SONSÖZ GAZETESİ: ZMO YÖNETİM KURULU BAŞKANI BAKİ REMZİ SUİÇMEZ: SEL, DOLU YAĞIŞI VE DON FELAKETLERİNİN TARIM ALANLARINA ZARARLARI BÜYÜK- 14 TEMMUZ 2022
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Yönetim Kurulu Başkanı Baki Remzi Suiçmez, geçtiğimiz ay yaşanan sel felaketleri ve orman yangınlarının tarımsal alanlarımıza etkileri hakkında gazetemize değerlendirmelerde bulundu.
ZMO Yönetim Kurulu Başkanı Baki Remzi Suiçmez, zamansız ve çok miktardaki yağışların tarım alanlarına, üretime ve doğrudan tüketiciye olan etkileri hakkında gazetemize açıklamalarda bulundu. Tarımsal üretim için yeterli yağışın zamanında yağmasının çok önemli olduğunu vurgulayan Suiçmez, mevsimlerin kayması nedeniyle yağış dönemlerinin de zamansal ve miktar olarak değiştiğini, bunların tarımsal üretime verdiği zararların gıda fiyat endeksi ve enflasyona da etkisi olduğunu kaydetti. Bozulan denge ile yağışların yetersizliği ya da zamanında yağmamasının birbiri ile ilişkili tüm üretim aşamalarını etkilediğini ifade eden Suiçmez; “Son dönemlerde bahar yağmurlarının yaz aylarına kaydığı, Haziran-Temmuz aylarındaki yağışların da hem şiddetinin arttığı hem de kısa süreli çok miktarda yağış düşmesi nedeniyle Türkiye’nin değişik yerlerinde ciddi oranlarda sel, dolu gibi zararlar ortaya çıkardığı bir gerçek. Bunun da dolayısıyla tarım alanlarına olumsuz etkisi var. Yağışların yetersizliği, zamanında yağmaması çok önemli bir sorun. Bugüne kadar bunu konuşuyorduk. Geçen yıl çok ciddi bir kuraklık yaşadık. Ona bağlı olarak da rekoltenin örneğin; buğdayda 27,5 milyon tondan 17,6 milyon tona düştüğü gerçeğinin olduğu bir ortamda özellikle Nisan ayında Şanlıurfa, Adana ve birçok Trakya bölgesinde yaşanan dolu ve don zararları buğday üretimini olumsuz etkiledi. Tam hasat döneminde yağan bu yağışlardan kaynaklanan selin etkisi de yine bitkisel üretimi doğal olarak olumsuz etkiliyor. Bozulan denge nedeniyle oluşan hortumlar da özellikle Akdeniz Bölgesindeki seralarımız açısından da ciddi bir sıkıntı.” dedi.
‘SEL, DOLU YAĞIŞI VE DON FELAKETLERİNİN TARIM ALANLARINA ZARARLARI BÜYÜK’
Yağışların mevsimsel kaymalar nedeniyle zamanlarının ve miktarlarının değiştiğini, bunun da özellikle tarım alanlarımız ve tarımsal üretimimizde ciddi sorunlara yol açtığını belirten Suiçmez, sözlerine şöyle devam etti; “Uzun yıllar ortalamasının aksine son yıllarda sıcaklık ve yağışların mevsimsel olarak kayması, yağışın şiddetli ve aşırı yağışlar, dolu yağışları artık hayatımızın bir gerçeği olmaya başladı. Geçen yıl da yaşadık. Bu yıl da maalesef yaşadık. Yağışı iki şekilde düşünmek lazım. Tarımsal üretim için özellikle kuru tarım alanında yeterli yağışın zamanında yağması çok önemli. Bu kışlık yağışlar için de geçerli bahar yağmurları için de geçerli. Ama son dönemlerde bahar yağmurlarının yaz aylarına kaydığı, Haziran-Temmuz aylarındaki yağışların da hem şiddetinin arttığı hem de kısa süreli çok miktarda yağış düşmesi nedeniyle Türkiye’nin değişik yerlerinde ciddi oranlarda sel, dolu gibi zararlar ortaya çıkardığı bir gerçek. Bunun da dolayısıyla tarım alanlarına olumsuz etkisi var. Yağışların yetersizliği, zamanında yağmaması çok önemli bir sorun. Bugüne kadar bunu konuşuyorduk. Geçen yıl çok ciddi bir kuraklık yaşadık. Ona bağlı olarak da rekoltenin örneğin; buğdayda 27,5 milyon tondan 17,6 milyon tona düştüğü gerçeğinin olduğu bir ortamda özellikle Nisan ayında Şanlıurfa, Adana ve birçok Trakya bölgesinde yaşanan dolu ve don zararları buğday üretimini olumsuz etkiledi. Tam hasat döneminde yağan bu yağışlardan kaynaklanan selin etkisi de yine bitkisel üretimi doğal olarak olumsuz etkiliyor. Bozulan denge nedeniyle oluşan hortumlar da özellikle Akdeniz Bölgesindeki seralarımız açısından da ciddi bir sıkıntı.”
