TÜRKİYE’NİN 2050’YE KADAR SUYU VAR MI? - NTVMSNBC
Devlet Su İşleri Genel Müdürü Haydar Koçaker’in “Türkiye’nin 2050 yılına kadar su sorunu yok” açıklamasını uzmanlar gerçekçi bulmadı. “Bu tür planlar 5 yıllık yapılır, ’42 yıl su sorunu yaşanmaz’ demek inandırıcı değildir” dedi.
NTV-MSNBC
Güncelleme: 00:55 TSİ 17 Eylül 2008 Çarşamba
İSTANBUL - Türkiye, küresel ısınma ve yağışların azalmasıyla kurak bir yaz geçirdi. Özellikle büyükşehirlerde yaşanan susuzluk tartışmasının ardından Devlet Su İşleri Genel Müdürü Haydar Koçaker'den "Her şeyin normal gitmesi halinde 2050 yılına kadar su problemi yaşamayacağımızı sistemin ona göre yapılandırıldığını söyleyebiliriz" açıklaması geldi. Koçaker'in Türkiye'nin 42 yıl su sorunu yok açıklamaları gerçekçi bulunmadı. Ziraat Mühendisi Ahmet Atalık, "Su sorunu yok demek yerine plan yapılmalı" derken; Yrd. Doç. Dr. Ahmet Hamdi Orhan, "Mevcut projelerin bitmesi çok zor" dedi. NTVMSNBC uzmanlara sordu: 2050'ye kadar suyumuz var mı?
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Hamdi Orhan (Van Yüzüncü Yıl Öğretim Üyesi):
PLANLAR BEŞ YIL İÇİN YAPILIR
42 yıl için bu tahmini yapmak mümkün değil. Bu tür planlar beş yıllık yapılır. Beş yıldan sonrasını planlamamız, tahmin etmemiz imkanı yok. 42 yıl süresince ‘Su sorunu yaşanmayacak' demek gerçekçi değildir. Yıllık ortalama 40 milyar metreküp su kullanıyoruz. DSİ'nin projesinde ise 175 adet baraj ve depolama tesisleriyle su miktarı 90 milyar metreküpe çıkaracağız deniliyor. Proje için 50 milyar dolar lazım, ödenek olarak yıllık 4.8 milyar YTL alınıyor. Yani siz ancak 12 yıl sonra bugünkü ihtiyacı karşılayabilir hale geleceksiniz.
MEVCUT BARAJLAR TAM KAPASİTEYLE ÇALIŞMIYOR
Esas tehlike 2009 yılında hidrolik enerjisinde yaşanacak. Su olmayınca barajlar çalışmıyor biliyorsunuz. Bizim yaktığımız her dört lambadan bir tanesi sudan elde edilen enerjiyle çalışıyor. Bugün sormak lazım şu anda Atatürk Barajı, Keban Barajı ne kadar kapasiteyle çalışıyor? Ankara'da ki İzmir'de ki barajlarda öyle tam kapasiteyle çalışmıyor.
Ahmet Atalık (Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul İl Başkanı):
TARIMDA DOĞRU SULAMAYLA İÇME SUYU KARŞILANABİLİR
Türkiye'nin teknik ve ekonomik ölçeklerde kullanabileceği su miktarı 112 milyar metreküptür. Biz bunun henüz yüzde 38'lik kesimini yani yılda 43 milyar metreküpünü kullanabiliyoruz. Bunu sektörlere göre analiz ettiğimiz de 31 milyar metreküpünü tarımda, 7 milyar metreküpünü içme ve kullanım suyu, 5 milyar metreküpünü de sanayide kullanıyoruz. Suyun en fazla kullanıldığı sektöre baktığımızda tarım sektörünü görüyoruz. Tarım sektöründe su kullanımında biz hala yüzde 92 oranında suyun bol miktarda kullanıldığı yüzey sulama yöntemini kullanıyoruz. Tasarruflu sistemler olan yağmurlama sulamayı yüzde 7 ve damla sulamayı yüzde 1 oranında kullanıyoruz. Yüzde 92 oranında kullandığımız yüzey sulama yönteminde sulama randımanımız yüzde 45 civarında. Gelişmekte olan bitkinin ihtiyacı olan bir tonluk suyu bitkiye verebilmemiz için iki tonun üzerinde su kullanmak zorunda kalıyoruz. Suyun fazla ve lüzumsuz kullanılmasının yanında, bitki su köklerinden bitki besin maddelerinin aşağılara doğru yıkanarak toprağın verimsizleşmesine ve su kaynaklarının kirlenmesine sebep oluyoruz. Ayrıca bol su kullanılması erozyona ve toprağın verimsizleşmesine yol açıyor. Çiftçi de dışa bağımlı olduğumuz ticari gübreyi kullanarak verimsizliği gidermeye çalışıyor. Ticari gübre sürekli kullanıldığında toprağın su hareketlerini bozuyor. Olumsuzluklar birbirini tetikliyor. Yağmurlama sulamada randıman yüzde 70 ve damla sulama tekniğinde yüzde 80 hatta 90'lara kadar çıkabiliyor. Tarımda yöntem değişikliği yapmak suretiyle şu andaki ölçülerde yaklaşık yüzde 30 kadar su tasarrufu sağlanabilir ki bu da yaklaşık 10 milyar metreküp su demek. Bu miktar bizim içme ve sanayide kullandığımız suya yakın bir suya eşdeğer.
