TOHUM DOĞAYA AİTTİR, ÖZEL MÜLKİYET OLAMAZ - EVRENSEL

MERKEZ
15.10.2006

Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Gökhan Günaydın ile tohumun tarımsal üretimdeki yeri ve Meclis gündemine getirilen Tohumculuk Yasa Tasarısı ile ilgili olarak görüştük. Günaydın, tasarı ile amaçlanan ve önümüzdeki günlerde gündeme gelecek olan tehlikelere dikkat çekti: Bu ülkenin bilim insanları ile yetiştirilen, mühendisleriyle çoğaltılan yerli tohumlar, köylünün toprağına indirilmeli ve omuz omuza bağımsız bir tarım modeli geliştirilmeli. ‘Bunu yapmam, melez tohumu hatta genetiği değiştirilmiş tohumu getiririm’ diyorsanız, karşınıza yurtsever mühendisleri bulacaksınız.”

 

Tohumculuk Yasa Tasarısı ile GDO’ların denetimsiz bir şeklide ülke içine salınmak istendiğini belirten Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Gökhan Günaydın, böylece tohumculuk alanında sermayenin egemen kılınmak istendiğini belirtti. Sözde ulusal sermayenin de ayrı tutulamayacağına dikkat çeken Günaydın, kendilerini yerli diye tanıtan firmaların aslında çokuluslu tekellerin taşeronluğunu yapan distribitörler olduğunu belirtti. “Ben para kazanırım gerisine bakmam” diyen sermaye sahiplerine seslenen Günaydın, şunları söyledi: “Sattığınız caka kendi cebinize hükmeder, dışarıya hükmetmez. Dışarıda biz varız. Bu ülkenin insanları var. Onlar da bu toprak, tohum, ülke benim diyorlar. Mesele bu kadar basit.”

-     Tohumun tarımsal üretimde önemi nedir?

Tohum üretimi, verimi, kaliteyi doğrudan etkileyen bir unsurdur. Eğer ekolojinize uygun, genetik, morfolojik ve fizyolojik özellikleri istenilen ölçütlere uygun tohum geliştirip, bunu üretim alanlarına aktarabilirseniz, verimde yüzde 60-70 artış görülebilir, hastalık ve zararlara daha dayanıklı çeşitler oluşturulabilir. Dolayısıyla tohum tarımda ilk adımdır, tohuma sahip çıkarsanız gelişen bir ülkeye ön ayak olursunuz, tersi durumda ise bağımlılık ilişkileri güçlenir ve şirketlere bağımlı bir yapı kurulur. Eğer kendi tohumunuzu geliştiremezseniz ve yabancı melez tohumlara kapılarınızı kapatırsanız, bu da gelişemeyen bir tarım yapısı ortaya çıkartır. Türkiye 13 bin çeşidin yaşadığı bir ülke, koskoca Avrupa kıtasında bu kadar çeşit yaşıyor ve bu ülkede yerli çeşitler korunarak geliştirilmek zorunda. Herkes neden Ayaş domatesinin çıkmasını bekliyor? Çünkü Ayaş domatesi bu ülkenin alışık olduğu kokuya ve tada sahip olan bir domates türüdür. Ancak bizim bunun dışında dışarıdan 18-20 bin dolara satın alarak ekim yaptığımız domateslerin tümü, verim ve pazara dayanıklılığı açısından zorlanmış, tat ve koku açısından yetersiz olan ürünlerdir. Siz hem tüketicinin alışkanlığı olan ürünü tüketiciye sunamıyorsunuz, hem de kendi tarımsal yapınızı şirketlere bağımlı hale getiriyorsunuz. Tohumda özel mülkiyet olamaz, tohum doğaya aittir, tescili kamu yapmalıdır.

-     Türkiye’de tohumculuk sektörüne baktığımızda neler görüyoruz?

