SONSÖZ GAZETESİ: ZMO YÖNETİM KURULU BAŞKANI SUİÇMEZ: ENFLASYONDA DÜŞME OLMAYACAK- 26 TEMMUZ 2021

SONSÖZ GAZETESİ: ZMO YÖNETİM KURULU BAŞKANI SUİÇMEZ: ENFLASYONDA DÜŞME OLMAYACAK- 26 TEMMUZ 2021
MERKEZ
26.07.2021

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Yönetim Kurulu Başkanı Baki Remzi Suiçmez, artan enflasyon ve gıda enflasyonu rakamları hakkında öngörülerde ve çözüm önerilerinde bulundu. Kuraklığın tarım faaliyetlerine verdiği zararlara da dikkat çekti.

 

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Baki Remzi Suiçmez, artan enflasyon ve gıda enflasyon rakamları hakkında açıklamalarda bulundu. Enflasyonda ilerleyen süreçlerde bir düşme olmayacağını iddia eden Suiçmez; “Üretici fiyat endeksinin yüzde 41’lerde olduğu bir yerde enflasyonun yüzde 17’lerde olması gelecek yıllarda da o üretici yüksek fiyatlarının enflasyona yansıyacağı anlamına geliyor. Dolayısıyla enflasyonda bir düşme olmayacak. Gıda enflasyonunda da bir düşme olmayacak.” diye konuştu.

‘SİSTEM, BÜTÜN OLARAK ELE ALINMAZSA ENFLASYON DÜŞMEZ’

Aylık olarak açıklanan enflasyon rakamlarının her ay açıklanırken düşeceğine dair bir umut beslemenin yanlış olduğunu çünkü enflasyonun ve özellikle gıda enflasyonunun düşmeyeceğini ifade eden Suiçmez sözlerine şöyle devam etti; “TÜİK rakamları bizi hep hayal kırıklığına uğratıyor. Bağımsız akademisyenlerin oluşturduğu bir Enflasyon Araştırma Grubu (ENAGRUP) var. Onların enflasyon rakamları daha gerçekçi.Üretici fiyat endeksinin yüzde 41’lerde olduğu bir yerde enflasyonun yüzde 17’lerde olması gelecek yıllarda da o üretici yüksek fiyatlarının enflasyona yansıyacağı anlamına geliyor. Dolayısıyla enflasyonda bir düşme olmayacak. Gıda enflasyonunda da bir düşme olmayacak. Onu Merkez Bankası Başkanı da gündeme getirmişti. Yılsonunda enflasyonu hem yükseğe revize ettirdiler hem de gıda enflasyonunu yüzde 11’lerden yüzde 13’lere çıkacağını öngörmüşlerdi geçen ay. Büyük ihtimalle gıda enflasyon rakamlarını da yine yükselterek revize edecekler diye düşünüyoruz. Çünkü üretim maliyetleri düşmeden, üretim artmadan, faizler düşmeden, dövizlere bağlı girdiler döviz artışı ile sürekli artıyorsa üretim maliyetleri otomatik olarak fiyatlara, fiyatlar da otomatik olarak tüketiciye yüksek maliyet olarak yansıyor. Bu arada Tarım Bakanlığının şekilsel alımları ya da Ticaret Bakanlığının şekilsel denetlemeleri de çözüm değil. Halen zincir marketlerin tekelci yapısı ile belirlenen fiyatlar var ortada. Bu sistemin bütün olarak ele alınmadan ülkemizde ne enflasyonun ne de gıda enflasyonunun düşmesi mümkün değil. Çözüm; üretimi arttırmak, üretim maliyetlerini düşürmek, üretici-tüketici arasındaki tedarik zincirini sıkı bir şekilde denetlemek, stokçuluk ve fahiş fiyat uygulaması yapanları da kim olursa olsun ayrımsız denetlemek ve kamuoyuna açıklamak. Sahte gıda üretenleri Tarım Bakanlığı uzun süredir açıklıyordu. Fahiş fiyata satış yapan firmalar ve zincir marketlerin de kamuoyuna açıklanması ve gerekli cezaların verilmesi gerekir.”

