TMMOB ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI’NIN İMARSIZ HAZİNE ARAZİLERİNİN SATIŞININ DURDURULMASINA İLİŞKİN GENELGE HAKKINDA GÖRÜŞÜ

MERKEZ
07.06.2006
 

TMMOB ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI’NIN İMARSIZ HAZİNE ARAZİLERİNİN SATIŞININ DURDURULMASINA İLİŞKİN GENELGE HAKKINDA GÖRÜŞÜ

Türkiye’nin yaklaşık % 54’ünün Hazine arazilerinden oluştuğu tahmin edilmektedir. Milli Emlak Genel Müdürlüğü’nün son verilerine göre, Türkiye’de Hazine’ye ait 1 milyon 980 bin 910 adet taşınmaz bulunmakta olup, bunların % 8.96’sını oluşturan 177 bin 627’sinin, 1/5000 ve 1/1000'lik planlarının yapıldığı bilinmektedir. Hazinenin özel mülkiyetinde bulunan taşınmaz mallardan satılabilir nitelikte olanların miktarı, kamuoyunda sanıldığı kadar çok olmayıp, bunların önemli bir bölümü imar planı kapsamı dışında kalmaktadır. Hazine taşınmaz mallarının yüzölçümü açısından yarısından fazlasını, bir kamu hizmetinin görülmesi maksadıyla genel, katma ve özel bütçeli kuruluşlara tahsis edilmiş taşınmaz malların oluşturduğu bilinmektedir. Bu durumdaki taşınmaz malların tahsisleri kaldırılmadan satışa konu edilmeleri olanaklı değildir. Hazinenin özel mülkiyetinde bulunan taşınmaz malların önemli bir bölümünü ise, tarım arazileri oluşturmaktadır.

Hazine’ye ait taşınmaz malların satılması gerektiği düşüncesi; söz konusu taşınmaz malların genellikle işgale uğraması ve bu işgallerin giderilememesi ile satış suretiyle bütçeye gelir sağlanması şeklinde iki gerekçeye dayandırılmaktadır. Oysa, Hazine’ye ait taşınmaz mallara yönelik işgallerin önlenememesi, bunların satılarak elden çıkarılmasının en doğru ve rasyonel çözüm olarak kabulünü değil, işgalleri önleyecek etkili ve caydırıcı düzenlemelerin yapılarak titizlikle uygulanmalarının sağlanmasını gerektirmektedir.

Türkiye’de yıllardır imarsız Hazine arazilerinin düşük fiyatla satılması ve imar planı çıktıktan sonra bu arazilerin fiyatının yaklaşık beş katına yükselmesi karşısında, bu sorunu “tespit” etmesine karşın görevi bununla sınırlı olmayan ve “arsa spekülasyonu” ile “yüksek rant” sorununu çözmeyle yükümlü olan siyasal iktidar ve de Maliye Bakanlığı, 2006 yılında valiliklere gönderilen “yetki devri iptali” amaçlı bir genelge ile, imarsız Hazine arazilerinin satışını ikinci bir emre kadar durdurmuş ve satış yetkisini Bakanlık bünyesine almıştır.

Ülke topraklarını ve de Hazine arazilerini, “2B” örneğinde de görüleceği gibi, daha çok rant ve daha çok gelir getirecek unsurlar olarak pazarlamayı hedefleyen siyasal iktidar, “rant kapısı” olarak görülen hazine arazilerinin satışı uygulamasını geçici ve koşullu olarak durdururken, hazine arazilerinin satışının tamamen durdurulmasının söz konusu olmadığını açıklamaktadır. Bu süreçte, Hazineye ait taşınmazların, 4070 sayılı Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı, 4071 sayılı Hazineye Kalan Taşınmaz Mallardan Bazılarının Zilyedlerine Devri, 4072 sayılı Hazine Adına Tescil Edilen Miktar Fazlalıklarının İlgililerine Devri ve 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi Hakkındaki Kanun gibi “özel kanun”lara göre hak sahiplerine satış işleminin devam edeceği belirtilmektedir.

Bu süreçte, ilk bakışta anılan genelgenin, arazi yönetiminin olmazsa olmaz koşulu planlamayı önemsediği düşünülebilir. Ancak, genelgenin içeriği ve Bakanın açıklamaları incelendiğinde, tek amacın kamu topraklarına yalnızca ekonomik bir değer olarak bakmak ve hazine arazilerinin bireysel mülkiyete satışına aracılık ederek daha yüksek fiyattan satış yapmak ve kamu adına olabildiğince daha çok para kazanmak olduğu görülecektir.

Oysa, kamu yönetiminin bu konudaki öncelikli görevi, kamu arazilerini planlı ya da plansız satmak değil, kentsel ve kırsal yaşam kalitesini yükseltecek uygulamalar için kamu ve toplum yararına en uygun şekilde değerlendirmek üzere kamunun elinde tutmak olmalıdır.

