SU KAYNAKLARIMIZI KORUMAK TARİHİ SORUMLULUĞUMUZDUR
"Küresel iklim değişikliği somut bir gerçekliktir. Ancak ranta dayalı ve sermaye çıkarı öncelikli uygulamalar yüzünden yaşanan iklime dayalı doğal afet ve felaketlerin sorumluluğunu "iklim değişikliği" kavramına yüklemek haksızlıktır. Yapılması gereken doğal dengemizi bozan, başta su ve toprak olmak üzere doğal kaynaklarımızı yok eden ve kirletenlere karşı somut yaptırımların ayrımsız derhal uygulanmasıdır."
TMMOB ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI
BASIN AÇIKLAMASI
22 MART 2020
SU KAYNAKLARIMIZI KORUMAK TARİHİ SORUMLULUĞUMUZDUR
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, 1992 yılında Rio de Janerio’da düzenlenen BM Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda dünyada suyun giderek artan öneminden dolayı her yıl 22 Mart’ın “Dünya Su Günü” olarak kutlanmasına karar verdi. 22 Mart 1993 tarihinden bu yana, her yıl farklı temalarla kutlanan günün 2020 yılı teması, “Su ve İklim Değişikliği” olarak belirlendi. Su ile doğrudan ilgili 23 Mart “Dünya Meteoroloji Günü” ise, 1961 yılından beri ülkemizde de kutlanmaktadır.
Günümüzde ve gelecekte dünyada en stratejik iki ürün su ve gıdadır. İklim değişikliği, uluslararası gıda tekellerinin çıkarları, savaşlar ve göçler gibi küresel ölçekli sorunların da etkisiyle, açlık ve yoksulluk bugün tüm dünyayı tehdit eder hale gelmiştir.
Bugünlerde dünya ölçeğinde ve ülkemizde yaşanan Koronavirüs salgını (Covid-19) da, su ve gıdanın önemini bir kez daha ortaya koymuştur.
Su doğanın ve doğada yaşayan tüm canlıların ortak varlığıdır. Suyun korunması ve adil paylaşımı evrensel bir yaşam ilkesidir. Sağlıklı çevrede yaşamak, öncelikli bir insan hakkıdır. Küresel ısınma nedeniyle yaşanan iklim değişiklikleri, giderek kalıcı hale gelen kuraklık ile birlikte suların azalması ve kirlenmesi, toprak varlığının azalması ve bozulması, ormanların, meraların yok olması ve niteliğinin değişmesi, çölleşmenin hızlanması, büyük ölçüde sanayileşmiş ülkelerden kaynaklanan sera etkisi, endüstriyel atıkların yarattığı kirlilik, gerekli çevresel önlemlerin alınmaması ve bilinçsiz tüketim sonucu yaşanan açlık ve yoksulluğun kitlesel boyutlara ulaşması bu temel insan hakkının yaşanması önündeki en önemli engellerdir.
Küresel iklim değişikliği somut bir gerçekliktir. Ancak ranta dayalı ve sermaye çıkarı öncelikli uygulamalar yüzünden yaşanan iklime dayalı doğal afet ve felaketlerin sorumluluğunu “iklim değişikliği” kavramına yüklemek haksızlıktır. Yapılması gereken doğal dengemizi bozan, başta su ve toprak olmak üzere doğal kaynaklarımızı yok eden ve kirletenlere karşı somut yaptırımların ayrımsız derhal uygulanmasıdır.
Bugün ülkemizde maalesef su ve toprak kaynaklarımızın korunarak geliştirildiği politikalar olumlu anlamda yeterince uygulanamamaktadır. Mevcut yasal düzenlemelere sürekli istisnalar getirilerek doğal kaynaklarımızın acımasızca talanı devam etmektedir.
Koşulsuz korunması ve ekosistem bütününde varlığının artırılması gereken ormanlarımız, su havzalarını besleyen doğal ve en temiz ortamlardır.
Oysa bugün, Kazdağları’ndaki altın madeni girişimi ile su havzası, baraj ve göletler, Kanal İstanbul ile Küçükçekmece Gölü-Sazlıdere Barajı-Terkos Gölü ve çevreleyen su havzaları yok olma ve ciddi kirlenme tehdidi altındadır.
Büyük Menderes ve Gediz havzalarında vahşi bir şekilde üretim izni verilen Jeotermal Santrallerin göz yumulan yasadışı deşarjları nedeniyle Menderes ve Gediz Nehirlerimiz hızla kirletilmektedir.
Eskişehir’de Alpu Ovasına kurulması planlanan Termik Santral nedeniyle yer altı sularının ve Porsuk Nehrinin kirlenmesi gündemdedir.
