TABİAT VE BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİĞİ KORUMA KANUNU RÖPORTAJI - KÖY KOOP DERGİSİ - MAYIS 2013
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Dr. Turhan TUNCER`in sorularımızı şöyle yanıtladı:
1- Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu"na neden gerek görüldü?
Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu (TBÇKK) hazırlanması, ilk olarak 2003 yılında gündeme gelmiştir. O dönemde kısaca "Tabiatı Koruma Kanunu" olarak isimlendirilen düzenleme, Odamızın da içinde olduğu çok sayıda paydaş tarafından ortaklaşa hazırlanmaya başlanmıştır. Ancak birkaç oturum sonrası çalışmalar askıya alınmış ve daha ileri götürülememiştir. Gelinen noktada kamuoyu oluşturulmadan ve yıllar önce STK`lar ve paydaşlar tarafından yapılan eleştirilerin hiçbiri dikkate alınmadan dayatılan bir taslak yasa vardır.
Yasanın hazırlanmasına gerekçe olarak çevre ve biyolojik çeşitlilikle ilgili, kimi birbiriyle çelişen çok sayıda yasa olduğu ve bu durumun bir karmaşa yaratmasından dolayı tüm yasaları içine alabilecek bir şemsiye yasa oluşturulmasına ihtiyaç bulunduğu gösterilmiştir. Her tematik alan kendine has özellikler taşımaktadır. Bu nedenle de çok geniş kapsamlı olan konuların tek bir çatı altında toplanmaya çalışılması neredeyse olanaksızdır. Aynı konu taraf olduğumuz uluslararası anlaşma, antlaşma ve sözleşmeler için de geçerlidir. Uluslararası düzenlemelerde genellikle her tematik konu ayrı ayrı değerlendirilmiştir. İlki 1956 yılında imzaladığımız Kuşların Himayesine Dair Sözleşme olmak üzere Akdeniz`in Kirlenmeye Karşı Korunmasına Ait Barcelona Sözleşmesi, Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına İlişkin Sözleşme, Cartagena Biyogüvenlik Protokolü ve BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine Dair Kyoto Protokolü`nün de aralarında olduğu birçok metin buna örnektir. Bizim tüm biyoçeşitliliği tek bir çatı altında toplamaya çalışmamız, uluslararası düzenlemelerle çatışan hükümlere de zemin oluşturabilecektir.
2-Biyolojik çeşitlilik ve gen kaynakları bakımından Ülkemizin durumu nedir?
Türkiye bitki genetik çeşitliliği bakımından dünya üzerinde çok özel bir konumda bulunmaktadır. Avrupa ve Asya Anakaralarına yayılmış olan Türkiye toplam 78 milyon ha yüzey genişliğinde bir alana sahip olup, 2012 yılı sonu itibarıyla üzerinde 3.649`u (%31,82) endemik olmak üzere toplam 11.707 bitki taksonu barındırmaktadır (Güner, 2012). Bu rakam Avrupa kıtasında bulunan bitkisel çeşitliliğe çok yakın değerdedir. Bir başka deyişle tüm Avrupa kıtasında bulunan bitkisel biyolojik çeşitliliğin tamamına yakını ülkemizde bulunmaktadır. Türkiye`nin coğrafi yapısının farklılığı yüksek endemizm ve genetik çeşitliliği sağlar. Türkiye, iki önemli Vavilov Gen Merkezinin kesiştiği noktada yer almaktadır: Akdeniz ve Yakın Doğu. Bu iki bölge tahılların ve bahçe bitkilerinin ortaya çıkışında çok önemli bir role sahiptirler. Buna ek olarak tamamı incelemeye alınmamış olmakla beraber şu ana kadar belirlenen omurgasız hayvan türü sayısı yaklaşık 19.000`dir ve bunlardan yaklaşık 4.000 tür/alttür endemiktir. Bugüne kadar belirlenen toplam omurgalı hayvan türü sayısı 1.500`e yakındır. Omurgalılardan, 70`i balık türü olmak üzere 100`ün üzerinde tür endemiktir. Alageyik ve sülünün anavatanı Anadolu`dur. Ülkemizin dünyanın iki büyük kuş göç yolu üzerinde olması, kuşların beslenme ve üreme alanı olarak önemini artırmaktadır.
