TÜRKİYE’NİN GDO’YA İHTİYACI YOKTUR, HALKIMIZ GDO KOBAYI YAPILMAMALIDIR!

İSTANBUL
09.08.2010
 

TÜRKİYE‘NİN GDO‘YA İHTİYACI YOKTUR, HALKIMIZ GDO KOBAYI YAPILMAMALIDIR!

9 Ağustos 2010

Ziraat Mühendisleri Odası bu ülkeye GDO‘ların girdiğini ilk olarak 1998 yılında dile getirmiş ve durdurulmasını istemiştir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ise "siyasi-ideolojik" gibi sözlerle bu iddiayı inkar yolunu seçmiştir. Ta ki, 2003 yılında Arjantin‘den hareket eden soya yüklü gemiyi Brezilya önlerinde Greenpeace aktivistleri durdurup, ürünün ısrarla analiz edilmesini isteyinceye kadar. GDO‘lu olan bu ürün, foyası meydana çıkmasa Türkiye‘nin Mersin limanına gelecektir. Bu olaydan sonra Tarım Bakanlarımız Türkiye‘ye GDO girdiği gerçeğini inkar edememişlerdir.

GDO‘ya Hayır Platformu‘nun yurt genelinde topladığı yüzbinlerce imzaya karşın GDO‘ların elini kolunu sallayarak girdiği ülkemizde konuyla ilgili çıkarılan ilk mevzuat bir yönetmelik olmuştur. Henüz ülkemizde bir Biyogüvenlik Yasası olmaksızın 26 Ekim 2009 tarihinde yürürlüğe giren bu yönetmelik, ülkemize GDO‘ların girmesini meşru hale getireceğinden bahisle hararetli tartışmalara neden olmuştur. Hatta tartışmalar sırasında "bu ülkeye bir gram GDO girmesi halinde istifa edeceğini" söyleyen üst düzey yetkililer olmuştur. Yönetmelik 20 Kasım 2009, 20 Ocak 2010 ve 28 Nisan 2010 tarihlerinde üç kez değişikliğe uğramıştır ve ülkemize GDO girişi devam etmektedir. İstifa edeceklerini söyleyenler her nedense koltuklarından ayrılamamışlardır.

Mevzuata göre Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca üniversiteler, TÜBİTAK ve araştırma kuruluşlarında görevli konu ile ilgili uzman veya öğretim üyelerinden seçilerek oluşturulan Bilimsel Komite, Avrupa Birliği‘nde tüketime uygun olduğuna dair onaylanmış genler hakkında değerlendirmeler yapmakta ve uygun gördüklerini Bakanlığa bildirmekte, Bakanlık onayladığı Komite kararlarını ise web sitesinde yayınlamaktadır.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı web sitesinde bu güne kadar mısır, soya, pamuk, kolza (kanola), şeker pancarı ve patatesten oluşan 30 GDO‘lu çeşide gıda ve yem amaçlı kullanılmak üzere izin verildiği görülmektedir. Ayrıca GDO‘lu maya ve bakteri biyokütlesine de yem katkı maddesi olarak kullanılmak üzere izin verilmiştir. İzne esas "Bilimsel" Komite‘nin kararlarına baktığımızda hiçte bilimsel olmadıkları görülmektedir. Zira, GDO‘lara izin veren kararların "mevcut bilgiler ışığında insan ve hayvan sağlığı açısından istenmeyen bir etki oluşturmayacağı beklenmektedir - kanısına varılmıştır - görüşüne varılmıştır" şeklinde olduğu görülmektedir. Bu kararlar dilek ve temennilerden öte değildir, kesinlik yoktur.

