VI. TÜRKİYE ZİRAAT MÜHENDİSLİĞİ TEKNİK KONGRESİ

MERKEZ
01.01.2005
 

Türkiye Ziraat Mühendisliği 6 ıncı Teknik Kongresi, 3 - 7 Ocak 2005 tarihlerinde Ankara‘da toplandı.

Kongre‘de 25 fakülte; 10‘un üzerinde meslek odası, dernek, vakıf, kooperatif, üretici örgütü; kamu ve özel sektör kuruluşları temsilcisi ve siyasetçi 400‘ü aşkın bilim ve sektör insanı tarafından toplam 62 bildiri sunuldu, 16 panel konuşması yapıldı...

Kongre boyunca yapılan tartışmalar sonrasında, Kongre Sonuç Bildirgesi aşağıdaki şekilde oluşturuldu:

1. Ülkemiz tarım sektörü, Cumhuriyet tarihinin en bunalımlı dönemini yaşamaktadır.

Son üç yıl boyunca üst üste küçülen tarım sektörünün, "Katılım Öncesi Ekonomik Programı"nda, 2005 Yılı‘nda da % 1.7 küçüleceği belirtilmektedir.

Hayvansal üretim ve önemli bitkisel üretim alanlarında geriye gidişler yaşanmakta; üretimin arttığı bazı alt sektörlerde ise, üretim artışı nüfus artışının gerisinde kalmakta ve kaydedilen üretim yükselmesi, yalnızca verimlilik artışından kaynaklanmamaktadır.

IMF ve Dünya Bankası güdümlü politikalar sonucu, özellikle Orta Anadolu üreticisi olmak üzere, Türkiye genelinde üreticiler, dikkate değer bir alanı işlemekten vazgeçmişlerdir. Girdi kullanımında % 25 - 30 düzeyinde azalmalar ortaya çıkmıştır. Tarımsal GSMH 5 milyar ABD Doları azalmış, üreticinin yıllık gelir kaybı 4 milyar ABD Dolarını bulmuştur. Girdi ve çıktıya dayalı desteklerin elemine edilmesi ile kurgulanan doğrudan gelir desteği (DGD), üretici gelir kaybının ancak % 35 - 45‘ini karşılayabilmektedir. Tüm tarımsal desteğin % 78‘ini oluşturan DGD, üretim - verim gibi amaçlar taşımamış, bölgesel farklılıkları derinleştirmiş, varlıklılara kaynak aktarma aracı olmuş ve kaynak ısrafı doğurmuştur.

Üretici köylü, büyük bir yoksullaşma süreci yaşamaktadır. Ülke nüfusunun % 26‘sının gelir düzeyi günde 2 doların altındadır. Tarım nüfusunun kişi başına GSMH‘sı, 1384 ABD Doları gibi, insan onuruna yakışmayacak bir düzeydedir.

Ülkemizin doğal kaynakları, piyasanın kuralsız kullanımına açılmaktadır. Mera Kanunu ve Amaç Dışı Arazi Kullanımı Yönetmeliğinde yapılan değişiklikler ve hazırlanmakta olan Toprak Koruma Yasa Tasarısı ile işgalcilere af getirilmektedir. Köy topraklarının yabancılara satışına yönelik düzenlemeler, krizler sonrası yoksulluğu derinleşen Anadolu‘da, tarımsal üretimin vazgeçilmez ön koşulu olan vatan topraklarına yönelik son derecede önemli bir tehdit oluşturmaktadır.

Türkiye, tarımsal girdilerinin önemli bir bölümünde dışa bağımlı konumdadır.

Bu genel yapı içinde Ülke, tarım ürünleri dışalımcısı bir konuma doğru sürüklenmektedir. 2003 yılında ve 2004 yılının ilk on ayında, tarım ürünleri dışalımı, dışsatımından yüksek olmuştur. Türkiye topraklarında yetiştirilebilen ürünlere ödenen yıllık dışalım bedeli, 2 milyar ABD Doları düzeyinde gerçekleşmektedir.

Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) denetimsiz ve kuralsız bir şekilde dışalıma konu edilmekte ve işlenerek sofralara ulaşmaktadır. Ülkenin, GDO ayrımı yapabilecek, akredite laboratuvar altyapısı bulunmamaktadır. Bilimsel araştırmalar, GDO‘lu tohumların Türkiye topraklarında ekim alanı bulduğunu ortaya koymuştur. Bu durum, biyolojik çeşitliliğimizi, çevre, insan ve hayvan sağlığını tehdit etmekte, tarımdaki dışa bağımlılık sarmalını derinleştirmektedir.

Bütçeden tarıma son derecede yetersiz paylar ayrılmaktadır. OECD ülkeleri arasında tarımına en az "destek" veren ülke konumuna gerileyen Türkiye‘nin tarımsal destek düzeyi, Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikası‘nın sağladığı düzeyin ancak 1/7‘si kadardır. Tarımsal kamu yatırımları durma noktasındadır.

Tarımsal kamu yönetimi giderek işlevsizleşmektedir. Tarımsal kamu kuruluşları kapatılmak, tarımsal KİT‘ler özelleştirilmek tehditi altındadırlar.

Teknik bilgiyi tarla ve köylü ile buluşturma işlevini görecek 10 bin ziraat mühendisi işsizdir. Tarım Bakanlığı kadrolarının % 30‘dan fazlası boş ve Tarım Bakanlığı 1989 yılından beri ziraat mühendisi almazken, sektörde bir çöküş yaşanırken, "1000 Köye 1000 Tarım Gönüllüsü" uygulamaları, arzu edilen olumlu sonuçları üretememektedir.

2 - İçsel ve dışsal gelişmeler, tarım sektörünü, her zamankinden daha önemli bir konuma getirmiştir.

Dünyadaki gelişmeler, gıda güvenliğini, her zamankinden daha önemli bir stratejik konu haline getirmiştir. Özellikle ülkemizin de yeraldığı büyük - geniş ortadoğu coğrafyasında bulunan ülkeler için, gıda güvenliği yaşamsal önemdedir. Konu, olağan dünya koşullarının dışına taşmıştır, bu düzeyde bir değerlendirmeyi de, bu doğrultuda hak etmektedir.

Öte yandan, Dünya Ticaret Örgütü kararları ve Avrupa Birliği üyeliği sürecinin çerçevelediği yeni "oyun alanı", ülkemiz tarım sektörü ve gıda güvenliği üzerinde, geçmişe oranla çok daha fazla bir belirleyicilik etkisine sahiptir.

27 - 31 Temmuz 2004 tarihlerinde gerçekleştirilen Dünya Ticaret Örgütü Cenevre Çerçeve Anlaşması, 1995 yılından bu yana Uruguay Turu Sonuç Anlaşması ile yürümekte olan sürecin hızlanarak devam edeceğini ortaya koyuyor. İçinde bulunduğumuz yılın sonunda Hong Kong‘da imzalanması öngörülen Anlaşma‘nın, özellikle % 100‘ün üzerinde gümrük vergisi ile koruduğumuz et ve süt ürünleri, tahıl ürünleri, çay, tütün, şeker ve muz gibi ülkemiz bitkisel ve hayvansal üretim deseninin en önemli ürünlerinin koruma oranlarını hızla düşüreceği ve özellikle bu ürünlerle uğraşan üreticinin işinin daha da zorlaşacağı bugünden görülmelidir. Ayrıca, iç destek düzeyindeki indirgemeler, artık iyice kısıtlanmış olan müdahale alımları üzerinde olumsuz etkiler yapmaya adaydır.

Tarım sektörümüzün önündeki bir diğer zorlu yol da, AB sürecinden kaynaklanmaktadır.

Avrupa Ekonomik Topluluğu kurulduktan üç yıl sonra Ortak Tarım Politikası (OTP) uluslarüstü bir politika alanı olarak inşa edilmiş, Tarımsal Garanti ve Yönverme Fonu ve ortak piyasa düzenleri aracılığıyla, çok kısa zaman diliminde, Topluluğun açığı olan ürünlerde önce kendine yeterlilik yakalanmış, ardından aşkın üretim kapasitesi "sorunu" ortaya çıkmıştır.