İki ayrı gen ve çeşitlilik merkezinin örtüştüğü yerde bulunan Türkiye`nin gen ve orijin merkezi olduğu bazı önemli kültür bitkileri şöyle sıralanabilir: Buğday, arpa, çavdar, yulaf, keten, soğan-sarımsak, mercimek, nohut, bezelye, yonca, fiğ. Türkiye`de buğdayın 25, arpanın 8, çavdarın 5 ve yulafın da 8 adet yabani akrabası vardır. Türkiye yemeklik tane baklagiller ve yem bitkilerini yabani akrabaları bakımından da zengindir. Mercimeğin 4, nohudun10, üçgülün 11 tanesi endemik olmak üzere 104, yoncanın 34, korunganın 42, fiğin 6 tanesi endemik olmak üzere 60 türü ülkemizde bulunmaktadır. Türkiye aynı zamanda kayısı, şeftali, badem, armut, kavun, hıyar, kabak, elma, antepfıstığı, erik, nar ve asma türlerinin gen ve çeşitlilik merkezidir. Buğday tarımının tarihte ilk kez Anadolu`da başladığı ve buradan tüm dünyaya yayıldığı bilinmektedir.
3-En son Haziran, 2012`de TBMM Çevre Komisyonu`nca kabul edilerek 13 Mart 2013`te TBMM`ye sunulan Tasarı ile birlikte "Doğal Sit" statüsü ortadan kalkıyor. Mevcut Doğal Sit Alanlarımız nelerle karşılaşabilir? Yeniden Değerlendirme süreci neleri kapsıyor?
Mülga düzenlemelerde ülkemizin doğal ve kültürel değerlerinin bozulmadan korunarak gelecek kuşaklara aktarılması amacıyla, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından tespit edilen doğal sit alanları, Koruma Bölge Kurulları tarafından tescil edilerek Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından korunan alanlar olarak ilan edilip korunurken izleyen dönemde bu yetki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı`na devredilmiştir. Ancak Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı ile bu statü tamamen ortadan kaldırılmaktadır. Doğal Sit alanları statüsü şimdiye değin başta tarihi ören yerleri olmak üzere çok sayıda korumaya değer özelliklere sahip alanın korunmasında sigorta görevi yapmıştır. Yeni düzenlemede ise bu statünün ortadan kaldırılması, şimdiye değin korumayı başardığımız birçok alanı çeşitli bahanelerle bir daha geri dönmeyecek şekilde elden çıkarmamız anlamına gelebilecektir.
4- Tasarı`nın 8. Maddesinde yer alan "üstün kamu yararı" ifadesi ve yine aynı maddenin 4. bendinde "çevreye yarar" ifadesi doğal alanlara zarar verir mi? "Çevreye yarar" ifadesine dayanarak madencilik, enerji, sanayi, tarım, turizm gibi doğa üzerinde etkiye sahip birçok yatırımın kolaylıkla gerçekleştirilebilmesi mümkün olabilir mi?
Biyolojik çeşitlilik yer kürenin canlılığında temel destek sistemleridir. Bu sistem içerisinde enerji ve doğal kaynaklar kendi dinamikleri içinde dengeli bir şekilde kullanılır ve yenilenir. Sistemin zaman, mekan veya boyut olarak etkilenmesi durumunda ekosistem hizmetlerini düzenleyen "tozlaşma ve tohum dağılımı, bitki ve hayvanlar alemi için uygun iklimsel parametrelerin düzenlenmesi, hastalık ve zararlıların doğal kontrol mekanizmaları, insan sağlığı" gibi konular olumsuz yönde etkilenecektir. Aynı şekilde besin ve su dönüşüm sistemlerinde, toprak oluşturma ve bitki besin maddesi dönüşüm sistemlerinde oluşacak olumsuzluklar, gıda, yakacak, temiz su, barınma ve tıbbi destek sağlayan maddelerin üretimini etkileyecektir.
