UCUZ ET YEMENİN YOLU İTHALAT MI? - ŞEKER-İŞ DERGİSİ, SAYI: 116, 2010

İSTANBUL
08.06.2010
 

UCUZ ET YEMENİN YOLU İTHALAT MI?

Ahmet ATALIK-TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı

Şeker-İş, Sayı: 116, 2010

Giriş

Yaklaşık 2 yıldır süt üreticisi meydanlarda "alakız hakkını istiyor" mitingleri düzenliyor. Konuya eğilmesi gerekenler bu mitingleri görmüyor, üreticinin sesini duymazdan geliyor. Marketlerde süt ve süt ürünlerinin fiyatının yüksekliğini kimse tartışmıyor ya da tartışılan konu "üreticinin sütü pahalıya ürettiği" noktasına kayıyor. Üretim maliyetinin neden yüksek olduğu, buna karşın satışta üreticinin eline geçen ücretlerin maliyeti kurtarıp kurtarmadığına da ilgililer kulaklarını tıkıyor, gözlerini kapatıyor.

Yıllardır yaşanan ve çözümlenmeden biriken bu sorunlar sonunda süt hayvanlarının topluca kesime gitmesine neden oldu. Bu durum çok yanlış bir şekilde kırmızı et üretimimizin arttığı şekilde yorumlandı. Bugün gelinen noktada köylerimizde damızlık hayvan kalmadı. Bir zamanlar ihracat merkezi konumundaki doğudaki birçok il ve kasabada kendi yurttaşları için dahi kesilecek hayvan bulunamıyor. Ortada kesilecek hayvan kalmayınca et fiyatları hızla yükseldi. Bu yazımızda Türkiye hayvancılığı neden bu noktalara geldi, spekülatörler kim, halkımız ucuz et yiyebilecek mi sorularına cevap bulmaya çalışacağız.

Türkiye hayvancılık sektörü için hangi adımları attı?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Anlaşması hükümleri gereğince Osmanlı‘dan kalan 85 milyon altın lira tutarındaki borcun, toprak büyüklüğü göz önüne alınarak 2/3‘ünü ödeyecek, 5 yıl süreyle gümrüklerindeki düşük koruma oranlarını da değiştiremeyecekti. Buna rağmen 1924 yılında bütçe gelirlerinin %22‘sini oluşturan aşar vergisini 1925 yılında kaldırarak tarımsal üretimin geliştirilmesini hedefledi. Bu ortamda benimsenen öncelikli hedefler "köylü milletin efendisidir," "yurtta barış dünyada barış" anlayışıydı. Sonuçta, 1924-1929 yılları arasında tarımsal hasılanın yıllık büyüme hızının ortalaması %8,9‘a erişti.

Konuyu hayvancılık sektörü üzerinden irdelersek, hayvanlarımızın et, süt, deri, yapağı ve kıl gibi verimlerini geliştirmek amacıyla 1926 yılında Hayvan Islahı Kanunu çıkarıldı. Bu kanun çerçevesinde her köyde bir damızlık bulundurulması şartı getirildi.

Ülkemizde gerçek bir et sanayinin kurulması ilk kez 1936‘da toplanan Sanayi Kongresi‘nde gündeme getirildi. Ancak çalışmalara 1949‘da başlanabildi. Bu amaçla 1952 yılında Et ve Balık Kurumu (EBK) kuruldu. Açtığı kombinaların yanında Türkiye hayvancılığının geliştirilmesi ve verimliliğin artırılması kurumun öncelikli hedefleri oldu.