SU KAYNAKLARININ EN AZ OLDUĞU YERDE NÜFUS YOĞUN
Ülkesel planlamamızın olmamasından kaynaklı, nüfüsun ülkede dengesiz dağılımı sözkonusu. Doğu Karadeniz, Dicle, Fırat ve Doğu Akdeniz havzalarımız su kaynaklarımızın yüzde 60'ını oluştururken, nüfusun buralarda düşük yoğunlukta olduğunu görüyoruz. Nufüs yoğunluğunun olduğu Marmara Bölgesinde ise su kaynaklarının yüzde 4.5'ine sahibiz. Yani ülkede su kaynaklarının en az olduğu yerde nufüs yoğunluğu yaratmışız. Hele ki İstanbul'u düşünürsek, İstanbul ince bir yarımada üzerinde Trakya tarafında Çatalca Yarımadası, doğuda da Kocaeli Yarımadası'nda uzanan ince şerit halinde bir kent. Meteorolojik olaylarda biraz sapma olduğunda, yani yağmur bulutları kuzey ya da güneye kaydığında bu incecik kara parçasını es geçiyor ve yağışları denizlere bırakıyorlar. Bunun sonucuda su sorunu çekiyoruz.
BUHARLAŞMAYI ÖNLEMEMİZ LAZIM
İstanbul'da su depoladığımız alanlarda bir metrekarelik alanda günde 5-6 litrelik su buharlaşması yaşıyoruz. Dünyada yerel yönetimler suyun buharlaşmasını en aza indirmek için bazı tedbirler alıyor. Biraz çevreci olmamakla birlikte depoladıkları suyun üzerine suyla reaksiyona girmeyen solüsyonlar döküyorlar. Suyun üzerini bir film gibi kaplayıp, buharlaşmayı mümkün olduğunca minimum düzeye indirmeye çalışıyorlar. Isınan su yüzeyi çok hızlı buharlaşıyor, o yüzden de alttaki serin suyla karıştırılması gerekiyor ki, böyle düzenekler kurarak buharlaşmayı azaltıyorlar. Yine en çevrecisi, rüzgar buharlaşmayı etkileyen en önemli faktörlerden bir tanesi ki hakim rüzgar yönünde su depolama alanlarını ağaçlandırarak rüzgarın hızını azaltıyorlar. Ne yazık ki, en fazla su sıkıntısı yaşanan İstanbul'da bu tedbirlerin hiçbiri yok. Büyükçekmece gölümüz hem sığ, hem yüzey alanı çok geniş olduğu için en hızlı buharlaşma yoluyla su kaybeden bölgemiz. Ömerli Su Havzası en yoğun yapılaşan ve kentin su ihtiyacının yüzde 40'ını karşılayan ama en hızlı yapılaşan yer maalesef. Su havzalarımıza bile sahip çıkamıyoruz.
