SARKAÇ: COVID-19, TARIM VE GIDA: DÜNYADA VE TÜRKİYE'DE NELER YAŞANDI, NELER YAŞANACAK?- 4 TEMMUZ 2020
COVID-19’un daha ziyade dünya ekonomisinin merkezindeki ülkelerde boy gösterdiği Şubat ve Mart aylarında gıda stoklama amacıyla insanların süpermarketlere akın etmesi, ev içi gıda tüketiminin büyümesi ve mevsimlik tarım işçisi sıkıntılarıyla tarım ve gıda dünyanın gündemine girdi.[1] Daha sonra salgının Afrika, Güney Amerika ve Asya’daki düşük gelirli ülkelerde de etkisini göstermeye başlamasıyla birlikte gıda güvencesi de sıkça konuşulmaya başlandı.[2] Honduras, Kolombiya, Güney Afrika, Hindistan gibi ülkelerde Nisan ayından itibaren salgına karşı alınan önlemler kapsamında hem geçimlik gelir hem yeterli gıdaya erişim konusunda ciddi sorunlar yaşanması protestoları ve yağmaları da beraberinde getirdi.[3] Bütün bunlarla bağlantılı olarak açlık, kötü beslenme, tarım ve gıda ticaretinde artan korumacılık yine çokça tartışılan ve üzerine yorum yapılan konular arasına girdi. Bu yazının ilk bölümünde dünyada bilhassa gıda güvencesi tartışmalarında öne çıkan temaları değerlendireceğiz. İkinci bölümde ise bu gelişmelerin Türkiye’deki izdüşümlerine bakacağız ve pandeminin ülke tarımına ve gıda üretimine etkilerini tartışacağız.[4]
Bu çalışma Nisan-Haziran 2020 tarihleri arasında yürütülen ampirik bir araştırmaya dayalıdır. Araştırmanın ana gövdesini çiftçiler, tüccarlar, toptancılar, perakendeciler, uzmanlar ve diğer profesyonellerle telefon görüşmeleri vasıtasıyla yürütülen 35 derinlikli mülakat ve yazılı kaynak taraması oluşturmaktadır.
Öncelikle şunu ifade etmek doğru olur: ülkeler topyekûn olarak gıda krizine pek nadiren muhatap olurlar. Esas olarak gıda ediniminde zorlananlar, nüfusun geliri düşük katmanlarıdır. Daralan üretim arzda küçülmeye yol açar, fiyatlar artınca da az gelirli kesimlerin gıdaya erişimi sorun olur. Bu yazıda üretimin azalması, ürünün pazara ulaşmaması gibi durumları dile getirdiğimizde sorunun nüfusa eşit olarak yansıdığını ima etmiyoruz. Tabii ki öncelikle mağdur olanların yükselen fiyatları karşılayamayan dar gelirli kesimler olma ihtimali yüksek.[5]
Mevcut krizin düşük gelirli ülkelerdeki olası etkilerini inceleyen çalışmalarda yakın gelecekte yaşanacak gıda güvencesi sorunlarının geçmiştekilerden daha şiddetli olabileceği ihtimali öne çıkıyor. Bu öngörülerin dayandığı iki temel tez var.
- Birinci tez, dünya tarım ve gıda düzenindeki genel yapısal sorunlar ve eşitsizliklerin farklı ülkeler ve kırılgan toplumsal gruplar üzerinde yarattığı tahribata odaklanıyor.
- İkinci temel tez ise küreselleşme ivmesinin tükenmesi ve özellikle 2008 finans krizinden sonra görülen, ekonomilerin içe kapanma eğilimleriyle ilgili. Mevcut salgın koşullarıyla birlikte daha sık gündeme gelen korumacı politikalar paralelinde[6] dünya gıda ticaretinin ciddi darbeler yiyeceği ve birçok ülkenin küreselleşme döneminde oluşturduğu ürün desenlerinin radikal değişime uğrayacağı, bu nedenle de ihtiyaç duyulan malların üretiminde aksamalar olacağına dair endişeler yaygın.
Birinci tezle ilgili öncelikle yaşanan pandemiden bağımsız olarak da dünyada yoksulluktan kaynaklanan açlık ve gıda krizleri süregittiği gerçeğini hatırlamamız gerekiyor. 2016 yılından beri Dünya Gıda Örgütü, Avrupa Birliği, WFP, USAID, UNHCR gibi 16 uluslararası kurumun iş birliğiyle hazırlanan Global Report on Food Crises başlıklı yıllık raporlarda açlık ve kötü beslenmeden kaynaklı gıda krizleri üzerine en kapsamlı veriler toplanıyor ve inceleniyor.[7] En son yayınlanan rapordaki COVID-19 salgını öncesi toplanan verilere göre 2019’da 55 ülkede 135 milyon insan açlık koşullarında yaşıyor. Üstüne üstlük son 4 yıl da gıda krizleri açısından en kötü dönem olarak görülüyor. Kongo, Nijerya, Yemen, Afganistan gibi yerlerde çatışmalar, şiddete bağlı nüfus hareketleri ve olağanüstü hava koşulları krizlerin sürmesinde ve ağırlaşmasında önemli rol oynuyor. Yine son yıllarda Venezuela ve Zimbabwe gibi Güney Amerika ve Afrika ülkelerinde açlık ve kötü beslenme oranlarının artmasında ekonomik krizin etkisinin altı çiziliyor [8].
İkinci tezle ilgili ise tarihte uzaklara gitmemize gerek yok; yakın tarihe baktığımızda benzer salgınların çevre ülkelerde yarattığı sosyal ve ekonomik tahribatın çok ciddi boyutlarda olabildiğini görüyoruz. Örneğin 2014 yılında Ebola virüsünün yol açtığı salgın sırasında özellikle Batı Afrika ülkelerinin yeterli gıdaya erişim konusunda yaşadığı kriz hafızalarda hala taze. Bu dönemde kırılgan grupların gıda kıtlıkları, yükselen fiyatlar ve düşen gelirler yüzünden kitlesel açlık tehdidiyle baş başa kaldığını biliyoruz.[9] Birçoklarına göre yaşadığımız salgının sebebiyet verdiği gıda krizleri az gelirli ülkelerde 2020 yılının ikinci yarısında daha da derinleşecek.[10] Çünkü salgınla birlikte gündeme gelen bir yandan gıda tedarik kanallarındaki kopmaların bir yandan da kayıtdışı ekonominin küçülmesinin hem fiyat artışlarına hem gelirlerin düşmesine neden olacağı düşünülüyor. Bu anlamda salgının en çok etkileyeceği grupların, sağlık sistemlerinin yetersiz ve genel yoksulluk koşullarının derin olduğu ülkelerde, açlık tehdidi altında yaşayan kırılgan gruplar olması bekleniyor. Dolayısıyla 2018’de 820 milyondan fazla insanın yeterli beslenemediği, 700 milyon insanın açlık çektiği ve 1,3 milyar insanın gıda güvencesine sahip olmadığı bir dünyaya bütün bunların iyi haberler olmadığı açıkça ortada[11]. İşaret edilen riskler gıda güvencesi açışından artık pek çok ülkeyi tehdit ediyor.