Hayvancılığın en önemli girdilerinden olan yem konusunun da istikrarlı bir zemine oturtulması gerekiyordu. Türkiye hayvancılığının kalkınması, gelişmesi ve verimin artırılması için gerekli olan tam veya tamamlayıcı nitelikte hazır yem üretmek üzere var olan yem çeşitlerini ve kaynaklarını işleyip, bu maddelerin tedarik, imal ve ticaretini yapmak ve amaca uygun olarak her türlü tarımsal, ticari ve sınai girişimlerde bulunmak amacıyla 1956 yılında Yem Sanayi Türk AŞ (YEMSAN) kuruldu. Özel sektörün de bu alana girmesini sağlamak amacıyla özel sektörle işbirliği ve ortaklık yoluna gitti. Bu kapsamda 1964 yılından itibaren özel sektör de yem fabrikası kurmaya başladı.

Süt üreticilerinin ürettiği sütü işlemek ve değerlendirmek için tesisler kurmak, özel sektörü özendirmek amacıyla ona önderlik etmek, kooperatifleşmeyi özendirmek, eğitim ve araştırma yapmak, üreticinin desteklenmesini sağlamak, kalite ve verimin yükseltilmesi için avans vermek, işlenen ürünleri yurt içinde ve dışında satmak amacıyla da 1963 yılında Süt Endüstrisi Kurumu (SEK) kuruldu.

1980‘li yıllar ve üreten Türkiye‘yi pazara çevirme politikaları!

Küreselleşme politikaları kapsamında gelişmiş ülkeler kendi tarım sektörlerini desteklemeye devam ederken, ülkemizde 12 Eylül 1980 darbesi sonrası destekleme kapsamı son derece daraltıldı, tarımsal ürün fiyatları baskılandı, iç ticaret hadleri keskin bir şekilde tarımın aleyhine döndü.

1984 yılında Tarım Bakanlığı‘nın yeniden yapılandırılması adı altında Bakanlığın kurmay kurumları sayılabilecek Ziraat İşleri, Zirai Mücadele, Hayvancılığı Geliştirme, Gıda İşleri, Veteriner İşleri, Su Ürünleri, Topraksu Genel Müdürlükleri kapatıldı.

İç piyasayı terbiye etme adı altında hayvansal ürünlerin ithalatı önündeki engeller kaldırıldı. Bu politikalar sonucu hayvancılık sektörü tam anlamıyla gerileme ve çöküş sürecine girdi. Serbest piyasa koşulları söylemi adı altında sektöre hizmet veren kamu kurumlarının özelleştirilmesi gündeme geldi. Bu kapsamda piyasayı düzenleyen, üreticinin mağduriyetini önleyen, tüketicinin hayvansal ürünleri ucuz tüketmelerini sağlayan YEMSAN, EBK ve SEK 1992 yılında özelleştirilme kapsamına alındı.

YEMSAN, EBK ve SEK özelleştiriliyor

YEMSAN 1970 yılına kadar yemin üretiminden dağıtımına tüm süreci kontrol etti. Pazar payı özel sektörün de alana girmeye başlamasıyla 1970 yılında %31‘e, 1990 yılında ise %12‘ye geriledi. YEMSAN‘ın fabrikaları doğudan batıya tüm ülkede dengeli bir şekilde dağılmışken, özel sektör fabrikalarının %90‘ı ülkenin batı kısmında yoğunlaşmıştı. Bu durum özel sektörün bölgeler arası dengesizliklerin/eşitsizliklerin giderilmesi gibi bir kaygısı olmadığının en büyük göstergesidir. 1989 yılına kadar karlı bir şekilde çalışan YEMSAN bu tarihten itibaren zarar ettirilmeye çalışıldı. Özelleştirilme kapsamına alındığı 1992 yılında zararı günümüz parasıyla 55 bin TL iken ödediği faiz miktarı 75 bin TL idi. Kurum faiz yükü ile zarar ettirildi ve 1993-1995 yılları arasında özelleştirildi; 26 fabrikasının 11‘inin üretimine derhal son verildi. Karma yemin tamamı özel sektörce üretilmeye başlandı. Bu alanda kapasitesi ve toplam üretimdeki payı en yüksek olan firma artık bir yabancı sermayeli çokuluslu şirketti.