Hazineye ait taşınmazların satışa çıkarılması konusunda Valiliklere (Defterdarlıklar) devredilen yetkinin, ikinci bir emre kadar Bakanlıkça kullanılmasının kararlaştırıldığı bildiren genelge, bu konuda siyasal iktidarın genel piyasacı ve yerelleşmeci tercihine karşıt şekilde, yerel yönetimlere güvensizliği ve merkezi yönetime yetki devrini gündeme getirmesi nedeniyle önemlidir.

Maliye Bakanı Kemal Unakıtan tarafından Genelge nedeniyle gündeme getirilen “Yatırımcıların plan geçirterek büyük rantlar elde ettiği imarsız Hazine arazilerinin satışı” konusunda, halen 49 ilde uygulanan Teşvik Yasası ile birlikte yatırımcılara çok sayıda hazine arazisi verildiği unutulmamalıdır.

Bu süreçte şu sorunun yanıtı, tarafların olaya bakış açısını gösterecektir: “Hazine’ye ait taşınmaz malların satışından elde edilecek gelir mi daha önemlidir; yoksa taşınmaz mallardan düzenli, planlı ve yaşanılabilir kentlerin kurulmasında yararlanılması mı daha önemlidir?”

Bilimsel ve toplumsal gerçekler, kentlerin gelişme bölgelerinde bulunan taşınmaz malların, imar planı kapsamında kalsın veya kalmasın, satışlarının yapılması ve bu konuda da aceleci davranılmasının kamu yararına uygun olmadığını göstermektedir.

2003 tarihli TBMM 22. Dönem “Yolsuzlukların Sebeplerinin, Sosyal ve Ekonomik Boyutlarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu (10/9)” Raporu’ndaki şu saptamalar; sorunların yalnızca planlı satışla çözülemeyeceğini de göstermektedir:

“Kamu arazileri önemli bir oranda tescil harici yerlerde, belediyelerin yetki sınırları içerisinde yağmalanmaktadır. Ayrıca, tescilli olup ilgili idarelerce yeterince korunamayan kamu arazilerinin işgali suretiyle yağmalanması da söz konusudur. Bu alanlarda zamanında yerel yönetimlerce gerekli imar planlarının yapılamaması ve işgalcilere karşı yasaların vermiş olduğu yetkilerin kullanılmaması ile oluşan ortam, “rant amaçlı suç örgütleri”nin zeminini oluşturmaktadır.

Kamu arazileri niteliklerine göre arazilerin maliki durumunda olan ilgili yönetimler tarafından tam olarak saptanmış, yer ve miktarları belirlenmiş ve tam bir envanter çalışması yapılmış değildir. Ayrıca kamu arazilerini korumakla görevli birimlerin kuruluş, yapılanma, konuşlandırma, personel ve araç gereç konularında çeşitli eksiklikleri vardır. Bu eksikliklerin yanı sıra yasal düzenlemelerdeki bazı yetersizlikler ve boşluklar nedenleriyle de kamu arazilerine yapılan işgallerin saptanması ve önlenmesinde önemli sıkıntı ve aksamalar söz konusu olmakta ve bu durumda kaçak yapılaşma da dahil olmak üzere bu alanlara yapılan tecavüz ve müdahaleleri artırmaktadır.

Belediye ve mücavir alan sınırları içerisinde olan her çeşit kamu taşınmazı bireysel işgallerin yanında büyük ölçüde belirli gruplarca önce küçük bir bölümünden başlanılmak üzere işgal edilmekte, daha sonra hemen bir dernek kurulmakta ve siyasi ve bürokratik kanallarla ilişki kurularak en kısa sürede işgal edilen bu alanlara cami, okul, sağlık ocağı gibi kamu yatırımlarının getirilmesi sağlanmaktadır. Bu şekilde belirli bir ölçüde legalleştirilen işgalli alan yavaş yavaş bölgenin sosyal ve kültürel yapısına göre etnik köken yada hemşehrilik temelinde planlı olarak genişletilmektedir. Bu aşamadan sonra ulaşım ve diğer alt yapı hizmetlerinin getirilmesi çalışmaları yürütülmektedir. Bu yolla başlatılan sürecin en başında müdahale edilmezse bir iki sene içerisinde bile tamamen kaçak belde düzeyinde yerleşim yerleri ortaya çıkabilmektedir.

Kamu taşınmazlarının bu şekildeki yağmalanma sürecinde organizasyonu ya mafya diye tanımlanan ve baskı kurabilen menfaat grupları ya yine bölgenin sosyal ve kültürel yapısına göre yasadışı örgütler yada daha sınırlı olmak kaydıyla bu ortamı oya dönüştürmek ve ekonomik rant elde edebilmek için o yerin belediye yetkilileri yapmaktadır. Ayrıca bu süreç içerisinde organizasyonu yaptığı belirtilen üç kesim birbirlerini kullanabilmekte diğer taraftan da bürokratik ve siyasi kademelerle de temas halinde olmaktadırlar.