OTP dinamik bir politika alanıdır, yıllar içinde önemli değişimler göstermiştir. Ülkelerin farklı pozisyonları, bütçe zorlukları gibi içsel dinamikleri bir yana bıraktığımızda, günümüz Avrupa Birliği‘ OTP‘sini en çok etkileyen süreçler, DTÖ görüşmeleri ve AB‘nin genişleme arayışlarıdır.

Fazla üretim kapasitesini geri çekmek, ABD ile olan tarım ticareti sürtüşmelerini DTÖ aracılığıyla çözmek gereksinimi içinde olan AB, müdahaleci politikalardan vazgeçmekte, destek kompozisyonunu üretimden bağımsız araçlara yöneltmekte; bu arada kırsal kalkınma ve çevre politikalarını öne çıkarmaktadır.

Türk tarımının OTP müktesebatına uyum çalışmalarında, bu sürecin çok dikkatle analiz edilmesi, büyük önem taşımaktadır. AB‘nin bugün izlediği tarımsal politikalar, Türkiye tarımı için en uygun politikalar mıdır? AB tarım politikalarının temel hedefi aşkın üretim kapasitesini geri çekmek ve ürün fazlalarını dünya pazarlarına pompalamak iken; Türkiye tarımsal üretim açığını kapatmak gereği ile karşı karşıyadır. Politika hedefleri bu denli farklılaşan iki taraf söz konusu olduğunda, tek bir politika setinin, herkes için uygun sonuçlar üretmeyeceği; başka bir deyişle, "kazan - kazan anlayışının", bu alanda da yaşamın gerçekleriyle örtüşmeyeceği ortadadır.

Bu bağlamda, OTP‘ye uyum sürecinin dikkatle analizi gereklidir...

6 Ekim 2004 tarihinde, Avrupa Birliği‘nin açıkladığı İlerleme Raporu‘nda, Ortak Tarım Politikası Türkiye‘de aynen uygulansa, DGD için 8, pazar önlemleri için 1, kırsal kalkınma önlemleri için de 2.3 milyar euro olmak üzere, toplam 11.3 milyar euro‘ya gereksinim olduğu belirtiliyor. Buna karşılık aynı Rapor‘da, bu düzeyin ancak 1/7‘sini tarıma ayıran Türkiye, müdahaleci politikalar izlemekle suçlanıyor...

Rapor, Dünya Bankası ve IMF aracılığıyla sürdürülen ve ülkemiz tarımını çökme noktasına getiren "sözde reformlara" devam edilmesini tavsiye ediyor. Kendi ortak piyasa düzenlerinde etkin çalışan müdahale kuruluşlarının varlığına karşın, geriye kalan tarımsal KİT‘lerimizin de özelleştirilmesini istiyor...

Ayrıca Rapor, olası bir üyelikte, Türkiye‘nin yalnızca yaş meyve - sebze, bakliyat, fındık ve koyun etinde rekabet şansı olabileceğini; gümrüklerin kalktığı ortamda AB‘nin Türkiye‘ye yaptığı dışsatımın artacağını, buna karşılık Türkiye‘nin Topluluğa yaptığı dışsatımın azalacağını not etmektedir.

Bunların yanında, AB sürecinin ülkemiz tarımı açısından anlamı, esas olarak, 17 Aralık 2004 tarihli Karar ile ortaya çıkmıştır.

17 Aralık‘ta AB, açıkça, tarım-serbest dolaşım ve yapısal fonlar için sürekli derogasyonları kayda geçirmiştir. Bunun anlamı, genelde Türkiye için, diğer 25 ülke gibi bir tam üyeliğin asla söz konusu olmaması, özelde ise tarım sektörünün ve sektörden kopartılmaya çalışılan atıl istihdam gücünün sürecin dışında tutulacağıdır...

Türkiye, 17 Aralık‘ı görmezden gelerek tarım politikaları üretemez. Sorumluluğun aynı, hakların farklı olduğu müzakere ve AB‘ye eklemlenme sürecinde, ölçek ve maliyet sorunları nedeniyle tasfiyeler, tarımın yetersiz rekabet gücünün belirli yöreler ve ürünler dışında iyice kırılması ve ülkenin AB tarımsal dışsatımına ev sahipliği yapacak bir konuma getirilmesi; Türkiye tarımının önündeki yakın tehlikelerdir ve asla kabul edilemezler...