Ülke geneline yayılmış 38 fabrikasında süt, peynir, tereyağı vb süt ürünleri işlenen SEK‘in günümüz parasıyla 30 bin TL olan kuruluş sermayesinin yarısı 1992 yılına dek verilmedi. Kurum parasal ihtiyacı için özel bankalardan yüksek faizli kredi kullanmaya zorlandı. Özel çabalarla zarara sürüklenen kurumun elde ettiği tüm karlar özel bankalara aktarıldı. Kurum 1993-1998 yılları arasında özelleştirildi. Faaliyet zorunluluğu şartı konan, süt üretiminin en yoğun olduğu yörelerdeki fabrikaları dahil hemen hemen hepsi kapatıldı. SEK işletmelerinin özel sektörün eline geçmesiyle süt piyasasında rekabet ortadan kalktı. SEK‘in özelleştirilmesi sonrası sektör 6 holdingin egemenliği altına girdi: Danone, Nestle, Koç, Yaşar, Ülker ve Sütaş. Kamunun alandan tamamıyla çekilmesiyle üreticiler bu tekellerin insafına terk edildi. SEK‘in özelleştirilmesi ne üreticiye ne de tüketiciye, yalnızca yerli ve yabancı tekellere yaradı. Süt ve süt ürünlerinin perakende fiyatı sürekli artarken, üreticinin eline geçen fiyat çoğu zaman maliyeti bile karşılamadı.

EBK 1980‘lerin sonunda et ve et ürünleri üretiminde %60‘lık pazar payına sahipti. Kurum alanında tekel olmamasına karşın et fiyatlarının oluşumuna etkide bulundu. Bu kurum da özelleştirme politikalarının gündeme geldiği tarihe kadar sürekli kar etti. İlk kez 1987 yılında günümüz parasıyla 9 bin TL zarar etti. Kurumun zararı 1991 yılında 55 bin TL‘ye, 1992 yılında ise 186 bin TL‘ye yükseldi. Aynı yıl kurumun faiz gideri 754 bin TL idi. Bu kurum da ağır faiz yükü ile batırıldı. EBK kombinalarının önemli bir bölümü 1995-2000 yılları arasında özelleştirildi. Kombinaları, arsalarının rantında gözü olan vurguncular almıştı. Özelleştirilen 11 kombinanın 9‘u hemen kapatıldı. EBK‘nın özelleştirilmesi sonrasında kaçak kesimler artmaya başladı. Ülkemizin yıllık et tüketimi 1,2 milyon ton olup bunun ancak yarısı kayıtlı kesimlerden elde edilmektedir.

Özelleştirme hayvancılık sektörünü geriletti

Hayvancılık sektörümüz açısından son derece önemli bir yeri olan YEMSAN, EBK ve SEK‘in özel sektörün eline geçmesinden sonra Türkiye‘nin hayvan sayısı ve kırmızı et üretimi hızla geriledi. Sömürge politikalarının başladığı 1980 yılında ülkemizin nüfusu 44 milyon, büyükbaş ve küçükbaş hayvan sayısı 81,4 milyon baş iken, günümüzde nüfusumuz 72,5 milyona çıkarken, büyükbaş ve küçükbaş hayvan sayısı ise 40,5 milyon başa geriledi. Hayvanlarımızın verimliliği artmasına karşın kırmızı et üretimimiz oldukça gerilerken, süt verimimizde bir miktar artış sağlandı. Kamu kurumlarının özelleştirilmesinden hemen önce 1990 yılında ülkemizin kırmızı et üretimi 742 bin ton iken günümüzde 482 bin tona geriledi. Aynı yıllar için süt üretimimiz ise 9,6 milyon tondan 12,2 milyon tona yükseldi (Tablo:1).