Bilimsel Komitemizin "dilek ve temennilerinde" örnek aldığı Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi‘nde (EFSA)  de durum pek farklı değildir. Bu kurumda bağımsız oldukları düşünülen bilim insanları toplanır ve onlar da dilek ve temenni değerlendirmelerinde bulunurlar. Çünkü bu bilim insanlarının çoğu GDO‘ları üreten biyoteknoloji şirketleri ile iç içedir. İşin en önemli tarafı ise bilimsel değerlendirmelerin biyoteknoloji şirketlerinin gerçekleştirdikleri çalışmalar üzerinden yapılıyor olmasıdır. Tohumlara gen aktarımı laboratuarda ileri teknoloji kullanılarak gerçekleştirildiğinden bu tohumlar teknoloji ürünü kabul edilerek patenti şirketlere verilmektedir. Bu tohumları satın alanlar lisans anlaşması imzalamak zorundadır. Bu anlaşmayla tohumlarının bağımsız çalışmalarda kullanılamayacağı, ancak şirket ile birlikte çalışılabileceği ve sonuçları şirket beğenmez ise hiçbir yerde yayınlanamayacağı gibi şartlar alıcıya dayatılmaktadır. Yani, ne EFSA‘nın ne de bizim Bilimsel Komitemizin değerlendirmelerine esas çalışmalar tarafsız bilim insanlarınca yapılamamaktadır. Bu nedenledir ki değerlendirmeler de dilek ve temenninin ötesine geçememektir.

EFSA, GDO‘lu mısır-soyayla beslenen farelerin böbreklerinde görülen küçülmeyi, kan değeri farklılıklarını, karaciğer büyümesini, karaciğer iltihabını, kalp kası hasarını, prostat iltihabını, pankreas küçülmesini, pankreas iltihabını biyolojik açıdan anlamsız, laboratuar hatası, bilimsel açıdan önemsiz bulmaktadır (Demirkol, 2010). İşte bizim Bilimsel Komitemizin örnek aldığı EFSA‘nın çok bilimsel "dilek ve temennileri" de bu şekildedir. GDO‘ların insanlar üzerindeki etkileri kesinlikle bilinmemektedir, bu yönde yapılmış hiçbir araştırma yoktur. Hayvan denekler üzerindeki bağımsız çalışmalar ise lisans anlaşması ile engellenmektedir. Bu sıkıntı ABD‘deki popüler bilim dergisi American Scientific dergisinin Ağustos 2009 sayısında ele alınmıştır.

Türkiye‘nin ithal ettiği GDO‘lu ürünlerin tamamı ülkemiz coğrafyasında yetiştirilebilen ürünlerdir. Ancak AKP‘nin iktidara geldiğinden günümüze nüfusumuz artmaya devam ederken soya üretimi yaklaşık %50, pamuk üretimi %35, patates üretimi %15 gerilemiştir. Kazanamayan çiftçimizin pamuk ekiminden mısır ekimine kayması mısır üretimini iki katına çıkarmakla birlikte kendimize yeterlilik hala sağlanamamıştır. 2001 yılında yürürlüğe giren Şeker Yasası ile şeker üretimine getirilen sınırlama şeker pancarı üretimini olumsuz etkilemiş, sekiz yıl önceki üretime ancak ulaşılabilmiştir. Kolzanın son yıllarda destekleme kapsamına alınması üretimini arttırmıştır.

 

2002

2003

2004

2005

2006

2007

2008

2009

Soya

75

85

50

29

47

31

34

38

Mısır

2.100

2.800

3.000

4.200

3.811

3.535

4.274

4.250

Pamuk (lif)

988

920

936

864

977

868

673

638

Kolza

2

7

5

1

13

29

84

114

Ş. Pancarı

16.523

12.623

13.517

15.181

14.452

12.415

15.488

17.275

Patates

5.200

5.300

4.800

4.090

4.397

4.246

4.225

4.425

Kaynak: TÜİK

Dünyada yaygın olarak mısır, soya, pamuk ve kolzanın genetiği ile oynanmaktadır. İnsan ve hayvan beslenmesinde önemli yer tutan bu ilk üç ürünü yaygın olarak GDO‘lu yetiştiren ülkelerle kıyaslandığımızda ülkemizin verimi oldukça yüksektir. Mısır verimi açısından bizi sadece ABD ve Kanada geçmektedir. Ancak bu noktada mısırın anavatanının Amerika kıtası olduğu unutulmamalıdır.

Ülkemize giren GDO‘lu ürünler kapsamında değerlendirildiğinde ülkemizin GDO‘lu ürünlere ihtiyacı yoktur. Ülkemiz kendi coğrafyasında üretebileceği bu ürünlerde dışa bağımlı hale getirilmiştir. Yapılması gereken, bu ürünlerin GDO‘lularını ithal etmek yerine doğru bir politikayla bu ürünlerde kendimize yeterliliğin yakalanmasıdır.

Halkımızı GDO kobayı olarak kullanmaya kimsenin hakkı yoktur.

Ahmet ATALIK

Başkan

Okunma Sayısı: 1389