TABİAT VE BİY. ÇEŞİT. KOR. YASA TAS.HAKKINDA GÖRÜŞ
Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı`na ilişkin TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası`nın Görüşü
TMMOB YÖNETİM KURULU BAŞKANLIĞINA
İlgi: 24 Kasım 2010 gün ve 1882 sayılı yazınız
İlgi yazınız ekinde ODA‘mıza ulaşan, "Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı" incelenmiş olup taslak hakkındaki değerlendirme ve görüşlerimiz aşağı sunulmuştur.
Yasa tasarısı ilk kez 2003 yılında "Biyoçeşitlilik ve Doğa Koruma Kanunu Tasarısı" adıyla gündeme getirilmiştir. Bu tasarının oluşturulması aşamasında, ODA‘mıza da çağrı yapılmış ve çalışmalarda ODA‘mızı, Dr. Alptekin KARAGÖZ ile Muzaffer SÜREK temsil etmiştir. Katılımcı bir yaklaşımla hazırlanmaya başlanan ilk taslak için, birçok kamu kuruluşu yanında Sivil Toplum Kuruluşları da görüşlerini bildirmiştir.
Yasa tasarısının hazırlanmasında temel gerekçe olarak, ülkede yürürlükte olan doğa ve biyolojik çeşitliliği koruma amaçlı çok sayıdaki yasal düzenlemelerin bazılarının birbirleriyle çelişmekte oldukları; bu çelişkilerin tamamını gidermek üzere bir çerçeve yasa çıkarılarak tüm ilgili düzenlemelerin bu yasa içerisinde yer alması isteği gösterilmiştir.
Makul ve masum bir istek olarak algıladığımız bu gerekçeye dayalı olarak tasarı üzerindeki görüşmeler başlamıştır. ODA‘mızın tasarı hükümlerine ilk itirazı, "Yasanın Üstünlüğü ve Diğer Yasalar Karşısında Uygulanma Önceliği" başlıklı 3. maddede yer alan "Bu ülkede herhangi bir alanda yürürlüğe giren bir kanun bu yasaya aykırı hükümler içeremez. Bu yasada yer alan hükümlerle diğer herhangi bir yasada yer alan hükümler arasında tezatlık (çatışma) olduğu durumlarda bu yasa hükümleri öncelikli olarak uygulanacaktır" hükmü olmuştur. Burada her hangi bir yasanın süresiz olarak tüm yasaların üzerinde yer alması hükmünün, yasama tekniği ve anlayışı bakımından yanlış olduğu, yapılmakta olan işin Anayasa değil bir Yasa çıkarılması işi olduğu, Anayasa‘nın bile değişikliğe uğratılabileceği hususları dile getirildiyse de tasarıyı hazırlayan grup, bu hükmün yasada aynen yer alması konusunda ısrar etmiştir.
Tasarının ikinci versiyonunda bu maddenin "Bu ülkede herhangi bir alanda yürürlüğe giren bir kanun bu yasaya aykırı hükümler içeremez. Bu yasada yer alan hükümlerle diğer herhangi bir yasada yer alan hükümler arasında tezatlık (çatışma) olduğu durumlarda bu yasa hükümleri öncelikli olarak uygulanacaktır" şeklinde yumuşatıldığı görülmüştür. Maddenin bu hali de tarafımızca uygun bulunmamış, diğer maddelerin bazıları üzerinde de itirazlarımız olmuştur. Bakanlık bu görüşmelerden sonra yasa tasarısını rafa kaldırmıştır.
Yasa önerisi üzerinde aradan geçen 6 yıl içerisinde istişari bir çalışma yapılmadan, tamamen Çevre ve Orman Bakanlığı görevlilerince geliştirilerek ve önceki görüşmelerde katılımcılarca öngörülen hususların hiçbiri yansıtılmadan, ilk tasarıda yer alan çoğu husus, yasa dışına bırakılmak suretiyle, yasa maddeleri yarı yarıya azaltılarak yeniden getirilmiş ve TBMM‘ne sevk edilmiştir.
Tasarının "Genel Gerekçe" başlığı altında irdelenen bölümünde aşağıdaki hususlar yer almaktadır. "Avrupa Birliği (AB), Türkiye‘nin birliğe katılma süreci içinde Çevre Faslını açmış bulunmaktadır. Bu çerçevede Türkiye‘nin AB‘ye üye olarak katılabilmesi için tabiatın ve biyolojik çeşitliliğin korunması gibi yerine getirmesi gereken bazı taahhütleri bulunmaktadır. Bu taahhütlerden bazıları; Kuş Direktifine Uyum, Habitat Direktifine Uyum, Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi ile Uluslararası Ramsar Sözleşmesi hükümlerinin yerine getirilmesi ve iç mevzuatın AB mevzuatı ile uyumlaştırılmasıdır. "
Gerekçede, söz konusu düzenlemenin uluslararası sözleşmelere uyum amacıyla yapılmakta olduğu belirtilmektedir. Bu ifadenin dürüst ve gerçekçi olduğu düşünülmekle birlikte, tasarının, bu amaçlar yanında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Halkının gereksinimlerini karşılamak, gelecek nesillere biyolojik çeşitliliğimizi ve doğayı mevcut zenginlikleriyle ulaştırmak gibi amaçlara da hizmet edeceğinin ifade edilmesinin daha kişilikli bir tavır olacağı görüşündeyiz.
