TARIMDA GERÇEKLER: KURU FASULYE VE PATATES SORUNU BASIN AÇIKLAMASI

TARIMDA GERÇEKLER: KURU FASULYE VE PATATES SORUNU BASIN AÇIKLAMASI
BURSA
12.02.2014

Basın açıklaması sunumunu Şube Başkanımız Doç. Dr. Ertuğrul AKSOY kamuoyu ile paylaştı.

 

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Bursa Şubemiz 11 Şubat 2014 tarihinde saat 12:30‘da BAOB (Bursa Akademik Odalar Birliği) Yerleşkesi‘nde ‘Tarımda Gerçekler: Kuru Fasulye ve Patates Sorunu‘ konulu basın toplantısı düzenledi.

Şubemizin Tarımda Gerçekler ile ilgili açıkladığı ilk rapora ait sunumu basın toplantısnda Şube Başkanımız Doç. Dr. Ertuğrul AKSOY kamuoyu ile paylaştı.

Basın toplantısına TMMOB Bursa İl Koordinasyon Kurulu (İ.K.K.) Sekreteri Fikri DÜŞÜNCELİ, Bursa akademik odalarının yönetici ve üyeleri, kurum temsilcileri ve bazı üyemiz katılarak destek verdi.

Toplantıya Şubemiz II. Başkanı Orhan SARIBAL, yazmanımız Taner GÜLER, saymanımız Veli KOÇ, Yönetim Kurulu üyelerimiz Sadettin IŞIK, Dr. Fevzi Çakmak, Yrd. Doç. Dr. Barış BÜlent AŞIK ve Abdullah TAYYAR katıldı. 

 

TÜRKİYE`DE KURU FASULYE VE PATATES SORUNU

Çokuluslu şirketlerin sözcülerinin raporlarına göre; Türkiye`de tarım politikası oluşturulurken yönelinen en yüksek değer neredeyse her tarım ürününde "kendine yeterli" olmaktır. Oysa DTÖ kurallarına rağmen kendine yeterliliği sağlamak imkânsızdır. Bundan daha da zoru AB Ortak Tarım Politikasını uygulayarak bu amacı gerçekleştirebilmektir. DTÖ ve AB tarım politikaları "rekabet içinde uzmanlaşmak" ve "bir şeyi en iyi yapabilmek" gibi değerleri  "kendine yeterliliğin" önüne çıkarmaktadır.

"Türkiye`de Tarımın Ekonomi-Politiği 1923-2013" başlıklı kitabımızın önsözünde "Türkiye sahip olduğu doğal kaynaklar (toprak, su), coğrafi konumu, iklim koşulları gibi özelliklerinden dolayı tarım potansiyeli oldukça yüksek bir ülkedir. Ancak, 1980`li yıllardan bu yana ABD, AB gibi metropollerin ve IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası mali kuruluşların dayatmalarıyla uygulanan neoliberal politikalar sonucu tarımda da net ithalatçı konuma düşmüştür. Üretimdeki artış hızı, nüfus artış hızının gerisinde kalmış gıda açığı giderek büyümüştür. Bir yandan bazı bölgelerde yarı-feodal üretim ilişkileri varlığını korurken, öte yandan ülke genelinde çokuluslu gıda tekellerine bağımlı sözleşmeli üreticilik hayata geçirilmiştir. Son yıllarda yerli ve yabancı tarım-hayvancılık şirketleri tarafından büyük çiftlikler kurulmuştur. Bu olgu mülkiyetin el değiştirmesine ve yabancılaşmaya yol açmakta, ülkenin gıda egemenliği yerli/yabancı tekellere bırakılmaktadır" demiştik.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, "kendine yeterlilik" akla gelen tüm ürünlerin yerli kaynaklardan sağlanması değildir. Hububat, bakliyat, et, süt vb. temel ürünlerin önemli bir kısmının yerli kaynaklardan sağlanabilmesini "kendine yeterlilik" olarak kabul etmek gerekir. Son yıllarda yaşanan gıda krizleri, yeterince gıda üretemeyen ülkelerin hangi sorunlarla karşı karşıya kalacaklarını dramatik bir şekilde ortaya koymuştur.