Bitkisel ve hayvansal üretim arasındaki ilişkiden söz eden Suiçmez, bu alanlardaki sorunların çözümü için bütüncül bir politika benimsenmesi gerektiğine vurgu yaptı ve şunları ifade etti; “Gıda enflasyonunun tarımda iki ayağı bulunmaktadır. Biri, bitkisel üretim; diğeri de, hayvansal üretim. Bitkisel üretimde kendimize yeterli olamazsak, kendi maliyetlerimiz düşüremezsek bu hayvancılık sektörüne de ot, yem olarak dolayısıyla diğer ürünlere de fiyat artışı olarak yansıyacaktır. Eğer bitkisel üretim olmazsa hayvancılık yeterince yapılamaz. Hayvancılığın ana girdisi yemdir. Ülkemizde kaba yem konusunda da ciddi sorunlar var. Özellikle kuraklıkla birlikte arpa fiyatlarının artması, saman miktarının azalması, meraların ısrarla amaç dışı kullanımı, madene, enerjiye, diğer kurumlara açılması, dolayısıyla kaba yemde çok ciddi sorunlarımız var. Sanayi yemi, kesif yem dediğimiz yurtdışından yüzde 65’ini aldığımız yemde de girdiye bağlı olarak fiyatlar yüksek. Girdi maliyeti hem süt hem de et üreticisini doğrudan etkiliyor.”

‘ÇİFTÇİ, 1 LİTRE SÜT SATARAK 1 KİLO YEM ALAMIYOR’

Geçtiğimiz günlerde Tarım Bakanlığının et konusunda verdiği bir demece dikkat çeken Suiçmez, şu değerlendirmelerde bulundu;  “Üreticiyi koruyorum anlamına gelecek bir şey açıkladılar. Dediler ki; etin karkas fiyatının maliyeti 45 lira ama üretici bunu 43 liraya kesiyor, merak etmeyin et fiyatları artmayacak. Ama bunu şöyle okursak; üretici maliyetinin altında satıyor, böyle devam ederse üretici hayvanlarını keser, alandan çekilir, yeni yatırımlar yapmaz. Böyle bir durumda gıda arzı sorunu et alanında da çözüm olarak genellikle daha yüksek fiyattan dış alımı gündeme geliyor. Aynı şey çiğ süt konusunda da geçerli. Maliyetler 4 liranın üstünde. Geçenlerde bir artış yapıldı. 2,80 liradan 3,20 liraya yükseldi. İlk bakışta olumlu gibi ama pariteye baktığımızda 1 litre süt satarak 1,5 kilo yem alınması ekonomik sürdürülebilirliğin devamı için gerekli. Ülkemiz çiftçisi bunun 1’e 1,3’üne de razı ama şu anda 1’e 1 paritesinin altında. Yani çiftçi, 1 litre süt satarak 1 kilo yem alamıyor. Maliyetin yine altında olan bu ortamda eğer süt üreticisi de etini kesmeye başlarsa bu sütün de pahalılığı gelecekte etin de pahalılığı olarak bize yansıyacaktır.”

Yapılan yanlış bitkisel desteklerin maliyet olarak büyük sıkıntılara yol açtığını iddia eden Suiçmez şunları söyledi; “Yanlış bitkisel desteklerin çok büyük payı var. Örneğin; arpa yemde kullanılıyor. Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) alım fiyatını bin 750 olarak açıkladı. Bir önceki yılda da bin 275’di. Yüzde 37’lik bir artış enflasyonun üstünde gibi gözüküyor. Ancak maliyetler çok daha üstte. Bin 750 TL’den açıkladığı rakama çiftçi TMO’ya gerek arpa gerekse buğday vermiyor. Çünkü piyasa 2 bin 400, 2 bin 800 liralara çıktı. TMO yeterli ürünü çiftçiden alamayınca bu sefer yurtdışından arpa ve buğday alımına bu sene çok hızlı başladı. Arpada son iki haftada 320 bin ve 440 bin tonluk iki ihaleye, buğdayda da 325 bin ve 395 bin tondan iki ihaleye girerek arpa, buğdayda bu ay 1 milyar 550 bin ton ithalatını gündeme aldı. Yurtdışından arpa 2 bin 400 TL gibi yüksek fiyatlarla alındı. Oysa çiftçimize verilmesi gereken gerçekçi bir fiyat verilmeli, TMO da onu alsın, stoklasın. Böylece hem çiftçi kazansın hem de piyasa dengelensin. Şu anda TMO arpaya bin 750 lira veriyor, üreticiye TMO’ya ürününü vermiyor. TMO 2 bin 400’e dışarıdan alıyor, bunu da bin 950 TL’ye üreticiye veriyor. Üretici düşük fiyatta satmadığı için zararda. Hayvan üretici ve yem sanayicisi bir nebze rahatladı bin 950 liradan TMO’dan alacağı için. TMO bunu ne kadar sürdürebilir, bu önemli. Zaten rekolte tahminleri yanlıştı. Bu yıl kuraklıktan yüzde 20-25 gibi bir rekolte kaybı olacak, 5 milyon tona kadar düşüşler bekliyoruz dediğimizde, çok iyimser tahminlerle 1 milyon tonluk bir düşüş öngörülmüştü. Daha sonra TÜİK birinci bitkisel üretim tahmininde buğday, şeker pancar, mısır ve arpada da çok ciddi düşüşler olacağını getirdi. Ama oranlar yine de iyimser. Bizim tüketicimizi de korumamız gerekiyor. Üreticimizin de önünü görebilmesi için iyimser değil de gerçekçi tahminler yapmamız lazım. Bununla ilgili tahminleri bakanlığın da TÜİK’in de hepsinin zamanında doğru bir şekilde ortaya koyması gerekiyor.”