Pandemide Tarım: Temel sorun alanları
Küresel toplam gelirin büyük kısmını üreten gelişmiş ülkelerde sosyal mesafe gerektiren ve fiziksel hareketliliği sınırlayan önlemlerin alınmasıyla birlikte özellikle taze sebze meyve ve hayvansal ürün sektörlerinde iş gücü temininde yaşanan sıkıntılar gündeme geldi[12]. Mevsimlik işçi temininde yaşanan sıkıntılar krizin başlarında ilk olarak Avrupa ve Kuzey Amerika’da yaşandı. Buna ek olarak aşırı uzmanlaşmış tedarik zincirlerinin dışarıda yeme içmeden ev içi tüketime doğru yoğun kayma gösteren talep koşullarına uyum sağlamada zorlanması ciddi arz fazlaları yarattı. Tarlada kalan yeşillikler, dökülen sütler, imha edilen civcivler[13], salgın dönemine uygun çalışma koşulları yüzünden kapanmak zorunda kalan kesimhaneler ve et işleme tesisleri ilk örnekler arasındaydı.[14] Çin’de Beijing gibi büyük şehirlerde yine hayvansal üretimde karantinaya giren çalışanlar yüzünden domuz gribi zamanlarının bile çok üzerinde üretimde düşmeler ve fiyat yükselmeleri yaşandı[15].
Bütün bunlar da tarımsal sistemlerin daha emek yoğun olduğu düşük gelirli ülkelerde emek yetersizliğinden dolayı ortaya çıkan üretimle ilgili problemlerin daha da büyüyeceği endişesini beraberinde getirdi. Nitekim, Brezilya’nın tahıl üretiminin başını çeken bölgelerinden Mato Grosso’da, tam da soya hasadı sırasında, salgın riskleri nedeniyle üretim durduruldu. Bu sadece Brezilya’daki üreticileri değil, tedarik zincirini yöneten Amerikalı Cargill, Fransız Louis Dreyfus ve Çinli Cofco gibi tahıl ticaretindeki büyük firmaları da endişelendiren bir gelişme olarak duyuldu.[16]
Tarımsal girdi konusunda yaşanacak ikmal sorunlarının sermaye yoğun üretimin baskın olduğu gelişmiş tarımsal ekonomilerde daha çok olması bekleniyordu. Nitekim COVID-19 dolayısıyla kapanan ilk ülke olan Çin’de pestisit fabrikalarının üretimi durdurmasıyla tarımsal üretimde zararlı haşerata karşı ilaç sıkıntısı baş gösterdi. Benzer girdi sorunları çevre ülkelerde de yaşandı fakat etkileri görece daha sınırlı oldu. Örneğin, Doğu Afrika’ya hava ulaşımının salgın kapsamında alınan önlemler çerçevesinde seyrekleşmesi ve buna bağlı olarak artan fiyatlarla birlikte Kenya, Etiyopya ve Somali’de tarım alanları tropik çekirge istilasına uğradı.[17]
Küresel tedarik zincirlerinde ortaya çıkan aksamaların[18] yanı sıra 2008 yılından bu yana yükselişte olan korumacılık eğilimlerinin daha da derinleşmesi ve bu durumun yarattığı/yaratacağı sorunlar[19] en çok tartışılan konular arasındaydı.[20] Dünyanın hububat ihracatında önde gelen ülkelerinden Rusya’nın işlenmiş tahıl ürünlerine getirdiği ihracat yasağından sonra, Kazakistan, Tayland ve Kamboçya’nın da benzer önlemler almasını Vietnam’ın pirinç ihracatına getirdiği sınırlamalar izledi.[21] 20 Nisan itibariyle toplam 20 ülke stoklarını sağlamlaştırmak ve içerdeki fiyatları düşük tutabilmek amacıyla tarım ürünleri ihracatına sınırlamalar getirmişti.[22] Öte yandan tarım ürünleri ihracatının payının yüksek olduğu ülkelerde arzla ilgili başka beklenmedik sorunlar da ortaya çıktı. Örneğin Hindistan’dan taze sebze ve meyve ihracatında düşmeler yaşandı. Keza Şili’den Çin’e ihraç edilen kirazlar Çin’deki limanlarda uzun süre beklemek zorunda kaldı. Belki de bütün bunlar kendine yeten miktarda gıda ve ham madde üretebilen ülkelerin daha avantajlı ve temel ihtiyaçları için ithalata bağlı olanların ise bugünkünden çok daha fazla riskli olacağı bir dünyanın yolcusu olduğumuza dair gelişmelerdi.
Türkiye’nin durumu
COVID-19 nedeniyle Türkiye’nin kapandığı Mart-Haziran dönemini kuş bakışı değerlendirdiğimizde gıda arzından kaynaklanan büyük çaplı sorunların yaşanmadığını söyleyebiliriz.
Salgının birkaç istisna haricinde kış ve yaz ürünlerinin ekim ya da hasat dönemlerine denk gelmemesi ve salgının tarım işgücünü oluşturan gruplar arasında yayılmamış olması bu yönde en belirleyici faktörler arasındaydı. İlk haftalardaki karışıklıklardan sonra gerekli düzenlemelerle tarımdaki iş gücünün yasaklardan muaf tutulması ve girdi temininde sorun yaşanmaması tarımsal faaliyetlerin görece sorunsuz devam etmesinde önemli rol oynadı. Mevsimlik işçiler üretim bölgelerine ulaşabildi. Ulaşım ve barınma koşulları salgında alınması gerekli önlemlere nazaran yetersiz kaldı fakat üretim ve hasat pek sekteye uğramadı. Belli başlı lojistik ve sevkiyat noktalarında sıkışma olmadı ve dağıtım kanallarında genel tüketimi olumsuz etkileyecek yokluklar veya darlıklar yaşanmadı. Bununla birlikte gıda ve tarımla ilgili gelişmeler ülkedeki pandemi gündeminin sıkça tartışılan konuları arasında olmayı sürdürdü.
Mevsimlik işçilik
Türkiye’de çoğu ürün için toprağın ekime hazırlanmasında, bakım, ekim ve toplama işlerinde mevsimlik işçi kullanılıyor. Kırda hanelerin küçülmesi ve çiftçilerin ortalama yaşının 60’lara yaklaşıyor olması emek yoğun ürünlerde mevsimlik işgücü ihtiyacını zaruri hale getiren faktörler arasında. Ayrıca küçük ve orta ölçekli üreticiliğin de yaygın üretim biçimi olması, sürekli ücretli işçi istihdamı yapılmaması mevsimlik işgücü ihtiyacını yaygınlaştırıyor. Salgının etkisini iyiden iyiye hissettirdiği 2020 Mart ayından günümüze sebze, çay ve kiraz gibi birçok üründe mevsimlik işçi kullanılması gerekti. Pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de mevsimlik tarım işçilerinin baş etmek zorunda kaldıkları güvensiz ve sağlıksız ulaşım, barınma ve çalışma koşulları salgınla beraber daha da kötüleşti. Çalışanların bu süreçle ilgili gerekli bilgiye ulaşma konusunda sorun yaşadıkları, temizlik ve sosyal mesafe konusunda koşulların çok yetersiz olduğu sıklıkla gündeme gelen eleştiriler arasındaydı.[23] Bununla birlikte birkaç ürün dışında mevsimlik işçi temininin organizasyonunda sorun yaşanmadı. Suriyeli göçmenler arasında da mevsimlik işçiliğin çok yaygınlaşması geçici emek arzını artırdı. Tüm bu faktörler Avrupa’da mevsimlik işçi teminiyle ilgili yaşanan sorunların Türkiye’de ortaya çıkmamasında büyük rol oynadı.