Biyolojik çeşitliliği muhtelif yararları içinde en başta geleni "çevresel hizmetler" veya doğa hizmetleri" olarak da adlandırılan "ekosistem hizmetleridir". Ekosistem hizmetleri kısaca ekosistemlerin insanoğlunun yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan temel ihtiyaç maddeleri yanında içinde yaşamaya değer bir ortam oluşmasına katkısı olan her türlü mal ve hizmetlerdir. Biyolojik çeşitlilik ekosistem hizmetlerini doğrudan etkilemektedir. Örneğin insanoğlu temel gıda ve giyinme için gerekli olan ihtiyaç maddelerini bitkiler ve hayvanlardan karşılamaktadır. Lale, karanfil, üzerlik, çınar gibi birçok bitki türü geleneksel yaşam içinde gerçek değerlerinin ötesinde bir yere sahiptir. Ülkemizin doğal güzelliklerini oluşturan ormanlar, yeşil alanlar, çiçekli dağ yamaçları ve çayır gibi alanlar insanlara doyumsuz bir seyir zevki ve ruhsal dinginlik vermektedir. İnsanın güzel bir çiçeğe, kelebeğe veya tabloya bakarken veya güzel bir müzik eseri dinlerken alacağı haz, para ile ölçülemeyecek değerdedir. Bu bakımdan bu değerlerin korunması ve geliştirilmesi "kamu yararı" bakımından parayla ölçülebilecek işlerden daha büyük önem taşır.
Yasada yer alan "üstün kamu yararı" ifadesi yoruma açıktır. Hayvancılık yapan bir çiftçi için köy merasında hayvan otlatmak veya orman içi köylüsü için orman dışı tali ürünler toplamak kendilerine yarar sağlayacaktır. Yukarıda belirtildiği şekilde bir ormanın doğal güzelliği, havayı temizlemesi, oksijeni artırması, ortamı daha çekici ve yaşanır hale getirmesi gibi hususlar kamunun yararınadır. Ancak herhangi bir bilirkişi marifetiyle alınacak olan "üstün kamu yararı" raporu sonucu oluşturulacak bir mahkeme kararı ile bu alanların tahribine yol açacak faaliyetler kamunun yararına olabilse de somut bir değerlendirme kriteri oluşturmadan ve "üstün kamu yararı" ifadesi tanımlanmadan doğal alanlarımıza zarar verebilecek bir düzenleme, biyolojik çeşitlilik ve tabiatı korumak yerine tahriple sonuçlanabilir. Bu ifade sonuçta her şekilde yorumlanıp geri dönüşü olmayan çevre felaketlerine neden olabilir.
5- Tasarının 28. maddesi ile ülke yüzölçümümüzün ancak %4-5`ini kaplayan korunan alanların "turizm teşvik" adı altında yapılaşmaya ve diğer insan kullanımlarına açılması mümkün müdür?
Türkiye`de yerinde koruma çalışmaları, 1950`li yıllarda başlamıştır. Ülkemizde Milli Park, Tabiat Parkı, Tabiatı Koruma Alanı, Doğal Sit, Yaban Hayatı Geliştirme Sahası, Özel Çevre Koruma Bölgesi, Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alan gibi değişik statülerde yerinde koruma alanları ilan edilmiştir. Bugüne kadar farklı amaçlarla tesis edilmiş koruma alanlarının toplamı yaklaşık 4,6 milyon hektara ulaşmıştır. Bu da ülke yüzölçümünün yaklaşık % 6`sına karşılık gelmektedir. Korunan alanlarda gelinen nokta son 60-70 yıllık bir geçmişe dayanıyor gibi görünse de aslında koruma bilinci bizde Osmanlı`dan bu yana geleneksel olarak vardır. Fatih Sultan Mehmet`in meşhur "ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim" sözü cihan padişahının ormanlara ve bir ölçüde de biyolojik çeşitliliğe verdiği değeri göstermektedir.