Hayvancılık sektörü için 2007 yılının önemi

Hayvancılık sektörü açısından 2007 yılı önemli bir dönüm noktasıdır. Kuraklık birçok üründe rekolte düşmelerine neden oldu. Bir önceki yıla göre kuraklık buğdayda %13,9, arpada %22,5, mısırda %7,2, sorgumda %49,3, fiğde %48,4, yağlık ayçiçeğinde %23,8 oranında üretim kaybına yol açtı. Bu dönemde üretici 1 kg süt ile 1 kg yem dahi alamadı. Yemin ürün üretim maliyetleri içindeki payı süt sığırcılığında %64, besi sığırcılığında %72 ve koyunculukta %57‘dir. Buna karşın 2007 yılında arpanın fiyatı %46, kepeğin %76, ayçiçeği tohumu küspesinin %94, süt yeminin %48 artarken, çiğ süt fiyatı %43 artışla yem fiyatlarının gerisinde kaldı.

2002 yılında 83 milyon TL olan hayvancılık desteklerini 2007 yılında 750 milyon TL‘ye çıkarıldı. Ancak, 2007 yılında yaşanan genel seçimlerde AKP neredeyse tüm tarım destek bütçesini seçim öncesinde dağıttı ve bu kargaşada hayvancılık desteklerini ödeyemediği için ödemeleri 2008 bütçesine bıraktı. Yapılan kesin hesaplamalarda 750 milyon TL olarak hedeflenen hayvancılık desteklerinin verilen sözler nedeniyle 1 milyar 200 milyon TL‘ye çıktığı görüldü. Buna kızan ve Tarım ve Köyişleri Bakanlığı‘nı hesap bilmemekle suçlayan Maliye Bakanlığı, parayı veren kendi olduğuna göre destekleri de kendisinin hesaplayacağını beyan etti. Bu kapsamda 2008 yılında hayvancılık destekleri 700-800 milyon TL‘ler düzeyine çekilmek amacıyla hayvan başına destek modeline geçildi. Bu arada 2008 yılının büyük bölümünde kurak yine yaşanırken, destekler artırılmak yerine yarı yarıya azaltılmış oldu. Bu dönemde üst üste gelen olumsuzluklar nedeniyle yaklaşık 1 milyon süt ineği, 250 bin damızlık hayvan kesime giderken bu olay; yanlış bir tespitle, kırmızı et üretiminde artış olarak kamuoyuyla paylaşıldı.

Tablo:1) Türkiye‘nin hayvan varlığı, süt ve et üretimi

Büyük-Küçükbaş Hayvan

1980

1990

2000

2005

2008

Sığır

Sayısı (baş)

15.567.000

12.173.000

10.761.000

10.526.440

10.859.942

Süt (ton)

7.710.600

7.960.640

8.732.041

10.026.202

11.255.176

Et (ton)

130.380

360.704

354.636

321.681

370.619

Manda

Sayısı (baş)

1.040.000

429.000

146.000

104.965

86.297

Süt (ton)

273.905

174.225

67.330

38.058

31.422

Et (ton)

10.660

11.445

4.047

1.577

1.334

Koyun

Sayısı (baş)

46.026.000

43.647.008

28.492.000

25.304.325

23.974.591

Süt (ton)

1.147.395

1.145.015

774.379

789.878

746.872

Et (ton)

239.400

304.000

111.139

73.743

96.738

Keçi

Sayısı (baş)

18.775.008

11.942.000

7.201.000

6.517.464

5.593.561

Süt (ton)

483.000

337.535

220.211

253.759

209.570

Et (ton)

52.600

66.000

21.395

12.390

13.753

Toplam Hayvan (baş)

81.408.008

68.191.008

46.600.000

42.453.194

40.514.391

Toplam Süt (ton)

9.614.900

9.617.415

9.793.961

11.107.897

12.243.060

Toplam Et (ton)