Türkiye 6,5 milyar dolarlık toplam tarım ürünü ithal ediyor, bunun 70-80 milyon dolarını tohum ithalatı oluşturuyor. İhracat ise 20-25 milyon dolar. “Bu pay nedir ki” diyenler var. Rakamsal olarak öyle ama İsrail, Fransa ve Hollanda’dan sebze tohumu satın almazsanız üretim yapamaz hale gelmişsiniz. Türkiye bugün, sebze tohumculuğunda yüzde 90’ın üzerinde dışa bağımlıdır, sertifikalı hububat tohumculuğunun ise ancak yüzde 25’i üretilebilmektedir. Tohumda ikili bir yapıyla karşı karşıyayız. Bir kendine döllenen ürünler, bir de yabancı döllenen ürünler var. Yabancı döllenen ayçiçeği, mısır gibi ürünlerde yurtdışında ya da Türkiye’de taşeronlarca üretilen mülkiyeti çokuluslu şirketlere ait olan melez tohumların yerli firmalar aracılığıyla dağıtılması gibi bir yapı var. Melez tohumların her yıl yenilenmesi gerekir. Tohumluk ihtiyacının karşılanma oranı melez tohumlarda yüzde 90’ların üzerinde. Çünkü bu “karlı” bir alan. Kendine döllenen ürünler açısından baktığımızda buğday, arpa, yem bitkilerinde olduğu gibi tohumculukta müthiş açık var. Sertifikalı tohum ihtiyacının karşılanma oranının yüzde 15, 10 hatta 5’lere düştüğü ürünler var. Örneğin bu oran buğdayda yüzde 15, arpada yüzde 4.8, fasulyede yüzde 0.2. Çünkü firmalar bunu karlı bir alan görmüyor ve bu işe girmiyor. Tohumluk ayırarak yapılan üretimde, her yıl bir genetik aşınma anlamına gelir. Yıllar boyunca bu faaliyete devam ederseniz, tohumun özelliklerinde, verimde ve kalitede kayıplar olur. Onun için her 4-5 yılda bir kendine döllenen tohumların sertifikalı tohumlarla değiştirilmesi gerekir. İşte bu ihtiyacın ancak yüzde 5-15’i karşılanabiliyor. Geriye kalanları üretici tohumluk ayırarak yeniden üretmeye çalışıyor ama nitelik düşüyor. Yüzde 85-95 aynı tohumluğu kullanmaya devam ediyor.

-     Bu tablonun değiştirilmesi için neler yapılması gerekiyor?

Türkiye’nin sertifikalı tohum üretiminin ciddi oranlarda artırıması gerekiyor. Bu TİGEM’ler aracılığıyla yapılabilir. Türkiye ciddi bir çalışmaya girerse 10 yıl içinde sertifikalı buğday tohumu ihtiyacını kapatabilir. Tarımsal Ar-Ge, TİGEM’e ayrılan pay son derece kısıtlı. TAGEM-TİGEM’le kurulan yapı teknik elemanla oynanarak, üretim planlamasından uzaklaşılarak, kaynak kısılarak, giderek kötüye gidiyor. Çokuluslu şirketler ve taşeronu yerli firmalar para kazanabilecekleri alana tereddütsüz giriyorlar, para kazanamayacakları alanla hiçbir şekilde girmiyorlar. Bu sermayenin doğasında var. Sermaye kamu yararına çalışmaz, sosyal devlet, üreticinin kendi örgütleri çalışır. Biz bu gerçeklikle hareket etmek zorundayız. Bu gerçek de tohumculuk alanından kamunun asla çıkmaması gerektiğini söylüyor. Ne için? Birincisi stratejik üretim materyalini temin etmek, kendi ekolojimizde uygun olan özellikle yeri çeşitlerimizi geliştirmek ve üreticinin emrine sunmak, ikincisi de bağımlılıktan kurtulmak ve bu ülkede üretilen, katma değeri bu ülkede kalan bir tohumculuk endüstrisi kurmak. Amaç bu olmalı.

Bu ülkenin bilim insanları ile yetiştirilen, mühendisleriyle çoğaltılan yerli tohumlar, köylünün toprağına indirilmeli ve omuz omuza bağımsız bir tarım modeli geliştirilmeli. “Bunu yapmam, melez tohumu hatta genetiği değiştirilmiş tohumu getiririm” diyorsanız karşınıza yurtsever mühendisleri bulacaksınız. Türkiye kendine döllenen tohumlarda 10 yıl içinde kendine yeterli hale gelebilir, sebze meyve gibi yabancı döllenen tohumlarda bugünden başlanarak çok iyi çalışılırsa Türkiye orta dönemde bağımsız hale gelebilir. Bunların hepsi gerçekleştirilebilecek hedeflerdir.

-     Bir yandan Tohumculuk Yasa Tasarısı Meclis’te, bu tasarı neyi amaçlıyor?