Bir ülkenin gıda üretimi gibi hayati bir konuyu başka bir ülkeye ihale etme şansı yoktur. Dünyada buğday üretim ve ihracatının önde gelen ülkeleri olan Rusya`da 2010, ABD`de ise 2011 yılında yaşanan kuraklıktan dolayı dünya borsalarında buğday fiyatlarının olağanüstü arttığı; hatta Rusya`nın buğday ihracatını yasakladığı unutmamalıdır. Bu nedenle üretici ve tüketicilerin kendi gıda üretim ve tüketim sistemlerini, doğaya ve insanlara zarar vermeyecek biçimde, özgürce belirleyebilme hakkı olan "gıda egemenliği" için mücadele, küresel gıda ve tarım sistemini değiştirme mücadelesidir.

Türkiye`de 2010 yılından itibaren fark ödemesi (prim) destekleri  "Tarım Havzaları Üretim ve Destekleme Modeli"ne göre verilmekte. Bakanlık yetkilileri, bu uygulama ile üretim planlaması için önemli bir adım atıldığını, etkin ve rasyonel bir destekleme politikası oluşturulduğunu; bu model çerçevesinde geleceğe yönelik üretim-tüketim-ihracat tahminlerinin yapılarak ülkesel politikalara yön verildiğini belirtmekteler.

Ancak, Türkiye maalesef uzun ya da orta dönemli bir tarım politikasına/öngörüsüne sahip değil. Sorun ne zaman ortaya çıkarsa o zaman çözülmeye çalışılmakta ve hemen ithalat akla gelmekte; üreticiyi ithalatla terbiye etme, artan fiyatları ithalatla düşürme kolaycılığına başvurulmaktadır. Tıpkı pirinç, kırmızı et, sap-saman sorunlarında olduğu gibi…

PATATES SORUNU

1990 – 2013 yıllarını kapsayan dönemde Türkiye`de nüfus %36 artmasına karşılık, dar ve orta gelirli yurttaşların temel gıdaları arasında yer alan patates üretimi %8 oranında düşmüştür. 2000 yılı sonrası dönem ele alındığında; nüfusun %19 oranında arttığı; buna karşılık patates üretiminin ise %26 oranında gerilediği görülmektedir.

2012 yılında patates üretimi 4.8 milyon ton iken, 2013 yılında %18`lik bir düşüşle, 3.9 milyon ton olarak gerçekleşmiştir. Belirli bir üretim planlaması olmadığı için fazla üretim yapılan 2012 yılında girdi fiyatlarındaki fahiş artışlara karşılık, patates piyasada hak ettiği değeri bulamamıştır. Buna ihracat imkânlarının kısıtlı oluşu da eklenince, satılamayan patates tarlada, depolarda kalmış, hayvan yemi olmuş, hatta çöpe gitmiştir.

Bu nedenle çiftçi 2013 yılında patates ekimini azaltmış, bazı tüccarlar elindeki ürünü daha yüksek fiyatlara satmak için stok yapmış, ayrıca Irak‘a yapılan ihracatın da etkisiyle fiyatlar olağanüstü seviyelere çıkmış; geçen yılki fiyatını neredeyse 5`e katlamıştır. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, yalnız 2014 Ocak ayında patatesin fiyatı % 57.5 oranında artmıştır.

Özetlemek gerekirse; patates üreticisi uzun yıllar siğil hastalığı nedeniyle ürün alamamış, ekim alanları boş bırakılmıştır. 2012 yılında bol ürün alınmış, ancak satılamamış, ürün tarlada kalmıştır. Çiftçi 2013 yılında üretimi kısmış, üretim talebi karşılayamamış; buna Irak‘a yapılan ihracat ve tüccarların spekülasyonu da eklenince fiyatlar olağanüstü yükselmiştir.

Patateste sorunun çözümü için, vakit geçirmeksizin arz-talep ve ihracat imkânları ile iklim koşullarını dikkate alarak üretim planlaması yapmalı, patates yetiştirmeye elverişli yeni üretim bölgeleri belirlenmelidir.

KURU FASULYE SORUNU

Türkiye dünya yemeklik dane baklagiller üretiminde önemli üretici ülkeler arasında yer almaktadır. FAO`nun 2012 yılı verilerine göre; nohut üretiminde dünyada üçüncü, mercimek üretiminde ise dördüncü sırada yer almaktadır.