Özellikle gecekondulaşmanın önlenmesi amacıyla 1940’lı yıllardan itibaren çıkarılan birçok yasa ile Hazineye ait arsa ve arazilerin bedelli veya bedelsiz olarak belediyelere devri söz konusu olmuş ve belediyeler de genellikle bu arazileri bütçe açıklarını kapatmak için ihale yolu ile satma yoluna gitmişlerdir. Bu şekilde belediyelere devredilen arsa ve araziler belirtildiği gibi çoğu zaman amaçlarına uygun olarak kullanılmamış, bu konuda belediyelerin politik yapıları, olanakları ve yanlış uygulamaları ile engelleyici yaptırım eksiklikleri önemli rol oynamıştır.

Günümüze kadar Hazineden belediyelere yapılan arazi devirleri, özellikle bu taşınmazların amacında kullanılmak üzere hızlı bir şekilde planlamaya tabi tutulmamaları nedeniyle taşınmaz mal tecavüzlerine karşı görevlerini tam olarak yapmayan hatta bu girişimlere bazen ön ayak bile olabilen yerel yönetimlere prim verilmesi şekline dönüştürülmüş ve bu şekilde büyük oranda Hazine arazisi elden çıkarılmıştır.

Ayrıca günümüzde kamu arazilerinin önce belediyelere, belediyeler aracılığı ile de paravan olarak kurulan kooperatifler ile bazı kişilere devrini sağlamaya yönelik organizasyonlar da söz konusudur. 775 sayılı Gecekondu Kanunu, 1580 sayılı Belediye Kanunu ile bu Kanunda değişiklik yapan 5656 sayılı Yasaya tamamen aykırı olarak önceden belirlenen kooperatif ve kişilere tahsisler yapılmakta ve bu şekilde büyük oranlardaki kamu arazisi elden çıkarılarak önemli rantlar sağlanmaktadır.

Özellikle son 10 yılda olmak üzere, bütçeye gelir sağlamak amacıyla büyük miktarlarda Hazine arazisi ihale yolu satılmış, uhdesinde kamu arazisi bulunan diğer ilgili birimler de yine gelir amacıyla ihale yoluyla satışlar gerçekleştirmişlerdir.

Normal şartlarda gerçekleştirilen ve ihale bedellerinin rayiç bedeller düzeyinde olduğu ihalelerin yanında, kamu arazilerinin satışına ilişkin bazı ihalelere çeşitli baskı gruplarının müdahaleleri de söz konusu olabilmiştir.”

Bu bağlamda; kamu yararına ve toplum çıkarına öneriler şunlardır:

a) Hazine arazilerinin satışından vazgeçilmeli, kamu elindeki arazi varlığı kamu yararına kullanılmalıdır.

b) Kentlerin gelişme bölgelerinde bulunan fakat imar planı kapsamında kalmayan Hazine taşınmaz malları, çarpık kentleşme ve gecekondulaşmanın  önlenmesi amacıyla kentsel arsa üretiminde veya toplu konut yapımında kullanılmalıdır.

c) Hazinenin özel mülkiyetinde bulunan taşınmaz malların, satış dışında başka yöntemlerle de  değerlendirilmesi yolları düşünülmelidir.

d) Planlama kent topraklarından daha çok rant elde edilmesini sağlayacak bir araç olarak kullanılmamalı, işlevi yıpratılmamalı, bilimsel ölçütlerle toplum yararına yaşama geçirilmelidir.

e) Kamuya ait taşınmaz mallarının korunması, yönetimi ve gerektiğinde elden çıkarılmasına ilişkin düzenleyici ve caydırıcı konular tek bir yasada toplanmalı, işgaller için verilecek caydırıcı nitelikteki cezalar, uygulanacak işlemler bu yasada yer almalı ve ödünsüz uygulanmalıdır.

f) Tarımsal amaçlı kullanılan Hazine’ye ait taşınmazların devrinde öncelik topraksız ya da yeterli toprağı olmayan ailelere tanınmalıdır.

Kamu yararını gözeten bir meslek kuruluşu olan ODA’mız, Ulusumuzun ortak mal varlığı olan Hazine arazilerini satmayı, ülkemizin geleceğini satmakla bir tutmaktadır. Bu arazilerin değerlendirilmesindeki tek ölçütün, krizdeki ekonomiye sağlayacağı kaynağın belirsiz ya da belirli boyutu değil, planlı kentleşmeye ve sürdürülebilir kalkınmaya sağlayacağı yarar olduğunu düşünmektedir. Bu nedenle, merkezden ya da yerelden rant oluşturulmasını ve rantın paylaştırılmasını doğru bulmamaktadır.

Okunma Sayısı: 4678