YÜKSELEN GIDA FİYATLARININ SORUMLUSU BELLİ - CUMHURİYET TARIM

MERKEZ
13.05.2008

Dr. Gökhan GÜNAYDIN / Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı

 

Tüm dünyada tarımsal ürün fiyatlarında yaşanan aşırı artışlar, tarlada ve mutfakta çıkan yangının doğurduğu sosyolojik patlamalar, tarım ve gıda sorununu medyanın gündemine taşıdı. Dünya Bankası ve IMF‘nin acil önlem alınmazsa dünyadaki aç insan sayısının 100 milyon artacağına (halen 850 milyon) ilişkin açıklamaları ise, telaşın dozunu daha da artırdı.

Peki, gerçekte yaşanan nedir? Dünya borsalarında buğday fiyatlarının son altı ayda ikiye katlanması, dünya buğday stoklarının son 30 yılın en düşük düzeyine inmesi, dünyada yeni bir açlık krizi dalgasına mı işaret etmektedir? En düşük düzeyine rağmen dünya buğday stokunun 100 milyon tonun üzerinde olması neyi ifade etmektedir?   

Dünyada tarımsal üretim - tüketim dengesindeki bozulmayı açıklamak için ileri sürülen gerekçeler şöyle sıralanabilir; (a) Dünyada biyoyakıt üretimine ayrılan alanlar, gıda üretimi için gerekli ekim alanlarının daralmasına neden oluyor, (b) Küresel ısınmaya bağlı iklim değişiklikleri tarımsal verimi ve üretimi sınırlıyor, (c) Çin ve Hindistan başta olmak üzere Uzak Asya ülkelerinin artan gıda talepleri fiyatları tırmandırıyor, (d) Yaşanan dünya krizinde kar oranı düşen finans kapital, farklı enstrümanlara yöneliyor, bu çerçevede de dünya hububat borsalarının işlem hacmi artıyor...

Sıralanan tüm bu nedenlerin, az ya da çok, tarımsal ürünlerin fiyat tırmanışına etkisi var. Ancak acaba bütün bunlar birkaç aylık döneme mi sıkıştı ki, her şey birdenbire oluverdi? Böyle olmadığına göre, başka bir açıklama olmalı...

Sorunun özünü kavramaya yönelik bakış açısı, dışarıda ve içeride olup bitene ilişkin gerçekçi bir analizi gerekli kılıyor. Buna bağlı olarak, aslında "dışarı" ve "içeri"nin, sanıldığından çok daha fazla birbiriyle bağlantılı olduğu da böylece ortaya çıkıyor...

Dünyada tarım politikaları Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası tarafından yönlendiriliyor. Avrupa Birliği de yakın çevresindeki ülkeler için bir politika belirleyici konumunda.

Bu aktörler, merkez - metropol ülkelerin tarımsal üretimlerinin çevre (periferi) ülkelere girişini kolaylaştırmak eksenli bir politika izliyorlar. Bu doğrultuda çevre ülkelerin tarımsal desteklerinin azaltılması, desteklerin üretimle bağlarının kesilmesi, pazara girişin kolaylaştırılması (gümrük vergilerinin düşürülmesi), tarife dışı engel olarak kullanılan sağlık önlemlerinin uyumlaştırılarak elemine edilmesi gibi politika araçlarını, türlü yöntemlerle dünya geneline dayatıyorlar. Kısacası, merkez ülkeler bir taraftan kendi gereksinimlerinin çok üzerindeki üretimlerini geri çekmeye çalışırken (AB tarım alanlarının % 10‘unu boş bırakan üreticiye prim ödüyor), diğer taraftan fazlalarını çevre ülkelere satabilmek için, buralardaki tarım potansiyelini tahrip ediyorlar. Bu bağlamda açlık, Dünya Bankası için, yoksulluk yönetiminin sıradan bir parametresi olup; yönetilebilir boyutu aşmadığı sürece, "güney cephesinde yeni bir şey yoktur"...

Bu çerçevenin Türkiye tarımına yansıması, oldukça nettir. 1999 yılında IMF ile imzalanan Stand by ve 2001 yılında Dünya Bankası ile imzalanan Anlaşma (ARIP: Agricultural Reform Implementation Project), tarım politikaları belirleme erkini Ankara‘nın dışına aldı. Artık Türkiye buğday fiyatları Chicago Borsası‘na endeksli olacak, şeker ve tütün yasaları çıkarılarak sektör önce bağımsız idari otoritelerin (kurullar) denetimine bırakılıp sonra özelleştirilecek, şeker - tütün - fındık ekim alanları daraltılacak, ekolojik ve ekonomik olarak gerçekçi olmayan alternatif ürünlere yönelinecek, girdi ve çıktıya dayalı destekleme sistemi elemine edilerek üretimle bağlantısız bir doğrudan gelir desteği sistemine geçilecek, Ziraat Bankası, Tarım Satış Kooperatifleri, Toprak Mahsulleri Ofisi işlevsizleştirilecekti... 

57 inci Hükümetten bu yana, tarım alanında bu politikalar iktidarda. Kısacası, aslında bu alanda iktidar hiç değişmedi. Değişmedi de ne oldu, sonuçlara bakalım...

Türkiye, yılda 700 - 800 bin nüfus artıran bir ülke. Buna karşılık, aşağıdaki tablodan izleneceği üzere, önemli tarımsal ürünlerde anlamlı bir artış eğilimi olmadığı gibi; mısır, fasulye, şeker pancarı, tütün, patates gibi ürünlerin üretimi geriye gidiyor.