Burada istisnalardan birisi çay hasadında oldu. Çay hasadında uzun zamandır hem Türkiye içinden hem Gürcistan başta olmak üzere Türkiye dışından mevsimlik tarım işçisi kullanılıyor. Ayrıca üretici ailelerin bir kısmı da başta İstanbul olmak üzere farklı şehirlerde ikamet ediyor. Gürcistan sınırının kapalı olması nedeniyle emek sorununun baş göstermesiyle Mayıs ayı içerisinde üretici ailelere özel izin çıkartıldı; böylece aile fertlerinin Rize, Trabzon, Artvin ve Giresun’un köylerindeki bahçelerine ulaşmaları sağlandı.[24]
Gıda güvencesi ve dışa bağımlılık
Covid 19 ve Türkiye tarımı tartışmalarında sıklıkla gündeme gelen konulardan birisi Türkiye’nin tarımda kendine yeterliliği sorusu oldu. Eğer ülkedeki tarım üretimi nüfusun ihtiyacını karşılamıyorsa pandeminin yaratacağı olumsuz etkiler daha fazla ciddiyet kazanabilirdi. Son birkaç yılda Türkiye’nin gıdada dışa bağımlı olduğu, birçok besin maddesini ithal etmeye mecbur kaldığı savı duyuluyor. Bununla birlikte üretim ve dış ticaret verilerine baktığımızda mevcut durumun toptancı bir bakıştan ziyade daha nüanslı bir yaklaşımı hak ettiğini görüyoruz.
Türkiye’nin üretiminin kendine yetmediği iki önemli kalem var: yağlı tohumlar ve hayvancılıkta yem/kırmızı et. Bunlar tabii ki genel tüketim yaygınlığı açısından stratejik öneme sahip ürünler. [25] Tüketimi en yaygın olan diğer ürünlerden buğday ticareti ise ihracat ve ithalat dengesine sahip. İthal edilen buğday miktarı kadar [26], katma değeri daha yüksek mamul mal (un, makarna, bisküvi) ihraç ediliyor. Genelde, ihraç edilen taze sebze ve meyve geliri gerekli gıda ithalatını karşılıyor. İthal ürünler arasında ise soya, mısır ve ayçiçeği gibi hem gıda hem yem sanayi tarafından girdi olarak kullanılan yağlı tohumlar, ihraç edilen makarna ve un gibi işlenmiş ürünlerin yapımında kullanılan özel buğday türleri [27] ve pirinç, kuru fasulye ve mercimek gibi iç tüketime yetmeyen kuru baklagiller öne çıkıyor.[28]
Türkiye’de dışa bağımlılığın en yüksek olduğu sektör yağlı tohumlar. Sıvı yağ ve margarin üretiminde kullanılan ayçiçeğinin yaklaşık üçte birinin ithalat yoluyla karşılandığı biliniyor[29]. Salgın bu sektördeki dengeler açısından hareketli günlerin geçmesine neden oldu. Rusya ve Kazakistan’ın ayçiçeği tohum ihracatına yasak getirmesiyle birlikte dış piyasalarda zaten artış trendinde olan fiyatlar daha da yükseldi. Bu süreçte ayçiçeği tohumu ve ham ayçiçek yağı ithalatında vergi indirimleri uygulandı.
Tedarik zincirleri
Küçük üreticiler ve nihai tüketici arasındaki tedarik zincirinin uzunluğu ve üreticilerin pazara ulaşma konusunda yaşadıkları zorluklar son birkaç aydır daha da görünür hale geldi. Taze sebze meyve alışverişlerinde semt pazarlarının başını çektiği geleneksel kanalların salgından önce toplam tüketimin yaklaşık yüzde 70’ini karşıladığını biliyoruz[30]. Sokağa çıkma yasaklarının sürdüğü dönemin başlarında hallerde yaşanan karışıklıklar, semt pazarlarının kurulmasında yaşanan zorluklar ve aksamalar, sosyal mesafe kuralları çerçevesinde getirilen yer kısıtlamaları nedeniyle özellikle küçük üreticilerin pazarlarda yer bulmada sorun yaşaması, yaş sebze meyve tedarikinin olumsuz etkilenmesine ve fiyatların yükselmesine neden oldu. Keza marketlerde taze ürün fiyatlarında da yükselmeler yaşandı. Bununla birlikte hallerde piyasa satış fiyatları artarken, her zaman olduğu gibi, aracıların payının yükseldiği iddia edildi ve üreticinin eline geçen fiyatlarda azalma oldu. Görüştüğümüz Antalyalı bir taze sebze üreticisi fiyat adaletsizliğini şöyle anlatıyordu:
“Ne hikmetse pazar ve marketlerde fiyat yüksek ama üretimde fiyat düşük. Krizi fırsata çeviren insanlar var. Aynı maske olayında olduğu gibi.”
Semt pazarlarının düzensizleşmesi ve gıda güvenliğine dair kaygılarının artmasıyla genellikle süpermarketlerin ciroları yükseldi. Konuştuğumuz üreticilerden süpermarketlere ürün tedarik edenler arasında vadeli satışlardaki tahsilat sürelerinin uzamasından ve finansman giderlerinin bu şekilde artmasından şikayetçi olanlar vardı. Yine bu süreçte market ve manav reyonlarındaki ürünlerin bozulmasının (çilek ve marulların çürümesi, patates ve soğan gibi ürünlerin poşetlerde çimlenmesi) maliyetinin çoğu zaman üreticilere çıkarıldığı da duyduğumuz serzenişler arasındaydı.
Salgında sıkılaşan hijyen kuralları gereği ambalajlama maliyetlerinin artması kuşkusuz en çok küçük üreticileri olumsuz etkiledi. Örneğin, konuştuğumuz yaklaşık 10 dönümlük serasında sebze yetiştiren Antalyalı bir üretici bu soruna şöyle değiniyordu:
“Bu böyle gittiği sürece küçüklere yer kalmayacak. Büyüklerin hepsinin paketleme tesisi var.”
Konuştuğumuz bir perakendeci de ambalajlama ve paketleme koşullarına dair beklentilerin önümüzdeki dönemlerde artacağını ve bunun kurumsal perakende zincirlerine gösterilen talebi artıracağını tahmin ediyordu.
“Paketli sebze ve meyve satanlar daha öne geçtiler. Maydanoz ve dereotunu bile paketli satıyoruz artık… Organize perakende çok daha büyüyecek. Hem tedarik ve kontrol noktalarında iyi hamleler yapıyorlar. Daha güvenliler. Maske, temizlik, vesaire…”
Öte yandan niş pazarlar için üretim yapan ve alternatif gıda ağlarında bilinirliği olan üreticiler ve tedarikçiler satışlarını salgın döneminde daha da artırdılar. Doğal ve organik yöntemlerle üretilen tarımsal ürünlere ve artizanal üretime dayalı işlenmiş gıdalara özellikle ekonomik ve kültürel sermayesi yüksek kesimlerin gösterdiği ilgi daha da yükseldi.