Yasa tasarısı, Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (BÇS) de dahil olmak üzere taraf olduğumuz birçok uluslararası anlaşma ve sözleşmede yer alan hükümlere uyum amacını gütmekle beraber, daha tasarının başlangıç kısmı, BÇS ile uyumsuz unsurlar taşımaktadır. BÇS‘nde Biyolojik çeşitlilik tanımı, "diğerlerinin yanı sıra kara, deniz ve diğer su ekosistemleri ile bu ekosistemlerin bir parçası olduğu ekolojik kompleksler de dahil olmak üzere tüm kaynaklardan canlı organizmalar arasındaki farklılaşma anlamındadır; türlerin kendi içindeki ve türler arasındaki çeşitlilik ve ekosistem çeşitliliği de buna dahildir" şeklinde yapılmaktadır. Aynı tanım, Tasarının "Tanımlar" başlıklı 3. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendinde, şöyle ifade edilmiştir: "Biyolojik çeşitlilik: Ekosistemleri, türleri, genleri ve bunların birbiriyle olan etkileşimlerinin çeşitliliğini ve canlı organizmalar arasındaki farklılaşmayı" ifade eder. Burada BÇS ile Yasa Tasarısı arasında biyolojik çeşitlilik anlayışı bakımından büyük bir fark olduğu görülmektedir. BÇS canlı organizmalar yanında "ekosistem çeşitliliğini" de biyolojik çeşitliliğin unsuru olarak kabul ettiği halde tasarıda ekosistem çeşitliliği tamamen ihmal edilmiştir. Bu da canlıların yaşam alanlarını kapsam dışına çıkaran ve onları hiçe sayan bir uygulamadır. Tasarının Tanımlar bölümündeki bazı tanımlarda da yanlışlıklar bulunmaktadır.
Maddeler bazındaki gerekçelerinin belirtildiği bölümde 1. madde için, "Tabiatın ve tabii kaynakların korunması ile ilgili mevcut düzenlemeler, gerçek ihtiyaçlara ve günümüz koşullarına uygun uygulamalara imkân sağlayamamaktadır" ifadesi yer almaktadır. Ürkütücü olarak nitelendirilebilecek olan bu ifade, "Tabiatın korunmasıyla ilgili mevcut düzenlemeler kimi yatırımların ve uygulamaların önünde engel oluşturmaktadır" şeklinde algılanmaktadır.
Tasarı gerekçelerinde yer alan diğer bir nokta ise, bugüne kadarki uygulamalarda korunan alanların belirlenmesi, planlanması ve yönetimi süreçlerinde yöre insanının desteğinin alınmadığının belirtilmesine karşın, Tasarı‘nın hiçbir bölümünde, yöre halkının sürece katılımı ile ilgili somut bir mekanizma ortaya konulmadığı görülmüştür.
Tasarının 7. maddesinin 1. fıkrasında, Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kuruluna, alt yapı sağlanması ve çalışmaların yöre halkıyla birlikte yürütülmesi amacıyla mahalli biyolojik çeşitlilik kurulları oluşturulması öngörülmektedir. Aynı Maddenin 2. fıkrasında, "Mahalli biyolojik çeşitlilik kurulları, valinin görevlendireceği vali yardımcısının başkanlığında, Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu‘nun üyesi kurumların ildeki en üst düzey temsilcisi ile ilgili Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu müdürü, alanın bulunduğu ilçenin kaymakamı, korunan alan şayet belediye sınırları içerisinde ise belediye başkanı veya yardımcısı ve korunan alanın bulunduğu yerdeki ziraat odası başkanı, varsa su ürünleri kooperatiflerinden veya 29/6/2004 tarihli ve 5200 sayılı Tarımsal Üretici Birlikleri Kanunu çerçevesinde kurulan su ürünleri birliklerinden bir, avcılık ve atıcılık derneklerinden bir, yerel üniversitenin biyoloji, orman ve ziraat bilim dallarından, aynı daldan olmamak şartıyla üç, yerel sivil toplum kuruluşlarından bir temsilcinin katılımı ile oluşması" öngörülmektedir. Burada sözü edilen kurul, halkın çok zayıf bir şekilde temsil edildiği, mahalli olmaktan çok, il bazında yapılan bir örgütlenmeyi tanımlamaktadır. Bu değerlendirme, BÇS‘nin "ekosistem yaklaşımı prensibine" aykırıdır. BÇS il veya ülke sınırlarını değil ekosistem sınırlarını baz alır. Aynı ekosistemi paylaşan farklı illerin kurullarının koruma ve kullanım adına birbirleriyle uyumsuz olarak alabilecekleri kararlar, biyoçeşitliliğin onulmaz ölçüde tahribiyle sonuçlanabilir.