3 - Önümüzdeki 10 yıllık süreçte, tarımda ne yapmak gerekiyor ?

Süreci iyi anlayan, iyi tanımlayan bir politika anlayışı içerisinde, önümüzdeki on yıllık zaman diliminde, tarım sektörünü sorunlarından arındıran ve ülke kalkınmasının etkin bir aracı haline dönüştüren bir yaklaşımın yaşama geçirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır. Uluslararası süreçleri gözeten ama ulusal sorunların çözümünü amaçlayan tarım politikalarının oluşturulması zorunludur.

Tarımı gerileyen bir ülkenin, uzun süreli büyüme rakamları gerçekleştirmesi, başka bir deyişle büyümeyi kalkınmaya dönüştürmesi olanaklı değildir. "Eşanlı kalkınma" ilkesi çerçevesinde, tarımı gerileyen bir gelişmiş ülke örneğinden söz edilemez.

Türkiye, yatırıma kaynak aktaran bir bütçe yapısına ve bu kaynakları rasyonel kullanan akılcı bir politika uygulamasına geçmek zorundadır. Yalnızca tarım sektöründe değil, tüm alanlarda üretim ve istihdam desteklenmelidir.

Daha da önemlisi, Türkiye‘nin, pazara giriş koşullarının iç piyasayı koruyamayacak duruma gerileyeceği yakın gelecek için, hem tarımın geneli, hem de ürün bazında bir planlama çalışması yapması ve bunu süratle yaşama geçirmesi gerekmektedir.

Hızlı bir tarımsal yatırım planlaması ile sulanabilir alanları iki katına çıkartan, sulanan alanlarda sulama etkinliğini artıran, küçük - parçalı ve dağınık işletmelerin bilimsel veriler ve uzmanlık uygulamaları ile toplulaştırılmasını sağlayan, arazi kullanım planlamasından üretim deseni seçimine kadar rasyonel tercihler ortaya koyan, üretici örgütlenmesinden girdi temini ve ürün pazarlamasına kadar sürecin tüm aşamalarında üretimden ve üretici - tüketici lehine çözümlerden yana olan, araştırma - uygulama etkinliğini artıran ve birlikteliğini kurgulayan, bilgi ve teknolojiyi tarla ile buluşturan, üretim maliyetlerini azaltıp verim değerlerini yükselten, bu çerçevede rekabet gücü yüksek, örgütleşerek özgürleşmiş, karar süreçlerine etki ile katılan bir tarım sektörü kurgulaması, süreç içindeki kalıcı çözümdür.

Bu yaklaşım, bütçesinden tarıma yılda 10 milyar ABD Doları düzeyinde kaynak aktaran siyasi irade ve bu kaynağı doğru kullanan güçlü bir tarımsal kamu yönetimi ile yaşama geçirilebilir. Bu bağlamda, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü‘nün kapatılması, tarım sektörünün ivedi gereksinimleri ile çelişen ve ciddi sonuçlar üretecek yaşamsal bir yanlış olarak değerlendirilmektedir.

Doğal kaynaklarımızın korunması yönündeki kurumsal ve yasal boşluk derhal doldurulmalıdır. Biyogüvenlik Yasası, ülkemizin biyolojik çeşitliliğini, bitki ve hayvan gen kaynaklarını, çevreyi, insan ve hayvan sağlığını koruyucu içerikte olmak üzere ivedilikle çıkarılmalıdır.

Taşra teşkilatı ile birlikte yeniden yapılandırılmış, diğer kurum ve kuruluşlara dağıtılmış yetkilerini kendisinde toplamış, boş kadrolarını genç ziraat mühendisleri ile tamamlamış, bilgiye, liyakat ve kariyere değer vererek personel yönetimi gerçekleştiren güçlü bir Tarım Bakanlığı‘na, ülkenin her zamankinden daha fazla gereksinimi vardır.