SANAYİ HARCADIĞINDAN FAZLA SUYU KİRLETİYOR
Ülkemizde sanayinin kullandığı su, en az miktarda su gibi gözüküyor ama kullandığı sudan fazla kirlettiği suyu olduğunu düşünürsek sanayinin ülkemizde hiç masum olmadığı ortaya çıkıyor. Suyu kirletmememiz gerekiyor. Kirleten öder hükmünüde yönetmeliklerden, yasalardan çıkarmamız gerekiyor. ‘Benim param var ben kirletirim' olmaz. ‘Senin paran var diye ben susuz kalamam' demek gerekir. Tarımda doğru sulama yöntemleri kullanarak, su havzalarımızı koruyarak, buharlaşmayı önleyerek Türkiye'nin su sorununun çözümüne katkı yapabiliriz. Bu sadece Ayşe teyzenin bulaşık yıkarken, birinin sakal traşı olurken, birinin bulaşık makinesi, birinin çamaşır makinası kullanırken tasarruflu su kullanmasıyla ve bu tip söylemlerle düzelmez. Bunlar bilinçli vatandaşların su bolken de dikkat etmesi gereken şeyler.
PROJELER MELEN'E BENZEMESİN
DSİ'nin projeleri 180 kilometre boru döşeyip Melen'in suyunu İstanbul'a taşımak gibi projelerse Melen'den de su getiremiyoruz. Melen'in suyu da kirli kış aylarında ağır metaller açısından arıtılamayacak düzeyde kirlilikler gözüküyor. Bu suyu İstanbul'a verdiğiniz zaman ağır metal sorunu İstanbul'da da başlayacak. Su sorunu yok demek yerine, ülkesel ölçekte planlanma yapmalı, nüfusun dengeli dağılması, sanayinin ve tarımın ülke genelinde planlanmalı, su kaynaklarının mevcut durumu göz önünde bulundurulmalı. Mevcut su kaynaklarının kirletilmesine izin verilmemeli. Bunlar yapılmadığı sürece ki maalesef bunlar yapılmıyor. Ülkemizde su sorunu çözülmez.
BARAJLARLA SU AKIŞ DÜZENİ SAĞLANABİLİR
Baraj ve göletler konusunda bir denge gözetmek gerekiyor. Ülkemizde bazı çevreciler baraja kökünden karşılar. Şunu bilmek gerekiyor: Diyelim ki, Fırat'ın bir yıllık akımının yüzde 65'i kış aylarının ilk üç ayında gerçekleşiyor. Yani kışın suyun yüzde 65'ini akıtacaksın, ondan sonra yazın ip gibi akan dere kalacak. Ondan sonra da ‘Ben Fırat'ın özgürlüğünü savundum, bak özgürce akıtıyorum' diyeceksin. Barajlarla suların akış düzeni bir disipline alınmalı, akış devamlılığı sağlanmalı. Böyle su yokluğu gündeme getirilerek çok büyük barajlar yapılarak, bu seferde yeraltı suları olumsuz etkileniyor. O da bir dezavantaj, ekolojik dengenin bozulması anlamına geliyor. Bu şekilde müdahele ettiğiniz sürece zincirleme olumsuzluklar birbirini takip ediyor. Tıpkı bitkiye yüzey sulamada verdiğiniz fazla suyun besin maddelerini yıkaması ve erozyona neden olması gibi.
PLANLAR BEŞ YIL İÇİN YAPILIR
42 yıl için bu tahmini yapmak mümkün değil. Bu tür planlar beş yıllık yapılır. Beş yıldan sonrasını planlamamız, tahmin etmemiz imkanı yok. 42 yıl süresince ‘Su sorunu yaşanmayacak' demek gerçekçi değildir. Yıllık ortalama 40 milyar metreküp su kullanıyoruz. DSİ'nin projesinde ise 175 adet baraj ve depolama tesisleriyle su miktarı 90 milyar metreküpe çıkaracağız deniliyor. Proje için 50 milyar dolar lazım, ödenek olarak yıllık 4.8 milyar YTL alınıyor. Yani siz ancak 12 yıl sonra bugünkü ihtiyacı karşılayabilir hale geleceksiniz.
MEVCUT BARAJLAR TAM KAPASİTEYLE ÇALIŞMIYOR
Esas tehlike 2009 yılında hidrolik enerjisinde yaşanacak. Su olmayınca barajlar çalışmıyor biliyorsunuz. Bizim yaktığımız her dört lambadan bir tanesi sudan elde edilen enerjiyle çalışıyor. Bugün sormak lazım şu anda Atatürk Barajı, Keban Barajı ne kadar kapasiteyle çalışıyor? Ankara'da ki İzmir'de ki barajlarda öyle tam kapasiteyle çalışmıyor.