Meteorolojik kuraklık kavramına değinen Suiçmez, geçen sene de bu sene de üke olarak bunu yaladığımızı belirterek şu verilere dikkat çekti; “Örneğin; Nisan ayında yağışlar normale göre yüzde 7, geçen yıl Nisan ayı yağışlarına göre yüzde 20 azaldı. Tarım Bakanlığı’nın verileri Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre, kış yağışlarının olmaması, yeterli gübrenin atılamaması nedeniyle umut ilkbahar yağışlarına çevrilmişti. Nisan ayında tüm bölgelerimiz normalin altında yağış almış; Ege, Akdeniz, İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yüzde 50’nin üzerinde bir azalma meydana gelmişti. Gözümüzü bahar yağışlarına çevirmiştik. Maalesef bahar aylarında da Türkiye geneli Mayıs ayı yağışları normalin altında, geçen yılın yağışlarının sütünde. Özellikle Akdeniz-Ege bölgesinin batı kesiminde, Marmara’nın güneyi ve Ankara’nın çevrelerinde normallere göre yüzde 60’ların üzerinde yağışlarda bir azalma gündemde. Ege’de Aydın, Muğla, İzmir, Manisa ve Balıkesir’de de yüzde 80’lerin üzerinde bir azalmanın olduğu gündemde. Kısacası kuraklık etkisi Türkiye’nin en verimli üretim alanlarında Nisan ve Mayıs aylarında da devam ediyor. Yağış azlığı nedeniyle yaşanan sorunların tarımı olumsuz etkileri kadar Haziran ayında yağan kısa süreli çok miktarda, şiddetli yağışların da ürünlere doğrudan zararı gibi sel üstünden yaptığı zararlar da gündemde. Bu aşamada çiftçilerin ürün kaybı olmaması için tarım sigortaları önemli. TARSİM’in gerek kapsamı gerekse oluşan hasarı belirlemede çiftçiyi rehine değil, daha çok şirketler ve sigorta lehine poliçeler düzenlemesi, çiftçinin gerek kuraklıktan kaynaklı gerekse selden kaynaklanan zararlarının da yeterince karşılanmaması gibi bir çıkmazı gündeme getirmekte.”