Korunan alanların bölgelenmesi konusunun ele alındığı 10. maddenin 1. fıkrasında, "Korunan alanlar, planlar ile mutlak koruma bölgesi, ekolojik etkilenme bölgesi ve sınırlı kullanım bölgesi olarak bölgelere ayrılabilir" hükmü bulunmaktadır. Teknik olarak, uluslararası kabul görmüş olan bölgelendirme sisteminin teşvik edilmesi gerekirken, bu konunun gevşek bir maddeyle geçiştirilmesi uygun değildir. Ayrıca, planlama çalışmasına, tarafların nasıl katılacağı ve görüşlerinin nasıl alınacağı belirsizdir.
Eski Doğa Yasası‘nın 87. maddesinde "Fayda Paylaşımı ve Yerel Bilgi ve Halkın Katılımı" başlığıyla yer hüküm, yeni yasa taslağında içi boş ve somut bir anlam taşımayan 14. maddeyle geçiştirilmektedir. 14. maddenin 1. fıkrasında, "Korunan alanlarda geleneksel olarak üretilen ürünlerin geliştirilmesine, üretilmesine, belgelendirilmesine, mahallinde pazarlanmasına ve satışına öncelik verilir. Bakanlık bu konuda gerekli tedbirleri alır" hükmü bulunmaktadır. Burada sözü edilen "ürün geliştirilmesi", "geleneksel olarak üretilen ürün", "ürün belgelendirmesi", "üretilen ürünlerin mahallinde pazarlanması ve satışına öncelik verilmesi", "bu hususlarda Bakanlığın Gerekli tedbirleri alması" gibi ifadeler içi boş ve anlamsız bulunmuştur. Madde yarar paylaşımı adına hiçbir somut unsur taşımamaktadır.
Yabancı tür girişinin önlenmesi konusu, tüm dünyanın önemli gündem maddelerinden birini oluştururken, yasa tasarısında bu konu kısaca geçiştirilmektedir. 18. maddenin 1. fıkrasının (b) bendinde "Korunan alanlar ile koruma alanlarında, yabancı ve yayılımcı türlerin girişinin engellenmesi için gerekli tedbirler alınır, bu türlerin yayılışları kontrol altına alınır veya bu türler yok edilir. Bunların dışında kalan alanlardaki yabancı ve yayılımcı türlerin alana girişine Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulunca karar verilir" ifadesi yer almaktadır. Burada son cümle yani korunan alanlar dışındaki yerlere, yabancı ve yayılımcı türlerin girişine Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulunca karar verilmesinin ne anlama geldiği anlaşılmamaktadır. Girişlerine hiç izin verilmemesi gereken yabancı ve yayılımcı türlerin girişine yeşil ışık yakılması anlamına gelen bu madde, doğa ve biyolojik çeşitlilik bakımından çok sakıncalıdır.
Yasa ile doğaya ve biyolojik çeşitliliğe karşı işlenen fiillerin kabahat kapsamından çıkıp, suç kapsamına girmesi beklenirken, bu beklenti boşa çıkmıştır. Örneğin idari yaptırımların ele alındığı 30. maddenin 3.fıkrasında, "Türlerin yakalanmasında Bakanlıkça yasaklanan alet ve usullerin kullanılması halinde beşyüz Türk Lirasından binbeşyüz Türk Lirasına kadar idari para cezası verilir"; yine aynı maddenin 6. fıkrasında ise, "Bu Kanun kapsamına giren korunan alanların mutlak koruma bölgelerinin tahribine, yok olmasına veya her ne suretle olursa olsun zarara uğratılmasına sebep olanlara onbin Türk Lirasından ellibin Türk Lirasına kadar idari para cezası verilir. Bu ceza habitat kaybı söz konusu olduğunda üst sınırdan tatbik edilir" hükümleri yer almaktadır. Görüldüğü gibi, "mutlak koruma bölgesinin habitat kaybına yol açacak ölçüde tahribi" gibi onarılmaz bir yara açan uygulama bile günümüz koşuları için küçük bir meblağ olarak nitelendirebileceğimiz ellibin TL üst sınırdan cezalandırılacaktır. Habitat restorasyonunun ne ölçüde pahalı ve zaman gerektiren işler olduğu düşünüldüğünde verilecek cezaların hafifliği daha iyi anlaşılabilir.