‘GERÇEKÇİ VE ZAMANINDA DESTEKLER VERİLMELİ’

Artan girdi maliyetlerinin ve bunlara çözüm yolları bulunmamasının çiftçilerin hayvancılık alanından uzaklaşmalarına sebep olabileceğini belirten Suiçmez şunları aktardı; “Çiğ sütteki sorunlar, kırmızı etteki baskılanmış fiyatlar bunların hepsi hayvancılık alanında yeni projeleri, yatırımları gündeme getirmeyip özellikle yemdeki girdi artışı nedeniyle çiftçilerin hayvancılıktan çekinmesi yoluna gider. Bu durum, ülkemizde hem et hem de süt üretimine hatta ciddi bir şekilde kanatlılar dediğimiz tavuk, sonrasında yumurtayı da olumsuz etkiler. Bu konuda gerçekçi ve zamanında destekler verilmediği ve en kolay yol olarak hemen yurtdışından ithalat yoluna gidildiği sürece hem kırmızı et hem beyaz et hem de süt üreticilerimizi olumsuz etkileyecektir. Üretimin devamlılığı için yem maliyetlerini düşürmek, bunun için de ülkemizde tarımsal üretim planlaması yaparak yem bitkileri ekilmiş alanları artırmak, meralarımızı koruyup doğal beslenme, ot ihtiyacını karşılamak, kuraklık nedeni ile azalan saman, yonca gibi yem bitkilerde özel önlemler alarak çiftçinin en azından bu yılı en az sorunla atlatıp gelecek yıl üretme devamlılığını sağlamak gerekir. Bunları bir bütün olarak görmezsek sorunlarımız artarak devam eder.”

Özellikle pandemi sürecinde ülkelerin aldıkları önlemlerden bahseden Suiçmez; “Bu pandemi süreci de bize şunu gösterdi; dünyadaki ülkeler kendilerini korumak, kendi vatandaşını, tüketicisini korumak için iç üretimlerini destekliyor, dışarıdan yapılacak alımlara da kotalar koyuyor ya da dışarıya satacağı ürünlerde gümrük vergileri ile daha pahalıya satıyor. Bugün Rusya’dan şu anda, şu kadar, şu ürünü almak istoruz desek o kendi durumuna bakarak istediğini bize vermeyebilir. O zaman bizim yurtdışından sürekli alamayacağımız ya da daha pahalı alacağımız gerçeğini gördüğümüzde sürekli artan nüfusumuzun gıda arzını karşılamanın tek yolu bu noktada, kendi kendimize yeterlilik, kendi üreticimizi desteklemek, bu ülke insanının sağlıklı, yeterli, dengeli ve ucuz beslenmesini sağlamak. Bunun yolu da üreticiyi her koşulda desteklemekten geçiyor. Ancak gerekli destekler zamanında verilmiyor.” diyerek iç piyasanın hareketlenmesi için destek sağlanması gerektiğini vurguladı.

Bu sene kuraklık nedeni ile çiftçilerin yaşadığı sıkıntılara da değinen Suiçmez şunları söyledi; “Kuraklık çok ciddi bir sorun. Kuraklıkla ilgili ülke olarak ciddi bir plan, programımız yok. Sadece TARSİM’e ve Çiftçi Kayıt Sistemi (ÇKS)’ne kayıtlı çiftçilerimizin bir kısmına kuraklık bedeli ödenecek. Oysa kuraklık tüm ülkede yaşandı. ÇKS’ye kayıtlı üye sayısı zaten 2.8 milyondan 1.8 milyona düştü. Dolayısıyla aradaki kayıp ya çiftçiliği bırakmış ya da devletten destek alamayıp kayıt sisteminin dışından çıkmış. Peki, bu çiftçilerin kuraklık sorunu yok mu? Onlara destek nereden gelecek? Sadece bir bölgeyi değil bir bütün olarak hem ülke üretimini dolayısıyla tüketicinin fiyat durumunu, ihracat-ithalat ve yurtdışına bağlılık durumunu etkileyecek bir konuda ülkenin tüm çiftçilerini doğru bir şekilde, doğru hasar tespiti yaparak ayrımsız hepsine bir destek sistemi kurulması gerekiyor.”