‘ANKARA’DA YERİN ALTINDAKİ GİZLİ DERELERİN ÜZERİNDEKİ YAPILAŞMALAR FELAKETE YOL AÇTI’
Özellikle Karadeniz Bölgesi’nde dere yataklarına yapılan evlerin olası bir sel felaketinde verdiği zararlara dikkat çeken Suiçmez, Ankara’da yaşanan sel felaketinde de benzer durumların varlığından söz ederek şunları anlattı; “Meteorolojik verilerdeki değişim, iklim değişimi gibi bir soyut günah keçisi gündeme getirerek insan eliyle iklime, doğaya verdiğimiz zararları görmezden geldiğimiz bir ortamda sellerin tarım alanlarına etkisi dışında özellikle Batı Karadeniz dahil olmak üzere vadilerdeki yerleşim yerlerindeki geçen yıllarda yaşadığımız gibi yeni sellerin gündeme gelmesi mümkün. Ankara içinde yaşanan sel felaketinde 4 kişinin hayatını kaybettiği bir ortamda Ankara’nın kanalizasyon ve yağmur sularıyla ilgili altyapısına para ayrılsaydı bunlar yaşanır mıydı, bunları sorgulamak gerekir. Uzun yıllar ihmal edilen bu sorun maalesef ülkenin Başkentinde selde insan ölümleri olarak karşımıza çıktı. Ankara’nın şu anda kayıp dereleri var. Bunlar yeraltından akıyor ya da akmıyor. Oysa Batı Karadeniz ya da başka bölgelerimizde nasıl ki vadilerde yapılaşma olmaması gerektiği ya da dere ıslahıyla doğal dere yataklarının daraltılıp sellerin olası etkilerini azaltmayıp artıran uygulamalardaki gibi Ankara’da da gizli akan derelerin olduğu yerlerdeki yapılaşma nedeniyle yağmur suyunun toprakla buluşamaması, doğrudan akışa geçmesi insan ölümlerine yol açtı. Bu konuda yapılması gereken şeyler bellidir. Geçmişteki ihmalleri bir kenara bırakarak gelecek döneme yönelik tüm büyük şehirlerin ve belediyelerin gerekli önlemleri alması gerekir.”
‘BU MAZOT FİYATLARIYLA ÜRETİM ÇOK ZOR’
Mazota bir yıl içerisinde gelen yüzde 312’lik zamma değinen Suiçmez, mazotun tarımsal üretimin temel girdilerinden biri olduğu ve çiftçilere bu konuda destek verilmediği sürece üretimin mümkün olamayacağının altını çizerek şunları dile getirdi; “Geçen yıl 6 buçuk liralarda olan mazot bugün 30 lira. Yüzde 312’lik bir artış var. Mazot, biz insanlar için ulaşımda önemli. Gerektiğinde özel araçlarımıza binmeyip toplu taşıma araçlarını kullanabiliriz. Ancak tarım alanlarında ekim, hasat ve diğer tarımsal faaliyetler için mazot kullanmak bir gereklilik. Ülkemizde maalesef mazotta ÖTV, KDV halen alınmaya devam ediyor. Geçtiğimiz haftalarda pek çok Avrupa Birliği ülkesi Polonya’da KDV’yi yüzde 1’e indirmişken ülkemizde bu konuda somut hiçbir adım yok. Çiftçinin mazotu yeterince kullanamadığı bir ortamda hasatta yaşanabilecek sorunlar, gelecek yıl önünü görüp üretime başlayabilmesi bu mazot fiyatlarıyla çok zor. Sadece mazot fiyatları değil, gübre fiyatları da aynı şekilde yüzde 300’lerin üzerinde zamlı. Hayvancılık boyutunda hayvan yemleri yüzde 200’ler oranında artmış. Böyle bir ortamda TÜİK’in verilerine bakarsak Nisan ayında girdi fiyat endeksi yüzde 105 ise bu gübrede TÜİK tarafından bile yüzde 228 açıklanıyorsa mazottaki zamların ortalama fiyatlarla düşük gösterildiği bir ortamda girdi fiyatları her ay yeni bir zirve yaparak artıyor. Girdi fiyatlarının artması yani üretim maliyetlerinin artması üretici fiyat endeksini (ÜFE) de doğrudan olumsuz etkiliyor. ÜFE de maalesef yine her ay yeni rekorlar kırıyor. Bir önceki ay yüzde 118 iken, bu ay yüzde 155 olarak açıklandı. Üretici maliyetlerinin bu kadar yüksek olduğu bir yerde bizim tüketici fiyat endeksi (TÜFE) ya da onun içindeki gıda fiyat endeksini yani gıda enflasyonunu düşürme şansımız yok. Kuraklığa, pandemiye, savaşa değil, ülkemizde şu anda akıl dışı ekonomik önlemlerle yaşanan ekonomik kriz, bunda tarıma gerekli payın verilmemesi, girdi maliyetlerinde somut indirimlerin yapılmaması gerek sebze-meyvelerde gerekse diğer ürünlerde gıda arz açığı ve yine yurtdışından gıda alma gibi yanlış bir yola sürükleyecek.”