433.040

742.149

491.217

409.391

482.444

Kaynak: FAO, TÜİK

Hayvancılık sektörüne bir darbe de 2009 yılında geldi

Hayvancılık sektörü için 2009 yılı da önemli bir dönüm noktası oldu. 26 Ekim 2009‘da yürürlüğe giren GDO yönetmeliği, dışa bağımlı olduğumuz ve önemli hayvan yemi olan mısır ve soyanın analizini zorunlu hale getirip, ürünler analiz sırası bekleyince yem fiyatlarında yine hızlı bir yükselme görüldü. Bu kısa süreçte soya küspesinde fiyat yaklaşık %45, kanola küspesinde % 40, ayçiçeği tohumu küspesinde ve yerli ayçiçeği tohumu küspesinde %25 oranında arttı. Bu olumsuz gelişmelere karşın üretici yine korumasız kalmıştı.

Örgütsüz yapısı içerisinde çiftçimiz süt üretiminde kar edemediğinden hayvanını kesime göndermekte, destekler artık yeterli düzeyde olmadığından hayvancılık sektörüne yatırım yapılmamakta, ne bir damızlık ne de kesilecek hayvan bulunamadığından fiyatlar yükselmektedir. Tüm bu politikalar sonucunda ülkemizde kişi başına kırmızı et tüketimi 1990 yılında 20,7 kg iken günümüzde (Kurban Bayramı tüketimleri de dahil) 7 kg‘a geriledi. AB‘de ise kişi başına tüketim 75 kg‘dır. Süt tüketimimiz ise kişi başına 17 lt olup AB‘de 110 lt‘dir. Hayvan sayımızdaki gerilemeden her bahsedişimizde birileri çıkar ve verimin arttığından bahseder. Görüldüğü üzere artan verim et üretimimizin gerilemesine engel olamamıştır. Artan verimle süt üretimimiz artsa da olması gereken düzeyin hala çok gerisindedir. Özetle, artan verim gerileyen hayvan sayımızın cevabı olamamaktadır.

İthalat çözüm mü? Et fiyatları düşer mi?

Gelinen noktada kırmızı et fiyatları marketlerde 35-40 TL‘ye kadar yükseldi. Bu kapsamda da iç piyasayı terbiye etmeye yönelik olarak Et ve Balık Kurumu vasıtasıyla et-canlı hayvan ithalatı yapılması istendi. Bir zamanlar tüm mesaisini hayvan ıslahına, hayvancılığı geliştirmeye, kaliteli ve yeterli et üretimine, özel sektörü özendirerek gelişmesine yardımcı olmaya ve pazarı düzenlemeye, böylelikle de hem üreticiyi hem de tüketiciyi korumaya harcayan Et ve Balık Kurumu artık ithalatla görevlendirilen bir kurum oldu.

Öncelikle spekülasyon konusuna bakalım. Ülkemizdeki hayvancılık işletmelerinin %90‘dan fazlası 1-50 baş hayvanı olan küçük ve orta ölçekli işletmelerden oluşmaktadır. 50 baştan fazla hayvanı olan işletmeler ise %2 civarındadır. Bu işletme yapılarına göre üreticinin bugünkü et fiyatlarının oluşmasına esas spekülasyonu yaratması mümkün değildir. Zaten üreticiye 14 TL civarında malolan kemikli eti üretici 14-15 TL‘den elinden çıkarmaktadır. Sanayici ise kesecek hayvan bulamamaktadır. Ancak, gelinen noktada ithalat iki kesime yarar; iş adamına ve hipermarketlere. Buna karşın ithalat, zaten can çekişen hayvancılığımızın ölüm fermanıdır. Üreticinin kırsal alanda üretimden çekilip kente göç etmesi ve işsizler ordusuna katılması demektir. Tüketici ise kısa bir süre için birkaç lira daha ucuza et yer, sonrasında ise et fiyatları çok daha yüksek noktalara çıkar.