Tablo 1: Seçilmiş ürünlerde üretim (bin ton)

  

2000

2001

2002

2003

2004

2005

2006

2007

Hububat

  

  

  

  

  

  

 

 

Buğday

21.000

19.000

19.500

19.000

21.000

21.500

20.010

17 234

Arpa

8.000

7.500

8.300

8.100

9.000

9.500

9.551

7 306

Mısır

2.300

2.200

2.100

2.800

3.000

4.200

3.811

3 535

Baklagiller

  

  

 

 

 

 

 

 

Mercimek

280

460

500

485

480

520

580

508

Nohut

548

535

650

600

620

600

551

505

Kuru Fasulye

230

225

250

250

250

210

196

154

Sanayi Bitkileri

  

  

 

 

 

 

 

 

Şeker Pancarı

18.821

12.633

16.523

12.623

13.517

15.181

14.452

12.414

Tütün

200

145

153

112

133

135

98

80

Yağlı Tohumlar

 

 

 

 

 

 

 

 

Pamuk (kütlü)

 

 

2.541

2.345

2.455

2.240

2.550

2.275

Ayçiçeği

800

650

850

800

900

975

1.118

854

Yumru Bitkiler

  

  

 

 

 

 

 

 

Patates

5.370

5.000

5.200

5.300

4.800

4.090

4.366

4.227

Soğan (Kuru)

2.200

2.150

2.050

1.750

2.040

2.070

1.765

1.859

Bu durum, tarım sektörü dış ticaret rakamlarına nasıl yansıyor, şimdi de ona bakalım;

                   Tablo 2: Tarımsal İthalat - İhracat Dengesi (milyon ABD Doları)

  

2004

2005

2006

2007*

Tarımsal İthalat Toplamı

6.059

6.480

7.227

7.997

Gıda Maddeleri

3.089

3.284

3.463

4.099

Tarımsal Hammaddeler

2.969

3.196

3.764

3.897

Tarımsal İhracat Toplamı

6.501

8.309

8.604

7.611

Gıda Maddeleri

5.891

7.714

7.903

7.000

Tarımsal Hammaddeler

610

595

701

611

Tarım sektörü dış ticareti

442

1.829

1.377

- 386

Gıda maddeleri dış ticareti

2.802

4.430

4.440

2.901

Tarımsal hammadde dış tic.

- 2.359

- 2.601

- 3.063

- 3.286

 

 

 

  

 

 

* 2007 rakamları Ocak - Ekim dönemine aittir.

2002 (4.052 milyar dolar ihracat, 3.995 milyar dolar ithalat) ve 2003 (5.257 milyar dolar ihracat, 5.2655 milyar dolar ithalat) yıllarındaki başa baş noktadan sonra, tablodan da görüldüğü gibi, fındık dışsatımının "olağan"a göre 3 katı gelir getirdiği 2004 - 2006 döneminde, Türkiye tarım sektörü dış ticaretinde pozitif bir konum yakalanmış görülmektedir. 2007 yılında ise ilk on aylık veriler 400 milyon dolara yakın bir negatif duruma işaret ediyor.

Aslında tablonun ayrıntısı, daha da ilginç ve önemli. Buna göre, gıda maddeleri dış ticaretinde net ihracatçı olan Türkiye, tarımsal hammadde dış ticaretinde net ithalatçı. Üstelik bu durum, 2007 yılında yaşanan kuraklık ile bağlantılı değil. 2004 yılında tarımsal hammadde dış ticaretinde 2.3 milyar dolar açık verilirken, izleyen üç yılda bu rakam sırasıyla 2.6, 3.0 ve 3.2 milyar dolara tırmanmış... Türkiye‘nin yılda ürettiği 9 milyon ton yem için 4.5 milyon tonluk tarımsal hammadde ithalatı yapmak zorunda kalması, başka bir söze gerek bırakmaksızın durumun vahametini açıklıyor...

Türkiye, dünyanın yeni işbölümünde, ucuz emeğe ve düşük katma değere sahip gıda maddeleri üretiminde rol alıyor, ancak bu roldeki her bir genişleme daha fazla tarım ürünü ithalatı anlamına geliyor.

O halde, orta yerde bir yapısal sorun var. Durum küresel ısınma, biyoyakıt ya da "alçak spekülatörler" ile açıklanabilecek bir nitelik taşımıyor. IMF ve Dünya Bankası güdümündeki yıllar, Türkiye‘de tarımı giderek bitirme noktasına getirmiş. En son açıklanan Kararname ile dekar başına Doğrudan Gelir Desteğinin 10 YTL‘den 7 YTL‘ye düşürülmesi, mısır priminin kg başına 67 YKR‘tan 20 YKR‘a çekilmesi, üretimden kopuşun devam edeceğine işaret.

Ancak, ülkelerin birbiri ardına tarımsal ihracatlarını kısıtlamaları ya da yasaklamaları, eskiden olduğu gibi "daha ucuza ithal ederim" mantığının da geçerliliğini yitirdiğini gösteriyor.

Kısacası, Türkiye üretmek zorunda. Üretecekse; son altı ayda iki katı artan gübre fiyatlarını, ABD‘de 69 - Yunanistan‘da 119 sent iken Türkiye‘de 220 senti aşan mazot fiyatlarını, su bekleyen 4.5 milyon hektar alanını, tarımsal yayım ve danışmanlık hizmetlerini, planlamayı, yatırımı ve mühendisliği yeniden düşünmek, bunları uygun biçimde organize edecek bir yönetim anlayışını oluşturmak durumunda.

Bunun ön koşulu ise, iş bilmez, uzmanlık niteliği olmayan ve aidiyetine hizmeti ülkenin hizmetinden önde tutan kadrolaşmanın bir an evvel devre dışı bırakılmasıdır...    

Okunma Sayısı: 519