Giresunlu genç bir kadın girişimci salgın döneminde aile emeğine dayalı olarak ürettikleri gıdalara talebin arttığını belirtti:
“İnsanlar doğal gıdaya ve internet satışına yöneliyorlar. Bizim dükkan satışımız yok, internetten satıyoruz. Takipçilerimiz artıyor. Dün 44 koli gönderdik. Biz en çok 33 koli göndermiştik şimdiye kadar. 3 yıl içinde en çok koli gönderdiğimiz gün oldu. Doğal üretim olduğu için, kaliteden, güvenden dolayı insanlar bizi tercih ediyor. ”
Bu minvalde hatırlanacak başka bir örnek de Ege’den geldi. Urla’da geleneksel olarak düzenlenen ve yaklaşık 3 milyon turistin ziyaret ettiği enginar festivalinin salgın nedeniyle iptal olması satışların düşmesi endişesini yarattı. Bölgenin sakız enginarını işleyen, paketleyen ve kargoyla son tüketiciye ulaştıran Urla Kadın Kooperatifi’nin sosyal medyada yaptığı çağrı büyük destek gördü ve İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyükşehirlerde yaşayan tüketicilerin siparişleri sayesinde bölgedeki enginar yüksek fiyattan alıcı buldu[31].
Öte yandan bu tür tüketici yönelimlerini kavrayabilmek amacıyla büyüklü küçüklü perakende firmalarının da bu pazara özellikle dijital mecralar üzerinden girdiğini gördük. Muğla’dan görüştüğümüz, bir kuşkonmaz üreticisi salgın döneminde turizme bağlı olarak sekteye uğrayan eski tedarik ağlarının yeni dijital ağlarla ikame edildiğini belirtti:
“Taze ve sağlıklı ürünlerimizi evlerine kargo isteyen eskiden bir kişiyken şimdi üç katına çıktı. Evlere servis veren tedarikçiler ile çalışmaya başladık. Örnek vermek gerekirse tazedirekt.com ve eskitadinda.com. … Korona salgınından sonra sanal marketlerin yenileri çıkmaya başladı. İrili ufaklı kendi içinde organize olanlar bunlar. Bu alana yatırım yapanlar oldu. Örneğin temizhasat.com. Onlara da ürün vermeye başladık.”
Talepte sorun
Bütün dünyada olduğu gibi dışarıda yeme içme sektörü neredeyse durma noktasına gelirken ev içi tüketimde önemli artışlar oldu. Özellikle başlarda yokluk ve kıtlık korkusuyla birçoklarının evde yiyecek stoklarını artırması, salgının Ramazan ayına denk gelmesi gibi gelişmeler dayanıklı gıdaların tüketiminde büyük artışlara ve kısa süreli de olsa çeşitli darlıklara yol açtı.[32] Bununla birlikte bu dönemde sanal alışverişin büyüdüğünü ve taze sebze meyve de dahil olmak üzere yiyecekte sanal kanalların çeşitlendiğini gördük. Öyle ki önde gelen süpermarket zincirleri bu dönemde farklı sanal alışveriş markaları üzerinden özellikle üst gelir tüketici gruplarına ulaşmaya çalıştı[33]. Buralarda özellikle ürünlerin menşeine ve üretim koşullarının temizliğine, doğallığına ve üreticilerin kimliğine vurgunun arttığına tanık olduk. Daha düşük gelirli grupların özellikle perakende taze gıdaya ulaşmasında yerel belediyelerin koordinasyon görevleri yapması ve birçok yerde daha kısa aralıklarla pazarların kurulması da etkili oldu. Son yıllarda kooperatifleşmenin yeniden popülerleşmesi ve bu alanda yerel belediyelerin daha önce gerçekleştirdikleri girişimler kooperatiflerin ürettiği ürünlerin tüketiciye ulaştırılabilmesini kolaylaştırdı.
Yine de tüketicinin evde kullandığı yemek girdileri lokanta, kafe, yemekhane, catering sektörlerindeki azalan talebi karşılamaya tabii ki yetmedi. Bu olguyu ürünlerinin önemli bir bölümü ev dışı tüketim için satılan Kars’tan görüştüğümüz bir kaşar, gravyer ve diğer yöresel peynirler üreticisi şöyle ifade ediyordu:
“Satışlarda ciddi bir sıkıntı var. Satışlarda düşüşün nedeni? Kafe, restoran gibi sosyal hayatın içindeki tüketim durdu. Tüketim eve taşındı. Markete bile insanlar çıkmıyor. Lüks tüketim düştü.”
Eve alınan ürünler yüksek gelirli hanelerde çeşitlenmiş olabilir, ama aynı süreç içinde işini kaybeden çok daha büyük bir kitle olduğunu unutmamalı. Salgınla birlikte evde kalmak zorunda olan grupların önemli bir kısmının geliri eskiye nazaran düştü, işsizlik ve geleceğe dair belirsizlik haneleri daha dikkatli tüketime mecbur etti. Örneğin, düşük gelirli grupların diyetlerini daha çok tahıl, bakliyat, karbonhidrat içerecek şekilde dönüştürmeleri ve fiyat esnekliğinin yüksek olduğunu bildiğimiz taze sebze, meyve ve hayvansal gıdalardan uzaklaşmaları beklenebilir. Nitekim son birkaç aydır iç pazarda kuru fasulye, mercimek gibi ürünlerin fiyatlarının iyice yükselmesi, üreticileri bu ürünleri ekmeye teşvik etmek için tohumlukta hibe verilmesi ve atıl arazilerin üretime açılması gibi önlemleri gündeme getirdi.[34]
Turizmin sekteye uğraması
Buraya kadarki tartışmada dışarıda bıraktığımız otelcilik ve de genelde turizm sektörü Türkiye’de tarım ve gıda ürünlerine talebin en önemli bileşenlerinden. Bildiğimiz gibi içinden geçtiğimiz dönemde bu ikram ve ağırlama sektörlerinden kaynaklanan talep neredeyse durma noktasına geldi. Bu yıl Türkiye’ye 50 milyona yakın turist gelmesi bekleniyordu. Bu rakamın en az yarısı otellerde, yemek de yiyerek ve bir veya iki hafta gibi sürelerle kalacak olan ‘deniz ve plaj’ turistleri diye adlandırılanlar olacaktı. 2020 yılı içinde, önümüzdeki yaz sezonunda, gerçekten kaç kişi geleceğini bilmiyoruz. Konuştuğumuz birçok görüşmeciden edindiğimiz izlenim, gerçekleşecek toplam beklenenin %20-25’ine ulaşırsa, turizm sektörü bunu sevinilecek bir başarı olarak görecek.