Sadece mazot değil, enerji fiyatlarındaki artışların da üretim maliyetlerini artırdığını hatırlatan Suiçmez, şunları ekledi; “Örneğin; mazot, çiftçinin tarlada kullanması gereken bir girdi. Aynı zamanda üretilen ürünün büyük şehirlere taşınmasında da nakliye masraflarının artmasını gündeme getirecek. Bu konuda geçmiş yıllarda ÖTV’nin bir kısmını devletin ödemesi gibi önlemler varken dönemin Başbakanı Binali Yıldırım’ın da ‘Mazotun yarısı sizden, yarısı bizden’ denilip çiftçiye somut mazot desteği önerilmişken şimdi ise hiçbir somut adımın atılmaması ülkemizde hem çiftçinin hem de tüketicinin kaderine terk edildiği, tarımın söylemde önemli olduğu vurgulansa da gerçekte sorunların artarak devam edeceğini gösteriyor.”
‘VENEZUELA DAHİL 10 ÜLKEDE BUĞDAY VE YEM BİTKİSİ ÜRETİMİ YAPILMASINI DOĞRU BULMUYORUZ’
Son olarak geçtiğimiz ay Türkiye’nin Venezuela’da buğday üretimi yapacağına dair yapılan açıklamaları değerlendiren Suiçmez, ülke olarak kendi toprağımızda, kendi çiftçimizle, kendi üretimimizi yapmamız gerektiğini vurgulayarak; “Ülkemizde kuraklığa yönelik sellerin, dolunun, don etkisinin zararlarının, çiftçi lehine azaltmak için TARSİM uygulamalarının yeterince yaygın olmaması ve çiftçilerin zararlarını karşılayamaması, kuraklığa yönelik ülkemizde sulamaya açılan alanların yüzde 60’larda olduğu ve tümüyle tamamlanamadığı, Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP)’ninse halen sulama alanlarının yüzde 30’larda olduğu, dolayısıyla meteorolojik verilere bağlı olumsuzluklar verimliliğimizi etkilerken ekonomik olumsuzluklara bağlı girdilerdeki yüksek artışlar, tarımsal üretimimizdeki gıda-arz açığı bize olumsuzluklar olarak yansıyor. Ülkemizde somut olarak bunu çözmesi gereken kamu yönetimini geçmişte Sudan ve Nijerya’daki başarısız uygulamalar gündemdeyken, bugün Venezuela dahil Afrika ve Latin Amerika’da 10 ülkede buğday ya da yem bitkisi üreteceğiz diye kamuoyunda yeni bir algı yönetimi yapılmasını doğru bulmuyoruz. Bu tür arayışların çözüm getirmeyeceğini, yerli üretim ve üreticinin korunması gerekir. Bunun da somut olarak girdi maliyetlerini düşürmek, destekleri yerinde ve zamanında vermekten geçtiğini düşünüyorum. Yoksa yaşanan gıda enflasyonu ya da sıcaklığa, yağışa bağlı olarak tarımsal üretimimiz düştü, bu nedenle bu sorunları yaşıyoruz gibi veya iklim değişikliği gibi yaşanan sorunları genel bir kavrama yük edersek gerçekleri göremeyiz. Gerçekleri göremediğimiz noktalarda da tarım ve gıda sorununu çözemeyiz.” şeklinde konuştu.
Haber: Esma ALTIN
Haber kaynağına ulaşmak için lütfen TIKLAYINIZ.