yapar, aradaki farkı üreticiye ve sanayiciye ödemek suretiyle, ihracatçıya ödemek suretiyle o dengeyi kurar. Sizin üreticiniz üretmek zorunda ve sanayiciniz de üretileni pazarlamak durumunda. Dünyada tüm tarım sektörü devletlerin desteğiyle yürür. Tarımı desteklerseniz sanayiyi de desteklemiş olursunuz, hammadde vasıtasıyla.

DİNÇER: Elbette sanayicinin de burada sosyal sorumluluğu var. Bu ülkede yaşıyorsak, sanayici üreticinin lokomotifidir. Ve üreticinin ürettiği ürünü dışarıya dünya pazarlarına sunmak burada sanayiciye düşen görevdir.

Okunma Sayısı: 622