TOHUMCULUK YASASI, BAĞIMLILIK YASASI - DÜNYA
ANALİZ
OĞUZ OYAN
TBMM, olağanüstü olarak toplantıya çağrılmaya ilişkin İçtüzük düzenlemelerine aykırı olarak çalıştırılmaya devam ediliyor. Meclis'ten çalışmalarına devam etmesine ilişkin bir karar çıkarılmaksızın Meclis açık tutulabiliyor. Bunun, yürütme-yasama erkleri arasındaki güçler ayrılığı ilkesini yok saymasından, hukuk dışılığın yeni bir örneği olmasından öte anlamları var. Bu süreç, bir kez daha, TBMM ile dış güçler arasındaki bağımsızlık ilişkilerinin sorgulanmasına yol açıyor. TBMM'nin bağımsızlığının ve dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin egemenlik haklarının sorgulanmasını davet eden bir tartışma başlatıyor.
Bu arada Meclis'e "AB mevzuatı gerektiriyor" diye getirilen düzenlemelerin, AB mevzuatını çok aşan, hatta onun dışına çıkan yönleri bulunuyor. Bunların bir bölümü çok uluslu şirketlerin ve onların arkasındaki büyük devletlerin informel talepleri üzerine getiriliyor. Bir bölümü ise iktidar partisinin özel ihtiyaçlarına ayarlanıyor. Örneğin Sayıştay Yasası bu son duruma tam uyuyor. Sayıştay'ın kendisi AB uyumunu da gözeterek bir taslak hazırlıyor; bunu kendi Genel Kurulundan da oylayarak geçiriyor. Ama Hükümet bunu benimsemiyor. Çünkü kendi ayrı hesapları var. Sayıştay üyelerinin seçimini, Sayıştay Genel Kurulunun aday belirleme yetkisini tamamen silerek parlamentonun siyasi çoğunluğuna yani iktidar kanadına bırakıyor. Bu arada
Yüksek Denetleme Kurulu tasfiye ediliyor; Sayıştay'ın denetim yetkileri ise kısıtlanıyor; özel denetim kurumlarına denetim yetkileri veriliyor. Bunlar AB talepleri olabilir mi?
Şimdi de dış güçlerin ekonomik çıkar dayatmaları, buna karşılık bizim iktidarın ulusal çıkar direnmesi yapmaması üzerine getirilen Tohumculuk Kanunu Tasarısı'na kısaca değinelim.
Bu tasarı, AB direktifleri doğrultusunda hazırlanmamış olup, bu direktiflerle önemli uyumsuzlukları bulunmaktadır (madde 3-15). Buna karşılık Tasarı, Irak işgal güçlerinin (Koalisyon Geçici Yönetiminin) ABD'li Başkanı Paul Bremer'in imzasını taşıyan 81 nolu Kararın 51 ile 79 uncu maddeleri arasındaki tohumculukla ilgili hükümlere büyük benzerlik taşımaktadır. (Bilindiği gibi, Irak'ta bu Karara dayanarak biyoteknolojik prosesler uygulanmış ve genetiği değiştirilmiş tohumlar ihalesi Monsante firmasına verilmiştir).
Gelişmiş ülkeler, biyoteknolojik teknikler uygulanan tohumları yani Genetiği Değiştirilmiş Organizmaları (GDO) kullanmaktadırlar; ancak buna, tarım, sağlık ve çevre gibi birçok alanda GDO'dan kaynaklanabilecek risklere karşı önlemlerini aldıktan sonra izin vermektedirler. Bu, çok temel bir farklılıktır.
AB direktifleri ve uygulamalarında "Biyogüvenlik Takas Mekanizması" adında bir sistem vardır.Bu sistem, tüm GDO'ların, bunların türevlerinin ve ürünlerinin, bunlara değgin tüm süreçlerin adım adım takibi ve bir veri tabanında toplanması esasına dayanmaktadır. Türkiye'de böyle bir sistem kurmaya dönük çalışmalar vardır ancak tamamlanmamıştır. Bu sistem kurulmadan böyle bir Tohumculuk Yasası çıkarmak, -ahlaki sorunları bir yana- ancak
azgelişmiş ve sömürgeleştirilmiş yapılara uygun olabilirdi. Çok uluslu şirketlerin ve arkalarındaki sanayi devletlerinin dayattığı böyle bir tavize zorlanmak; ülkenin ve toplumun deneme tahtası olarak kullanılmasına rıza gösterecek böyle bir ilkesizliğe düşmek, sonuçta bir ekolojik ve toplumsal felakete yol açabilecek kadar vahim bir hatadır. Bu tür hatalara alet
olmanın mazur görülebilir bir yanı olamaz.
Türkiye ve Irak'tan başka böyle bir teslimiyet ilişkisine giren ülke olmaması ayrıca anlamlı değil midir? Fiili bir işgal altında olmadığı halde zihinlerin işgale uğradığı Türkiye gibi bir örnek, bir Kurtuluş Savaşı sonrasında kurulmuş Cumhuriyet'in 83. yıl kutlamalarına yakışıyor mu?
Türkiye'nin ulusal gıda güvenliği ve ulusal sağlık güvenliği tehdit altındadır.