Suyun doğal akışına müdahale edilmesi ve akarsuların bilinçsiz kullanılması sonucu su yatakları ile birlikte bu suların biriktiği Eğirdir, Burdur, Salda gibi göllerimiz de kuruma tehlikesiyle yüz yüzedir.
Ergene Nehrindeki kirliliğin boyutlarını ve insanlara etkilerini açıkladığı için 21 yıl hapis istemiyle yargılanan bir akademisyenin var olduğu bir ülkede yaşıyoruz.
Benzeri olumsuz örnekler çoğaltılabilir.
Yapmamız gereken; çevremizi, su ve toprak kaynaklarımızı, Anayasanın ilgili madde hükümleri doğrultusunda korumak ve geliştirmek olmalıdır.
Bu süreçte, yöre halkının katılımıyla verilecek toplumsal mücadele, hukuk mücadelesi kadar önemlidir.
Suyun neden önemli olduğu rakamlarla desteklenerek uzun uzun anlatılabilir. Bu açıklamada rakamlara girmeyip, öncelikle, doğa ve toplum yararına “kamucu su politikası”nın varlığının gerekliliğine dikkat çekmek istiyoruz.
Kronikleşen sorunlara karşı kalıcı köklü çözümler geliştirilmelidir.
Öncelikle, “su fakiri” olduğumuzu kavramalı, ülkemizin su ve toprak kaynakları başta olmak üzere zengin doğal kaynaklarını ülke, kamu ve toplum yararına değerlendirecek orta ve uzun vadeli uygulanabilir ulusal stratejiler benimsenmeli ve somut adımlarla hedefleri hep birlikte gerçekleştirmeliyiz.
Şu an işlevsiz ve dağınık olan kamu yönetimi yerine su yönetiminde etkin bir kamu yönetimi kurulmalı, merkezi yönetim görev ve yetkilerine sahip çıkmalı, uzman kurumlar kapatılmamalı veya işlevsizleştirilmemelidir. Büyükşehir ve diğer yerel yönetimlerin altyapı eksikleri tamamlanmalı, görev yetki ve sorumluluklar yeniden tanımlanmalıdır. DSİ Genel Müdürlüğü güçlendirilmeli, en ücra noktalara hizmet verecek şekilde Toprak Su Genel Müdürlüğü yeniden kurulmalıdır.
Ülkemiz su ve toprak kaynakları bütüncül değerlendirilmelidir. Su kaynakları korunmalı, bilinçsiz su tüketiminin önüne geçilmeli, atık sular arıtılarak yeniden kullanılabilir hale getirilmeli, doğal yaşamı tehdit eden HES’ler durdurulmalıdır. En önemlisi de, su ticarileştirilerek bir rant aracı haline getirilmemelidir.
Gıda arzının sürekliliği, verim ve üretici gelirinin artması için sulamaya uygun tarım alanları bütçeden yeterli kaynak ayrılarak ivedilikle sulu tarıma açılmalıdır. Sulanan alanlarda eşgüdümlü olarak arazi toplulaştırma ve tarla içi geliştirme hizmetleri tamamlanmalıdır. Tarımsal sulama konusunda Sulama Kooperatifleri tek örgütlenme modeli olmalı ve güçlendirilmelidir.
Su tahsisinde en fazla payı olan tarım sektöründe, su tasarrufu sağlayan basınçlı/kontrollü sulama yöntemleri uygulanmalı, suyun kıtlığında kısıtlı sulama yapılmalı ve su ölçülü olarak üreticilere verilmeli, su iletim ve dağıtım sistemlerinde su kayıplarını en aza indiren önlemler ivedilikle uygulanmalıdır.
Sınırlı olan tarım alanlarında üretim planı yapılarak üretim deseni su varlığı da dikkate alınarak belirlenmeli, meteorolojik öngörüler dikkate alınarak yapılan uyarılara göre önlemler alınarak üretici korunmalı ve her türlü meteorolojik afetlerde yalnız bırakılmamalıdır.
İklim değişikliğinin kısa ve uzun vadeli senaryoları dikkate alınarak mevcut tarım alanlarında kuraklığa dayanıklı bitki tür ve çeşitlerinin geliştirilmesi, ekim teknikleri ve toprak kullanım yönetimine yönelik araştırma çalışmalarına daha fazla kaynak ayırarak devam edilmelidir.
Covid-19 salgını sürecinde tüm yurttaşlarımızın içme suyu ve çiftçilerimizin tarımsal su kullanım borçları ertelenmeli, mümkünse su hizmetleri ücretsiz verilmelidir.
İnsanların aç, susuz ve yoksul yaşamadığı, eşit adil bir ülke ve dünya özlemi ile.
Baki Remzi SUİÇMEZ
ZMO Yönetim Kurulu Başkanı