Ahmet Atalık (Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul İl Başkanı):
TARIMDA DOĞRU SULAMAYLA İÇME SUYU KARŞILANABİLİR
Türkiye'nin teknik ve ekonomik ölçeklerde kullanabileceği su miktarı 112 milyar metreküptür. Biz bunun henüz yüzde 38'lik kesimini yani yılda 43 milyar metreküpünü kullanabiliyoruz. Bunu sektörlere göre analiz ettiğimiz de 31 milyar metreküpünü tarımda, 7 milyar metreküpünü içme ve kullanım suyu, 5 milyar metreküpünü de sanayide kullanıyoruz. Suyun en fazla kullanıldığı sektöre baktığımızda tarım sektörünü görüyoruz. Tarım sektöründe su kullanımında biz hala yüzde 92 oranında suyun bol miktarda kullanıldığı yüzey sulama yöntemini kullanıyoruz. Tasarruflu sistemler olan yağmurlama sulamayı yüzde 7 ve damla sulamayı yüzde 1 oranında kullanıyoruz. Yüzde 92 oranında kullandığımız yüzey sulama yönteminde sulama randımanımız yüzde 45 civarında. Gelişmekte olan bitkinin ihtiyacı olan bir tonluk suyu bitkiye verebilmemiz için iki tonun üzerinde su kullanmak zorunda kalıyoruz. Suyun fazla ve lüzumsuz kullanılmasının yanında, bitki su köklerinden bitki besin maddelerinin aşağılara doğru yıkanarak toprağın verimsizleşmesine ve su kaynaklarının kirlenmesine sebep oluyoruz. Ayrıca bol su kullanılması erozyona ve toprağın verimsizleşmesine yol açıyor. Çiftçi de dışa bağımlı olduğumuz ticari gübreyi kullanarak verimsizliği gidermeye çalışıyor. Ticari gübre sürekli kullanıldığında toprağın su hareketlerini bozuyor. Olumsuzluklar birbirini tetikliyor. Yağmurlama sulamada randıman yüzde 70 ve damla sulama tekniğinde yüzde 80 hatta 90'lara kadar çıkabiliyor. Tarımda yöntem değişikliği yapmak suretiyle şu andaki ölçülerde yaklaşık yüzde 30 kadar su tasarrufu sağlanabilir ki bu da yaklaşık 10 milyar metreküp su demek. Bu miktar bizim içme ve sanayide kullandığımız suya yakın bir suya eşdeğer.
SU KAYNAKLARININ EN AZ OLDUĞU YERDE NÜFUS YOĞUN
Ülkesel planlamamızın olmamasından kaynaklı, nüfüsun ülkede dengesiz dağılımı sözkonusu. Doğu Karadeniz, Dicle, Fırat ve Doğu Akdeniz havzalarımız su kaynaklarımızın yüzde 60'ını oluştururken, nüfusun buralarda düşük yoğunlukta olduğunu görüyoruz. Nufüs yoğunluğunun olduğu Marmara Bölgesinde ise su kaynaklarının yüzde 4.5'ine sahibiz. Yani ülkede su kaynaklarının en az olduğu yerde nufüs yoğunluğu yaratmışız. Hele ki İstanbul'u düşünürsek, İstanbul ince bir yarımada üzerinde Trakya tarafında Çatalca Yarımadası, doğuda da Kocaeli Yarımadası'nda uzanan ince şerit halinde bir kent. Meteorolojik olaylarda biraz sapma olduğunda, yani yağmur bulutları kuzey ya da güneye kaydığında bu incecik kara parçasını es geçiyor ve yağışları denizlere bırakıyorlar. Bunun sonucuda su sorunu çekiyoruz.