Yemeklik dane bakliyatta ekim alanları, 1981 yılında başlatılan "Nadas Alanlarının Daraltılması Projesi" ile hızla artmaya başlamıştır. O yıl 740 bin hektar olan ekim alanları 1982 yılında %60 oranında genişleyerek 1.2 milyon hektara yükselmiştir. Ancak projenin sona ermesiyle birlikte ekim alanları da gerilemeye başlamıştır. 1990`ların başında 2 milyon hektara ulaşan yemeklik bakliyat ekim alanları, günümüzde 800 bin hektarın altına düşmüştür.

1990 – 2013 döneminde Türkiye`nin nüfusu %36 oranında artmış, ancak kuru fasulye üretimi %7 oranında düşmüştür. Yalnızca 2000 yılı sonrası dönem ele alındığında; nüfusun %19 oranında arttığı; buna karşılık kuru fasulye üretiminin %15 düzeyinde gerilediği görülmektedir.

Türkiye son beş yılın ortalaması olarak 190 bin ton kuru fasulye üretimi gerçekleştirmiş; buna karşılık yıllık ortalama 40 bin ton seviyesinde ithalat yapmıştır.

Aylık ve yıllık bazda en büyük fiyat artışı, Türkiye`nin önemli ölçüde ithal ettiği kuru fasulyede gerçekleşmiştir. Son bir yılda %60`a yaklaşan kuru fasulyedeki fiyat artışlarının, Amerika ve özellikle Arjantin`de yaşanan kuraklıktan kaynaklandığı belirtilmiştir.

Son zamlarla fiyatı neredeyse etle aynı seviyeye yükselen kuru fasulyenin ateşini söndürmek için yine ithalat kolaycılığına başvuruldu. 21 Ocak 2014 tarihli Resmi Gazete`de yayımlanan Karar ile kuru fasulye ve barbunyada %19.3 olan gümrük vergisi oranları sıfırlandı.

İthalatçı kuruluşlar bu kararın fiyatlarda ancak 1-1,5 TL`lik bir düşüş sağlayabileceğini, ayrıca dünyada şu anda kaliteli kuru fasulye bulunamayacağını belirtiyorlar. Kısacası gümrük vergisinin sıfırlanması, kuru fasulye fiyatlarında geçici-nispi düşüşler sağlayabilir; ancak sorunun gerçek çözümü üretimden geçmektedir.

Kuru fasulyede üretim artışının önündeki en büyük engel kontrolsüz girdi (mazot, gübre, ilaç, tohum) fiyatları gelmektedir. Kaldı ki kuru fasulyede yüksek verimli ve kaliteli tohumluk sorunu da bulunmaktadır. Öte yandan bakliyata verilen destekler yetersizdir; son beş yıldır kuru fasulye, nohut ve mercimek gibi bakliyata verilen prim destekleri değişmemiş olup, 10 kuruş/kg`dır. Kuru fasulyede fiyatı artıran faktörler arasında makine kullanımının kısıtlı, işçiliğin oldukça zahmetli ve pahalı olduğunu da eklemek gerekir.

Belirtilen bu nedenlerle çiftçi bakliyat yerine maliyeti göreceli olarak daha düşük olan mısır, ayçiçeği ve buğday gibi alternatif ürünlere yönelmektedir. Gerekli ve yeterli önlemler alınmadığı taktirde Türkiye bakliyatta tümüyle dışa bağımlı hale gelecektir.

Kuru fasulye üretiminin artırılması için;

  • Öncelikle mazot, gübre, ilaç, tohum gibi girdilerin fiyatları kontrol altında bulundurulmalıdır.

  • Bakliyatta verim ve kaliteyi yükseltmek için tohum ıslahına önem verilmelidir.

  • Yerel çeşitlerin sürdürülmesi ve geliştirilmesi sağlanmalıdır.

  • Bakliyat ekim alanlarının genişletilmesi için  "Nadas Alanlarının Daraltılması Projesi" yeniden başlatılmalıdır.

  • Hasat döneminde bakliyat ithalatına izin verilmemelidir.

  • Hasattan sonra çiftçinin ürününü satın alıp pazarlayacak müdahale kuruluşları oluşturulmalıdır.

Okunma Sayısı: 710
Fotoğraf Galerisi