Tarım açısından baktığımızda sözünü ettiğimiz performans büyük bir hayal kırıklığı yaratıyor. Bu sıkıntının turizmin daha ziyade iç turizmle sınırlı olduğu Karadeniz bölgesinde bile hissedilir durumda olduğu konuştuğumuz Trabzon/Tonyalı bir üretici tarafından dile getirildi:
“Yaylalarda konaklama yerleri var. Restoranlar var. Yöresel ürünleri turistlere satıyorduk. O da güzel bir gelirdi, kazançtı. Tereyağı, peynir, çökelek, buraya özgü mısır ve fasulyeyi gelen insanlara satıyorduk. Şimdi onlar da olmayacak görünüşte.”
Bütün Ege ve Akdeniz kıyısında, ürettikleri sebze ve meyveyi öncelikle yabancı turist barındıran otellere pazarlayan üreticiler var. Bunların çok az bir kısmı doğrudan pazarlama yapıyor, çoğunluğu ise hallerdeki komisyoncular aracılığıyla otel piyasasına erişiyor. Diğer taraftan daha çok ‘yerli’ turistlere yönelen lokantaların da yurtiçi tatil ve seyahatlerin azalmasından ötürü, bir talep sorunu yaşayacağı öngörülebilir. Konuştuklarımız arasında özellikle taze sebze ve meyve üreten çiftçiler, kendilerini sağlama almak için, daha önceden planladıkları üretim ölçeğini düşürdüklerini veya hepten vazgeçtiklerini söylediler. Bu durumda olan birçok üreticinin gelecek konusunda kaygılı olduğunu gözlemledik:
“Endişeliyim. Burası bir turizm bölgesi. Önceden oteller çok iyi çalışıyordu ama tabii oteller de bitti şimdi. Dolayısıyla tarım da kötü etkilendi. Otellere veremiyoruz artık, o yüzden sadece ihracat kaldı… Koronadan sonra da zannetmiyorum düzeleceğini. Serası kapanan çok oluyor şimdi bu dönemde.”
Tüm veriler turizm sektöründeki daralmanın gıdaya olan talebi düşüreceği ve bunun sonucunda, çiftçilerin üretimlerini kısacaklarını ve arzın da düşeceğini gösteriyor. Daha önce de söylediğimiz gibi tarımın karşılaşacağı esas problem, arzda oluşan bir üretim aksamasından ziyade, talebin daralmasının getireceği (sonunda arzı da etkileyen) ve çiftçinin üretiminin ve gelirinin azalmasıyla ilgili ortaya çıkacak bir talep sorunu olacak gibi duruyor.
İhracat
Tarım sektöründe talep yakasında Türkiye’yi etkileyecek en önemli alanlardan birisi de elbette ihracat. Türkiye fasulye, bamya, salatalık, domates, fındık, ayva, üzüm, kiraz ve nar gibi birçok sebze ve meyve çeşidinde dünyada üretimde ve ticarette lider ülkelerden. COVID-19 döneminde özellikle fındık ve yaş sebze meyve ihracatında geçen yılın aynı aylarına göre ciddi bir artış yaşandı. Fındıkta yüzde 32,6, yaş meyve ve sebzede yüzde 21,6, meyve sebze mamullerinde yüzde 12,9 artış kaydedildi.[35] Bu artışların kısmen başka ülkelerde hasat konusunda yaşanan sorunlarla ilişkili olduğu düşünülebilir.
1980’lerden sonra dış pazar koşullarındaki değişikliklerden dolayı fiyat dalgalanmalarına hayli hassas hale gelen üreticilerin de pandeminin başka ülkelerdeki etkilerini yakından takip ettiklerini gördük. Örneğin, bir fındık üreticisi fındık ihracatının ve fiyatların artmasını Avrupa’da üretimde gerçekleşen çeşitli aksaklıklarla ilişkilendirdi:
“İtalya’daki fındıkçılar bizim üreticilerden daha yaşlı. Bu nedenle fındık tarımı çok etkilendi. Bahçelerine bakamadılar, zirai mücadele yapamadılar diye bilgi geliyor. Halbuki Türkiye’nin bu yılki rekoltesi en az geçen seneki gibi olacak…”
Tabii bu durum özellikle büyük ölçekli ve daha girdi yoğun üretim yapan üreticilerde geleceğe dair olumlu beklentileri artırıyor. Özellikle bu tür üreticilerle çalışan Türkiye’nin ve dünyanın önemli perakende zincirlerinden birisinde taze ürün bölümünün direktörlüğünü yapan görüşmecimiz bu durumu şu şekilde ifade etti:
“Örtü alanında (sera tarımında) her şey planlandığı gibi yürüyor. Önce bir bocalama olmuş ama sonradan hemen toparlanmış… İtalya ve İspanya’da ekimler daha az olacak. Dolayısıyla Türkiye ayağı daha kuvvetlenecek. Fırsat görünüyor birçoklarına ve böyle değerlendiriliyor…”
Bununla birlikte ihracat pazarlarına ulaşım konusunda küçük ölçekli üretim yapan yetiştiricilerin çok daha ihtiyatlı konuştuklarını gördük. Örneğin Fethiyeli bir domates ve yeşillik üreticisi bu dönemde yaşadıklarını bize şöyle anlattı:
“Buradaki üreticilerin hepsi de üretimini azalttı. Kimse büyük üretim yapmadı. Biz üreticiler rakip gibi görünsek de aslında dirsek teması içindeyiz. Birbirimizle konuştuk. Fazla üretim yapmayalım, risk almayalım dedik. Ne üretelim? Bilemiyoruz. İhracat olmadığı sürece, turist gelip bunları tüketmediği sürece üretmek zor.”
Yine konuştuğumuz küçük üreticilerin çoğu özellikle kimyasal girdi fiyatlarının yükselmesine bağlı olarak maliyetlerinin artmasından mustaripti. Bu maliyet artışlarının arkasında yatan temel neden olarak yükselen döviz kurlarına işaret ediyorlardı.
Paradoksal bir şekilde bu olumlu havayı artıran bir diğer gelişme de son dönemde dış piyasalarda yer yer korumacı tedbirlerin ortaya çıkması oldu. Örneğin, bakliyat üretiminde en önemli global aktörlerden Hindistan’ın şimdiden daha korumacı politikalar izlemeye başlaması Türkiye’nin önümüzdeki dönemde bu alanda ihracat pazarlarında daha etkin olabileceğine dair beklentileri artırdı.[36] Tarım ve Orman Bakanlığı’na danışmanlık yapan konuştuğumuz ziraat mühendisi bir görüşmecimiz bu beklentileri şöyle ifade etti:
“Türkiye’nin bu süreci hızlı atlatan ülkelerden biri olduğunu düşünüyorum. … Şimdilik gidişat kötü görünmüyor. Hatta bu süreci avantaja bile çevirebiliriz. Tarımsal politikaların değişmesi ve yeni pazarların bulunması konusunda bir avantaj yakalayabiliriz.”