Ayrıca eski taslağın 82. maddesinde kullanım sınırlamasından doğan zararın tazmini için yer verilen "Koruma alanlarında oturanların koruma tedbirleri nedeniyle uğradıkları zarar karşılanır. Uğranılan zarar tazmin edilmeksizin hiçbir şahsın mülkünü kullanım hakkı sınırlanamayacağı gibi bu mülkün kamulaştırılması da mümkün değildir" şeklinde bir ifade yeni taslakta yer almamıştır.
Tasarının "Diğer hususlar" başlığı altında "korunan alanların belirleyicisi konumundaki özerk statüye sahip Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu‘nun adı değiştirilerek Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu yapılmakta, kurulun yetki alanından tabiat varlıkları çıkartılarak, kurulun Doğal SİT Alanı ilan etme yetkisi elinden alınmaktadır". Doğal SİT alanlarını belirleme yetkisi Çevre ve Orman Bakanlığı‘na verilmektedir.
Burada yapılmak istenen yeni düzenlemeyle, Doğal SİT, Milli Park, Tabiatı Koruma Alanı, Tabiat Anıtları gibi hassas alanlarımız yatırım alanlarına çevrilmektedir. Kaldı ki, kültür varlıkları da korunmamaktadır. Yasa tasarısına göre bu alanların korunması ve tespiti için Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu adı altında bir kurul oluşturulması hedeflenmektedir. 20 kişilik bu kurul üyelerinin 14‘ü hükümet tarafından atanacak bürokratlardan oluşmaktadır. Bu durum ise korunan alanlarımızın tamamının bağımsız kurullar yerine siyasi iktidarın denetimine gireceği anlamına gelmektedir. Sonuç olarak Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurullarının siyasilere bağlı olmasından kaygı duyulmaktadır.
Avrupa Komisyonu‘nca Konseye ve Avrupa Parlamentosu‘na sunulan ve 2010-2011 Gelişme Stratejisi ve Başlıca Zorlukların yer aldığı, Komisyon İlerleme Dokümanı olan "Türkiye 2010 Yılı İlerleme Raporu", 09 Kasım 2010 Brüksel‘de yayınlanmıştır.
Bu dokümanın 90. sayfasında yer alan başlıca hususlar şöyle ifade edilmektedir:
•• Doğa koruması konusunda ilerleme kaydedilmemiştir.
•• Türk Natura 2000 ağına faydalı katkılar sağlayabilecek birçok alanın mevcut koruma düzeyinin kaldırılması konusundaki kaygılara neden olan taslak doğa koruma çerçeve kanunu Meclise sevk edilmiştir.
•• Ulusal biyo-çeşitlilik stratejisi ve eylem planı ile kuşlar ve habitatlara ilişkin uygulama mevzuatı henüz kabul edilmemiştir.
•• Ülkenin doğusundaki yeni su ve enerji altyapısı inşasının, potansiyel olarak korunan flora ve fauna türleri üzerindeki olumsuz etkileri konusunda artan endişeler bulunmaktadır.
•• Potansiyel Natura 2000 alanlarının listesi henüz derlenmemiştir. Sulak alanların korunmasına ilişkin yönetmelikte yapılan değişiklik, Sulak Alanların Uluslararası Önemi Sözleşmesi kapsamında korunan sulak alanların korunma durumunu zayıflatmıştır.
•• Doğa korumasına ilişkin sorumluluk çeşitli yetkili kurumlar arasında açık bir şekilde paylaştırılmamıştır.
Sonuç olarak; Yasa Tasarısı, iddia edildiği gibi AB doğa koruma mevzuatını karşılamamakta ve özellikle korunan alanlarla ilgili karar mekanizmalarında katılımcılıktan uzak, tamamen kamu iradesinde bir süreç istendiğini açıkça göstermektedir. Tasarıda korumadan çok kullanım ön planda tutulmuş olup, koruma - kullanım dengesi, sürdürülebilir kullanım gibi temel unsurlar tamamen göz ardı edilmiştir. Mevcut görünümüyle çağımızın ve taraf olduğumuz birçok çevre koruma konulu uluslararası düzenlemelerin ruhuna aykırı olan Yasa Tasarısı‘nın geri çekilmesi ve katılımcı bir yaklaşımla yeniden ele alınarak geliştirildikten sonra Meclise gönderilmesinin uygun olacağı görüşündeyiz.
Bilgilerinizi dileriz.
Saygılarımızla
Dr. Turhan TUNCER
Başkan