Tarımsal üretimin miktar ve kalitesinin yükseltilmesinde, ülke çapında bir tarımsal danışmanlık sisteminin kurulması büyük yararlar sağlayacaktır. AB‘nin büyük çiftlikler açısından 2007 yılından itibaren zorunlu kıldığı sisteme benzer şekilde, belirli ölçek büyüklüklerinin üzerindeki işletmelerde, danışmanlık ücretlerinin belirli bir kısmının kamu tarafından ödeneceği bir sistem geliştirilmelidir. Tarımsal girdilerin, ilgili alanda yükseköğrenim görmüş kişiler dışındakiler tarafından satışına artık bir son verilmeli, reçeteli tarımsal ilaç satışı sistemine geçilmelidir. Bu çerçeve içinde, Ziraat mühendislerinin yetkilerinin yaşama geçirilmesi konusunda, Tarım Bakanlığının daha etkin bir işbirliğine gereksinim bulunmaktadır.

Gerçek anlamda bir tarımsal üretici örgütlenmesi, kamusal destek mekanizmaları da kullanılarak sağlanmalıdır. Örgütlenme, demokratik kooperatifçilik ekseninde ele alınmalı, örgütlülüğün etkinliğini azaltacak yeni model arayışlarından vazgeçilmelidir.

Yukarıda sayılanlar yanında, tarımsal yükseköğretimin günün koşullarına uygun şekilde yeniden yapılandırılması da, ziraat mühendisliği istihdamındaki yapısal sorunların çözülmesi açısından önemli görülmektedir.

Sonuç olarak;

Türkiye Ziraat Mühendisliği 6 ıncı Teknik Kongresi, tüm alt sektörler için kısa - orta - uzun dönem önceliklerini belirleyerek not etmiştir.

ZMO Yönetim Kurulu ve Kongre Bilim Kurulu, "Tarımsal Eylem Planı" olarak nitelenebilecek bu çalışmaları organize ederek basılmasını sağlayacak ve tüm tarafların bilgisine sunacaktır.

Birlikte yaşamak zorunda olduğumuz dış koşullar karşısında ayakta durmak ve tasfiye olmamak açısından; verimli, üretken ve yarışmacı bir tarım öngörüsünü başarmak durumundayız. Yapısal dönüşümleri, doğru üretim doğrultularını, sektörü ekonomi ile bütünleyecek pazarlama gelişmelerini, ilkeli, etkin destekleme politikalarını ve etkin hukuksal ve kurumsal düzenlemeleri gerektiren böylesi bir gelişim yöngörüsünün başarılı olmasının ön koşulu teknolojidir. Gelişmeci, değişmeci, hangi senaryo oluşturulursa oluşturulsun sorun çözümleyici teknolojilerle bütünleşmemesi durumunda, politikaların başarı şansı olamayacaktır.

Bu kapsamda Türkiye, çevre ve emek ilişkilerini gözeten uygun teknolojileri, kendi ar - ge faaliyetleri ile geliştirmek; başka bir deyişle, mülkiyetine sahip bulunduğu teknoloji araçlarından en etkin şekilde yararlanmak durumundadır.

Ziraat Mühendisliği Teknik Kongresi, işte bu temel ödevi nedeniyle, son derece yol gösterici olacaktır. Tarımsal gelişmenin olmazsa olmazını oluşturan teknoloji konusunda, Kongre‘de gelişen doğrultularda, yeni soluklu çabalara gereksinim olduğunun altını çizmek gerekmektedir.

Bu kapsamda ZMO, meslek toplumunun birikimini, ilgili, yetkili her ortama taşımayı ve savunmayı, kamuoyu oluşturmayı ve duyarlılığını yükseltmeyi ödev bilmektedir.

Teknik Kongre, Atatürk‘ün aydınlattığı yolda gelişen ve kalkınan bir ülkede, köylüsüyle-kentlisiyle daha çok üretip daha adil paylaşan, Cumhuriyet‘in tanıdığı olanaklarla onurlu, bağımsız ve mutlu bir yaşamın sürdürüldüğü ülkeye olan ortak inancımızı bir kez daha teyit etmektedir...

 

Okunma Sayısı: 732