Salgında Politikalar
Devletin mevsimlik işçiler ve ürünlerin pazara ulaşmasına yönelik politikalarına değindik. Bununla birlikte salgın döneminde devletin en çok tartışma yaratan hamleleri arasında hazineye ait atıl tarım arazilerinin çiftçinin kullanımına açılmasına dair kararı vardı. “Hububat, baklagiller, yağlı tohumlar ve yem bitkileri gibi stratejik ürünlerin ekilmesi” ve tarımsal arzın artırılması amacıyla 970 hektarlık atıl arazinin tarıma kazandırılması gündeme geldi. İlgili yakın köylerde ikamet eden köylülerin puanlandırma sistemiyle bu arazilerden “yararlandırılacağı” belirtildi.[37] Türkiye’de ekilen ve dikilen mevcut 23,7 milyon hektarlık tarım alanının yanında dağıtılması düşünülen bu arazinin çok küçük olması eleştirildi. Daha sonra dağıtılacak arazinin daha genişletileceği haberi çıktı. Fakat, bu girişim küçük üreticilerin tarımsal üretimde yaşadığı genel sorunlara yönelik çare üretmekten uzak olarak görüldü.
Örneğin, Tayfun Özkaya az miktarda yeni arazi dağıtmak yerine devletin son yıllarda maliyet-kar sorunu nedeniyle terk edilen tarlalarda yeniden üretim yapılmasını teşvik edecek ve destekleyecek politikalar üretmesi gerektiğini savundu.[38] Özkaya’ya göre girdi maliyetleri, üretimin finansmanı ve pazara ulaşım konusunda sorun yaşanmasına neden olan liberalleşme politikaları yüzünden yaklaşık toplam 3,5 milyon hektar alan üzerinde artık tarımsal üretim yapılamıyor.
Maliyet- fiyat kıskacı olarak bilinen piyasa baskısının hissedilmesi nedeniyle son 10-15 yılda binlerce küçük üretici tarımsal üretimden çekilmiş durumda. Tohum, gübre, zirai ilaç gibi girdilerin fiyatları artarken üretici satış fiyatlarının azalması finansman kaynakları sınırlı olan çiftçilerin tarımsal üretimi terk etmelerine neden oluyor. Girdi ve kredi arasındaki ilişkiyi kuran geleneksel sistemlerin yok olmasıyla (kooperatiflerin özelleştirilmesi) finansman giderleri artan üreticiler iklim koşulları açısından yaşanan bir aksilik ya da pazarlamada yaşanan sorunlar nedeniyle iflas edebiliyor. Aydın’da dijital tarım yöntemleri kullanan bir firma görüşmemizde ürettikleri marulları salgın döneminde satamadıkları için yaklaşık kırk bin lira zarar ettiklerini söyledi.
Bu rakam orta-büyük ölçek üretim yapan bir firmayı iflasın eşiğine getirmekten uzak olabilir ama küçük üreticiler için bu rakam tarımsal üretimi bütünüyle bırakmaya neden olabilecek bir zarara işaret etmektedir. Bu risk en çok emek ve girdi yoğun üretime dayalı çabuk bozulabilecek ürünleri yetiştiren üreticiler için geçerlidir. Otellere gıda tedarik eden ağın içinde bulunan üreticiler tam da bu risk nedeniyle üretimlerini bu sene yarı yarıya daralttıklarını söylüyorlar.
Talep edilen devlet politikaları arasında faizsiz kredi, girdi desteklerinin ve destek alımlarının yeniden uygulanmaya başlaması içinde olduğumuz konjonktürde yeniden gündeme geldi. Örneğin Ali Ekber Yıldırım “Türkiye Şeker Fabrikaları’nın sözleşmeli üretim yaptığı çiftçilere hububat ve yağlı tohumlar ekmeleri halinde tohum, gübre ve nakit avans desteği sağlanması” gerektiğini belirtiyordu.[39] Görüşme yaptığımız 30’dan fazla katılımcının hepsi birçok ülkede COVID-19 döneminde kendini gösteren tarımda ve gıdada korumacı reflekslere vurgu yaparak girdi maliyetlerini düşürecek, tohum hibelerini içerecek, gıda güvencesi için üretimi artıracak ulusal destekleme politikalarının ivedilikle uygulanması gerektiğini savundu.
Tarımsal üretimin çiftçilerin ihtiyaçları doğrultusunda planlanması ve yönetimi gerektiği vurgulanırken, bu planlama ve yönetiminin hangi ölçekte düzenlenmesi gerektiğine dair görüşler değişik siyasi çıkarım ve politik perspektifler arasında farklılıklar gösterdi. Salgın nedeniyle küresel düzeyde devletlerin üretimi stoklamaya öncelik vermesi ve tarımsal girdilerde de bağımsız olunması gerektiği, “gıda milliyetçiliği” gibi kavramlarla milliyetçi bir bakış açısı üzerinden savunuldu [40]. Türkiye Tohumcular Birliği Başkanı Savaş Akcan son yıllarda yerli ve milli tohum üretimin arttığını ve dışa bağımlılığın azaldığını savunurken, muhalefet partisinin sözcüsü Orhan Sarıbal[41] hükümetin 17 yıl boyunca uyguladığı neoliberal politikaların sonucunda Türkiye’nin girdilerde dışa bağımlı hale geldiğini belirtti.
Covid-19 döneminde tarım ve gıda üretiminin giderek daha da siyasallaşan bir alana dönüşmesinin başka bir emaresi de gıda egemenliği kavramı etrafında ortaya çıkan tartışmalardı. Küresel bir çiftçi taban hareketi olan Via Campesina tarafından gündeme getirilen gıda egemenliği kavramı bu örgütün bileşenlerinden olan ÇİFTÇİSEN tarafından şu şekilde tanımlanıyor: “ekolojik sistemi tahrip eden, endüstriyel temelli, kâr amaçlı, petrole dayalı, şirketlerin gıda sistemine” karşı “halkların kendi kültürlerine uygun, doğayla uyumlu tarım ve gıda sistemlerini belirleme hakkına sahip olduğuna inanan halkın gıda sistemi” [42]. Bilimsel literatürde de bu tanıma paralel kullanımların daha yaygın olduğunu görüyoruz. Halbuki içinden geçtiğimiz dönemde gıda egemenliği kavramı daha milliyetçi tonlamalarla gündeme geldi. Bir yandan da bu kavram büyük şirketlerin gıda sektöründeki artan kontrolüne referansla kullanıldı. [43] Gıda egemenliği kavramının bu şekilde farklı bağlamlarda kullanılması ve bu kavram üzerinden çeşitli siyasi pozisyonların ortaya çıkması tarımsal üretimin planlanması ve yönetimine dair farklı çevrelerde yaşanan görüş ayrılıklarına işaret ediyor.