‘TÜTÜN ÜRETİCİLERİ AYAKTA’

Tütün üretimi ve üreticisinin uluslararası tekeller nedeni ile sıkıntılar yaşadığını belirten Suiçmez şunları aktardı; “Adıyaman başta olmak üzere şu anda tütün üreticileri ayakta. Ülkemizde tütün konusunda Kemal Derviş yasaları dediğimiz 15 günde 15 yasadan ikisi şeker yasası ve tütün yasasıydı. Biz o zaman karşı çıkmıştık. Bugün şekerde de tütünde de sorun yaşıyoruz. Piyasanın yüzde 90’ı yabancı tekellerin elinde. 2017’de çıkan bir yasada, tütün üreticisine 250 kişiden oluşan bir kooperatif kurma şartı getiriliyor. Oysa Tarım Bakanlığındaki yapı yürüse kooperatif kanununa göre 7 üye ile bir kooperatif kurulabilir. Burada 250 rakamlarına kadar bir zorlama var. Daha sonra tarım bakanlığından yetki belgesi almadan bildiride bulunmadan tütün ticareti yapanlara da para ve hapis cezası var. Bu ertelendi, ertelendi. 1 Temmuz’da geldi. Piyasanın yüzde 90’ının uluslararası tekellerin elinde olduğu, son 20 yılda yerli tütün üretiminin yüzde 42’den yüzde 11’e gerilediği, tütün üreten çiftçi sayısının yüzde 86 azaldığı, üretimin 160 bin tondan 80 bin tona gerilediği, sarma tütün şeklinde yerli üreticinin kendine yen, bir yapı bulduğu ortamda tabi ki denetim altına alınmalı. Ama bu denetimin zamanı, kooperatif sınırlarındaki oynamalar, hapis ve para cezası bunların hepsini bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekiyor.”

‘EN ÖNEMLİSİ GIDA EGEMENLİĞİ’

Çözüm odaklı politikaları ortaya koymanın önemini vurgulayan Suiçmez şunları belirtti; “Tarımsal kitleri yeniden açmaktan korkmamamız lazım. Bu işsizlik anlamında da önemli. Doğuya, güneydoğuya özel sektörün gitmediği ortamda, oralara et-balık kurumu, süt endüstrisi kurumu, yem sanayi, tekel, Türkiye şeker fabrikalarının özelleştirilenlerinin yeniden kamulaştırılması gibi hem işsizliği hem üretimi dolayısıyla bitkisel-hayvansal üretimin devamlılığını ve aslında gıda üstünden ulusal egemenliğimizi sağlayacak, koruyacak politikalara ihtiyacımız var. Bunlar olmadığı sürece yurtdışından girdi ve ürün alma, et alma gibi sürdürülemez bir olumsuz gelecek ortamında yaşama riskimiz giderek artıyor.”

Yerli ve milli tarım politikaları ortaya koyarak gıda egemenliğini sağlamanın altını çizen Suiçmez; “Gıda güvenliği, sağlıklı gıda açısından çok önemli. Yeterli ve zamanında gıdaya erişmek için gıda güvencesi önemli. Ama en önemlisi gıda egemenliğidir. Yurtdışında dış odakların dayatması değil, kendi gerçekten yerli ve milli tarım politikalarımızı belirleyip uygulayarak ülkemizin çıkarına uygun olarak bir tarım ve gıda sistemini kurmamız gerekiyor. Gıda egemenliğini sağlamak için de ülkemizdeki politikaların değişmesi mutlak koşuldur. Ot, et, süt üçgeninin temeli ottur. Ot da bitkisel üretimdir. Bitkisel üretim, hayvansal üretim bütününü görmezsek teker teker her birinin o dönem ortaya çıkan sorunlarını çözerek ülkemizin tarım ve gıdadaki sorunlarını çözmüş olmayız ve çözememeye de devam ederiz. Bütüncül, doğru ve yerli bakış açısı ile yerli üreticimizi korumaktan başka yol yoktur.” şeklinde konuştu.  

 

Haber: Esma ALTIN

Haber kaynağına ulaşmak için lütfen TIKLAYINIZ. 

Okunma Sayısı: 120
Fotoğraf Galerisi