Yasa tasarısının 28. Maddesi turizmin geliştirilmesi için yapılacak yatırımlar ve uygulamaların temel ilkeler ile uyumlu olabileceği gibi koruma amaçlarına aykırı da olabileceğini, koruma amacına uymayan bir hususun uygulanması durumunda beklenmeyen sonuçların ortaya çıkabileceğini öngörmekte ve bir bakıma turizm adına yapılacak yatırımlar sonucu doğaya verilecek zararları önceden kabullenmektedir. Aslında Yasa önerisi bu haliyle tabiatı korumaktan çok turizm yatırımları önündeki engelleri ortadan kaldırmaya yönelik bir düzenleme görünümündedir. Bu bakımdan doğaya zarar vermeden yapılabilecek olan eko-turizm faaliyetleri gibi daha masum faaliyetler yerine adeta yıkıcı turizm faaliyetleri destekleniyor görüntüsü hakimdir.
6- Tasarı`nın 37. Maddesi`nin 6. Bendinde "9/8/1983 tarihli ve 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır" ifadesi yer almaktadır. 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu, ülkemizde doğa koruma konusundaki en önemli yasal düzenlemelerden bir tanesidir. Bu alanlar hangi usul ve esaslara göre yönetilecek, korunacaktır, Milli Park alanlarımızı nasıl bir süreç beklemektedir?
1983 yılında çıkarılan 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu, 1956 tarihli Orman Kanunu ile birlikte en önemli doğa koruma yasalarından biridir. Bu yasalara rağmen milli parklar üzerinde ciddi baskılar varken, mevcut statülerin askıya alınması bu alanları korumasız bir durumda bırakacaktır. Gerçek Milli Park uygulamalarının yapılmaya başlandığı Küre Dağları gibi deneyimler kazanılmaya başlanmışken tüm çabalara sünger çekme riski taşıyan bu uygulama milli parklarımıza büyük zararlar verecektir. Milli parklarla birlikte doğal sit alanlarının da tecavüze daha açık bir duruma getirilmesiyle birlikte halen hidro elektrik santralleri yapımı için davalık olan binlerce dosya konusu, bir anda adli vaka olmaktan çıkacak ve insanların binlerce yıldır atalarından devraldıkları kendi su kaynaklarının nimetlerinden yararlanma hakkı otomatik olarak ellerinden alınacaktır. Bu belirsizlik ortamında asıl tehlike yasanın çıkması sonrasında geçirilecek olan yönetmelik hükümlerinde gizli olacaktır. Bu yönetmeliklerin neyi ve kimi koruyacağı şimdiden tahmin edilebilmektedir.
Tasarıda korunan alan statülerinden biri olarak "milli park" statüsü yer almasına rağmen, bu alanların hangi usul ve esaslara göre yönetileceği, korunacağı belirsizdir. Milli Parklar Kanunu`nun bu Tasarı ile birlikte yürürlükten kaldırılması hâlihazırda zaten ciddi baskılarla karşı karşıya kalan Milli Parklarımızı olumsuz biçimde etkileyecektir. Özellikle, son dönemde sayıları hızla artan HES`lere karşı açılan davalarda Milli Parklar Kanunu önemli bir dayanaktır ve bu düzenlemeyle beraber bu dayanak ortadan kaldırılmaktadır. Bakanlığın bu Tasarı yasalaştıktan sonra çıkarmayı planladığı yönetmeliklerin kamuoyu ve ilgili STK`larca önceden bilinmesi ve müdahale edilmesi mümkün olmayacağı için Milli Parklarımızı nasıl bir sürecin beklediği endişe uyandırmaktadır.
Sonuç olarak, Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu yeterli kamuoyu desteği ve görüşü alınmadan hazırlanmış, adında belirtilen hususların hiçbirini gerçekleştirmeyi amaçlamadan, sadece kimi çevre bozucu faaliyetlerin önünü açmaya yönelik bir girişim görünümündedir. Bu taslağın yasalaşmaması ülke yararına olacaktır.