Böylece tarımsal üretimin planlanması ve yönetimi bakımından küresel ve yerel ölçek arasındaki gerilim salgın döneminde daha çok görünür oldu. Üretim, dağıtım ve tüketim sistemlerinin yerel olarak örgütlenmesi gerektiği düşüncesi yaygınlık kazandı. Yerel sınırlar kimileri için ülke sınırları, kimileri için bölge sınırları, kimileri için il/ilçe sınırları olarak anlam kazandı. Bu bağlamda yerel belediyelerin daha fazla sorumluluk üstleneceği ve yeni projelerle üreticilerle tüketiciler arasındaki tedarik zincirlerinin kısalması yönünde olumlu katkılar sunduğu/sunabileceği sıklıkla gündeme geldi. Özellikle muhalif siyasi parti üyelerinin yönettiği belediyeler salgın döneminde hem kısa hem uzun vadeli tarımı teşvik edecek, çiftçiyi ve tüketiciyi buluşturacak yeni planların hazırlanması gerektiğini vurguladı [44]. İzmir Büyükşehir Belediyesi bölgedeki kiraz ve enginar hasadının sekteye uğramaması için başta üniversiteli öğrenciler olmak için yerel topluluklara gönüllülük çağrısında bulundu [45]. Belediyelerin benzer topluluk oluşturma stratejileri siyasi seçimleri kazanmak için bir yatırım olarak görülebilir. Fakat bu etkinliklerin alternatif bir tarım ve gıda sistemi etrafında mobilize olan topluluklar oluşturduğu ve yerel tarımsal üretim modellerinin geliştirilmesini talep eden bir toplumsal baskıyı örgütlediği de düşünülebilir.
Bu araştırmanın en temel sonuçlarından bir tanesi şudur: COVID-19 salgını radikal bir biçimde toplumların tüm kesimlerinde tarımsal üretimin planlanması gerektiğine dair ortak bir kanaatin oluşmasını sağlamıştır. Bu sonuca varabilmemizin bir nedeni pandeminin neden olduğu belirsizlik ve istikrarsızlık ortamında temel ihtiyaçların önem kazanması. Sağlık konusunda yaşanan korkuya ek olarak insanların iş ve gelir güvencesini yitirmeleri sağlıktan sonra en temel gereksinim olan gıda sorununun büyük önem kazanmasına yol açtı. Medyada hiç olmadığı kadar tarım ve gıda tedarikine ilişkin haber ve yorum yer aldı. Doğal olarak, işleri pazar mekanizmalarının işleyişine bırakmak cazip bir seçenek olarak görülmüyor. Sadece Türkiye’de değil tüm ülkelerde devletin temel ihtiyaçların karşılanmasında, neoliberal dönemdeki dogmaya aykırı bir şekilde, daha fazla rol oynaması talep ediliyor. Bu nedenle de gıda egemenliği gibi kavramlar tartışılıyor ve önem kazanıyor. Yalnız merkezî devlet değil, belediyeler, hatta daha küçük yerleşimler bu konularda girişimde bulunuyor. Son yıllarda zaten gözlenen tarıma olan ilginin arttığı, kentlilerin gıda konusunda bilgilendiği, ‘toprağa dönme’ eğiliminin neredeyse bir toplumsal hareket oluşturduğu gibi gelişmeler bu yazıda tanımladığımız konjonktürde herhalde daha güçlü bir şekilde sergilenecek. Bu çerçevede devlet politikalarının da dönüşmesi muhtemeldir. Pandeminin doğrudan etkisi bir noktada bitecektir, ama endişe ve tahayyüllerde daha sürekli dönüşümlere yol açması hiç şaşırtıcı olmaz.
Çağlar Keyder (Bilim Akademisi üyesi, Koç Üniversitesi ve NewYork Eyalet Üniversitesi, Binghamton öğretim üyesi)
Derya Nizam Bilgiç (İzmir Ekonomi Üniversitesi öğretim üyesi)
Zafer Yenal (Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi)
Bu yazının hazırlanmasında Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Yüksek Lisans öğrencisi Gizem Duman’ın büyük katkısı oldu. Kendisine çok teşekkür ederiz.
Notlar/Kaynaklar:
[1] Bekiempis, Victoria. 2020. “‘Could you buy a little less, please?’: panic-buying disrupts food distribution,” The Guardian, Mart 23. https://www.theguardian.com/world/2020/mar/23/us-coronavirus-panic-buying-food
[2] https://www.ft.com/content/93b1c02e-7e34-11ea-b0fb-13524ae1056b
[3] Dahir, Abdi Latif. 2020. “‘Instead of Coronavirus, the Hunger Will Kill Us.’ A Global Food Crisis Loom,” New York Times, Nisan. https://nyti.ms/3eHELic
[4] Bu çalışma Nisan-Haziran 2020 tarihleri arasında yürütülen ampirik bir araştırmaya dayalıdır. Araştırmanın ana gövdesini çiftçiler, tüccarlar, toptancılar, perakendeciler, uzmanlar ve diğer profesyonellerle telefon görüşmeleri vasıtasıyla yürütülen 35 derinlikli mülakat ve yazılı kaynak taraması oluşturmaktadır.
[5] Dünyanın tanık olduğu en son gıda krizi 2007-2008’deydi. Bu dönemde düşen üretim ve azalan stoklarla birlikte birçok yerde hem kıtlıklar hem de temel gıda fiyatlarında ciddi artışlar görüldü. Covid döneminde arz tarafındaki sorunlarla alakalı bir kriz riskinin az olduğu tahmin ediliyor. Stoklar daha iyi durumda, hasat beklentileri yüksek ve bioyakıt piyasasında düşen fiyatlarla birlikte ekstra bir talep patlaması beklenmiyor. Dolayısıyla 2008 krizinden farklı olarak düşük gelirli ülkelerde gıda krizinin fiyat artışları üzerinden değil de gelir düşmelerine bağlı olarak kendini göstermesi ihtimali üzerinde daha çok duruluyor. Schmidhuber, Joseph, Pound, Jonathan ve Qiao, Bing. 2020. COVID-19: Channels of Transmission to Food and Agriculture, FAO, Roma.
[6] Gümrük vergileri, kotalar, yasaklar gibi yöntemler yoluyla genelde devletlerin kendi üreticilerini ve tüketicilerini korumak amacıyla uluslararası ticarete kısıtlama getiren ekonomik politikalara verilen genel ad.
[7] Global Report on Food Crisis. 2020. Food Security Information Network. https://docs.wfp.org/api/documents/WFP-0000114546/download/?_ga=2.2698416.1681865239.1589968966-60098291.1589356657
[8] FAO, IFAD, UNICEF, WFP ve WHO. 2019. The State of Food Security and Nutrition in the World 2019. Safeguarding against economic slowdowns and downturns. FAO, Roma. http://www.fao.org/3/ca5162en/ca5162en.pdf
[9] FAO. 2020. Addressing the impacts of COVID-19 in food crises April–December 2020: FAO’s component of the Global COVID-19 Humanitarian Response Plan. Roma. https://doi.org/10.4060/ca8497en
[10] Husain, Arif. 2020. “After the Pandemic, a Global Hunger Crisis,” The New York Times, Haziran 12. https://www.nytimes.com/2020/06/12/opinion/coronavirus-global-hunger.html
[11] FAO, IFAD, UNICEF, WFP ve WHO. 2019. The State of Food Security and Nutrition in the World 2019. Safeguarding against economic slowdowns and downturns. FAO, Roma. http://www.fao.org/3/ca5162en/ca5162en.pdf
[12] Schmidhuber, Joseph, Pound, Jonathan ve Qiao, Bing. 2020. COVID-19: Channels of Transmission to Food and Agriculture, FAO, Roma. https://doi.org/10.4060/ca8430en.
