SU FAKİRİ OLMAYA ADAYIZ - EVRENSEL

MERKEZ
27.05.2007

Ahmet Atalık / Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı

 

Dünyamız 4.5 milyar yıllık yaşamı boyunca birçok kez ısındı ve soğudu. Ancak, bunların hepsi kendi doğal döngüsü içerisinde ve uzun bir süreçte gerçekleşti. Zaman içerisinde yeryüzünde insanoğlu belirdi ve bu seferki küresel ısınmadaki payı, yüzde 90 dolayında. İşte günümüzdeki küresel ısınmayı öncekilerden ayıran en önemli farklılık bu noktada başlıyor.

Dünyamız, sera gazı adı verilen gazların yarattığı sera etkisi sonucu ısınıyor. Şayet dünyamızın sera etkisi olmasaydı, yaklaşık 33 0C‘lik bir soğuma olacaktı ki bu da dünyamızın ortalama yüzey sıcaklığının, sıfırın altında 17-18 0C‘lere düşmesi ve dünyadaki canlı yaşamının son bulması demekti.
Bunun tam tersi olarak, sera gazlarının insan kaynaklı hızlı artması da gezegenimizin dengelerinin olumsuz yönde değişmesi nedeniyle önemlidir.

Ülkemiz, küresel ısınmanın kuraklık etkisinin en çok etkileneceği Akdeniz kuşağında yer almaktadır. Çalışmalar, geçtiğimiz yüzyılda ülkemizde her on yılda sıcaklığın 0.2 0C arttığı, yağışların ise yüzde 10 civarında azaldığını göstermektedir. Bir ülkenin su zengini sayılabilmesi için kişi başına 10 bin metreküp su potansiyeline sahip olması gerekir. Kişi başına su potansiyeli 1000 metreküpten az olan ülkeler ise su fakiri kabul edilmektedir. Kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 1500 metreküp civarında olan ülkemiz, bilinenin aksine su zengini değil, su fakiri olmaya aday bir ülkedir.

Konuyu tarımsal boyutu ile incelediğimizde; Türkiye‘nin, teknik ve ekonomik ölçütler çerçevesinde sulanabilecek 8.5 milyon hektar tarım arazisine sahip olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, 83 yıllık Cumhuriyet tarihi boyunca bu alanın ancak yüzde 60‘ı sulanabilmiştir. Sulama yatırımlarına baktığımızda, geri kalan alanın sulamaya açılabilmesi için en az 80 yıl daha gerektiği görülmektedir.
Türkiye, henüz küresel ısınmanın bariz etkilerine tam olarak maruz kalmadığı halde mevcut su kaynaklarını etkili bir şekilde değerlendirememektedir. GAP bölgesindeki 1.7 milyon hektar sulamaya elverişli alanın da bugüne kadar ancak 300 bin hektar gibi çok küçük bir bölümü sulamaya açılabilmiştir. Unutulmamalıdır ki dünyadaki sulanabilen alanların, toplam tarım arazilerinin sadece yüzde 17‘lik bölümünü oluşturmalarına karşın, toplam tarımsal üretimin yüzde 40‘ı bu arazilerden sağlanmaktadır.

Su kaynakları tükeniyor

Yapılan çalışmalar, ülkemizdeki su kaynaklarının 2030 yılında yüzde 20, 2050 yılında yüzde 35, 2100 yılında ise yüzde 50 civarında yok olacağını; bunun da özellikle tarım, konut ve sanayi sektörlerindeki su tüketicileri açısından önemli su sıkıntılarına neden olacağını belirtmektedir. Buna ek olarak, bitkilerde yaşanan buharlaşma yoluyla su kayıplarının artması da sulama suyu ihtiyacını ciddi boyutlarda artıracaktır. Bir yandan nüfusun sürekli artması, diğer yandan suyun yüzde 70‘inin tarımda kullanılması da azalan kaynakların tarımda mı yoksa insan ihtiyacında mı kullanılması gerektiği tartışmalarını beraberinde getirecektir.

Devlet Meteoroloji Genel Müdürlüğü‘nün hazırladığı kuraklık haritalarına göre ülkemizin büyük bölümü, bahar aylarını da kurak geçirdi. Daha uzun süreli analizlerde ise ülkemizin tamamının oldukça kurak bir süreç geçirdiği açıktır. Bu da tarımsal üretimde verim düşüklüğüne yol açacaktır.
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kar yağışı ve karla kaplı günler süresinde azalma görülmüştür. Dolayısıyla yeraltı su kaynaklarının en önemli beslenme yolu kapanmıştır. Özellikle kurak dönemlerde sulamada yeraltı sularının aşırı derecede kullanılması, Konya Ovası‘nda suların oldukça derinlere inmesine neden olmuş, Tuz Gölü‘nün sularının bu boşluklara çekilmesi nedeniyle de yeraltı sularında tuzlanma tespit edilmiştir. Önemli bir gerçek de yeraltı sularının, kalitelerinin bozulması durumunda bir daha kendilerini yenileyememeleridir.

Yeraltı suları tuzla doluyor

Kuraklık, Göller Yöremizdekiler gibi birçok gölümüzün kurumasına ya da sularının oldukça azalmasına yol açmaktadır. Bu durum, iç sularımızdaki balıkların üremesini olumsuz etkilemekte, kültür balıkçılığımızı zora sokmaktadır.

Geçtiğimiz yüzyılda denizlerde buzulların erimesi nedeniyle, ortalama 17 santimetrelik bir yükselme ölçülmüştür. Bu etki de denizlerin karalar üzerinde ilerlemesi, tarım arazilerinin kaybedilmesi ve aşırı kullanılan yeraltı su yataklarına tuzlu suların dolması anlamına gelmektedir. Yine birçok deniz bağlantılı lagün gölümüze deniz sularının karışması muhtemel görülmektedir.

Küresel ısınmanın su kaynaklarımız üzerindeki olumsuz etkilerini hafifletebilmek amacıyla tarımda öncelikle yerüstü su kaynaklarını kullanmalı, onları temiz muhafaza etmeli, az su harcayan basınçlı sulama sistemlerini tercih etmeli, tarımda arıtılmış suları tekrar tekrar kullanmayı öğrenmeliyiz.

Okunma Sayısı: 730