BUHARLAŞMAYI ÖNLEMEMİZ LAZIM
İstanbul'da su depoladığımız alanlarda bir metrekarelik alanda günde 5-6 litrelik su buharlaşması yaşıyoruz. Dünyada yerel yönetimler suyun buharlaşmasını en aza indirmek için bazı tedbirler alıyor. Biraz çevreci olmamakla birlikte depoladıkları suyun üzerine suyla reaksiyona girmeyen solüsyonlar döküyorlar. Suyun üzerini bir film gibi kaplayıp, buharlaşmayı mümkün olduğunca minimum düzeye indirmeye çalışıyorlar. Isınan su yüzeyi çok hızlı buharlaşıyor, o yüzden de alttaki serin suyla karıştırılması gerekiyor ki, böyle düzenekler kurarak buharlaşmayı azaltıyorlar. Yine en çevrecisi, rüzgar buharlaşmayı etkileyen en önemli faktörlerden bir tanesi ki hakim rüzgar yönünde su depolama alanlarını ağaçlandırarak rüzgarın hızını azaltıyorlar. Ne yazık ki, en fazla su sıkıntısı yaşanan İstanbul'da bu tedbirlerin hiçbiri yok. Büyükçekmece gölümüz hem sığ, hem yüzey alanı çok geniş olduğu için en hızlı buharlaşma yoluyla su kaybeden bölgemiz. Ömerli Su Havzası en yoğun yapılaşan ve kentin su ihtiyacının yüzde 40'ını karşılayan ama en hızlı yapılaşan yer maalesef. Su havzalarımıza bile sahip çıkamıyoruz.
SANAYİ HARCADIĞINDAN FAZLA SUYU KİRLETİYOR
Ülkemizde sanayinin kullandığı su, en az miktarda su gibi gözüküyor ama kullandığı sudan fazla kirlettiği suyu olduğunu düşünürsek sanayinin ülkemizde hiç masum olmadığı ortaya çıkıyor. Suyu kirletmememiz gerekiyor. Kirleten öder hükmünüde yönetmeliklerden, yasalardan çıkarmamız gerekiyor. ‘Benim param var ben kirletirim' olmaz. ‘Senin paran var diye ben susuz kalamam' demek gerekir. Tarımda doğru sulama yöntemleri kullanarak, su havzalarımızı koruyarak, buharlaşmayı önleyerek Türkiye'nin su sorununun çözümüne katkı yapabiliriz. Bu sadece Ayşe teyzenin bulaşık yıkarken, birinin sakal traşı olurken, birinin bulaşık makinesi, birinin çamaşır makinası kullanırken tasarruflu su kullanmasıyla ve bu tip söylemlerle düzelmez. Bunlar bilinçli vatandaşların su bolken de dikkat etmesi gereken şeyler.
PROJELER MELEN'E BENZEMESİN
DSİ'nin projeleri 180 kilometre boru döşeyip Melen'in suyunu İstanbul'a taşımak gibi projelerse Melen'den de su getiremiyoruz. Melen'in suyu da kirli kış aylarında ağır metaller açısından arıtılamayacak düzeyde kirlilikler gözüküyor. Bu suyu İstanbul'a verdiğiniz zaman ağır metal sorunu İstanbul'da da başlayacak. Su sorunu yok demek yerine, ülkesel ölçekte planlanma yapmalı, nüfusun dengeli dağılması, sanayinin ve tarımın ülke genelinde planlanmalı, su kaynaklarının mevcut durumu göz önünde bulundurulmalı. Mevcut su kaynaklarının kirletilmesine izin verilmemeli. Bunlar yapılmadığı sürece ki maalesef bunlar yapılmıyor. Ülkemizde su sorunu çözülmez.
BARAJLARLA SU AKIŞ DÜZENİ SAĞLANABİLİR
Baraj ve göletler konusunda bir denge gözetmek gerekiyor. Ülkemizde bazı çevreciler baraja kökünden karşılar. Şunu bilmek gerekiyor: Diyelim ki, Fırat'ın bir yıllık akımının yüzde 65'i kış aylarının ilk üç ayında gerçekleşiyor. Yani kışın suyun yüzde 65'ini akıtacaksın, ondan sonra yazın ip gibi akan dere kalacak. Ondan sonra da ‘Ben Fırat'ın özgürlüğünü savundum, bak özgürce akıtıyorum' diyeceksin. Barajlarla suların akış düzeni bir disipline alınmalı, akış devamlılığı sağlanmalı. Böyle su yokluğu gündeme getirilerek çok büyük barajlar yapılarak, bu seferde yeraltı suları olumsuz etkileniyor. O da bir dezavantaj, ekolojik dengenin bozulması anlamına geliyor. Bu şekilde müdahele ettiğiniz sürece zincirleme olumsuzluklar birbirini takip ediyor. Tıpkı bitkiye yüzey sulamada verdiğiniz fazla suyun besin maddelerini yıkaması ve erozyona neden olması gibi.
Okunma Sayısı: 1590