[13] Cook, Christopher D. 2020. “Farmers are destroying mountains of food. Here’s what to do about it,” The Guardian. Mayıs 7. https://www.theguardian.com/commentisfree/2020/may/07/farmers-food-covid-19
[14] Harvey, Fiona. 2020.“Coronavirus measures could cause global food shortage, UN warns,” The Guardian, Mart 26. https://www.theguardian.com/global-development/2020/mar/26/coronavirus-measures-could-cause-global-food-shortage-un-warns
[15] Schmidhuber, Joseph, Pound, Jonathan ve Qiao, Bing. 2020. COVID-19: Channels of Transmission to Food and Agriculture, FAO, Rome. https://doi.org/10.4060/ca8430en.
[25] Bayülgen, Minez. 2020. “ZMO Genel Başkanı Suiçmez: Gıda stokları gizleniyor,” Diken, Nisan 3. https://zmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=32929&tipi=24&sube=0
[26] Sözcü. 2020. “TMO’dan 175 bin tonluk buğday ithalatı,” Mart 27. https://www.sozcu.com.tr/2020/ekonomi/tmodan-175-bin-tonluk-bugday-ithalati-5707877/
[27] Türkiye dünyanın en büyük un, irmik ve bulgur ihracatçısı ve aynı zamanda ikinci en büyük makarna ihracatçısı. Temmuz 2019’dan bu yana imalatçı firmalara 6 ay içerisinde ithal ettikleri hacimde buğday bazlı ürün ihraç etmeleri şartıyla ithalat yapabilme izni verilmişti. Grain Brokers Australia. 2020. “Turkey emerges as major wheat importer,” Nisan 21. https://www.graincentral.com/markets/export/turkey-emerges-as-major-wheat-importer/
[28] Yıldırım, Ali Ekber. 2020. “Tarım ve Gıdada Kritik Ürünler” Tarım Dünyası, Nisan 22. https://www.tarimdunyasi.net/2020/04/22/tarim-ve-gidada-kritik-urunler/
[29] Yıldırım, Ali Ekber. 2020. “Tarımda Milli Birlik, Deprem” Etkisi Yarattı,” Tarım Dünyası, Nisan 18. https://www.tarimdunyasi.net/2019/04/18/tarimda-milli-birlikdeprem-etkisi-yaratti/
[30] Akder, Halis, Çakmak, Erol H, Sürmeli, Bora ve Veziroğlu, Serkan. 2020. “Pi̇yasa yapısı, aracılık faali̇yetleri̇ ve tarımsal örgütlenme,” Sürdürülebilir Büyüme Bağlamında Tarım ve Gıda Sektörünün Analizi, TÜSİAD, Mart. https://tusiad.org/tr/yayinlar/raporlar/item/10544-tarim-ve-gida-2020-surdurulebilir-buyume-baglaminda-tarim-ve-gida-sektorunun-analizi
[31] Erciyas, Saadet. 2020. “Urla’daki kooperatifçi kadınların sosyal medya başarısı” Kent Yaşam, Nisan 16. http://kentyasam.com/2020/04/16/urladaki-kooperatifci-kadinlarin-sosyal-medya-basarisi/
Berkay Sağol. 2020. “Kadınların enginarlı dayanışması” Birgün. Nisan 12. https://www.birgun.net/haber/kadinlarin-enginarli-dayanismasi-296044
[32] Nielsen’in Nisan ayı perakende verilerine göre un, maya, makarna gibi ürünlerin satışlarında Mart ve Nisan ayındaki değişim oranı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 200’lerden daha fazlaydı.
[33] Migros’un tazedirekt.com üzerinden online satışlarını yapması hemen ilk akla gelen örneklerden.
[34] Hürriyet. 2020. “Kuru fasulye ve mercimek için acil eylem planı,” Nisan 19. https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/kuru-fasulye-ve-mercimek-icin-acil-eylem-plani-41498370
[35] Kahveci, Zeynep. 2020. “Tarımda ihracat Kovid-19’a rağmen arttı,” Anadolu Ajansı, Mayıs 7. https://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/tarimda-ihracat-kovid-19a-ragmen-artti/1832142
[36] Sarı, Hilal. 2020. “Pandemi bakliyatta büyümeyi ateşledi,” Dünya, Mayıs 15. https://www.dunya.com/dunya/pandemi-bakliyatta-buyumeyi-atesledi-haberi-470372
[37] Bu yönde 14 bin dekar hazine arazisinin “Bingöl, Erzurum, Erzincan, Kars, Kayseri, Muş ve Sivas” illerinde pilot uygulama alanı olarak İl Müdürlükleri’ne tahsisi sağlandı. https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/chpli-omer-fethi-gurer-son-yillarin-en-buyuk-krizi-ile-karsi-karsiyayiz-1747650
[38] Özkaya, Tayfun. 2020. “Hazine arazilerinin tarıma açılması üretimde bir sıçrama yapar mı?” Yurt Gazetesi, Mayıs 3. https://www.yurtgazetesi.com.tr/hazine-arazilerinin-tarima-acilmasi-uretimde-bir-sicrama-yapar-mi-makale,17536.html
[39] Yıldırım, Ali Ekber. 2020. “Tarımda Yeni Dönem, Yeni Politikalar ve Fırsatlar.” Tarım Dünyası, Mayıs 04. https://www.tarimdunyasi.net/2020/05/04/tarimda-yeni-donem-yeni-politikalar-ve-firsatlar/
[40] Milliyet. 2020. “‘Salgın gıda milliyetçiliği yarattı’” Mayıs 21. https://www.milliyet.com.tr/gundem/salgin-gida-milliyetciligi-yaratti-6216789
[41] Birgün. 2020. “Gıda egemenliği ve gıda güvenliği devredilemez.” Mart 19. https://www.birgun.net/haber/gida-egemenligi-ve-gida-guvenligi-devredilemez-292348
[42] Çiftçi-Sen. 2020. “Çiftçi-Sen :”Dünya Küçük Çiftçiler Günü 14 Mayıs değil, 17 Nisan’dır”” Karabasan, Mayıs 14. https://www.karasaban.net/ciftci-sen-dunya-kucuk-ciftciler-gunu-14-mayis-degil-17-nisandir/
[43] Birgün. 2020. “Gıda egemenliği ve gıda güvenliği devredilemez” Mart 19. https://www.birgun.net/haber/gida-egemenligi-ve-gida-guvenligi-devredilemez-292348; Çiftçi-Sen. 2020. “Çiftçi-Sen “Gıda egemenliği hemen şimdi”” Karabasan, Mayıs 22. https://www.karasaban.net/41058-2/
[44] Gerçek İzmir. 2020. “Karşıyaka’da Tarımsal Kalkınma Harekatı” Mayıs 14. http://www.gercekizmir.com/haber/Karsiyaka-da-tarimsal-kalkinma-harekati/79783
[45] Gerçek İzmir. 2020. “Soyer’den Çiftçiler Günü’nde ‘enginar’ mesaisi ve yeni model mesajı!” Mayıs 14. http://www.gercekizmir.com/haber/Soyer-den-Ciftciler-Gunu-nde-enginar-mesaisi-ve-yeni-model-mesaji/79784
Haber Kaynağına ulaşmak için lütfen TIKLAYINIZ.