İthalat kapsamında 4 Mayıs 2010 günü yapılan 4.025 tonluk kasaplık sığırı alımına esas ilk ihale için üç firma, sadece Ankara kombinası için tahsis edilen 500 tonluk kısım için teklif verdi. Sorunu çözmesi için getirilecek 500 ton karşılığı kasaplık sığır ülkemizin sadece 3-4 saatlik et ihtiyacını karşılayacaktır. 6 Mayıs 2010 günü ise 5.000 tonluk kasaplık sığır ihalesine ise sadece bir firma teklif verdi. Sonuçta gerekli rekabet koşulları oluşmadığından bahisle her iki ihale de iptal edildi. Üçüncü ihale ise 20 Mayıs 2010 günü düzenlenecek. İşin acı yanı ise hala hayvancılık sektörümüzü ayağa kaldıracak adımlar atılmıyor.

İhaleler daha başlamadan et fiyatları birkaç lira aşağı indi. Birçok kesim bunu ithalatın adı yetti, spekülatörler fiyatı aşağı indiriyor şeklinde yorumladı. Doğrudur, hele ithalat olduğunda giren etin etkisiyle fiyatlar biraz daha aşağı inebilir. Peki bu fiyatlar neden aşağı inmeye başladı, gerçekten spekülatörler mi terbiye edildi? Sorunun cevabı aslında açık, ürettiği sütü para etmeyen üretici hayvanı da gelecekte para etmeyecek korkusundan kesime gönderiyor. Ayrıca kesim yaşı gelmeyen hayvanlar dahi daha fazla zarar etmemek adına üretici tarafından kesime gönderiliyor. İşin özü, hayvan varlığımız yine çok hızlı bir şekilde azalıyor, tarım politikalarının cezası yine üreticiye ödettiriliyor.

Neler Yapılmalı?

AB‘de et sektörü açısından hayvanlar kooperatifler üzerinden pazarlanmaktadır. Süt sektöründe ise müdahale kurumu piyasayı düzenlemekte, üretici desteklenmekte, ürünler kooperatiflerde işlenmekte, ihracatçıya ihracat sübvansiyonu verilmekte, bu yolla hem üretici hem de tüketici korunmaktadır. Kırmızı etin İrlanda‘da %70‘i, Finlandiya‘da %69‘u, Danimarka‘da %62‘si, Hollanda ve İngiltere‘de %35‘i, Fransa‘da %34‘ü, Almanya‘da %30‘u kooperatifler kanalıyla pazarlanmaktadır. AB ortalaması %50‘ler civarındadır. Sütte de durum aynıdır. Ülkemizde siyası iktidarlar çiftçi örgütlerinin yönetimlerini ele geçirmeye uğraşmak yerine onları güçlü bir yapıya kavuşturmak üzere politikalar kurgulanmalıdır.

Türkiye müdahale kurumu görevi gören kurumlarını özelleştirmek suretiyle yok etmiştir. Et ve Balık Kurumu kalan 8 kombinası ile pazarın ancak %1‘ine sahiptir ve müdahale görevi yapamamaktadır. Bu kurum ithalatla görevlendirilmek yerine tekrar müdahale kurumu haline getirilmelidir. Herhangi bir müdahale kurumunun bulunmamasından dolayı üretici doğrudan sanayici ile karşı karşıyadır. Sanayicinin keyfiyetine kalmış fiyat politikalarından dolayı kazanamayan üretici üretimden vazgeçebilmekte, et ve süt üretiminde dalgalanmalar yaşanmaktadır. Yaşama geçirilecek "okul sütü" gibi programlarla bir yandan sağlıklı bir neslin oluşturulması diğer yandan üretimin sürekliliği sağlanmalı, üretime zarar veren dalgalanmaların önüne geçilmelidir.