Önce amaçlamadıklarını söyleyelim. Birincisi çeşit tanımını değiştirerek, GDO’ları denetimsiz bu ülkeye salmak. İkincisi de tohumculukta sermayeyi egemen kılmak. Bunu o sözde ulusal sermayeyi ayırarak söylemiyorum. Yerli firma diye kendini tanıtanların çoğu yurtdışından getirdikleri melez tohumların burada distribütörlüğünü yaparak, kendi sermayelerini artırıyorlar. Taşeronluk yapıyorlar. Özel sektöre çeşit geliştirme ve dağıtmaya yönelik çalışma alanı yaratılacaksa, kamu bunu desteklemelidir. Ama sen “Bunlara hiç girmeyeyim, bunlar zor, bıktırıcı işlerdir, torbalayıp dağıtayım” diyorsan, Monsanto davranışı gösteriyorsun. Özetle bu ülkede namusuyla çalışan, emek veren ziraat mühendisleri, teknisyen ve tekniklerini kutlayarak ve onları bir kenara ayırarak, “Ben para kazanırım gerisine bakmam” diyen sermaye sahiplerine, A, B firmasının sahibiyim diye dolayıp caka satanlara bir tek şey söylüyorum: sattığınız caka kendi cebinize hükmeder, dışarıya hükmetmez. Dışarıda biz varız. Bu ülkenin insanları var. Onlar da bu toprak, tohum, ülke benim diyorlar. Mesele bu kadar basit.

-     Türkiye Tohumcular Birliği kurulması öngörülüyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye Tohumculuk Birliği çokuluslu şirketler ve taşeronların denetiminde bir yapı olacak. Üretim, tescil, sertifikasyon, dağıtım, ithalat, ihracat ve denetimi düzenleyen maddelerin hepsi için ileride torba bir madde var. Bu torba madde diyor ki, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bu alandaki yetkilerini, süreli veya süresiz, koşulları belirlenerek, kamu kurumlarına üniversitelere ya da Türkiye Tohumcular Birliği’ne devredebilir. Burada kamu kuruluşları ve üniversitelerin dolgu malzemesi olduğunu anlamamak için kör olmak lazım. Herkes biliyor ki tepkiyi azaltmak için yazılmış ama amaç bu yetkileri bugünkü Türkiye Tohumculuk Endüstrisi Derneği’nin dönüşmüş biçimi olan Türkiye Tohumcular Birliği’ne devretmek. Piyasa denetimi de veriliyor! Bir yapı her türlü ticari işi yapacak, denetlemeyi de kendisi yapacak. Böyle bir şey nasıl olabilir? Bu, sektöre sermayenin egemenliğini kurmaya çalışan bir yasadır. “Biz bunu Fransa’dan örnek aldık” diyorlar. Bu şirketler aracılığıyla dünyayı ele geçiren bir yapı. Fransa için çok uygun bir yapı olabilir ama Türkiye için uygun değil. Tohumculuk için izolasyon bölgeleri lazımdır, doğru. Yasada bunun için “Üretim bölgeleri ilan edilecek” deniyor. Bu üretim bölgelerinde çiftçinin üretimi kısıtlanabilecek. Bu yetkide Tohumcular Birliği’ne devredilebilecek. Tohumculuk şirketi gidecek bir yere, “Ben burada 5 kilometrekare alanı tohumculuk alanı ilan ediyorum. Sen bu andan itibaren şu faliyetleri yapamazsanız” diyecek. Çiftçinin zararını kim ödeyecek? Bu yasayla dışa bağımlılık ve çokuluslu şirketlerin egemenliği, üretici sömürüsü artacak. Türkiye tohumda yerli çeşitlerinden uzaklaşmış ve eğer genetiği değiştirilmiş tohumlar da ekilirse çokuluslu 4-5 şirkete teslim olmuş bir yapı haline gelecek.

-     Tasarıdan, çeşit tanımındaki “biyoteknolojik yöntemlerle geliştirilmiş” ifadesinin çıkarılması GDO’nun önünü kapattı mı?

Bu bizim için başarıdır ancak kesin bir başarı değil. Eğer bu tanım geçseydi, GDO önünde hukuki engel kalmamış olacaktı. Bunun süreçten çıkarılması şimdilik yasallaşmasını engelledi ama önümüzdeki dönem Biyogüvenlik Yasası ile geçirmeye çalışacaklar. Yeni taktiklerle getirecekler, bizim de hazırlıklı olmamız gerekiyor.

Okunma Sayısı: 508