Diğer yandan meclis gündeminde görüşülmeyi bekleyen yeni Gıda Yasası ile Hayvan Islahı Kanunu‘nun yürürlükten kaldırılması düşünülmektedir. Son dönemlerde hayvan ıslahı denince öncelikle canlı hayvan ithalatını düşünen zihniyet değiştirilmeli, coğrafyamızda en verimli olabilecek hayvanlar için ülkemiz üniversiteleri ve bilim insanları ile işbirliği yapılmalıdır. Hayvan varlığımız hızlı bir şekilde artırılmalıdır.

Hayvancılığımızda meralara verilen önem artırılmalı, artırılacak desteklerle yem bitkileri ekim alanları genişletilmelidir. Dünya ticaretinde söz sahibi olan birçok ülke meraları sayesinde üretim maliyetlerini son derece aşağı çekmekte, hayvan verimleri bizden düşük olmasına karşın ticarette ön sıralarda yer almaktadırlar. Üretim maliyetimizi düşürmenin yolu mera hayvancılığından geçmektedir. Her ülkede olduğu gibi hayvancılığımız gerektiği şekilde desteklenmelidir.

Ülkemiz kırmızı et üretiminde bugün yaşanan sorunları sadece spekülasyona bağlamak hayvancılığımızın içinde bulunduğu zor durumun üzerini örtmektir. Altyapı sorunlarını çözmeksizin yapılacak et ve canlı hayvan ithalatı sektörü çok daha geriye götürecek, fiyatlar kısa süre sonra çok daha yukarı tırmanacaktır. Türkiye yapacağı et ve canlı hayvan ithalatı nedeniyle ödeyeceği milyonlarca doları-avroyu başka ülkenin çiftçileri ve halkının refahına harcamış olmaktadır. Bu kaynaklar ülkemiz hayvancılığının kalkındırılması için kullanılmalıdır.

Bugün dünyanın hayvancılıkta ileri pek çok ülkesinde deli dana hastalığı yok edilebilmiş değildir. Gerek et gerekse canlı hayvan ithalatı yoluyla bu ve diğer hastalıkların ülkemize girme tehlikesi bulunmaktadır. Deli dana hastalığı olan bir ürünü tüketen insanlarda da bu hastalığın görülmesinden dolayı hiç kimsenin halkımızı böyle bir maceraya sürükleme hakkı bulunmamaktadır.

Bir ürünü kaliteli, sağlıklı ve ucuz tüketebilmenin yolu o ürünün ülkemizde kendi üreticilerimiz tarafından üretilmesi ve kendi örgütleri vasıtasıyla işlenmesi ve doğrudan halkımızın tüketimine sunulmasıyla mümkündür.

Kaynakça

Anonim, Türkiye Kırmızı Et Sektör Değerlendirmesi 2008 Yılı ve Sonrası Beklentiler, TZOB, Ankara, Haziran 2008

Anonim, Türkiye Süt Sektörünün Değerlendirilmesi 2008 Yılı ve Sonrası Beklentiler, TZOB, Ankara, Nisan 2008

Gökhan Günaydın, Küreselleşen Piyasa Yoksullaşan Köylü, Liberal Reformlar ve Devlet, KİGEM, Ankara, 18-19 Nisan 2003

Gökhan Günaydın, Tarım ve Kırsallıkta Dönüşüm, Tan Yayınları, Ankara, Mart 2010

Mehmet Ertuğrul ve ark, Türkiye Küçükbaş Hayvancılığının İyileştirilmesi, Ziraat Mühendisliği VII. Teknik Kongresi, Ankara, 11-15 Ocak 2010

Necdet Oral, Tarımda Kapitalizm ve Sınıflar, ZMO, Ankara, Ağustos 2006

Numan Akman ve ark, Türkiye Sığırcılık İşletmelerinin Yapısı ve Geleceğin Sığırcılık İşletmeleri, Ziraat Mühendisliği VII. Teknik Kongresi, Ankara, 11-15 Ocak 2010

www.faostat.fao.org

www.tarimdunyasi.net

www.tuik.gov.tr

Okunma Sayısı: 1110